Marksist-Leninist parti ve örgütlerin Uluslararası Konferans üyeleri, yoldaşca ve uluslararası dayanışma ortamında tahlil ve tecrübelerini paylaşma ve fikir alış-verişinde bulunmak üzere dünyanın merkezinde biraraya geldiler. Toplantıda, Marksist-Leninistlerin, devrimcilerin, antiemperyalist-antifaşist mücadelecilerin, ezilen hakların ve gençlerin tarihsel rollerini yerine getirebilmelerine katkıda bulunacak kararlar alındı.
ULUSLARARASI DURUM:
DÖNEMİN TEMEL ÇELİŞKİLERİ KESKİNLEŞİYOR
Başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere kimi ülkeleri etki altına alan uluslararası ekonomik kriz ve diğer birçok ülkedeki ekonomik durgunluk, temel çelişkilerin (sermaye ile emek arasında, emperyalizm ile ezilen halk ve uluslar arasında, emperyalist güç ve tekeller arasında) keskinleştiğini gösteren en açık göstergedir. Söz konusu olan, geçen yüzyılda başlayan kapitalizmin genel krizinin derinleşmesi koşullarında gerçekleşen devresel krizdir.
Yanı sıra, bir yanda sosyalizm için mücadele eden devrimci proleterler ile diğer tarafta kapitalizm ve emperyalizmi savunan gericilik, liberalizm ve oportünizm arasında ideolojik ve politik kriz de derinleşiyor.
Başta sanayi üretiminde sıfır büyüme yaşayan ABD olmak üzere, emperyalist ülkeler ekonomik durgunluk içindeki ülkelerin başında geliyorlar. Japonya’da yeni ekonomik düşüşlere tanık oluyoruz. Başta Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya, İrlanda olmak üzere birçok Avrupa Birliği ülkesi, resesyon ile yüz yüze. Fransa, Belçika gibi diğer ülkeler ise bu tehdidin altındalar. Bujuva ekonomistleri bile bu ülkelerin ancak uzun yıllar sonra 2008 öncesi seviyesine gelebileceğini ve düzelme sürecini başlatabileceklerini belirtiyorlar.
Kapitalizmin lokomotifi olarak belirtilen ekonomiler, Çin, Hindistan, Rusya ekonomik yavaşlama süreci içerisindeler. Bu durum, hızlı gerileme yaşayan Brezilya’da daha belirgindir.
Latin Amerika’nın, Afrika’nın ve Asya’nın bağımlı ülkeleri, ham maddelerinin, doğal zenginliklerinin ve tarım ürünlerinin fiyatlarının yüksek olmasından dolayı krizin sonuçlarını daha düşük düzeyde yaşıyor. Bu ülkeler, henüz eşitsiz düzeylerde ekonomik gelişmelerini sürdürüyorlar.
Tekelci gruplar, emperyalist ülkeler ve bölgesel burjuvaziler, onların hükümetleri krizin yükünü emekçi kitlelerin, halkların ve gençliğin üzerine yıkıyor. Dünyanın tüm ülkelerinde üretkenliği arttırma adı altında işçi sınıfının sömürüsünün daha da yoğunlaştığını görüyoruz. Avrupa’da işçilerin toplu halde işten atılmaları, şantajlar kullanılarak ücretlerin düşürülmesi vb., isimleri farklı da olsa, tekellerin azami kârları için iş güvensizliğinin ve esnek çalışmanın artması olarak yaşanıyor.
Dünyanın göçmenleri bu politikanın mağdurlarıdır; yerli işçilerin düşmanları olarak sunuluyor ve işsizliğin artmasının sorumlusu olarak tanıtılıyorlar ve diğer taraftan, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla yüz yüze kalıyorlar. Oysa ki onlar kapitalistlerin azami kârlarını gerçekleştirebilmelerinin hizmetinde kullanılan ucuz emek gücüdürler.
Kırsal bölgede, tarım sektöründeki (agroalimonter) sanayi tekellerinin hizmetinde olan fiyat politikası ve serbest ticaret anlaşmalarından dolayı yaşam ve çalışma koşulları kötüleşiyor. Tarımsal sanayi pazarı, toprakta büyüyen tekelleşme ve tarımsal üretimin ticarileşmesinden dolayı hızlı bir şekilde gelişiyor. Bu, tarım işçilerinin aşırı sömürüsü ve ülkelerin ezici çoğunluğuna dayatılan emperyalist bağımlılığın temelini oluşturuyor.
Bundan gençlik de etkileniyor; çünkü kamu eğitimi, sermayenin hizmetinde ucuz emek gücü yaratan okullara dönüştürülüyor. Geniş gençlik kitleleri, üniversite diplomasına sahip olanlar da dahil olmak üzere, milyonlarcasıyla işsizlere katılıyorlar.
Diğer taraftan, dev mali ve sınaî tekeller kamu alanının yardımları ile desteklenmeye devam ediliyor; ama sosyal alan bütçeleri, kamu sağlığına, eğitime, konuta, sosyal güvenliğe ayrılmış ödenekler şiddetli bir şekilde azalıyor, kesiliyor. Emekli olabilmek için çalışma yılları sayısı artırılıyor; kimi ülkelerde ücretleri düşürme ve iş gününü arttırmaya kadar gidilebildi. Kriz o kadar derin ki, emperyalizm ve hükümetler emekçi kitlelere ve halklara karşı daha da kaba, şiddetli, soyguncu ve baskıcı politikalar uyguluyor.
SERMAYENİN POLİTİKALARI OTORİTERLEŞİP BASKICILAŞIYOR
Ekonomik krizle aynı zamanda burjuvazinin politik krizi, kurumlarının ve genel politikalarının, burjuva demokrasisi ve özel olarak da siyasi partilerinin gayrimeşrulaşması olarak yaşanıyor. Birçok ülkede seçimler esnasında oy kullanmama oranlarının yükselmesi, –reformist ve sosyal demokrat partiler de dahil olmak üzere– bujuvazinin geleneksel siyasi partilerine güvenin yitirilmesi bu gerçeğin bir yansımasıdır. Bu durum, birçok ülkede hayal kırıklığına, kitlelerin rahatsızlık duyması ve değişik alternatifler aramasına yol açıyor. Bu arayışa, “sol”, “demokratik sosyalizm”, “21. yüzyıl sosyalizmi” adı altındaki burjuvazinin seçenekleriyle yanıt olunmaya çalışılıyor.
Bu durum, yeni gerici güçlere, kimi durumlarda faşist, köktenci ve popülist güçlere, demagoji aracılığıyla kendilerini halklar için alternatif değişimci/dönüştürücü güç olarak sunabilmelerine de alan yaratıyor.
Ulusal burjuva kurumlarının meşruluk yitirmelerine, IMF, DTÖ, NATO, AB, BM vb.. gibi kapitalizmin ve küreselleşmenin uluslararası kurumlarının prestij kaybetmelerini de eklemek gerekiyor.
Kitleler kendi çıkarlarını temsil eden partileri hala açıkça ayırt edemiyorlar. Bunun temel nedenlerinden birisi, emperyalizm ve burjuvazinin yürüttüğü ideolojik saldırıdır ki, bunlar, kitlelerin iktidar mücadelesinin gerekliliğine olan inançlarının azalması ve parti düşmanlığının benimsenmesini hedeflemekte ve böylelikle egemen grupların kitleleri manüpüle etmelerine olanak sağlamaktadır. Bunun başka bir nedeni ise, kitleler içerisinde oportünizmin ve revizyonizmin değişik biçimlerinin faliyette bulunması ve elbette ki devrimci solun zayıflıkları ve sınırlılıklarıdır.
Bu eğilimin başka bir yansıması, “ilerici” diye adlandırılan hükümetlerin özellikle de Latin Amerika’da gerilemesidir. Bunlar ideolojik ve politik sınırlılıklarını gösterdiler ve krizi yönetmedeki sorumlulukları, halkları olumsuz etkileyen önlemler almalarına ve sosyal mücadeleyi kriminalize etmelerine neden oldu.
Genel olarak otoritarizmde artış, burjuva iktidarı olarak devlet terörizminin gelişmesi, ulusal egemenlik ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkının reddi, kamusal ve demokratik özgürlüklerin kısıtlanması, sosyal hak mücadelesinin kriminalizasyonu, halkların yıllar süren mücadeleler sonucu kazandıkları hak ve özgürlüklerinin aşamalı yok edilmesi sürecini yaşıyoruz.
DÜNYANIN YENİDEN PAYLAŞIMI İÇİN REKABET KESKİNLEŞİYOR
Emperyalizmin krizini çözmedeki acizliği ve halklar, emekçi kitleler tarafından üstlenilen dev fedakarlıklar başka çözümler aramayı zorunlu kılıyor. Bunlardan birisi, yeni emperyalist savaşlar hazırlamak ve askeri bütçeleri kayda değer oranda arttırmadır. Doğal kaynaklar açısından zengin ve jeostratejik bölgelerde bulunan Afganistan, Irak, Libya, Kongo, Mali vb. gibi ülkeler yeni emperyalist saldırıların hedefi oldular. Bu durum, emperyalistlerin teknoloji geliştirme ve krizden çıkabilmek için hız verdikleri doğal ve tarımsal ürünlerin üretimi açısından zengin olan Afrika’da özellikle de kendisini gösteriyor. Aynı durum, enerji kaynaklarının denetimi ve kullanımı açısından Ortadoğu için de geçerlidir.
Dünyanın bu bölgelerinde emperyalist devletler ve tekeller arasındaki çelişki ve rekabet herkesin gözleri önünde keskinleşiyor. Buralarda bir yanda ABD ve AB, diğer yanda Çin arasında büyük bir kutuplaşma eğilimi görünüyor. Rusya kendi çıkarları için kavgaya katılıyor ve yanı sıra BRİC ülkeleri de dünyanın paylaşımı bakımından yeni bir blok olarak gelişmekte olan ülkeler olarak tasarlanıyor.
Suriye’de tüm halkı içine çeken siyasi-askeri bir çatışma gelişiyor. Bu, gerici bir iç savaşa neden oldu ve emperyalist ve Siyonist bir müdahale yapabilmek için bahane oldu. Uluslarası kamuoyu, demokratik güçlerin teşhiri ve kimi hükümet ve sahsiyetlerin karşı çıkması geçici olarak bu müdahaleyi durdurabilmiştir. Bu saldırı savaşı için ABD, sadece Fransa, İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi etrafında toplayabildi. Belirtmek gerekir ki, bu savaşta, uzun yıllar boyunca onun koşulsuz müttefiki olmuş olan İngiliz emperyalizmi ABD’yi desteklemedi. Yanı sıra, Rusya’nın diplomatik ve askeri rolünün daha da aktifleştiği görüldü ve Suriye savaşı konusunda fiiliyatta ABD’nin yanı sıra, yabancı güçlere boyun eğmek zorunda bırakılan halk ve işçileri dışlayarak, hakem olmayı başardı. Halkların kendi kaderini tayin hakkı bir defa daha ayaklar altına alınmaktadır.
Ekonomik kriz ve emekçi kitlelerin yoğun sömürüsünün yanı sıra savaş ve emperyalist talan, milyonlarca insanın savaştan, şiddetten, yoksulluktan kaçarak daha iyi bir gelecek için zorunlu kitlesel göç etmelerine neden oluyor. Yalnız bu çabalar kapalı sınırlara çarpıyor ve göçmenlerin yüzlercesi geçerken can veriyor; eğer ulaşmak istedikleri yere ulaşabilirlirse, burada da acımasız bir baskı ve sömürüye maruz kalıyorlar. Bu göçmenler, kendi ülkelerinin talanının sorumlusu olan emperyalist güçler tarafindan aşağılanıyor ve kötü uygulamalara maruz kalıyorlar.
Suriye’deki olaylar, Afrika, Asya ve Ortadoğu’daki diğer olaylar ve Çin ekonomisinin büyümesi emperyalistler arası çelişkileri daha da keskinleştiriyor. Çin, agresif bir ihracat politikasıyla, bağımsız ülkelere yaptığı yatırımlarla, –ABD’nin en fazla alacaklısı olarak– Kuzey Amerika hazine bonosunu elinde bulundurmasıyla alan kazanmaktadır ve askeri aygıtını da geliştirmeye çalışmamktadır. ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinin stratejik bir bölge olarak önemli olduğunu ilan etmesi ve egemenliğini koruyabilmek için askeri gücünü buraya toplaması küçümsenmemesi gereken bir olaydır.
İŞÇİ, HALK VE GENÇLERİN YANITLARI ÖNEMLİ ORANDA GELİŞİYOR
Emperyalizm ve burjuvazi, krizin yükünü bütün ülkelerin (emperyalist ve bağımlı) emekçi halk ve gençlerin sırtına yüklüyor. Ancak halklar da sessiz kalmıyorlar. Mücadelelerini ve örgütlenmelerini geliştiriyorlar. Bu anlamı ile diğerlerinin yanı sıra Türkiye’nin, Brezilya’nın, Mısır’ın, Tunus’un, Portekiz’in, Kolombiya’nın, Yunanistan’ın, İtalya’nın ve İspanya’nın işçi sınıfı ve gençleri önemli mücadeleler sergiledi. Dünyanın birçok bölgesinde gençler ve halkın değişik kesimlerinin sistem karşıtı mücadeleleri, işçilerin ekonomik taleplerin ötesine geçen mücadelesine eklendi. Henüz devrimci bir eğilim içerisinde olmamalarına karşın, son aylarda hızlanan dev kitlesel gösteriler yeni bir durumu ortaya koyarak devlet kurumlarına karşı yöneldiler ve ilerici ve devrimci odakları güçlendirdiler. Nihayetinde, tüm ülkelerde halklar hoşnutsuzluklarını ifade ediyorlar ve ciddi sorunlarının çözülmesi için mücadele ve arayış içerisindeler.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da işçiler, halklar ve gençler diktatörlük ve zorbalığa karşı önemli mücadeleler yürütüyorlar. Tunus’ta, Mısır’da gericiliğin mücadeleyi yatıştırma ve devrimci yolundan çıkartmak için her türlü yola başvurmalarına karşın, emperyalizm ve gericiliğe karşı kitlelerin mücadelesi devam ediyor. Bunlar, fundamantalist İslamcı, darbeci eğilimlerin yanı sıra doğrudan askeri müdahaleler olarak kendisini gösterebiliyor.
CIPOML, hakları, sosyal ve ulusal kurtuluşları için mücadele eden işçilerin yanındadır. Mücadelelerinin olduğu yerlerde bulunma zorunluluğunu yerine getiriyor ve nihai hedeflerine ulaşabilmeleri için onlara destek oluyoruz. Özel olarak da Tunus halkının, kardeş partimizin ve Halk Cephesi’nin devrim ve halk iktidarı hedeflerine ulaşabilmek için yürüttüğü mücadeleye destek çıkıyoruz.
BUGÜNKÜ KOŞULLARDA KOMÜNİSTLERİN GÖREVLERİ
Sınıflar mücadelesinin karışık sularında şu sorulara cevap veren politika ve sorumlulukları belirleme görevimizdir: Emperyalizmi, burjuvazi ve gericiliği yenebilecek sosyal sınıf hangisidir ? Büyük ve küçük mücadele dalgalarını kim yönetecek ? Emekçiler can çekişen bu sistemin yerine hangi toplumu istiyorlar?
Bu sorulara cevap verebilmek için, işçi sınıfın öncü gücü olarak Komünist Partisini güçlendirme, geliştirme ve inşa etmek zorundayız, onun kitlelerin örgütlü ya da kendiliğinden mücadelesine derin ve kalıcı olarak nüfus etmesini sağlamalıyız. Bu mücadeleleri, sosyal devrimin gerçekleşmesi için birleştirmeye ve yönlendirmeye çalışmalıyız.
Her somut duruma tekabül eden mücadele ve örgütlenmeleri değerlendirerek sömürülen ve ezilen kitlelerin her alandaki mücadele ve örgütlenmelerini güçlendirmeyi kendimize hedef olarak koyuyoruz. İşçi sınıfı ve köylülerin, kapitalist ya da kapitalizm öncesi çesitli biçimler altında sömürülenlerin, işçi sınıfı ve partisinin öncülüğünde birleşmesini teşvik etmek temel bir öneme sahiptir. Bizler, en önemli çabalarımızı halk cephesi sorununun aydınlatılmasına yöneltiyor ve her somut durumda uygun koşullarda bu cephenin oluşturulması için mücadele edilmesinin zorunluluğuna vurgu yapıyoruz. Sosyal ve politik mücadeleye aktif katılan gençlik içinde çalışmaya özel bir önem atfetmeli ve ona devrimci bir eğilim verebilmek için yoğun bir çaba içerisinde bulunmalıyız. Aynı şeyi, işlerinden atılan ve güvensiz koşullarda çalışmak zorunda bırakıldığından dolayı büyük acılar yaşayan ve büyük devrimci potansiyel taşıyan, insanlığın yarısını oluşturan emekçi kadınlar ve halk kitleleri için de söyleyebiliriz.
Emekçi kadınlar ve halk kitleleri içerisinde çalışma ve kendi talepleri etrafında örgütlenen demokratik, antiemperyalist, devrimci kitlesel bir hareket oluşturma zorunluluğu tartışmasızdır.
Şu an çabalarımız, emperyalizm ve gericiliğe karşı geniş kesimleri birleştirme ve mücadeleye seferber etmenin zorunlu bir aracı olarak halk cepheleri kurma ve güçlendirmeye yöneliktir. Bu cephe veya ittifaklar sorunu, işçi sınıfı ve emekçi halkların çıkarlarını savunacak bir program birliği temelinde somutlaşacaktır.
Marksizm-Leninizmin öğretileri ve partilerimizin pratiği, ilkelerden taviz vermeden, taktiklerde esnek olarak, her türlü sektarizme, sağ ve sol sapmalara karşı mücadele edilmesi gerektiğini öğretiyor.
Görevleri yerine getirirken, emperyalizme, burjuvazi ve işbirlikçilerin tavır ve pratiklerine, revizyonizme, reformizme ve sosyal devrim ile demokratik-halkçı devrimin amaçlarını karıştıran, kitlelerin devrim yolundan uzaklaşmasına neden olan her türlü akıma karşı ideolojik ve politik mücadele de yürütmek zorundayız.
Sol, sosyal devrim, sosyalizm ve komünizmin ne anlama geldiğini açıklayan büyük bir mücadele tertiplemeliyiz. Biz, komünistlerin, değişik gerçeklikler içerisinde önerdiklerimizi yaygınlaştırmak ve kapitalizmin ve temsilcilerinin işçilere neler vaad ettikleri ile karşılaştırmak ve özel olarak da bir yüz yıllık sosyal ve demokratik kazanımları nasıl yok etmeye çalıştıklarını göstermek zorundayız.
2014’de CIPOML 20. yılını kutlayacak. 1994 yılında, uluslararası komünist hareket, birliğinin güçlenmesine yönelik olarak, Marksizm-Leninizmi savunarak, işçi ve emekçilerin emperyalizmi, kapitalizmi yıkmak, sosyalizm ve tam özgürlükler ve halkların kurtuluşu toplumu olan komünizmi kurabilmek için maddi bir güç oluşturmaları için sorumluluk üstlendiğini tüm dünyaya ilan etti.
CIPOML rolünü kararlılıkla yerine getiriyor ve hala yetersiz de olsa önemli başarılar elde ediyor. Bugün, işçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve tüm dünyanın ezilen halklarının mücadelesinin enternasyonalist devrimci yönetimini güçlendirme ve genişletme kararlılığımızı tekrar ilan ediyoruz.
Ekvator, Ekim 2013