Geçtiğimiz aylarda, Bursa Renault ve Tofaş işçileri, yıllar boyu her toplu sözleşmede aldatılmalarına, sendika yönetiminin, sendika içi demokrasiyi bütünüyle ayaklar altına alarak kendilerini “işin dışında” bırakmasına karşı direnişe geçerek, sendikadan toplu bir şekilde istifa etti. Binlerce metal işçisi, fabrika ve ünitelere dayanan sendikal demokrasi taleplerini ilan eden ve faşist sendika yönetiminin tutumunu protesto eden gösteriler yaparak, her türden demagojik saldırıya karşı meydan okudu. Aynı gelişme metal sektörünün belli başlı illerdeki büyük işyerlerine de hızlı bir şekilde yansıdı ve belki de işçi hareketimizin yakın tarihinde sendikal örgütlenme ve sendika içi demokrasiyi savunma adına yapılan en kitlesel gösteri özelliği kazandı.
Son on yıla dönüp baktığımızda; metal sektöründeki gelişmelerin bir anlık öfke ve kızgınlığın ürünü olarak ortaya çıkmadığını görürüz.
’89 Bahar eylemlerinden beri; şu veya bu nedenle mücadeleye atılan her işyeri ve sektörde, eğer sendika yöneticileri mücadelenin gelişmesinden yana değilse; işçiler, şu veya bu şekilde sendika yönetimlerine karşı da bir mücadele sürdürdü. Genellikle, sendika yönetimlerine boyun eğdirebildikleri veya onlara rağmen mücadeleyi örgütlemeyi başarabildikleri oranda kazanımlar elde ettiler. Bu mücadeleler içinde sendikal kararları etkilemede, sendikal demokrasinin fiilen işletilmesinde, kendi eylemlerinin örgütlenmesinde önemli başarılar elde ettiler. Giderek, şubelerden başlamak üzere, yer yer sendika yönetimlerinde sınıf bilinçli işçilerin etkin bir şekilde yer almasını sağlamaya yöneldiler. Yaşanan mücadeleler, SEKA örneğinde olduğu gibi; genel olarak sınıfın bilincinde ve eyleminde, bir sonraki eyleme daha güçlü biçimde yansıyan gelişmelere yol açtı.
Ülkemiz işçi sınıfı hareketinde, en ileri ve en mücadeleci kesimleri oluşturan metal işçileri, her dönemde sendikal harekete yönelen en şiddetli saldırıların da, ilk hedefleri arasında yer aldı. Sendikal rekabet, en çok bu sektörde körüklendi. Faşist militanların yuvalandığı devlet destekli Türk-Metal sendikası bu sektörde örgütlendi. Özel olarak 12 Eylül terörünün gölgesinde, Türk-Metal en büyük işyerlerinde, işverenler ve hükümet desteğinde adeta saltanat kurdu. Kitlesel işten atmalar ve işyerlerinin sürekli yenilenmesi yoluyla, gelişebilecek muhalefetler sistematik bir şekilde tırpanlandı. ’84’lerden itibaren sektörün ileri işçileri, Otomobil-İş (Daha sonra DİSK-Maden İş’le birleşti, Birleşik-Metal Sendikası adıyla DİSK’e katıldı) sendikasını örgütlemeye yöneldiklerinde; bu kez de, revizyonist-reformist geleneği temsil eden sendika yönetimi tarafından hayal kırıklığına uğratılarak, Netaş ve Erdemir’de olduğu gibi yeni bir tahribat yaşadılar.
Bütün bunlara rağmen, ’91 Eylemlerinde, başta Bursa-Renault ve Tofaş işçileri olmak üzere, birçok işyerinde sendika yönetiminin engellerini aşarak kitlesel eylemler gerçekleştirdiler. Tasfiyeleri göze alarak güçlü muhalefet hareketleri örgütlediler. Son bir yıldan beri de sendikadan kitlesel olarak ayrılmaya yöneldiler. Bursa’da gerçekleşen toplu istifalarla birlikte, ülkemiz metal işçilerinin tarihinde adı, ihanet ve işbirlikçilikle anılan Türk-Metal yönetimine tarihinin en ağır darbesini indirmiş oldular.
Dolayısıyla da, bugünkü gelişmeler, sadece Bursa şubesinde, mevcut yönetime karşı bir anlık öfkenin değil; işçi hareketimizde sun yirmi yılın birikim ve tecrübesinin bir ürünü ve göstergesi olarak ortaya çıktı ve işbirlikçi burjuva sendikal akıma karsı verilen mücadelelerin en kitlesel ve ileri örneği oldu. Yani, metal işçilerinin eylemlerinde son 20 yıllık dönem boyunca işçi sınıfına ve sendikal harekete yönelen saldırılara, işbirlikçi sendika yönetimlerinin ihanetlerine karşı duyulan öfke, demokrasi ve özgürlük taleplerine duyulan özlem iç içe geçti.
Yani, olay, her zaman olabilecek, basit bir sendikal tepki olarak ele alınamaz.
En başta; yaşanan tecrübelerden, metal işçilerinin daha köklü sonuçlar çıkarmakta olduğunu belirlemek gerekir. Bu nedenle, onlar, bir yandan; sendikal mücadelede daha ileri taleplerle ve mücadele biçimleriyle ortaya çıkarken; öte yandan ve buna paralel olarak; diğer bütün akımları bir yana bırakıp, sınıf bilinçli işçiler ve partiyle işbirliğine yöneldiler ve bu konuda estirilen demagojik kampanyalara açıktan meydan okudular.
Sadece metal sektöründe değil; SEKA, SANKO vb. işyerlerinde de görüldüğü gibi; ortaya çıkan gelişmeler en genel anlamıyla iki önemli olguyu gözle görülür hale getirmektedir. Birincisi; sendikal hareketin daha ileri düzeyde yenilenmesi doğrultusunda işçi sınıfı saflarında kitlesel bir eğilimin giderek daha da yaygınlaşmakta olması, İkincisi ise; ileri işçi kesimlerinde sınıf partisiyle birleşme veya sınıf partisi olarak örgütlenme eğiliminin giderek güç kazanmakta olmasıdır.
Elbette ki; bu eğilim kendiliğinden ortaya çıkmadı.
Bu gelişmede belirleyici etken; partinin, sınıfın kendi deneylerinden dersler çıkararak, örgütlenme ve mücadele yeteneğinin gelişimine yardım etmek üzere işyerlerinde, fabrikalarda, sendikalarda, sendikal platformlarda sürdürdüğü kesintisiz faaliyet ve bunun bir ürünü olarak bir süreden beri sınıfın ileri kesimlerinin parti olarak örgütlenmesinde kazanılan mevzilerdir. Böylece, yaşanan birçok mücadelede, ileri işçilerin parti olarak örgütlendiği oranda mücadelenin daha ileri bir sınıf birliği, daha güçlü bir moral ve somut sonuçların elde edilmesi; giderek daha çok işçiyi etkiledi. Parti olarak örgütlenmenin mücadelede oynadığı rol ve aynı zamanda parti olarak örgütlenmiş olan sınıf bilinçli işçilerin; partinin, günlük işçi basınının genel olarak sınıfın mücadelesine katkıları, sınıfın bilincinde parti olarak örgütlenme ve partili mücadele fikrinin güçlenmesini sağladı. Bizzat kendi saflarından çıkmış partili işçilerin politik gelişimi, işçilerin kendine olan güven ve cesaretini teşvik etti. Ortak sınıf duygu ve sorumluluğunun, sınıf partisi disipliniyle güvence altına alınmasının, sınıfın birliğini gerçekleştirmedeki tayin edici rolü; giderek daha çok işçi tarafından fark edilmeye başlandı. Gösterilebilecek birçok örneğin yanı sıra, özellikle SEKA ve SANKO’da yaşanan olaylar, bu gelişmenin somut göstergeleridir.
Belki de, hiçbir dönemde, ortak bir sınıf programı, ortak bir taktik ve mücadele çizgisi etrafında, ortak bir parti disipliniyle birleşme fikri; doğrudan sınıf mücadelesi içinde, bu ölçüde giderek güçlenen canlı bir ihtiyaç haline gelmedi. İşçi hareketinde son dönemde ortaya çıkan eylemler; sınıfın kendi bağımsız eylemini, bizzat kendi temsilcileriyle örgütlemede gösterdiği yetenekle; mücadele içinde ileri işçilerin, başka herhangi bir partiye değil, açıkça, sınıf partisiyle işbirliğine girme eğilimiyle; partimizin, sınıf içinde güçlü bir akım haline gelmesinin, hem ne kadar olanaklı, hem de ne kadar zorunlu olduğunu göstermektedir. Bu konuda elde edilecek başarılar; ülkemiz işçi sınıfının, uluslararası işçi hareketindeki saygınlığını her geçen gün daha da artırarak, diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerine moral ve cesaret verecektir.
Sınıf mücadelesinde ortaya çıkan her sıçrama, partinin daha fazla yetenek ve enerjiyi seferber etme olanaklarında da, o ölçüde bir gelişme sağlar. Bu noktada ise; partinin, bu durumun farkına varması, anlam ve önemini bilmesi ve bu olanakları değerlendirmek üzere daha ileri bir örgütlenme ve hareketi yönetme yeteneği göstermesi, tayin edici derecede önem kazanır.
Elbette ki: bugün sendikal hareketin yenilenmesi çok büyük öneme sahiptir.
Ama yaşanan tecrübeler; sendikal hareketi yenilemede de, tayin edici halkanın: en önemli sektörlerde, en önemli fabrika ve işletmelerde sınıfın ileri kesimlerinin parti olarak örgütlenmesi ve günlük mücadelede daha ileri bir politik ve örgütsel yönetim, denetim ve yol göstericiliğin gerçekleştirilmesine bağlı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Gene yaşanan tecrübeler; böyle bir yardım sağlandığında, sınıfın kendi güçlerini ve mücadelesini örgütlemede, olağanüstü bir yetenek gösterdiğini kanıtladı.
İşçi sınıf hareketi, tarihinde, toplumsal devrim partileri olarak şekillenen devrimci sınıf partilerinin yenilgi ve zaferlerinin deneylerinden çıkarılan sonuçlar; bugün, kendine özgü bir gelişme seyri içinde ve doğrudan sınıf hareketinin pratik ihtiyaçlarına bağlanmış bir şekilde ve yeniden önümüze gelmektedir.
Günün 10 saatini ağır çalışma koşulları altında geçiren işçiler, hareketin ülke çapında birleştirilerek ortak hedeflere yöneltilmesine, günlük eylemin örgütlenmesine ve ilerlemesine hizmet eden ve bunu kendisine iş ve meslek edinen, kendi sınıfının öz temsilcilerine ihtiyaç duyar. Yani, mücadelenin bütün alanlarında, sorunlara tam hâkimiyeti sağlayacak, sınıfın uyanış içine giren kesimlerinin parti olarak örgütlenmesine, belirlenmiş ortak bir çizgi izlenmesine yardım edip yön verecek profesyonel çalışmayı güçlendirmek; bugün, mücadeleyi ilerletmenin temel koşulu budur.
Harekete yeni katılan güçler ne kadar fazlaysa; yeni güçleri örgütleyip seferber edebilecek bir profesyonel çalışmanın önemi de o ölçüde artar.
Sınıf partisi; ancak, her alanda, kendisini sınıfının davasına adamış, işi kendine meslek edinmiş ileri temsilcilerine dayanarak; mücadeleye uyanan işçilerle, onların günlük yaşamı ve mücadelesi içinde, ortak sınıf duygu ve sorumluluğunu paylaşarak, karşılıklı denetim ve sorumluluğa dayanan bir yol göstericilik ve yardım sağlayarak, onların bağımsız bir parti olarak örgütlenmesine ve gerçek bir sınıf bilincine ulaşmasına yardımcı olabilir.
Çünkü işçiler, teorinin genel sonuçlarının kitabi bilgisiyle değil, içinde bulundukları, “gözleri önünde cereyan eden” gerçeği, bizzat kendi mücadele deneyleriyle kavrayarak gerçek sınıf bilincine yönelmektedir. Yani, onlar, henüz yeterince teorik bilgiye sahip olmadıkları halde; her gün karşı karşıya bulundukları sınıf ilişki ve çelişkileri içinde edindikleri öz deneylerle, bunun sağladığı sınıf sezgisiyle, bağımsız bir parti olarak örgütlenme eğilimine girmekte ve diğer partilerle sınıf partisini, doğrudan pratik hareket içindeki tutumlarıyla ayırt etmektedirler. Genel teorik bilgi ile “donanmış” birçok küçük burjuvanın örgüt bilinç ve sorumluluğu karşısında gösterdiği tutumla karşılaştırıldığında, bu gelişme; sınıfın örgütlenme yeteneğini ve bu konuda duyduğu somut ihtiyacı gösterir. Bu demektir ki; sınıf partisi, ancak, uyanış içine giren işçilerin parti olarak örgütlenmesini hızlandırdığı oranda; kendi özgün sınıf özelliklerine uygun bir şekilde; onların teorik eğitimlerine yardımcı olabileceği gibi; ideolojik-politik gelişimlerini de hızlandırabilir ve zaten bunu da yapmak zorundadır. Partinin yığınlara mal olmasının, teorik bir “eylem kılavuzu” haline gelerek “maddi bir güce” dönüşmesinin pratik anlamı budur.
Öte yandan; sınıfın ileri kesimleri, ortak bir sınıf duygu ve bilinciyle, ortak bir sınıf sorumluluğu ve disipliniyle örgütlenmeye yöneldikçe; mücadele ve örgütlenme yeteneği on kat yüz kat artacak, milyonlarca işçi ve emekçinin kendine güven ve cesaretle sendikalarda, kitle örgütlerinde sömürü ve zulme karşı ortak bir mücadele çizgisinde birleşmesi ve daha ileri mücadelelere hazırlanması hızlanacaktır. Bu da, partinin; fabrikalarda, işyerlerinde, sendika ve kitle örgütlerinde sınıfın daha geniş yığınlarının enerji ve yetenekleriyle birleşmesi, sınıf mücadelesine daha fazla nüfuz etmesi demektir.
Hiçbir dönemde olmadık derecede ve bütün yönleriyle, parti ve sınıfın karşılıklı olarak birbirini geliştirip güçlendirdiği, önemli ve zorlu bir süreçten geçiyoruz, “içinde bulunduğumuz gerçeğin”, bunun sağladığı olanakların, gerektirdiği görev ve sorumlulukların, ne kadar çok ve ne kadar hızlı bir şekilde “farkına varırsak”; o ölçüde bu gelişimi hızlandırabilir, sınıfın enerji ve mücadelesinin daha ileri kazanımlar elde etmesine yardım edebiliriz.
Çünkü ülkemiz işçi sınıfı, sömürü ve zulümden “sızlanmak” yerine, giderek daha güçlü bir şekilde, sömürü ve zulme meydan okumaya yönelmektedir. Bütün ezilen yığınların özlemi; bu yürüyüşün daha da hızlanmasıdır.
Aralık 1998