Emekçi sınıflar hareketi, değişik talepler için verilen, etkisi ve düzeyi farklı çok çeşitli eylemlerin toplamıdır. Saf haliyle amaçsal bir birlikten, zamandaşlıktan, ortak bir tempodan yoksun görünür. Ancak görünüşteki bu ilişkisizliğe ve dağınıklığa karşın nesnel bakımdan birleşmeye, ortaklaşmaya, birleşik bir hareketin unsurlarına dönüşmeye açıktır. Çünkü tüm bu talepler son tahlilde kurulu sermaye düzeninden ve siyasal ortamdan kaynaklanmaktadır, doğallıkla da şöyle ya da böyle sermaye düzenine yönelen hareketlere yol açarlar.
Devrimci işçi partisi, bu dağınık, istikrarsız, inişli çıkışlı hareketi nesnel temeline uygun olarak birleşik, koordineli, bilinçli bir harekete dönüştürmeyi hedefler. Bu amaçla emekçiler içinde günlük mücadeleye konu olan sorunlar üzerinden teşhir ve ajitasyon çalışması yürütür, günlük mücadeleye azami destek verir, acilleşmiş emek ve sermaye cephesi arasındaki çatışmayı ilerletecek acil ekonomik ve politik talepleri bir taktik eylem programı olarak ifade eder…
Her tür kitle hareketi içinde yer alan ve emekçilerin dile getirdiği her yeni talebe sahip çıkan partinin faaliyeti de bir akışa kapılmak gibi görünebilir. Bugün sendika, yarın sigorta, öbür gün özelleştirme sorununa ağırlık veren bir teşhir, ajitasyon; bir gün Tıb-set direnişi, ertesi gün Makina Kalıp grevi, bir gün TİS uyuşmazlığından doğan eylemler… Yaşamın tüm zenginliği ve karmaşıklığı içinde beliren bin bir soruna tavır almadan, yaşama vakıf olmadan ona yön verilemez. Ancak bu, görünüş unsurlarıyla sınırlı gözlemler için yanlış bir izlenime yol açabilir ve günlük mücadele içinde boğulmak olarak görülebilir.
Oysa bu değişik vesilelerle patlayan eylemler içinde yer alırken ve yön vermeye çalışırken, fabrika koşullarına ilişkin teşhir çalışması yürütürken, partinin faaliyetine daima devrim amacı yön verir. Bölünmüş gibi görünen çalışma ve eylemler içinde derin bir iç mantık vardır.
Ne var ki, kendiliğindenliğin baskısı, dar pratikçilik ve teorik gerilik; kitlelere yardım tutumunu yaşama geçirme sürecinin yığın hareketinin politikleştirilmesi hedefinden koparak kendi başına bir amaç haline gelmesi, iktisadi mücadelenin sınırlarına hapsolma tehlikesi de taşır. Bu potansiyel tehlike, kitlelere günlük mücadelelerinde yardım tutumunda tutuk davranarak giderilemez. Yapılması gereken, taktik tutum ile stratejik hedefler arasındaki ilişkinin açıklanması, günlük mücadeleye verilen önemin zorunluluğunu, hareketin politik nitelik kazanması ile yakın ilişkisini, ilk bakışta kimi taleplerin sıralanması gibi görünen partinin dönemsel platformunun temelindeki devrimci mantığı, programla bağı yeniden açıklamaktır. Bu mantıksal bütünlüğün faaliyet içindeki militanın davranışlarına yön verir hale gelmesi; bu türden ufuk daralmasına karşı bir güvence olacaktır. Bugüne dek pek çok defalar açıklanmış, ayrıntılandırılmış olan düşüncelerin yenilik içermeyen bu özeti, bize, bu bakımdan yararlı göründü.
Bu, aynı zamanda, işçi mitinglerinde insanların üzerine savurdukları “kuşlama”larında bolca “devrim”, “sosyalizm”, “ayaklanma” çağrılan yapan grupların genç insanların kafalarını karıştırmaya dönük kötü niyetli spekülasyonlarına da yanıt olacaktır. Kuşkusuz amaç, bu grupların yığın hareketi karşısındaki sorumsuz mevziiyi terk etmelerini sağlamak olamaz, zira bu bakımdan durum pek umutsuz. Ama olası kafa karışıklığı girişimlerine karşı böyle bir açıklama gereksiz sayılmamalı.
PROGRAMA VE DÖNEMSEL TAKTİK MÜCADELE PLATFORMUNA BAĞLANAN GÜNLÜK MÜCADELEYE YARDIM
Devrimci parti çalışmasını, bir yönüyle inşa edilmiş teori ve programın yığınların davranışlarına yön verir bir duruma gelmesini sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Sorun, teorinin yığınlarda cisimleşerek maddi bir güce dönüşmesidir. Ne var ki, çelişik bir manzara durur karşımızda. Bir yanda, ülkenin iktisadi ve sosyal yapısının, sınıf ilişkilerinin tahliline dayanan, mevcut düzenin yıkılarak yerine emekçi sınıfların iktidarı ve sosyalizme geçişin nesnel zorunluluğunu ortaya koyan devrimci bir program var. Öte yanda henüz kendi çıkarlarının bilincine tam olarak varmamış, kendi kurtuluşlarının mevcut toplumsal-politik düzenin yıkılışında olduğunu kavramamış yani programda somutlanan düşüncelerin bilincinden yoksun ancak kendilerini bunaltan, yaşamı, çekilmez kılan sorunlar karşısında zaman zaman eyleme giren emekçiler var. Elbette bu durum, devrimci işçi partisinin önüne bu devrimci amaçların emekçilere açıklanması görevini koyar. Parti yaşamın sunduğu olanaklardan yararlanarak bu teorik açıklama ve propaganda görevini yerine getirir ama yığınların propagandanın etkisiyle bu programı benimsemelerini beklemek saflık olur. Geri bilinçli, yüzlerce yıllık gerici, dinsel düşünce ve önyargılar tarafından köreltilmiş, cahil bırakılmış, yapay ayrımlarla bölünmüş yığınların, günlük mücadeleler ile program hedefleri arasındaki bağı bir çırpıda kavramaları beklenemez. İşçilerin ancak en uyanık, öncü kesimleri propaganda yoluyla, devrimci programa kazanılabilir. Geniş yığınlar ise, propaganda ve ajitasyonla dile getirilen gerçekleri, günlük mücadelenin iniş çıkışlı yolunda, uzun mücadeleler içinde öz-deneyim yoluyla benimseyebilirler.
Program, iktisadi ve sosyal yapının, nesnel sınıf ilişkilerinin analizinden yola çıkarak işçi sınıfının gerçek kurtuluşunun yönünü, araçlarını ve güçlerin mevzilenmesini en genel özellikleriyle açıklar. Oysa tüm bunlar günlük yaşamda çok daha özgün, karmaşık, farklılaşmış olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle, günlük hayatın program maddelerine uydurulması söz konusu olmayacağına göre, programın güncelle bağ içinde özgülleştirilmesi gerekir.
Sınıf mücadelesi, daima somut vesileler, özgün sorunlar üzerinden ilerler. Bu bakımdan programın yanı sıra, belirli bir anda sınıf ve güç ilişkilerinin, hareketin gelişme yönünün analizine dayanan dönemsel politikalara da sahip olmak gerekir.
İşte devrimci işçi partisi, bu amaçla, işçi sınıfının devrimci program hedeflerine bağlı olarak belirli bir andaki somut durumu, sınıflar arasındaki mücadelenin seyri ve güç ilişkilerinden yola çıkan bir çeşit eylem programı, dönemsel taktik mücadele platformu oluşturur. Bunu, programın gerçekleştirilmesi için belirli bir anda kavranması gereken, “kavrandığı takdirde bütün zincirin tutulmasına ve stratejik başarının koşullarının hazırlanmasına olanak veren halka” (Stalin) olarak da ifade edebiliriz.
Taktik mücadele platformu, emek ve sermaye, devrim ve karşıdevrim cepheleri arasında sürtüşmeye sebep olan, emekçi sınıfların acil ekonomik istekleri ile sorun haline getirdikleri ya da getirme eğilimine girdikleri politik isteklerin -genel programa bağlanmış- bir eylem programı halinde ifadesidir. Emekçilerin veya en azından onların ileri kesimlerinin farkına vardıkları, uğruna mücadele ettikleri talep ve isteklerin genelleştirilmesine dayanır.
Emek ile sermaye cepheleri arasındaki mücadele hangi somut sorunlar üzerinde yaşanıyor ve yakın bir gelecekte hangi sorunları kapsayacak? Emek ve sermaye arasındaki “sıcak temas noktalan” hangileridir? Mücadele nereden nereye bağlanacak? Bu soruların cevabı, dönemsel taktik platformun unsurlarını oluşturur.
Görüldüğü gibi taktik mücadele platformu, partinin, yığın hareketinin ortaya çıkardığı, savunma eğilimine girdiği talepleri alarak demokrasi ve özgürlük (ve kuşkusuz sosyalizm) mücadelesi temelinde birleştirmesi, sistematize ederek, genelleştirilmiş halde ve bir eylem programı olarak yığınlara geri vermesidir.
Devrimci yayın organlarını izleyen her işçi ve genç, politik taktik platformun unsurları olan taleplerin, devrimci yayın organlarında sistemli olarak dile getirildiğini görecektir. Gerçekte günlük işçi basınını dikkatle izleyen her işçi, adını koysun koymasın, taktik mücadele platformunun içeriğini oluşturan talepleri nasıl savunacağını, dile getireceğini bilebilir.
Örneğin bugün, özelleştirme ve sosyal güvenlik haklarının tasfiye girişimi, uluslararası tahkim yasaları, sürekli fiyat artışları, sendikasız-sigortasız çalıştırma, kamu çalışanlarına dayatılan sendikasızlık ve yüzdelik zamlar, düşük taban fiyatları vb. sorunlar emek ile sermaye arasındaki “sıcak temas” noktalarıdır. Devlet yönetiminde yaşanan skandallar halinde patlayan yolsuzluk, rüşvet, çeteleşme olguları, açık adaletsizlikler, devlet kaynaklı politik cinayetler, sendikal ve politik örgütlenme ile düşünceyi ifade etme önündeki engeller, köylerinden göçertilen, OHAL kıskacına alınan köylülerin durumu, dönemsel taktik platformunun diğer unsurlarıdır.
İşçilerin günlük mücadelelerine yardım ve doğrudan bu mücadeleye katılım, işte bu taktik mücadele platformu ile bağ içinde anlam kazanır. Yani devrimci partinin günlük mücadeleye katılımı ya da müdahalesi, emekçilere günlük mücadelelerinde azami yardım tutumu; liraya kuruş eklemek, birtakım reformlar elde etmek ve “reformların gölgesinde uyuya kalmak” için değildir. Reformlar kuşkusuz önemlidir; ancak parti, işçi sınıfı ve emekçilerin en acil, uğrunda harekete geçtikleri ve geçme eğiliminde oldukları sorunlardan hareket eden bir taktik mücadele platformunu formüle etmekle, bir dizi iyileştirmeyi de “yan ürün” olarak ortaya çıkaracak olan, kendi halinde akan binlerce dereciği sisteme yönelecek bir yatakta birleştirmeyi, onu politik bir harekete dönüştürmeyi, işçi sınıfının iktidarını yakınlaştırmayı hedefliyor. Bunun için de emekçilerin günlük mücadelesinden yola çıkmak, bu mücadele içinde yer almak gerekiyor. Bu, bir tercih değil nesnel durumun gerektirdiği bir tutumdur. Yığınlarının mücadelesinin sisteme cepheden yönelen genel politik bir mücadeleye dönüşmesinin başka bir yolu olmadığı için bu taktiği benimsiyor.
GÜNLÜK MÜCADELEYE KATILMANIN ÖNEMİ
Ülkemiz sol hareketinde, günlük mücadeleye yardım tutumu, çok kolay bir şekilde “ekonomizm”, “reformizm” vb suçlamalarla damgalanabiliyor. Elbette günlük mücadele talepleriyle sınırlı bir mücadelenin ekonomizm olduğuna kuşku yoktur. Ekonomik talepler için, emekçileri bunaltan günlük sorun ve sıkıntılar için yürütülen teşhir çalışmasını gördüğü yerde “ekonomizm” diye bağırmak ise, ülkemize özgü bir hastalık olsa gerek.
Yukarıda günlük mücadeleye yardım tutumunun bir istek sorunu değil nesnel bir zorunluluk olduğundan, taktik mücadele platformu çerçevesinde anlam kazandığından ve nihayet işçi sınıfının devrimci programına bağlandığından söz edildi. Ama günlük mücadelenin, sınıf hareketinin gelişmesi, bilinçlenmesi, parti ile yığınlar arasındaki bağın pekişmesi bakımından taşıdığı imkânlara biraz daha değinmek gerekiyor.
Her şeyden önce parti, hem bir parçası hem de kısa ve uzun vadeli çıkarlarının savunucusu olduğu işçi sınıfının her düzeydeki mücadelesinde onun yanında olmalıdır. Bu, partinin varlık koşullarından biridir. Emekçilerin yaşamını kötüleştiren, uğruna mücadele ettikleri sorunlar karşısında duyarsız kalan bir partinin, emekçilerin partisi olduğuna bin şahit ister. Aslında sınıflar arasındaki iç savaşa kadar varan tüm çatışmalar, sınıfların ekonomik çıkarlarından kaynaklanır. Şu var ki, sömürülen sınıfların temel ekonomik çıkarları, genel olarak mevcut toplum yapısının temelden değiştirilmesiyle gerçekleşir. Ama bu, işin temelinde sınıfların günlük görünüşler içinde dile gelen ekonomik çıkarlarının bulunduğunu gölgelemez.
Bu bakımdan işçilerin ve emekçilerin günlük çıkarları için verdikleri mücadele, genel olarak dostlarını ve düşmanlarını tanıdıkları bir süreçtir. Ülkemizde hiç değilse son on beş yıllık mücadele, emekçileri burjuva dünyaya, onun partilerine bağlayarak körelten gözbağlarının keskin mücadele dönemlerinde çözülür olduğunu göstermiştir. (“Mezarda emekliliğe” karşı mücadele sürecinde Kocaeli’nde birkaç yüz işçinin, hem de 2500 işçinin partilere, düzenlediği yürüyüşle MHP, DSP ve ANAP’tan istifa ettikleri hatırlansın.) İşçilerin günlük mücadelesine samimi olarak katılma, başarısı için yardım etme tutumu aslında burjuva partilerin sınıf üzerindeki etkisini kırmaya önemli bir hizmet sunar. İşçi sınıfı, talepleri için girdiği eylemde düzen partilerinin sözde bile olsa yardımını görmemekte, sınıf içinde etkisi bulunmayan küçük burjuva gruplarca yalnız bırakılmakta, zayıf düşürülmekte, sendika üst yönetimleri tarafından ise sürekli kösteklenmektedir. Diyebiliriz ki, devrimci işçi partisi, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullan konusunda teşhir ve ajitasyon çalışması yürüten, girdikleri mücadelelerin başarıyla sonuçlanması için azami destek veren yegane odaktır. Bu özelliği ile günlük mücadele, işçi sınıfının gerçek dostlarını tanıması için büyük bir fırsat sunmakta, bu da partinin ve politikalarının sınıf içinde tanınması ve kökleşmesine, sınıf ile partinin yakınlaşmasına büyük bir imkân sunmaktadır.
Parti elbette hareketin düzenin temellerine doğrudan vuran politik bir hareket olarak gelişmesini, ekonomik mücadelenin de politik bir perspektifle yürütülmesini ister, bu yönde çalışır. Ama işçi sınıfı hareketi, partinin iradesinin değil, toplam nesnel koşulların ürünüdür ve bilinç (ve örgütlülük) düzeyi üzerinde bir dizi etken, rol oynar. Hareketin düzeyinin geri olması, ağırlıklı olarak ekonomik-sendikal talepler için verilen mücadeleler olarak gelişmesi, politik talepleri gündemine almaması ve kimi durumlarda şovenizmin vb. etkisinde kalması, harekete uzak durmanın sebebi olamaz; tersine, harekete daha fazla katılımı (müdahaleyi) gerektirir. Bu nedenle, hareketin düzeyini nesnel bir veri olarak kabul edip işe başlamak zorunludur.
Sosyal güvenliğin tasfiyesi girişimine karşı gelişen eylem dalgasını, ne zaman kırılacak beklentisi ile izleyen, hareketin zaaflarını abartarak moral bozucu şekilde tekrarlayıp duran, adeta hareket bir an önce yenilse de “ben dememiş miydim” diye böbürlenme fırsatı doğsa diye sabırsızlananları görmek insana hakikaten rahatsızlık veriyor ve bilinen en genel doğruları tekrarlamak zorunda bırakıyor.
Hareket üzerinde dönüştürücü bir etkide bulunmak isteyen, öncelikle böyle bir hareketi teşvik eder ve destekler bir tutum içinde olmalıdır. Çünkü Komünist Enternasyonal’in ifadesi ile “En küçük günlük talepler için mücadele, devrimci eğitim için kaynak oluşturur”. Lenin grevleri işçi sınıfının “savaş okulları” olarak tanımlamıştı. Çok zengin eylem biçimleriyle, yaratıcı örgüt biçimleriyle yaygın ve sert eylemler olarak gelişen işçi-emekçi hareketinin milyonları kucaklayan bir okul olduğu açıktır. Olağan zamanlarda, bir televizyon izleyicisi, bir kahve müdavimi, bir Posta-Fotomaç gazetesi okuyucusu olarak sokaktaki ortalama apolitik yurttaşla benzer refleksler gösteren işçi, günlük mücadele içinde keskin bir duyarlılık edinir, devrimci propagandaya açık hale gelir. İşçinin kendiliğinden eyleminin sınırlılığını kavramaya en yatkın olduğu dönem de bu eylem sürecidir.
Bugün günlük mücadelenin hâlâ ağırlıklı olarak ekonomik-kendiliğinden bir çerçevede kaldığı, hükümetten hak talep etmeyi az aştığı (“Kahrolsun IMF, bağımsız, demokratik Türkiye” ve “emekçiler değil hükümet mezara” gibi sloganlar binlerce işçi tarafından kullanılmaktadır, ama henüz genel olarak sistemin hedeflenmesine geçildiği söylenemez) ve bu haliyle mücadelenin ise hâlâ sınırlı bir mücadele olduğu açıktır. Ama en katıksız haliyle bile olsa ekonomik mücadele, işçilerin fabrika koşullarını, patronların niteliğini anlamalarını sağlayan, ortak bir sınıf olma ve birlikte davranma sezgisinin geliştiği bir mücadeledir. Ekonomik mücadele, işçilerin uzun savaşının ilk muharebeleridir ve bu mücadelede elde ettikleri deney ve bilinç ise, ortak bir sınıf olma, ortak çıkarlara sahip olma bilincinin tomurcuğudur. Marx, bu nedenle, her ekonomik mücadelenin özünde bir siyasi mücadele olduğunu belirtmişti. Lenin ise, işçinin kendi çıkarları için patronlara karşı giriştiği mücadelenin ürünü olan bilincin, bu kendiliğinden bilincin, “tohum halindeki sınıf bilinci” olduğunu söylemiştir.
Kaldı ki, bugün mücadeleye kaynaklık eden sorunları salt ekonomik talepler olarak görmenin imkânı da yoktur. Bugün işçi sınıfını eyleme sürükleyen başlıca sorunlar, özelleştirme, sosyal güvenliğin tasfiyesi, uluslararası tahkim, esnek üretim uygulamalarıdır. Bu saldırılar, emperyalist kapitalizmin tüm dünyaya dayattığı ideolojik yönü belirgin saldırılardır. Doğrudan doğruya patronlar sınıfının ve iktidarın bir uygulaması olarak gündeme gelen bu saldırılara karşı mücadele, karşısında birleşik gericiliği bulmuş, emek ve sermaye cephelerini boydan boya karşı karşıya getirmiştir, giderek hem talepleri, hem de sertleşen eylem biçimleriyle iktidarla çatışma niteliğine, politik bir niteliğe bürünmektedir.
1980’lerin ikinci yarısından bu yana gelişen hareketin genel olarak kendiliğindenliğin sınırlarını aşamadığı bir gerçektir. Ama bu hareket, kendiliğindenliğin yol açtığı zaaflara, istikrarsızlığa, kısa bir süre içinde doruğa çıkıp dibe vurmasına karşın işçi sınıfını politik, kültürel, deney birikimine çok büyük bir katkıda bulundu. Sosyalist çalışmanın etkisi altında içinden öncü bir devrimci kuşak doğurdu, öğrenmek isteyene çok şey öğretti. İşçi sınıfının bittiği, rolünü kaybettiği gibi ideolojik saldırılara en anlamlı cevabı da yine eylemleriyle verdi; sınıfa, devrime, sosyalizme inanan devrimci ve aydın kuşakların başlıca moral kaynağı oldu.
Bu hareket, aynı zamanda, nesnel bakımdan özgürlük ve demokrasiyi temsil etti. İşçi sınıfına kendi gücüne güven duygusu aşıladı, emekçi toplumsal tabakalara da cesaret veren ve hak kullanımını meşrulaştıran eylemler oldu. 1989 yılında, ekonomik nitelikli talepleri karşılanmadığı için kilitlenen sözleşmelere ağırlık koymak için çıplak ayakla yürüyen yüz binlerce işçi, gösteri ve yürüyüş hakkının toplum ölçüsünde fiilen kazanılmasını ve meşrulaşmasını da sağladı. İşçi sınıfının eylemlerindeki her genişleme, politik hayatın fiilen demokratikleşmesinin bir adımı oldu; hangi gerekçeyle olursa olsun, demokratik haklara yönelik her saldırı dönüp dolaşıp işçi sınıfını vurdu. Bu bakımdan işçi hareketi kendiliğinden de olsa, özgürlük ve demokrasinin öncü hareketidir; siyasal hak ve özgürlük mücadelesi açısından da vazgeçilmez bir önem taşır.
İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi muharebelerden oluşur. Bu muharebeyi kazanmak, savaşı kazanmak değildir elbet, ama kazanılmış bir muharebenin güçleri toparlamak, moral üstünlüğünü ele almak, yeni darbeler indirmek için önemini kim yadsıyabilir. İşçi sınıfının dönemsel kazanımları sınıfa ve tüm emekçilere moral ve coşku verecek, yeni mücadelelere dayanak oluşturacaktır.
Kısacası işçi sınıfı tayin edici savaşa tutuşmadan önce uzun bir hazırlık döneminden geçecek, bu mücadeleler içinde öz-deneyim yoluyla devrimci partinin siyasal taktiklerini kavrayacak, kendi deneylerinden öğrenecektir. Dolayısıyla, günlük mücadele, işçi sınıfını geliştiren ve olgunlaştıran mücadelelerdir. Devrimci bir parti, faaliyetini mücadelenin bu günlük vesileleriyle ilişkilendirmek zorundadır.
“İşçi sınıfının günlük taleplerini ve günlük mücadelelerini ihmal etmek, parti faaliyetini sadece bunlarla sınırlamakla aynı derecede hatalı, yapılmaması gereken bir şeydir. Partinin görevi, günlük ihtiyaçlardan hareketle, iktidarı hedef alan devrimci mücadelede işçi sınıfına önderlik etmektir.” (Komünist Enternasyonal Programı, 1928, “3. Enternasyonal” adlı derleme içinde, Belge Yayınları, sf. 190)
TALEP İSTİSMARI DEĞİL GÜNLÜK MÜCADELEYE YARDIM
Devrimci işçi partisinin, özellikle içinden geçtiğimiz dönemde günlük mücadeleye katılma, başarısı için azami yardım tutumunu ısrarla dile getirmesinin, bu mücadelenin yukarda sayılan özellik ve imkânlarının yanında başka bir nedeni de, Türkiye sol hareketinde etkili olan bir hastalıktır: İşçiye günlük mücadelesinde samimi yardım değil, talep istismarı!
Nesnel sınıf ve güç ilişkilerinin ve hareketin düzeyinin koşulladığı mücadeleye katılım ve destek tutumu, dönüşme ve gelişme ihtiyacı apaçık olan bu hareketi dönüştürmek iddiası taşıyanların dönüşümü için de vazgeçilmez öneme sahiptir.
Öğretme süreci, aynı zamanda bir öğrenme sürecidir, böyle ele alınmalıdır. Burnundan kıl aldırmayan sınıf-dışı geleneksel solcu anlayışının yıkılması, harekete, sorunlarına, işçilerin yaşamına uzaklık ve dışardanlık özelliklerinin yok edilmesinin panzehiri de, işçilerin bugün ekonomik-kendiliğinden bir çizgide, istikrarsız bir tempoda ilerleyen hareketine katılımdır.
Parti ile geniş yığınlar arasında her geçen gün daha da kitleselleşen ölçüde yakınlaşma ihtiyacı, bugün işçilerin partisi açısından temel önemdeki sorunlardan biridir.
Yığınların sorunlarına sahip çıkmadaki samimiyetsizlik, bugün üstesinden gelinmesi gereken, geleneksel solcu alışkanlıklardan biridir. Kimi zaman “yoksulluk edebiyatı” da denilen durum şudur: İşçiye gidilir, ona ne kadar aç ve yoksul olduğu, ne acınası bir durumda olduğu anlatılır ve ona bu duruma isyan etmesi, sosyalizm için kendi partisine katılması çağrısıyla görev tamamlanır. İşçinin yaşadıkları, samimiyetsizlikle, sırf kendi örgütünü propagandaya geçmenin köprüsü yapılır.
Eylem haberi alan küçük burjuva solcumuz, çantasını kapar eylem yerine koşar. İşçilerin gündemine derhal “sosyalist sloganları sokar”. Keskin eylem biçimleri önerir. İşçileri ilerici-gerici diye birbirine kışkırtır; uluorta, o an için nasıl bir sonuç doğuracağına bakmadan sendikacıya atıp tutar, sendikacıya isyan etmeyen işçiyi azarlar.
İşçilerden birkaçının ortamından ve sınıf özelliklerinden koparılarak “kazanılması”, eylemin kazanılmasından daha önemli hale gelir. “Büyük amaçlar” için, işçinin “küçük” mücadeleleri kaybetmesi ona doğal görünür. İşçiyle yüz göz oldukça inandırıcılığı yok olur. İşçinin gözünde bir talep istismarcısı haline gelir.
İşçilerin partisini, küçük burjuva solcularından ayıran en keskin çizgilerden biri burada düğümlenir. Talep, istismarı değil, işçinin politikleşmesinin, toplumsal kurtuluşun, devrim ve sosyalizmin, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin zaferinin ancak böylelikle olanaklı olacağı bilinciyle, işçiye günlük ekonomik mücadelesinde sonuna kadar yardım.
Bu tutumu çok sayıdaki örnekten biri somutunda kısaca ifade edelim. Tıb-set Direnişi, işçilerin sendikalaşmaları nedeniyle işten atılmaları gibi ekonomik bir nedenden patladı. Bu direnişe herhangi bir kayıt koymadan destek olan parti, gece gündüz direniş çadırında işçilerle beraber oldu. Direnişin iaşe sorunundan kamuoyu desteğinin artırılmasına kadar her sorunuyla ilgilendi, işçilerle her sorunu tartışarak, çözüm önerileri sundu. Partililer onlarla birlikte gözaltına alındı, dipçiğe hedef oldu. Ama bu süreç içinde eylemin geleceğini zedelemeyecek eleştirilerde de bulundu, iktidar sorununu da tartıştı sömürüşüz bir dünyayı da propaganda etti. İşçiler bu uzun mücadele ile sınıfın mücadele deneyine çok şey katarken, partinin gerçek dostları olduğunu gördüler ve sosyalizme ve partiye yakınlaştılar.
* * *
Buraya kadar partinin işçilerin günlük mücadelesine katılmasının temelindeki mantığa, bunun, partiye, harekete nüfuz etmek ve yön vermek bakımından sağladığı potansiyel olanaklara değinildi. Buraya kadar söylenenler, günlük mücadeleye yardımın amaçsız, stratejiden yoksun bir “yoksula yardım” çalışması olmadığını ortaya koymak bakımından gerekliydi. Ama partinin sınıf hareketine karşı görevinin kapsamını tarif etmek bakımından ise, oldukça yetersizdir.
Doğrudur: İşçi sınıfının burjuvaziye, hükümetlere, yer yer polise ve devlet örgütlerine karşı verdiği mücadele, sınıf mücadelesine, geleceğe olan inancı besleyen, halka ve işçilere kazanacaklarına, haklarını elde edebileceklerine dair moral veren bir harekettir.
Gelişen, yaygınlaşan, talepleri genişleyen hareketin işçi sınıfı partisinden daha başka ve esas olarak daha başka görevler talep ettiği de en az ilki kadar doğrudur.
Bu, öncelikle politik çalışma, politik ajitasyon faaliyetidir.
İkincisi, yığınların öncü kesiminin parti olarak örgütlenmesidir.
Üçüncüsü, sosyalist propaganda, parti kadrolarının, ileri işçilerinin sosyalist eğitimidir.
TAKTİK MÜCADELE PLATFORMU VE POLİTİK AJİTASYON
Lenin, “her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur” demişti. İktidar, toplumsal çelişkilerin çözümünün kendisinde düğümlendiği aygıttır. İşçi sınıfı da özgürleşmek için kendisini sömürünün pençesinde tutan ilişkilerin koruyucusu olan burjuva iktidarından kurtulmak, kendisini iktidarlaştırmak zorundadır. İktidar için yürütülen mücadele ise politik mücadeledir.
Demek oluyor ki, iktidar mücadelesi, yani politik mücadele, tüm mücadele biçimlerinin kendisine tabi kılınması gereken temel mücadeledir. Politik mücadele alanı, burjuvazinin yenilebileceği alandır. Ekonomik çerçevede kaldıkça, işçi sınıfı herhangi bir mücadeleyi kazansa bile bu son tahlilde kapitalizm içi bir düzenleme olarak kalacaktır. Oysaki onun ihtiyacı, kölelik koşullarını iyileştirmek değil, ortadan kaldırmaktır.
Partinin işçi sınıfına karşı temel görevi, her düzeyde yürütülen mücadeleyi politik iktidar hedefine, politik mücadeleye bağlamak; işçilerin günlük, ekonomik, sendikal vb. talepler için yürüttüğü mücadelenin politik mücadelenin dayanakları haline gelmesini sağlamaktır.
Politik mücadelenin kapsamını en genel çizgilerle şöyle ifade edebiliriz: Devletin ve kurumlarının niteliği, sınıflarla, hükümet ve partilerle ilişkisi; parlamentoda dönen dolaplar, ayrıcalıklar, yolsuzluklar, rüşvet skandalları; devletin tüm sınıflara ve ezilen ulusa karşı kullandığı baskı, aldatma ve ezilenleri bölüp birbirine düşürme yöntemleri, polis ve jandarma terörü; emekçilerin politik yaşama katılımını engelleyen anayasa ve yasalar; söz, basın, toplanma, örgütlenme ve seyahat özgürlüğü; politik cinayetler, devrimci örgütlere karşı saldırılar, kovuşturmalar, hapishanelere atılan devrimcilere uygulanan baskılar; çeşitli uluslar, diller ve mezhepler üzerindeki baskılar… Ülkenin uluslararası alandaki ilişkileri, emperyalist devletler ve bölge devletleriyle ilişkileri.
İşçi sınıfının mücadelesi tüm bu sorunları kapsadığı, gündemine aldığı, çatışmada yer alan kurumların gerçek niteliğini kavradığı ölçüde politik mücadele adını hak edecektir. Politika alanı, tüm sınıfların çatışma alanını, toplum yaşamına doğrudan müdahale eden kurumları kapsadığı için, toplum ölçüsündeki tüm sınıfların açık bir şekilde saflaşmalarının koşullarını oluşturacak; işçi sınıfının kendisini hedefleyenlerin dışındaki haksızlıklara karşı da mücadeleye yönelmesi, öteki emekçi sınıfların mevcut düzene karşı mücadelede işçi sınıfının müttefiki olmasını, sınıfın öncü rolünün toplumun tüm ezilen sınıflarınca benimsenmesini sağlayacaktır.
Devrimci işçi partisi, bir yandan kesintisiz bir politik ajitasyon faaliyeti yürütürken öte yandan öteki tüm mücadeleler içinde yer alarak, o hareketi politik mücadeleye bağlamaya çalışır. Bu, onun işçi sınıfı hareketine karşı görevinin özünü oluşturur.
Sınıf mücadelesi, sayısız “küçük” sorundan kaynaklanan eylemlerin toplamıdır. Politik ajitasyon, her bir sorunun gerçekte mevcut sistemin işleyişinden kaynaklandığını, kimi sorunların geçici çözümleri ve bir süre ertelenmemeleri mümkün olsa da, ortadan kaldırılmalarının, mevcut toplumsal düzenin yıkılması ile mümkün olacağını ifade etmeye dayanır.
Politik ajitasyon ve propaganda, sıcak, canlı vesilelerden yola çıkmak zorundadır. Politik ajitasyonun, politik mücadelenin temel olması, politik sloganların nakarat gibi tekrarlanması gibi anlaşılmamalıdır. Uygun vesilelerden yola çıkmamış bir politik ajitasyon yarar sağlamayacağı gibi, zararlı da olabilir. Unutmamak gerekir ki, politik mücadelenin ve ajitasyonun temel olması her şeyden önce içerikle ilgilidir. Lafızda ne kadar yer tuttuğu ile ölçülemez.
Kimi durumlarda ajitatör, hareketin düzeyini göz önünde tutarak, açık politik göndermeler yapmadan ama ortaya attığı sorularla devletin niteliği üzerinde düşünmeyi sağlamak zorunda kalabilir.
Sorunun özü şudur: Söz konusu olan, politikadan çok bahsetmek değildir; her soruna politik bir perspektifle yaklaşmak, politik ajitasyonu uygun vesilelerden yola çıkarak, canlı, yaşamla bağ içinde örnekleyerek yapmaktır. Aksi durumda da belki “politika yapılmış” olur, ama bu, işçilerin uyanışına hizmet etmediği gibi, işçi ile parti arasında soğukluk duvarları yükselttiği için zararlı bir “politika” olur.
Politik ajitasyon görevlerinin temel olması başka şeydir, politika üzerine ahkam keserek sabah akşam hariçten gazel okumak başka. Bu, parti ile “politik mücadele” verdiği iddiasında olan pek çok sınıf-dışı küçük burjuva grup arasındaki önemli bir ayrım noktasına da işaret eder: Politika yapma tarzı.
Politikadan kaçınmak, günlük sorunlarla yetinmek devrimci işçi partisinin tarzı değildir, olamaz. O, yazının ilk yarısında anlatıldığı gibi, bir yandan, işçiler içinde fabrika koşullarına yönelik teşhir ve ajitasyon çalışması yapar, yığınları kendi talepleri için harekete geçmede cesaretlendirir, mücadelelerine katılır. Bir yandan da, her günkü vesilelerden yola çıkarak politik ajitasyon yapar.
Ders verir havalarında, işçinin yaşam ve mücadele pratiğinden kopuk, gözlem alanındaki olaylarla örneklenmemiş laf yığınıyla “politik ajitasyon” yapılması; miting alanında, kitlelerin ruh halini gözlemeden, bozuk plak gibi aynı sloganın tekrarlanması, ayaklanmaya çağıran sayfaların işçilere bağıra çağıra “satılması” veya üstüne savrulması; gazeteden okuduğu haberin izini sürerek grev yerine varıp daha terini silmeden işçilere “şunu yapın, şunu yıkın” diye akıl verilmesi; evet, bu “politik mücadele” ise, biz onu reddediyoruz.
Bu sakat, yığın hareketine zarar veren politika tarzına karşı tutum almayı kimileri politika dışına düşmek olarak tanımlıyorsa, böylesi bir politika tarzının dışında olmaktan ancak mutluluk duyulabilir.
Sınıfın ruhuna seslenmeyen, ihtiyaçlarını gözetmeyen, heyecan ve öfke derecesini ve bu dereceyi düşürmeyi değil yükseltmeyi hesaba katmayan ölü bir metin veya konuşmadan kaçınmak gerekir. Gerçek bir proletarya partisi, sadece sınıfın öncüsü değil, aynı zamanda onun bir parçasıdır. Tüm faaliyetinde sınıfın durumunu, ihtiyaçlarını, ruh halini gözetir, politik ajitasyonu da buna göre yapar.
HAREKETİN ÖNCÜ KUŞAĞININ PARTİ OLARAK ÖRGÜTLENMESİ
Partileşme, işçi sınıfının en temel ihtiyaçlarından biridir. İşçi eylemlerinin en görkemli anında sendika ağalarınca ihanete uğratılması, hareketin kendi dinamiklerini tahrip ederek istikrarsız bir çizgide ilerlemesi, bu ihtiyacın yakıcılığının ilk akla gelen göstergeleridir. Genel olarak örgüt, özel olarak parti olmadan işçi sınıfı bir hiçtir.
Ayrıca politik mücadelenin tayin ediciliği, bu mücadeleyi yürütme yeteneğinin örgütlenmesi olan politik partinin zorunluluğu anlamına gelir.
İşçi sınıfının partileşme ihtiyacı derken, elbette bugün işçi partisinin olmadığını söylemiyoruz. Parti, bir kez kurulunca, asıl olarak gelişmesini tamamlamış, değişmelerden etkilenmeyen bir yapı değildir. O, işçi sınıfı mücadelesinin her dönemecinde yeniden inşa edilen, safları işçi sınıfı mücadelesinin ortaya çıkardığı öncü kuşakla yenilenmesi ve genişlemesi gereken canlı bir organizmadır.
Sınıfın kendi kendini yönetir olabilmesi, aldatma, yoldan çıkarma saldırılarına karşı dirençli, mücadelenin karmaşık sorunları karşısında ikirciksiz doğru tutumlar alabilmesi için parti olarak örgütlenmesi zorunludur. Parti çalışması, bir yandan partinin uzun süreli ve dönemsel politika ve taktiklerinin sınıf içerisinde yaygınlaştırılması, öte yandan mücadelenin öncü kuşağının partiye kazanılması gibi iki yönü olan bir süreçtir.
Bu mücadele süreci, partinin, öncü işçi kuşağı üzerinde yükselen, sendikal örgütlerle desteklenen sınıf üzerinde gerçek otorite oluşunun da yolunu da açacaktır.
Parti, hareketle yakın bağ içinde kendini yenileyecek, bileşimini ve tarzını işçileştirecek, sınıfın giderek sayısı artan öncü kesimleri partide örgütlenecektir.
Aynı zamanda öncü işçilerin eğitildiği, bilimsel sosyalist dünya görüşünün, savaş yönetim biliminin kavratıldığı bir okul olarak parti, sınıf hareketinin amaçlı, politik ve sosyalist karakterli bir hareket olmasının da güvencesi olacaktır.
Bu nedenlerle partinin yığın hareketi karşısındaki en önemli görevlerinden biri, işçi sınıfı mücadelesi içinde öne çıkan, eylemleri yönlendiren öncü kuşağın partiye kazanılmasıdır.
SOSYALİST PROPAGANDA VE EĞİTİM
“Rus Sosyal-Demokratlarının sosyalist çalışması, bilimsel sosyalizmin öğretilerinin propagandasını yapmaktan, mevcut toplumsal ve ekonomik düzen, onun temelleri ve gelişimi, Rus toplumunun çeşidi sınıfları, bu sınıfların karşılıklı ilişkileri, bu sınıfların kendi aralarındaki mücadeleler hakkında, bu mücadelede işçi sınıfının rolü, işçi sınıfının yok olan ve yükselen sınıflara karşı tavrı hakkında, kapitalizmin geçmişi ve geleceği, uluslararası sosyal-demokrasinin ve Rus işçi sınıfının tarihsel rolü hakkında işçiler arasında doğru anlayışları yaymaktan ibarettir. Rusya’da mevcut politik koşullar altında ve verili gelişme aşamasında doğal olarak ön plana çıkan ajitasyon, propagandayla ayrılmaz bağ içindedir. İşçiler arasında ajitasyon, Sosyal-Demokratların, işçi sınıfı mücadelesinin bütün elementer ifadelerine, işçilerin iş saati, ücret, çalışma koşulları vs. nedeniyle kapitalistlerle tüm çatışmalarına katılmalarından ibarettir.”(Lenin, Rus Sosyal-Demokratlarının Görevleri, Seçme Eserler, cilt: 1, Inter Yayınları, sf. 483)
Lenin, özel olarak Rusya’dan bahsetse de, genel olarak bir partinin sosyalist çalışmasının kapsamını ve ajitasyonla ilişkisini somut ve ayrıntılı olarak dile getiriyor.
Partinin işçi sınıfı hareketine karşı görevleri, sosyalist dünya görüşünün, teorinin konusunu oluşturan Lenin’in ayrıntılandırdığı sorunların işçi sınıfı içinde yayılması olmadan, tam olarak yerine getirilmiş sayılamaz.
İşçi sınıfı hareketinin kendisi için harekete dönüşmesi için politik talepleri gündemine almasının yanı sıra; toplumun sosyal ve iktisadi gelişimini, sınıfların durumunu ve bunlar arasındaki ilişkileri, kapitalist sistemin yıkılmasının zorunluluğu ile sosyalizmin kaçınılmazlığının bilincine varması gerekir. Kısaca kendisi için işçi hareketi demek, bilimsel sosyalizmin yönlendirdiği hareket demektir. İşçi hareketinin sosyalizm bayrağı altında toplanması, elbette ki işçi çoğunluğunun sosyalizmi kavrar hale gelmesi demek değildir. Böyle olsaydı, işçi hareketi hiçbir zaman sosyalist harekete dönüşemez, sosyalizm de hayal olurdu. Hareketin sosyalist niteliği, işçi hareketinin bir dizi kitle örgütü, sendika vb. araçlarla parti politikalarına bağlanması demektir. Bu anlamıyla da sosyalizm, asıl olarak bir öncü hareketidir. Sosyalist parti, işçilerin çoğunluğunu sosyalist dünya görüşüne kazanarak kitleselleşmez, en kritik zamanlarda emekçilerin en temel çıkarlarını cesaretle savunduğu için tüm sınıfı ve emekçi yığınları peşinden sürükleme gücüne kavuşur.
Sosyalist propaganda, toplum ortalamasına göre eğitim seviyesi düşük, burjuva ve dinsel-geleneksel düşüncelerle kafası doldurulmuş bir kitleye sesleneceği için inatçı, sabırlı bir çalışma olmak zorundadır.
İkinci olarak, sosyalizm, yapısı gereği, işçi sınıfının kavramasına müsait bir dünya görüşü olsa da, son tahlilde bir bilimdir, bu bakımdan da sınıfın öncü kesimi tarafından kavranabilir. Ama buradan, sosyalist eğitimin ve genel olarak teorik faaliyetin hedefinin seçkin bir tabaka olduğu sonucu çıkmaz. Sosyalist propagandanın ve eğitimin hedefi genel olarak işçi sınıfıdır. Ama öncelikli hedefi ileri işçilerdir.
Sosyalizm, partinin tüm çalışmasının özü, hareketi yöneltmek istediği hedef, uğruna mücadele ettiği idealdir. Attığı her adıma sosyalizmi yakınlaştırma perspektifi içeriklidir.
Ama bu, sosyalizm lafzının bir nakarat, bir tekerleme olarak ifade edilmesi demek değildir. Şu kesindir: Demokratik görevlerin ağırlıkta olduğu bu süreçte bile işçi sınıfının sosyalist eğitimi temeldir; bir başka ifadeyle işçi sınıfı, demokrasi mücadelesinin sosyalist aktörü, öznesidir. Hem demokrasi mücadelesinin sosyalizme dönüşmesi hem de demokrasi mücadelesinin gerçekten başarısı için işçilerin sosyalist eğitimi zorunludur ve bu nedenle de sosyalist propaganda şarttır. Yaşamın sunduğu her fırsat sosyalizmi, sosyalist dünya görüşünü anlatmanın vesilesi kılınmalıdır. Bu, işin bir yanıdır.
Ama işin bir diğer yanı da vardır ki o da şudur: Sen akşama kadar sosyalizm lafı ediyorsun diye, işçi sosyalist olmaz. Elbette kavramın kullanımı, dile getirilmesi, simgelere yer verilmesi önem taşır. Ama önemli olan gerçeğin uygun zamanda ve yerde söylenmesidir.
Sosyalist propaganda, ajitasyonun sıcak vesilelerine dayandığı, işçi yaşamından örneklerin üzerine oturduğu, kuru bir öğretme işi olmaktan çıktığı ölçüde etkili olabilir.
Bu konuda atılacak ciddi adımlar, ciddi bir hesaplaşma da olmak zorundadır.
Geleneksel sınıf-dışı “sosyalizm” akımı, işçinin yaşamından kopuk, basitleştirilmiş kaba materyalist formülasyonları işçi sınıfına sosyalizm diye aktarırken, gerçekten işçi sınıfı ile sosyalizm arasındaki açıyı büyütmekten başka bir şey yapmamıştır.
Birtakım kitabi bilgiler, ders verircesine aktarılmış, “işçi sosyalizmden anlamaz” düşüncesiyle kaba, cansız slogan ve formüllerin tekrarı sosyalist eğitim sayılmıştır.
Devrimci işçi partisi, bu tarzı ortadan kaldırmayı, geleneksel üst tabaka devrimciliğinin teorik ve pratik etkilerini temizlemeyi hedeflemektedir.
Teori, pratiğin ihtiyaçlarından yola çıkmalı, ona cevap olmalı, somut ihtiyaca karşılık gelmelidir.
İşçilerin mücadelesi, yaşamı ve deneylerine dayanmalıdır.
Teori, işçiler arasında ortak bir sınıf olma duygusunu zedelemeden, önsel bir ayrılığın ifadesi olarak değil işçi sınıfının birliğinin ve eyleminin ifadesi olarak anlatılmalıdır.
Yaşamın ortaya çıkardığı olgulardan yola çıkılarak, sıcak, canlı vesileler üzerinde yükselmelidir.
Sosyalist teorinin öncü işçide cisimleşmesi, hareketin sosyalist harekete dönüşümünün imkânı ve güvencesidir.
Bu, aynı zamanda, işçi sınıfı ve emekçi yığınların zamanı geldiğinde sosyalist sloganlarla harekete geçmesi bakımından da, zorunlu bir çalışmadır. Örneğin “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganı, sadece özlemi duyulan bir slogan olmanın ötesinde yığınları harekete geçiren bir slogan olacaksa, bu, partinin, ekonomik vb. mücadelelere katılım ve yardımından, yığınların kendi deneyleriyle öğrenmelerinden ve politik ajitasyondan güç alacağı kadar, sınıfın geri kalan kesimini peşinden sürüklemeye yetenekli yeterli genişlikte bir ileri kesiminin sosyalist eğitimden geçmesinden güç alacaktır.
SONUÇ
Parti çalışmasının özü ve temel amacı, işçi sınıfını harekete geçirmek, işçi hareketini kendiliğinden bir hareket düzeyinden kendisi için bir düzeye çıkarmak, başka bir ifadeyle sınıfı tarihsel devrimci rolünü kavrar düzeye, devlet iktidarını talep eder sosyalist nitelikli bir hareket düzeyine yükseltmektir.
Bu amaçlı faaliyetin üç yönü vardır.
Birincisi, yığınların yaşam koşullarını, onların ekonomik sorunlarını sistemli olarak teşhir konusu yapmak.
İkincisi, ekonomik taleplerle ustaca birleştirerek devletin ve hükümetin toplumun tüm toplumsal sınıflarla ilişkilerini, devlet kurumlarının işleyişini, devletin uyguladığı ulusal ve dinsel baskıları konu alan politik ajitasyon.
Üçüncüsü, ekonomik teşhire ve politik ajitasyona konu olan sorunların temelindeki sorunların, sınıflar arasındaki ilişkinin nesnel özelliklerinin, işçi sınıfı hareketinin ulusal ve uluslararası özellik ve deneyiminin genel ifadesi olarak sosyalist propaganda.
Bu üç yönlü mücadelenin merkezinde politik mücadele vardır. Ekonomik teşhir politik ajitasyona bağlanacak, sosyalist propaganda politik sorunları kalkış noktası yapacaktır.
Engels işçi sınıfı mücadelesinin ekonomik, politik ve teorik-ideolojik olmak üzere üç biçiminden söz etmişti. Bu üç biçimin birbirinden kopuk, farklı zamanlarda gündeme giren mücadele biçimleri olduğunu düşünmemek gerekir. Pratik mücadelede ajitasyon ve propaganda, ekonomik ve politik teşhir genelde bir arada, iç içe yürütülür. Üç ayrı mücadele biçiminden söz edilmesi, * gerçekte kavramayı kolaylaştırmak için yapılan soyutlamalardır. Lenin ekonomik ve politik mücadeleyi bir madalyonun iki yüzüne benzetir. Propaganda ve ajitasyon iki ayrı şey olmakla birlikte, her ajitasyonda propaganda unsurları bulunur ve propagandaya geçiş imkanı taşır. Demokratik ve sosyalist görevler kimi zaman ayırt edilmez şekilde iç içe geçer.
Akıldan çıkarılmaması gereken şudur: Hangi adımın hangi sonuca yol açacağını, kayayı yerinden oynatmak için manivelayı kayanın hangi çıkıntısına, desteği nereye koymak gerektiğini, hangi taşı çekersek duvarın yıkılacağını hesap ederek davranmak. Savaş yönetimi bilimi olarak strateji ve taktiğe uygun davranmak, tüm mücadele araç ve yöntemlerini, cephaneliğin bir unsuru haline getirmek gerekir. Yaşama donmuş formüllerle değil, canlı, hareketli, değişken ve çok yönlü bir süreç olduğunu bilerek, varolanın olması gerekene nasıl dönüştürüleceğini akılda tutarak yaklaşmak.
Ağustos 1999