Acil küreselleşme programı ve akp

“Dünya, 21. yüzyılın başında, geçmiş dönemlerden farklı bir dönüşüm geçirmektedir. Hızla gelişen bilgi ve teknoloji, insan hayatına yeni boyutlar katmaktadır. İletişim araçlarının, uzak coğrafyalarda yaşayan insanlar arasında kurduğu köprülerden akan bilgi, toplumsal kurumları ve siyasal ilkeleri yeniden şekillendirmektedir. İki kutuplu Dünya’nın çatışmaya dayalı siyasal anlayışları, yerini mal ve hizmetlerin, bilgi, emek ve sermayenin serbest dolaşımını öngören bölgesel ekonomik ve siyasal bütünleşme hareketlerine bırakmaktadır.
(…) Dünyada köklü dönüşümler yaşanırken, Türkiye zamanını ve enerjisini iç meselelerle uğraşarak tüketmektedir.
(…) Uygulanan yanlış politikalar yüzünden, sağlıklı bir özelleştirme gerçekleştirilememiş, devletin ekonomideki rolü azaltılamamış, servetin toplumsal kesimler arasındaki dağılımında adalet sağlanamamıştır.
(…) Ülke, iç ve dış yatırımcılar açısından cazibesini kaybetmiş, bunun sonucunda Türkiye ürkütücü boyutlarda mali ve beşeri sermaye kaybına uğramıştır.
“Her şey Türkiye için!” sloganı ile seçim meydanlarında boy gösteren AKP’nin “Seçim Beyannamesi”nin ilk sayfasında yer alan bu ifadeler, onun iktidara geldikten sonra uygulayacağı ekonomik politikaların ve yönetim anlayışının en temel noktalarına işaret ediyor. Yukarıda yer alan ifadeler, küreselleşmeci güçlerin, emperyalist sermaye odaklarının ve propaganda merkezlerinin bugüne kadar işçi ve emekçileri yedeklemek için, özünde sosyalizme yönelttikleri saldırının temel özelliklerini içinde taşıyor.
Bilgi teknolojisi ve iletişim sektöründeki gelişmelerle, uluslararası tekellerin önlerindeki tüm “ulusal” engelleri ortadan kaldırarak, dünyayı kendi sınıf çıkarlarına göre paylaşma ve yeniden düzenleme hedefleri birbirine bağlanarak, bunların hepsi birden “totaliter”lik iması ile karalanan sosyalizmin karşısında, insanlığın önünde açılan yeni ve “şeffaf” bir sayfa gibi sunuluyor. “Servetin toplumsal kesimler arasındaki dağılımında adaletin sağlanması” gibi ifadelerle de, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar eliyle dünya emekçilerine karşı sürdürülen saldırıların, onlarda yarattığı tepkiyi dikkate alarak, onları bu politikalara yeniden yedeklemenin yolları aranıyor. Emperyalist merkezlerde uzunca süredir bu türden bir arayışın olduğu da zaten biliniyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantı düzenlediği her yerde, küreselleşme karşıtı, kapitalizm karşıtı eylemlerin boy verdiği dikkate alındığında, emperyalist kurumların bu arayışlarının bir sınıf taktiği olarak anlaşılması gerektiği de daha iyi anlaşılacaktır. ABD memuru Derviş’in, uzun süren son ABD yolculuğunun ardından döndüğü Türkiye’de “sosyal-liberal sentez” diyerek ortada dolaşması, bu taktiğin programatik yönüne işaret ediyordu. AKP’nin “Seçim Beyannamesi’nin özü de, Dervişle aynı mantığın izlerini taşıyor ve IMF politikalarının işinden ettiği, hâlâ işi olanlarınsa ekmeklerini her gün biraz daha küçülttüğünü, bunun işçi ve emekçiler üstünde yarattığı etkiyi dikkate alarak, onların tepkilerini yeniden aynı IMF politikalarına, küreselleşmeci programa “kazanılmasını” sağlamayı amaçlayan bir stratejiye bağlanıyor. Çocukluğunda “simit” satan, halkın içinden gelen “Kasımpaşa delikanlısı” imajı da bu politikanın halka dönük popüler figürlerini oluşturmaktadır.

YÖNETİMİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI YA DA İŞBİRLİKÇİLİĞİN DERİNLEŞTİRİLMESİ
Yerel söylemlerle küresel hedefleri harmanlayarak küreselleşmeci güçlerin programını geniş yığınlara benimsetmeyi bir ilke olarak benimseyen AKP’nin “Seçim Beyannamesi”nde dikkati çeken bir nokta da, yine bu hedefe bağlanan “Yönetimin Yeniden Yapılandırılması” projesidir. Bu konuda AKP’nin “Seçim Beyannamesi”nde şu ifadelere yer verilmektedir: “Küreselleşme ve bilgi toplumuna dönük gelişmeler, geleneksel devlet ve yönetim yaklaşımlarını büyük ölçüde geçersiz hale getirmektedir. Devletin toplum üzerindeki geleneksel kontrol ve müdahalesi azalmakta, yerel ve uluslarüstü düzeylerde çok aktörlü politikalar oluşturulmaktadır.
(…) 21. Yüzyılın demokratik devletinde, yöneticilerin hesap verme sorumluluğu, katılımcılık, öngörülebilirlik ve şeffaflık, temel unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
(…) Merkeziyetçi ve katı hiyerarşik yapıları aşmak için; ulusal önceliklerle yerel farklılıklar barıştırılarak kamu hizmetlerinin yerinden karşılanması temel ilke olacak, devlet tarafından yürütülmesi zorunlu olmayan
hizmetler, kaynaklarıyla birlikte yerel yönetimlere devredilecektir.(1)
AKP’nin Seçim Beyannamesi’ndeki işbirlikçi özü deşifre eden değerlendirmelerden birisi Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in “AKP’nin hedefi: Yönetişimci Devlet” başlığını taşıyan makalesiydi. Güler, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan, yeni hükümetin 1 yıllık “Acil Eylem Programı” ve AKP’nin hedef ve amaçlarını deşifre ettiği makalesinde şu gerçeklere dikkat çekti: “Küresel örgütler ANAP ve diğer koalisyon hükümetleri eliyle 1980’den bu yana kamu sektöründeki dev KİT’leri tasfiye etmişler, sıra devletin çekirdek örgütlerine gelmişti. Bu işi yapmak, ‘Yönetişimci Devlet Reformu’nu gerçekleştirmek, son iki yılda Kemal Derviş Hazinesinin yönetimindeydi. Şimdi nöbeti AKP almıştır.
(…) Devleti küçültecek, devlet diye geriye kalan kısım da şirket gibi yönetilecek. Bu sözler ile bu niyet yeni değildir; bunlar ‘Devlet Personel Rejimi Reformu’ adı altında, Dünya Bankası Türkiye Temsilciliği marifetiyle yürütülmekte olan işlerdir. AKP, bu işleri bir yıl içinde tamamlama sözü vermekten fazla bir şey yapmamaktadır. Meraklısı ve uzmanı bilir ki, ‘şeffaflık’, şirketler ve sermaye dünyasının, devlet karar alma sürecinin açık olmasını istemelerinden kaynaklanır. Aynı talep, bir de küresel örgütlerden ulusal devletlere yönelmiştir. Şirketler karar alma sürecine açıkça nüfuz ederek kârlarını artırma ve kendi lehlerine karar çıkarma; küresel örgütler de ulusal egemenlikleri eritme amacıyla şeffaflık isterler.” Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, yazısını şu cümle ile bağlıyor: “Sonuç: AKP, IMF-Dünya Bankası şebekesinin yeni sesi olarak, ulusal ve sosyal devleti tasfiye misyonunu yüklenmiş bulunmaktadır.(2)
Erdoğan’ın açıkladığı “Acil Eylem Programı”nın biraz daha genişletilmiş hali, daha sonra yeni hükümetin Başbakanı Abdullah Gül tarafından hükümet programı olarak açıklandı. IMF programının uygulanmasını garanti eden, özelleştirmenin tarım, eğitim ve sağlık sektörüne kadar yaygınlaştırılmasını, yabancı sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasını esas alan program Mali Milat uygulamasının kaldırılarak, kara paracıların, hortumcuların derdine derman olacağını da gösterdi.

KARAPARACILARIN “AK” PARTİSİ
2003 yılı başında yürürlüğe girecek olan “Nereden buldun” uygulamasını devreye sokacak olan düzenleme, eleştirilecek birçok yönüne rağmen kayıt-dışı ekonomiyi kayda alma konusunda bir adım oluşturuyordu. Asgari ücretli işçi, aylık brüt geliri üzerinden yüzde 11 oranında gelir vergisi öderken. 2002 yılında 26.7.2001 – 31.12.2002 tarihleri arasında ihraç edilen devlet tahvilleri ve hazine bonolarının faiz geliri ve elden çıkarılmasından sağlanan diğer kazançların toplamının 76,6 milyarı gelir vergisinden istisnadır. Devlet bütçesindeki vergi gelirleri, para babalarına borç faizi olarak ödenmektedir. Son yılların bütün devlet bütçelerinde vergi gelirlerinin büyük çoğunluğunun adaletsiz ve haksız dolaylı vergilerden sağlandığı görülmektedir. Meclis’e sunulan 2003 Bütçesi’nde dolaylı vergilerin oranı yüzde 70’tır. Büyük patronlar, holdingler, sermaye sahipleri, vergi yasaları ile getirilen istisna ve muafiyetler çerçevesinde neredeyse hiç vergi ödemezken, vergi yükü geniş ölçüde emekçilerin, yoksul halk kesimlerinin üstüne kalmaktadır. Tüm bu gerçekler ortadayken “Mali Milat” uygulamasının kaldırılması, verginin yine yoksul halk kesimlerinden alınması, hortumcuların ve kara paracıların, büyük patronların bu “yük’ten kurtarılması anlamına gelecektir. Bir iktidarın uyguladığı ekonomik politikaların niteliğinin o iktidarın dayandığı sınıfları da gösterdiği düşünüldüğünde, AKP’nin, Özallı yıllarla düğmesine basılan politikaların bir takipçisi olduğu açıktır. Dolayısıyla AKP hükümeti, bir sınıf iktidarı olarak önceki sermaye hükümetlerinin bir devamıdır. Ancak bu açık sınıf karakteri ile birlikte onu kendisinden önceki hükümet ortaklarından ayıran temel niteliğin, küreselleşmeci güçlerin emrettiği politikaları “geleneksel” endişelerle hareket etmeden yerine getirmek olduğu söylenebilir.
İktidara geldiğinden beri AKP kurmaylarının ekonomik politikalardan, dış politikaya kadar uzanan temel tutumlarının, kendi konumlarını ABD-AB gibi emperyalist güçlerin taleplerini karşılayıp, onların desteğini arkasına alma ve içeride devlet katında kendisine belirli bir şüphe ile yaklaşan güçleri böyle dengeleme üstüne kurulu olduğu görülmektedir. Bu yanıyla Erdoğan AKP’si, arkasında önemli bir iç desteğin oluştuğunu da görmektedir. Daha iktidar olmadan önce TÜSİAD başta olmak üzere büyük patron örgütlerinin ve TÜSİAD sermayesinin kontrol ettiği medya gruplarının desteğini arkasına alan Erdoğan ve kurmayları, bu desteği iktidar olduktan sonra da daha açıktan gördüler. TÜSİAD’ın işi, AKP için AB ülkelerinde kulis yapmaya kadar vardırması, AKP ile ilgili olarak batı merkezlerinde oluşması muhtemel soru işaretlerini, şüpheleri gidermeye çalışması yine bunun işaretiydi.
ABD başta olmak üzere, Türkiye’deki iktidarın politikalarında etkili olmak isteyen güçlerin, hem Irak’a saldırı konusunda açık destek verecek, hem de IMF ve DB’nin dayattığı yeniden yapılandırma hamlelerinde daha radikal ve hızlı davranacak bir hükümet formülü açısından AKP tam biçilmiş kaftandır.

BİR 11 EYLÜL PROTOTİPİ
Erdoğan’ın AKP’si bu yönüyle hem AB ülkelerine, geleneksel değil, “küresel İslamcı” politikaların temsilcisi olduğu mesajını göndermekte, ABD’ye de 11 Eylül sonrası konsepti açısından kendisini Ortadoğu’da örnek bir iktidar olarak pazarlamak istemektedir. Bu yanıyla değerlendirildiğinde AKP, bölge ülkelerinin işbirlikçileştirilmesi politikalarında ABD açısından çok önemli bir özellik taşımaktadır.
Egemen sınıfların çıkarlarını savunan burjuva medya da, AKP’ye bu açıdan yaklaşmaktadır. Örneğin, Cumhuriyet gazetesinin “laiklik” savunuculuğu adı altında manşetlerine taşıdığı “türban” olayı gibi gelişmelere, Aydın Doğan’ın gazeteleri farklı yaklaşmış ve AKP’yi bu noktada, yormadan, yıpratmadan toparlamaya çalışmıştır. Burada birbiri ile bağlantılı iki temel tutum belirleyicidir. Bunlardan birisi, AKP’nin, küreselleşme programına bağlılık konusunda ortaya koyduğu açık tavır ve buna bağlı olarak kendisini “küresel İslamcı” medya ile sınırlamayan bir ilişki ağını benimsemesi. İkincisi de, küreselleşme programından beslenen medya organlarının, hem ekonomik çıkarları, hem de ona bağlanan ideolojik tutumlarıyla uyum konusunda AKP’nin takındığı tutuma, medyanın da bu çıkarları gereği yanıt vermesi.
Dolayısıyla AKP’li iktidar dönemini, Erbakan başbakanlığında oluşturulan Refah-yol iktidarından daha farklı olarak izlemek gerekecektir. Büyük sermaye medyasının AKP’ye karşı tutumu, onu, “zinde güçler”i arkasına alarak “laiklik” vb. konularda sınava çekmek değil, bu türden hassas konularda bile onu küreselleşme programına uygun bir biçimde “kazanmaya” dönük olacağı görülmektedir. Ancak ne zaman ki AKP, büyük sermaye grupları arasındaki rekabette, genel denge ve kollama tutumunda yalpalama yapıp, büyük medya gruplarının patronlarının çıkarları ile karşı karşıya gelirse, “laiklik”ten tutun da daha bir dizi konu o zaman manşetlere taşınacaktır. Dolayısıyla, ona bir şekil verene kadar “takiyyeci”likle eleştirdiği AKP’ye karşı medyanın takınacağı politik tutumun çekirdeğindeki ticari kaygıları görmemek, olup biteni anlamayı da güçleştirecektir.

SERMAYE MEDYASI, AKP VE KÜRESELLEŞME PROGRAMI
Bundan sonraki süreçte, hem iktidara gelir gelmez ona taleplerini ileten büyük sermaye örgütlerinin, hem emperyalist merkezlerin, hem de onların çıkarlarının içerideki düzenleyicisi durumundaki medya organlarının AKP’ye yaklaşımında, onun vaat ettiği “sistemle” ve küreselleşme programının hedefleriyle uyumda göstereceği tutum belirleyici olacaktır. Bu bakımlardan AKP’nin göstereceği herhangi bir sapma karşısında, içerideki büyük sermaye örgütlerinin ve onların bağlandığı dış odakların, AKP’ye çeki düzen vermek konusunda içeride egemen güçlerin “gelenekselci” kanadı ile uzlaşacakları da şüphe götürmez. Gelişmelerin şu anki yönü ise, AKP’nin sırtını küreselleşmeci güçlere dayayarak içerideki konumunu pekiştirme ve egemen çevrelerin “geleneksel” endişelerle hareket eden kesimini de küreselleşme programına kazanmaya özen gösterme yönünde olduğu görülmektedir.
Ancak, sonuçta bunların toplamı AKP’nin işbirlikçi bir sermaye partisi olarak izleyeceği hattın yönü ile ilgilidir. Bu noktada gözden uzak tutulmaması gereken şey ise, ülke kaynaklarının emperyalist sermayeye peşkeş çekilmesi, yabancı sermayenin önündeki tüm engelleri kaldıracak tarzda devletin yeniden yapılandırılması, bu konuda devletin “hantallıkları”nın törpülenmesini benimseyen AKP’nin, emekçiler için diğer burjuva partilerinden farklı bir anlam içermediğidir.
AKP’nin dillendirdiği, en yoksul kesimlerin belirlenerek onlara yardım yapacak fonlar oluşturma vb. politikalar ise, sonuçta vahşi sömürü biçiminin devamının ilanından başka bir şey değildir. Sömürü derinleşerek sürecektir ve bu gerçek tespit edilerek, onun doğal bir sonucu olan yoksullaşmanın sistem için tehlike yaratmasının önüne geçilmesi için de yer yer bu türden “tedbir”ler düşünülecektir. AKP’nin “Seçim Beyannamesi”nden küreselleşme programının esaslarına bağlılıkla birlikte ifade edilen “insan merkezli bir ekonomik yaklaşım”ın, insani yanı da, bölüşüm ve paylaşım dengesini değiştirecek düzenlemeler, ona uygun bir vergi sistemi gibi adımlarla değil, “sadaka” usulü düzenlemelerle küreselleşme programına yol aldırmaya çalışmak biçiminde olacaktır.

Dipnotlar:
1) AKP’nin Seçim Beyannamesi, s. 29
2) Günlük Evrensel. 23 Kasım 2002

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑