Tarihi artık Amerikan-İngiliz tankları, füzeleri ve bombardıman uçaklarının “yaptığı”nı ve yazdığını ileri süren burjuva şarlatanları, Amerikan tekellerinin ve onların Bush-Rumsfeld-Wolfowitz çetesinin belirleyip dayattıkları politikanın kabullenilmesini “kaçınamazlık” olarak sunuyorlar.
Amerikan-İngiliz işgali, burjuva propagandacıları tarafından, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadele tarihlerine ait ne varsa hepsini saldırı hedefine bir kez daha koymanın aracı haline getirildi. ABD ve Bush çetesinin saldırı çizgisi ve işgal dayanak edinilerek, burjuva-emperyalist ideolojik saldırıya ivme kazandırıldı. Burjuva propagandasına göre, işgal; a) Öngörüldüğü üzere, Amerikan askeri gücüne karşı konulamayacağını,
b) Bağımlı-‘geri’ halkların mücadele yoluyla ve ABD’ni karşılarına alarak herhangi bir hak kazanamayacaklarını; c) Doğu-İslam halklarının, çoğunluğu bakımından ve özellikle Araplar söz konusu olduğunda “geri-ilkel halklar oldukları”nı, “ulus düzeyinde kurumlaşamadıkları”nı -yağma kanıt gösteriliyor-; d) Dış müdahale olmadan sanayileşme ve onunla bağlantılı “demokratikleşme”yi gerçekleştiremeyen “İslam dünyası”na Batı’nın büyük devletleri eliyle “demokrasi götürme gerekliliği”ni kanıtlamış bulunuyor!
Amerikan tekelci burjuvazisinin emrindekiler başta olmak üzere, burjuva propagandacıları tarafından, böylece, büyük doğasal-kültürel-etik yıkımı ve insan kırımını emperyalist saldırı ve işgaller aracıyla gerçekleştiren emperyalist kapitalizm ve tekelci burjuvazi, karşı konulamaz-karşı gelinemez-yenilmez bir “yüce kuvvet” düzeyine yükseltilerek, “demokratikleştirici-uygarlaştırıcı gerekli müdahil kuvvet” olarak şirinleştiriliyor; halklara da, bu “yenilmez ve uygarlaştırıcı güç” önünde el bağlayıp-boyun eğmek salık veriliyor. Bunu, kapitalist tekel politikalarının ve onların savaş gibi silah aracıyla pratiğe geçirilen biçimlerinin, Amerikan emperyalizmi egemen çetesi başta olmak üzere tekelci burjuvazinin amaçları ve iradesinden büsbütün soyutlanması, Amerikan tekelci sermayesinin dünya politikalarının gizlenmesi çabası olarak da anlayabiliriz.
Burjuva propagandacıları, iliştirilmiş ideolojik savaş birlikleri ya da işgal güçlerinin askeri propaganda birlikleri olarak çalışırlarken, emperyalist ABD’nin “güçlü” imajı içinde emperyalizmin “yenilmezliği” tezine dayanak oluşturmakla kalmıyor, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadele tarihlerinde, burjuvazi ve kapitalizme karşı biriktirilmiş bütün değer ve kazanımlara da savaş açıyorlar.
Pentagonun iliştirilmiş-eklemlenmiş gazetecileriyle yerinde ilişik ideolog ve ekonomistleri, yirminci yüzyıl boyunca sürmüş birçok tartışma konusunu, yeniden ve kuşkusuz, ABD suç çetesinin saldırı, meydan okuma ve egemenlik dayatma çizgisini veri alarak gündeme getiriyorlar.
Amerikan suç çetesi ve uşaklarına göre, ABD silah, enerji ve telekomünikasyon tekellerinin çıkarları yönünde ülkelerin işgali ve halkların boyunduruk altına alınması bir tür zorunluluk oluşturduğundan, bu “zorunlu gerekliliğe” direnenlerin Amerikan savaş aygıtı tarafından yıkıma uğratılması kaçınılmaz ve kutsaldır. Bütün uydu ve kapitalist ülkelere düşen ise, ABD politikalarının gerçekleştirilmesi için çaba gösterme, kaynak ve güçlerini peşkeş çekmedir! Emperyalizme ve ABD politikalarına direnmek, bağımsız yaşamak için çaba göstermek, işbirlikçiliği ve uşaklığı ret ederek mücadele yolunu seçmek ise, Saddamcılık, “üçüncü dünyacılık”, antiamerikancılıktır ve böyle bir tutum Amerikan “süper gücü” karşısında sonuçsuz kalmaya mahkumdur!
GERİCİ PROPAGANDANIN YOĞUNLAŞMASINI NEDENLEYEN GELİŞMELER
Emperyalizmin sistem içi çelişkileriyle sınıf ilişkilerinden koparılan yukarıdaki iddia ve bağlantılı metafizik-mekanik anlayış, aslında, Irak kentlerinin bombalanmasıyla birlikte tank paletleri altında ezilen çürük bir safsatadan ibarettir.
Son yýllardaki geliþmeler, karþýlýklý etki-tepki ve çok yönlü baðlantýlarý içinde, emperyalist kapitalizmin iþçi sýnýfý ve ezilen halklar için sosyal-politik koþullarýn aðýrlaþmasý da demek olan genel bunalýmýnýn yeni bir döneminden geçtiðini; böylece toplumsal sýnýflar ve devletler arasý iliþkilerde gerginlik ve çatýþma ögelerinin biriktiði bir sürece girildiðini gizlenemez biçimde yeniden ortaya koymaktadýr. Amerikan emperyalizminin II. Büyük Savaþ’tan bu yana, neredeyse yarým asýrdýr elinde tuttuðu dünya kapitalizmi ve Batý emperyalizmi jandarmalýðý, Batý’daki ve Doðu’daki rakiplerin kapitalist dünya pazarýna yönelik talep ve giriþimleriyle daha fazla karþý karþýya gelmesi nedeniyle, daha önce olmadýðý ölçüde zorlanmaya baþlamýþtýr. Amerikan emperyalizminin politik-askeri temsilcileri, uzun süredir ellerinde tuttuklarý jandarmalýk rolüne itirazlarýn arttýðýný; rakip emperyalistlerin pazar sorunlarýný daha fazla “gündemleþtirdikleri”ni; uluslararasý alanda sürdürülen Amerikancý baský ve dayatmalara tepkilerin arttýðýný görüyorlar. Ancak dünyanýn her tarafýndaki Amerikan uþaklarýnýn “idrak ettikleri” Amerikan hegemonyasý ve Amerikan “dünya görüþü”nün –bu, kapitalist burjuvazinin günümüzdeki en gerici ve tehlikeli anlayýþýdýr– darbe yemesi, ayný zamanda, emperyalist gericiliðin darbe yemesi anlamýna gelmektedir ve özellikle Amerikan saldýrgan çetesinin buna tahammülü yoktur. Sorun, yalnýzca büyük emperyalist ve sömürgeci güçler arasý rekabetin kýzýþmasý ve aralarýndaki gerginlik ve “restleþme”lerin artmasýndan ibaret de deðildir. Daha az önemli olmayan bir diðer etken de, yeniden güçlü bir biçimde; ve iþçi sýnýfýyla emekçilerin toplumsal konumuna uygun düþecek tarzda iþlev görmeye baþlamýþtýr.
Nispeten uzun sayılacak gerileme ve düşüş dönemini geride bırakarak, emek hareketinin, yeni bir yükselişi de haber verecek biçimde, savaş ve işgal karşıtı uluslararası atağa geçmesi, halklara kaderci boyun eğişi öğütleyenlerin politika ve anlayışlarına vurulmuş bir şamar olurken; Irak halkının istilacıya direnişi, Amerikan emperyalizmi ve onun vurucu gücüne tapınç içindeki misyoner propaganda timlerinin kabullenilmesini zorunlu saydıkları boyun eğiş ve “kaderine razı olma” anlayışının emekçilerin uluslararası direniş ve protestolarıyla ret edildiğini de yeniden tanıtlamış bulunmaktadır. Amerikan-İngiliz emperyalistlerinin Irak işgaline karşı uluslararası alanda milyonlarca insanın, başlıca dünya kentlerinde aynı dönem ve günlere denk gelecek biçimde alanlara çıkması, emekçi hareketinin on yıllar boyunca içine düştüğü gerileme ve düşüşü geride bırakmaya ve yeni bir yükselişe yönelmeye başladığının da göstergesiydi. En büyük protesto gösterilerinin Bush çetesine destek veren ülkelerin başkentlerinde gerçekleşmesi; emperyalist ve işbirlikçi burjuvazinin “insanlığın kaderini elinde tuttuğu”, çelişki, çatışma ve savaş nedeni bütün nesnel nedenlerin “küreselleşme”yle birlikte ortadan kalktığı, sınıf mücadeleleri ve halkların başkaldırı geleneğinin ve tarihin kendisinin sona erdiği yönündeki burjuva safsatalarına bu ülkelerin “bağrından” vurulmuş kuvvetli bir darbe oldu.
Amerikan emperyalizmiyle onun ‘devasa’ gücünü 21. yüzyılın tek gerçeği sayanlar, bütün bu nedenlerle, Irak halkının direnişini “gözden düşürme”ye, uluslararası alanda yükselen emekçi ve antiamerikan-antiemperyalist hareketin “üzerini çizme”ye özel bir gayret gösteriyorlar. Çünkü asla istemedikleri bir gelişme, uluslararası alanda işçi-emekçi direnişi bir gerçek olarak karşılarına dikilmiştir. Irak halkının “daha harekatın başlangıcında teslim bayrağı çekeceği”ni söyleyenlerin, halkın Amerikan-İngiliz işgaline büyük bir direnişle karşı koymasıyla uğradıkları şaşkınlıktan Bağdat’ın “düşmesi” üzerine “rejimi iğfal” efelenmesiyle çıkmaları, bu bakımdan yalnızca insani hiçbir değerle alakalarının kalmadığının ve istenmeyen bir direniş karşısındaki alçakça tutumlarının ifadesidir.
EMPERYALİZME DİRENİLEBİLİR VE YENİLEBİLİR
Bütün öteki gelişmeler bir yana; Irak halkının onca yoksunluğuna rağmen işgalcilere ve onların “devasa gücü”ne gösterdiği direniş, emperyalizmin ve Amerikan haydut çetesinin yenilgiye uğratılabileceğini bir kez daha ve dünya halklarının gözü önünde kanıtlamıştır. Amerikan propaganda timlerinin “Irak’ta halkın direnişi görülmedi” yönündeki ısrarlı söylemi; son yirmi-otuz yıllık süreçte ABD ve emperyalizmin yaşamın tek gerçeği olduğu ve çelişki ve çatışmaların son bulduğu üzerine burjuva propagandasının inanırlığını yitirmesi ya da etkisizleşmesi karşısında gerici “önlem”e duyulan aşırı gereksinmenin işareti de sayılabilir.
Ülkelerindeki zulüm ve dikta rejimleriyle kader birliklerini gizleme kaygısıyla da beslenen işgal çığırtkanlığı, “24 yıllık zulüm ve dikta rejiminin sona ermesi”, “demokrasi getirme” ve “özgürleştirme” yönündeki burjuva söylemi, bu bakımdan, ancak geçici ve çabuk tükenmeye mahkum bir “rezerv” oluşturabilir.
Amerikan emperyalizminin darbe yemesini yaşam alanlarının daralması ve tehdit altına girmesi olarak gören Amerikan savaş lobisi ve emperyalist kapitalizmin tüm besleme takımı, antiemperyalist uyanış ve mücadelelerin güçlenmesinden büyük bir ürküntü duymakta ve bu eğilimin önünü kesmek için entrika ve çarpıtmalara sığınmaktadırlar. Bunlar, ABD emperyalizmine karşı genişleyerek güçlenen uluslararası mücadeleyi zaafa uğratmak üzere, onu “Saddamcılık” olarak göstermeye çalışmakta; Saddam ve Baas yönetiminin işgal öncesi uzun yıllarda uyguladığı baskıcı politikalar nedeniyle yol açtığı halk tepkisini istismar etmeyi ihmal etmeden, halkın işgalcilere direnişini zaafa uğratmak üzere, eğer mücadele ve direniş yolu tutulursa, bunun “Saddamcılık olacağı” şantajına başvurmakta; Irak halkı ve ülke topraklarıyla kaynaklarını savunma tutumu içine giren güçleri “yenilgiye uğratan” Bush-Rumsfeld -Blair çetesine selama durmaktadırlar. Bush-Blair ordularının öncü-iliştirilmiş ajan gazetecileri olarak antiemperyalizme savaş açanlar, ülkelerinde “ulusallık” adına ne varsa yıkılıp-yağmalanmasını istemekte; işgal ordularının Bağdat’ta “kazandıkları zafer”e sırt dayayarak “öteki Baas rejimlerinin yıkılması gereği”ni -Bush-Rumsfeld ekibinin sözleriyle- gündeme getirmekte; Amerikan çıkarları yönünde uluslararası alanda cinayet, sabotaj ve darbeler örgütlemekle görevli casus örgütünün eski direktörü Wolsey’in, “bölgeye özgürlük getirene kadar sürdürüleceği”ni açıkladığı “…Arap ve müslüman dünyasına demokrasi götürme savaşı”ndan feyz alarak ABD’ne Ortadoğu ülkelerinde “demokratikleştirme operasyonunu sürdürme” çağrısı çıkarmaktadırlar.*
Ülkesi iþgal edilmiþ bir halkýn direniþinin eldeki araçlar ve olanaklara baðlý olarak geliþtiðini, bugün yenilenin yarýn zafer kazanabileceðini tarih göstermiþtir. Amerikancýlar, on iki yýldýr Batý emperyalizminin ambargosu altýnda eli-kolu baðlanmýþ bir ülke halkýnýn yurtsever direniþini aþaðýlarlarken, aþaðýlýk tutum ve politikalarýný açýða vuruyorlar. Askeri zafer Amerikan haydut çetesiyle suç ortaklarýný bir ölçüde rahatlatmýþ olmakla birlikte, halklara kan ve ateþle egemenlik dayatanlarýn saltanatlarýnýn baki kalmadýðýnýn ve direnerek yenilen halklarýn önünde sonunda kazanacaklarýnýn çok sayýda örneði yaþanmýþtýr. Irak halkýnýn baðýmsýzlýk için ve sosyal-politik taleplerle direniþi sürdüreceðinin bugünkü somut kanýtý ise, iþgalcilerin tank ve top tehdidi devam etmekteyken, Iraklý emekçilerin, yönetimi kendi seçtikleri temsilcilerle oluþturma ve Irak’ta düzeni saðlama istediklerini açýklamýþ olmalarý; direniþ ve protestolarýný çeþitli biçimlerde sürdürmeleridir.
Nice zalim hegemonyacının yerle bir edildiğini, güçlü imparatorlukların yıkıldığını işgalcilerle şakşakçıları da bilirler. Bağdat’ın ortasında, bir avuç korkak ve düşkünü toplayarak Saddam heykelini -boynuna ip bağlayıp saatler süren uğraştan sonra- yıkan tank ve panzer destekli Amerikan işgalcilerinin “Irak halkı tarafından sevinç gösterileriyle karşılandığını” söyleyerek işgal ve imhanın “haklılığı”na dayanak bulduklarını sanan burjuva çapul sürüsünün ilan ettiği “zafer”in, alçakça bir imha ve yağma olduğunu; emperyalist burjuvazi ve tekellerin kaynak ve pazar ihtiyacının belirlediği askeri müdahalelerin başka sonuçlar doğurmayacağını, olaylar ve gelişmeler bir kez daha kanıtlamış durumda.
Irak’ın emperyalistlerce işgali karşısında alınan farklı tutumlar, toplumlar gerçeğinin birçok kez kanıtladığı bir gerçeği; herhangi bir toplumda, bağımsızlık için sonuna kadar direnenlerin yanı sıra aşağılık işbirlikçilerin de bulunabileceğini ve bulunduğunu; bunun, Irak gibi çok uluslu, geri ve bağımlı ülkelerde daha bariz biçimde görülebileceğini; ancak esas olanın, halkların bağımsızlık, demokrasi ve diğer talepleri için direniş çizgileri olduğunu gelişmeler yeniden ortaya koymaktadır.
EMPERYALİZM HER YERE SİYASAL GERİCİLİK VE DEMOKRASİ DÜŞMANLIĞI GÖTÜRÜR
Amerikan emperyalizminin gücüne iman edenler bir kez daha onu “tek seçenek” ve “tek değiştirici güç” olarak ilan ediyorlar.
İşgalcilerle onların merasim mangası gazeteci-yazarlar, Irak ve Ortadoğu’nun Bush çetesi tarafından askeri müdahale ve işgal yoluyla “demokratikleştirilmesi” üzerine senaryoları, Almanya ve Japonya gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından ekonomik-askeri ablukaya alınarak on yıllarca sömürülen ülkelerin durumu örnek göstererek dayanağa kavuşturmak istiyorlar. Amerikan işgal karargahı ve savaş çetesinin bir ülkeyi işgal etme ve toplumsal yapısıyla siyasal sistemini halkının iradesine rağmen değiştirmeye yönelmesine karşı mücadele yerine; iki ülkenin gelişme düzeyini kıyaslamaya girişiyorlar. Bu senaryo üzerine sürdürülen tartışmalara katılanlardan bazıları ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanyası ve Japonyasının ekonomik-sosyal gelişmişlik düzeyinin “demokratikleşmeyi olanaklı kıldığını, bugünün Irak’ının sosyal-ekonomik durumunun ise böyle bir değişim için uygunsuz olduğu”nu ileri sürerek, savaş ve işgali bir yana bırakmakta ve işgalciye “meşruiyet” sağlamaktadırlar. Bunlar, işgalcinin Irak topraklarından ve bölgeden çekilmesi, yakıp yıktığı kentlerin yeniden imarı için bütün giderleri karşılaması, Irak halkına yönelik katliam gerçekleştirenlerin savaş suçluları olarak yargılanmalarının sağlanması, Irak’ta nasıl bir politik-sosyal düzenleme ve idari yapının kurulacağının Irak’ın tüm milliyetlerden halkı tarafından belirlenmesine olanak tanınması ve bu halkın iradesine saygı gösterilmesi vb. acil sorunlar yerine, işgalcinin “demokrasi ihracı” üzerine alçakça demagojiyle, işgali meşrulaştırıp onaylıyorlar. Diğer yandan, işgalcilerle emirleri altındaki propagandacılar, II. Savaşı sonrası, Almanya ve Japonya’nın ABD-İngiliz emperyalistleri tarafından tabi tutuldukları yaptırımları, 60 yıla yakın bir süre sonra yeniden onaylayarak, bu ülkelerden sağlanan vurgunu gizliyor ve halklarının demokrasi için yürüttükleri zorlu mücadelelerinin görmezden gelinmesi karşısında herhangi bir utanç duymadıklarını yeniden teyid ediyorlar. Kapitalist diktatörlüğün “demokrasi” perdesini yüzlerine maske edinerek, halkların ve işçi sınıfının demokratik yönetimlerini karalamak üzere, “devletçilik, otorite hayranlığı ve demir yumruk” üzerine demagojiye baş vuran bu alçaklar sürüsü; sömürü, kan ve gözyaşı üzerine kurulu sistemlerini savunurlarken, demokrasiyle diktatörlük, “Saddamcılık”la antiemperyalizm; Saddam ile Stalin ve Enver Hoca, Saddam heykelleriyle Lenin-Stalin heykelleri, Firdevs Meydanı ile Berlin Duvarı arasında paralellikler kurmaya da özel bir ilgi gösteriyorlar.
Saddam’ın diktatörlüğü üzerine gürültülü kampanya yürüten Amerikancılar Bush’un “demokratlığı”na toz kondurmuyorlar. Ülkelerde darbeler düzenleyen, sabotaj ve cinayet timlerini Latin ülkelerinde diktatörlerin hizmetinde halka karşı harekete geçirmekten geri durmayan, uluslararası alanda imzalanmış “kültür eserlerinin korunması, uluslararası savaş suçluları mahkemesi ve kirliliğin engellenmesi ve doğanın korunması” anlaşmalarına imza atmayan ve Kolombiya’dan Libya’ya bir dizi ülkeyi tehdit eden Amerikan saldırı ve savaş çetesine “demokrat” payesi veriliyor! Burjuva propagandası ve ideologlarının açmazlarından biri tam da budur.
Asya-Afrika halklarını aşağılayan ve demokratik kurumlara sahip olamamakla suçlayan Batı emperyalist burjuvazisi ve işbirlikçi uşak takımı, bu ülkelerde süregiden sosyal-ekonomik ve politik sistemin gerilik, gericilik ve antidemokratizm ile; bölünmüşlük ve ulusal geriliğin emperyalist sömürgeci sistemle, sömürgeci politikalarla ve emperyalist işgallerin uluslararası tekellerin pazar ihtiyaçları ve kapitalist rekabetle ilişkilerini ve Batı tekelci burjuvazisinin “Doğu” monarşileri, aristokrasileri ve diktatörlüklerinin koruyucu gücü ve ağababası olduğunu gizleme çabasındadırlar. Yüzyılı aşkın bir süredir “geri kalmış”lıkla suçlanan halkların kaynaklarını yağmalayanlar, şimdi bu halkların “geriliklerini aşmaları” demagojisi eşliğinde, fiili işgallerine zemin hazırlamaktadırlar. “Batı”yı “demokrasi”nin, “Doğu”yu diktatörlüklerin mekanı gösterenler, burjuva diktatörlüğünü kitlelere “demokrasi” olarak benimsetme çabaları bir yana; tarihin en vahşi faşist diktatörlüklerinin, kapitalizmin Batı’daki “anavatan”larında; Almanya, İtalya gibi ülkelerde ve İspanya’da işbaşına geldiklerini görmezden geliyorlar. Tarih çarpıtması bir yana; Doğu’da ya da Batı’da; Latin ülkelerinde, Ortadoğu’da ve Önasya’da faşist diktatörleri, en zalim işbirlikçilerinin egemenliğinin temsilcileri olarak işbaşına getirenin Amerikan emperyalist haydudu olduğunu da böylece unutturmaya çalışıyorlar. Kendi sınırları dışındaki ülkelere saldırıp ve müdahalelerde bulunan, İran Şahı’nı, Franko ve Vidella’yı, Marcos ve Pinochet’yi işbaşına getiren, darbeler düzenleyip hükümetler deviren, Balkanlar’ı ve Kafkasya’yı yeniden uluslar boğazlaşmasının alanına çeviren, Suudi gericiliğini, Emirlerle Sultanları işbaşında tutan, Siyonizmi Arap halklarıyla ilerici insanlığın baş belalarından biri haline getiren ABD emperyalist şeflerinin “demokrasi ve özgürlük götürme” iddiası, açıktır ki, tam bir iki yüzlülükten, insani değerlere saldırı ve şoven ve faşist bir demagojiden ibarettir.
Burjuva propagandası, kapitalist gelişmenin belli bir evresinde; kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde, sanayi devrimi ve sınaî gelişmeyle kapitalist-burjuva demokrasisi arasındaki bağı dayanak almakta; kapitalizmin geliştiği ülkeleri burjuva demokrasisinin, geri ülkeleri diktatörlüklerin “vatanı” olarak sınıflandırmaktadır. Burada, kuşkusuz yine bir “tarih çarpıtması” ve bilinçli bir karıştırmayla karşı karşıyayız. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin aşıldığı, emperyalist kapitalizmin ve tekel egemenliğinin demokratizmin değil; hegemonya ve tahakkümcülüğün, demokrasi düşmanlığı ve ulusal baskının sistemi olduğu gizlenmek isteniyor. Yine, 19. ve 20. yüzyıllarda çeşitli ülkelerde burjuva demokrasisinin, önemli oranda, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadelesi ve desteğiyle yerleştiği; ancak bunun, genel ve herkes için uygulanabilir bir hak eşitliği sistemi değil, burjuvazinin işçi sınıfı ve ezilen diğer emekçi kitleler üzerindeki sınıf egemenliği sistemi olarak şekillendiği; ve burjuva demokrasinin sınırlarının, sınıf mücadelesinin seyrine ve emekçilerin direnme ve örgütlenme düzeyine bağlı olarak tekelci burjuvazinin ihtiyaçları tarafından belirlendiği biliniyor. Yüzyıllar boyu süren mücadele ile şekillenen burjuva siyasal sistem (burjuva demokrasisi) de, uluslararası gelişmeler ve ülke içi sınıf güç ilişkileri, burjuvazi yararına emekçi hakları ve kazanımlarının sınırlanmasını veya tersinden emekçi mücadelesinin sıkıştırılması ve sosyalizmin Batı’da güçlenip yayılmasını önlemek üzere haklarda -geçici- sınır genişletme mümkün olabilmiştir.
Uzun yıllar işçi sınıfı hareketine ve sosyalizme saldırının başını çeken İngiliz ve Amerikan tekelci burjuvazisi, bu saldırı kapsamında, sosyalizmin ve ezilen halkların kurtuluş mücadelelerinin yayılmasını önlemek amacıyla, özellikle Avrupa’ya ilişkin olarak, burjuva demokrasisinin sınırlarında genişleme ve “sosyal devletçi uygulama”lar yönünde bazı iyileştirmeleri de gerekli görmüştür. Bu tür iyileştirmelerin kapsamı ve süresinin uluslararası alanda işçi hareketinin durumuna ve sosyalizmin varlığı ya da tasfiyesine bağlı olarak değiştiğini zaman göstermiş bulunuyor. Özellikle son on yıllarda sosyalizmin biçimsel kalıntılarının da tasfiyesi ve eski sosyalist ülkelerde kapitalist emperyalizmin egemenliğinin yeniden tam olarak tesisinin sağlanmasıyla birlikte; uluslararası işçi hareketinin düşüş ve durgunluğunu da fırsat sayarak, kapitalist tekellerin saldırılarını artırdıklarını, özellikle 11 Eylül 2001 olayları sonrasında, ABD ve diğer emperyalist ülkeler başta olmak üzere bütün kapitalist ülkelerde, politik, sosyal ve ekonomik saldırı planlarının yoğun biçimde uygulamaya konması göstermiş bulunuyor. İşçi sınıfı hareketine ve sosyalizm için mücadeleye karşı azgın bir ideolojik politik saldırı yürüten burjuva emperyalist cephenin, Amerikan-İngiliz sömürge ordularının Irak’ta ve Ortadoğu’da aldıkları yol ve sağladıkları “başarı”yı dayanak edinerek, emperyalizme ve burjuvaziye karşı mücadelenin “sonuçsuzluğu” üzerine propagandaya hız vermelerini buna eklemek gerekiyor; ki bu, yukarıda da belirtildiği üzere, gerçekte bağımsızlık ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin önünü almak; emekçilerin çıkarları yönünde düşüncelerin güç bulmasını önlemek amacını taşıyor. İşçi sınıfı hareketi ve sosyalizme vurulan ağır darbeler, bu darbeleri vuran güçler tarafından, bu kez, son Irak işgali eylemlerinin başarılı sonuçları üzerinden, yeniden ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler devreye sokularak daha güçlü biçimde pekiştirilmek isteniyor ve saldırı buna yönelik olarak sürdürülüyor. Emperyalizmin “yıkılamazlığı ve ebedi kalıcılığı” üzerine propaganda bu kez, ABD’nin Irak saldırısı ve işgali dayanak edinilerek geliştirilmek isteniyor.
Washington’daki “Konsey” toplantılarında Wolfowitz, Rumsfeld ve Powel’in Ortadoğu ülkelerinin “domino teorisi” usulünce işgal edilmesine ilişkin konuşmalarını “kaynaktan duyuracak” kadar Bush çetesine yakın olan iliştirilmiş gazeteci ve yazarlar, “bütün bu gelişmelerin Türkiye’yi olumlu yönde; liberal demokratizm ve bölgede laikliğin güçlenmesi yönünde güçlendireceği”ni vazederek, Pentagon kuvvetlerinin silah güç ve işgallerle “demokrasi ihracı”nı gerçekleştirmelerini ve Amerikan hegemonyasının güçlenerek sürmesini istemektedirler.
“UYGARLAR”IN BARBARLIĞI YA DA SÖMÜRGECİ MANTIĞI
Pentagon ve CIA karargahlarında belirlenmiş ideolojik ve psikolojik savaş hattına uygun bir saldırıyı Irak halkı şahsında bütün ezilen halklara ve uluslararası işçi sınıfına karşı sürdüren Amerikancılar, Irak halkının direnişini karalamak ve efendilerine karşı çıkılamayacağını kanıtlamak amacıyla, Irak’taki direnişi, Irak’ın toplumsal gelişme ve burjuva kurumsal organlarının durumuyla bağlantılandırarak ve yağma eylemlerini de “geriliğin ve gelişmemişliğin göstergesi” ilan ederek aşağılamaya, alaya almaya ve böyle bir direnişİ olmamış göstermeye özel bir önem veriyorlar.** “Aşiretten devlet olmayacağı”, devlet kurmak için “şehirli olma, hukuku ve işbölümünü bilme, meslek sahibi olma” ve “devlet şuuru’na sahip olma” üzerine burjuva şarlatanlığı bu nedenle sürdürülüyor.
Yağmayı “özgür insanların özgürlüklerini kullanmaları”nın işareti ilan eden işgalci, doğa ve insan yaşamına karşı burjuva-kapitalist “sorumsuzluk”un gereğini yerine getirmektedir. Biliniyor ki, üretim biçiminin temel karakteristik özelliğini artı-değer sömürüsü ve azami tekel kârının oluşturduğu bir sistemde, pazarların ve hammadde kaynaklarının ele geçirilmesi amacıyla girişilmiş işgaller sırasında çevre, doğa ve insan katliamı için “gözyaşı dökmek” beyhudedir. Kapitalist tekeller için insan yaşamı ve doğanın hiçbir önemi yoktur. ABD bunu, Kyoto ve Lahey anlaşmalarına imza koymayarak, uluslararası savaş suçlularının yargılanması anlaşmasından ABD askeri ve yöneticilerinin muaf tutulmasını dayatarak ve kültür-uygarlık yıkımına yönelik politikalarıyla göstermiştir.
Kapitalizmin ve kapitalist emperyalizmin her gün her yerde ürettiği işsizlik, açlık ve yoksulluğun umutsuzluğa sürüklediği kitleler arasında, ulus, ülke ve sınıf değerleri karşısında gözü-yüreği kör topluluklar yarattığı; bu tür grupların, uygun koşullar oluştuğunda, ileri kapitalist ülkelerde dahi yağma eylemlerine giriştikleri bilinen bir gerçektir. Buna karşın, Amerikan sömürge ordularının ağır bombardıman ve yağmasına alkış tutan dünyanın hemen tüm ülkelerindeki sermaye beslemeleri, Irak kentlerinde bizzat işgalcilerin kontrolü ve kışkırtmasıyla gerçekleşen yağma eylemlerini, Irak halkı ve onun şahsında Asya ve Afrika halklarını aşağılamak için ideolojik ve psikolojik savaş cephaneliğine malzeme olarak taşımaktadırlar. Saddam heykellerinin devrilmesi, resimlerin yırtılıp tabloların parçalanması törenlerini Hollywood senaristlerinin marifetiyle filme alan ve döne döne ekranlara getiren işgal kameramanları ve iliştirilmiş-eklemlenmiş gazeteciler güruhu, Irak’taki “heykel ve tabloların zevksizliği” ve “kabasabalığı” demagojisiyle, ABD emperyalizmine karşı yürütülen uluslararası mücadeleyi mahkum etmeye soyunuyor, Amerikan-İngiliz sömürge ordularının “zaferi”ni kutsayarak, Irak işgalinin başarılmış olmasını emperyalizmin “yenilmezliği”nin kanıtı olarak reklam ediyorlar.
Bu gerici demagojinin dayanağı, ancak kapitalizmin artı-emek sömürüsüne dayanan yağma politikası olabilir. Kapitalizm açlık, yoksulluk ve işsizliğe sürüklediği kitleler içinde, en çok toplumun “tortusu”nu oluşturmaya zorladığı tabaka arasında, özellikle de toplumsal kargaşa dönemlerinde yağma eylemlerini nedenlemekte, bünyesel kapitalist çelişkiler aracıyla teşvik etmektedir. Irak’ta işgal birliklerinin kontrolü ve teşvikiyle gerçekleştirilen yağmanın ilk “işaret fişeği”nin ABD askerleri tarafından atılması, her şeyden önce sisteme ilişkin böylesi bir “toplumsal gerçeği” ortaya koymuştur.
İşgal çetesinin şeflerinden Donald Rumsfeld, işgal altındaki Irak kentlerinde girişilen yağmalama ve çapulculuğu “suç işleme özgürlüğü” olarak gösterirken, çapul eylemlerini Amerikan birliklerinin kışkırttığını, göz yumarak yaygınlaşmasını sağladığını bir biçimde itiraf etmiştir.*** Ülkeler ve kıtalar yağmacısı Britanya imparatorluğunun “liberal çocuğu” Blair de, yağma ve yıkma eylemlerinin “Saddam rejiminden daha iyi olduğunu” söyleyerek, emperyalist kapitalizmin yağmacı karakterini ve burjuva-emperyalist “özgürlük” anlayışının ikiyüzlülüğünü ortaya koymuştur. Irak’ı yağmalamak ve burayı üs edinerek Ortadoğu-Kafkasya-Önasya’ya yayılmak isteyen işgalciler, on iki yıl boyunca ambargo altında tutup gıda ve ilaç ticaretini bile yasakladıkları bir ülkede başvurulan eylemleri, emekçilere ve ezilen halklara karşı ideolojik-politik savaşın aracı olarak kullanacak kadar insanlığa ve uygarlığa düşmandırlar.
** ** **
Burjuva emperyalist ideolojik saldırının, emperyalist gericiliğin ve Amerikan savaş ve saldırı çetesinin ihtiyaçları kapsamında ve günümüz gelişmelerine tekelci burjuvazi cephesinden cevap vermek ve set çekmek üzere yeniden yoğunlaştırıldığı görülüyor.
Savaş ve işgaller de dahil, insanlığın karşı karşıya bulunduğu başlıca toplumsal sorunların kaynağında, emperyalist tekeller, mali sermaye, tekellerin sermaye ihraç alanları ihtiyacı ve kapitalist pazarın sınırlılığının durduğu; bütün bu sorunların altında, üretimin toplumsal karakterine açık bir karşıtlık içindeki özel mülkiyet sisteminin yattığı kesindir. Çatışma ve savaşları, demokrasisizliği ve hegemonya dayatmasını; sömürgeciliği ve işgalleri nedenleyen başlıca kaynak, tekelci kapitalist sistemdir. Burjuva propagandası, sermayenin uluslararası olanakları seferber edilerek, bu gerçeklerin görülmesini ve halkların bağımsızlık ve kurtuluş mücadelelerini engellemeye yöneliktir. Yapılacak olan ise, aslında bütün dayanaklarıyla birlikte, emperyalizmin tank paletleri altında geçersizleştirdiği bu yalan kampanyasının etkisini tümüyle kırmak üzere; uluslararası alandaki gelişmeleri işçi sınıfının ‘dünya görüşü’ açısından daha net ve daha yaygın biçimde ve bütün bağlantılarıyla ortaya koymayı sürdürmek, bunu pratik-siyasal mücadelenin güçlü bir aracı haline getirmektir.
———————————————–
dipnotlar:
*The Guardian, 8 Nisan 2003)
**Türkiye’deki ABD ajanları ve misyoner gazeteci-yazarlar “21 günde Bağdat!” başlıklı yazılar döşenerek Pentagon’un zaferini kutlarlarken, Pentagon’un propaganda müfrezelerinin Türkiye şubesi gedikli komutanı şöyle diyordu: “Sadece 4 bin Amerikan askeri yetti. ‘Stalingrad Savunması’ beklediğimiz Bağdat. Sadece 6500 Amerikan askeri yetti. Daha doğrusu 49 tank, 6500 asker. Sonra Vietnam’a döner diye korktuğumuz o şanlı direniş. Sadece 21 gün yetti….Meğer hepsi zalim diktatörün uydurduğu yalan dolan dekorlarıymış… Meğer ne kadar suflilermiş… Yahu insan şeref için tek kurşun atar… Ve ne yazık ki Türkiye, yanı başındaki bu tarihi olayın aktörü değil,.. Şimdi sıra Türkiye’nin içinde çöreklenmiş Saddamcılığı ve Üçüncü dünyacılığı yıkmakta.” (E. Özkök, 11 Nisan Hürriyet)
*** Rumsfeld, “Özgür insanlar suç işlemekte, kötü şeyler yapmakta özgürdür” diyordu.