Emekçiler içinde parti çalışmasının sorunları üzerine

Çeviren: Abdurrahman Çağırıcı

Bu sayımızda okuyucularımızın ilgisini çekeceğine inandığımız ve Türkçede ilk kez yayınlanan önemli bir belgeye yer veriyoruz: Çek-Slovakya Partisi temsilcisi Gottwald’ın Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu’nun 1932 yılındaki 12. Oturumu’nda yaptığı kapanış konuşması. Belgede kitlelerin günlük mücadelesi, partinin bu mücadeleye yaklaşımı ve gerici-reformist fikirlerin etkisi altındaki işçilerin nasıl kazanılacağı konuları ele alınıyor, somut öneriler sunuluyor. Yazı başlığı bize aittir.

Çek-Slovak delegasyonu tarafından yapılan konuşmalar (Guttmann, Schwermann tarafından yapılan konuşmalar ve benim ortak raporum) hakkında yürütülen tartışmalarda çeşitli görüş ayrılıkları ve yanlış anlamalar ortaya çıktı. Bu nedenle kapanış konuşmamda bazı önemli sorunlara tekrar değinmek ve tavrımızı daha açık bir şekilde belirlemek gerekiyor.
İlk soru, komünistlerin kitlelerle, özel olarak da işçi sınıfıyla ilişkileriyle ilgilidir. Komünist Partisi, işçi sınıfının sınıf bilinci en yüksek olan kesimi, onun öncüsüdür. Bugün kapitalist ülkelerdeki Komünist Partilerin esas görevi işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak ve proletarya diktatörlüğü için devrimci mücadeleye hazırlamaktır. Bunun yolu, onların günlük sınıfsal çıkarlarının kararlı, özverili ve tutarlı bir şekilde desteklenmesi ve savunulmasından geçer.
Şu ana kadar işçi sınıfı çoğunluğu, sınıf düşmanlarının etkisinde kalmıştır. Bunun nedeni yalnızca terörizm değil, aynı zamanda ideolojik etkiler ve işçi sınıfının kendi içindeki çeşitli sosyal farklılıklardır. Bunun sonucu olarak çok sayıda hayal, önyargı ve küçük burjuva görüş işçi kitleleri arasında yaygın olarak yaşayabilmektedir. Bunları hesaba katmak zorunda mıyız? Şüphesiz ki zorundayız! Kitlelerin eğilimlerini ve duygularını yakından bilmeli ve her somut durumda kitlelere yaklaşım yöntemlerimizi ve taktiklerimizi belirlemek için bunları incelemeliyiz. Onlar arasında hâkim olan somut duyguların durumunu göz önüne almadan kitlelere yaklaşmaya çalışan herkes, daima hedeften uzaklaşır.
Peki, bu, kendimizi geri unsurların ruh haline uyarlamamız ve kendimizi onların hayalleriyle bütünleştirmemiz gerektiği anlamına mı gelir? Hayır! Kendimizi onların gereksinmeleriyle, günlük sınıfsal çıkarlarıyla bütünleştirmemiz gerekmektedir. Zaman zaman değişen ruh halini tanımamız gerekir. Kendimizi bu duruma adapte etmemiz değil, onu aşmamız gerekir. Sınıf düşmanının etkileme çabasının bir yansıması olduğu için bunu da uygun araçlarla ve yöntemlerle gerçekleştirmemiz gerekir. Bu amaç için en uygun yol da kitlelerin kendi deneyimleridir. Konuşmamda aynı zamanda kitlelerden öğrenmemiz de gerekir demiştim. Bu doğru mudur? Kesinlikle! Çünkü kitlelerde muhteşem bir devrimci enerji ve devrimci girişim ruhu bulunur; bunu zincirinden kurtarmamız ve yönlendirmemiz gerekir. Komünist olmayan işçileri “gerici kitleler” olarak değerlendiren herkes, özellikle de devrimci yükselişin işçi sınıfının bütün kesimlerini sardığı bugün, yanlış yoldadır. Ancak kitlelerden öğrenilmesi gerektiği yönündeki bu ifade, kitlelerin istediği her şeyi kabul etmemiz ve pratiğe geçirmemiz gerektiği, kitlelerin kendi genel sınıfsal çıkarlarına ters düşen talepleri ileri sürme durumuna hiç düşmeyeceği anlamına mı gelir? Hayır! Benim belirttiğim şey pratikte çoğu kez kitlelerin objektif olarak karşı devrimci talepler ileri sürdükleri ve bizim bunları reddetmemiz gerektiğidir. Ben şunu dedim: “Kitlelerin kendilerinden gelen kısmi taleplerin hepsi de doğru ve kabul edilebilir değildir!”
Başka bir bağlamda, somut eylem birliği konusu bağlamında, şunları belirttim:
“Ayrıca söz konusu kitleler bizi belli bir durumda tam olarak anlamadıkları için ya da biz talepleri beceriksizce dile getirdiğimiz için başarısız olmuş olabiliriz. Böylesi durumlarda, özellikle de emekçi kitlelerle çalışmamız söz konusu olduğunda, bu gerçeği kabul etmemiz, kendimizi uyarlamamız ya da daha iyi bir deyimle, esnek olmamız, başka öneriler getirmemiz ve kitlelerin kabul edeceği başka biçimler kullanmamız gerekir.”
Bundan ne anlaşılmalıdır? Bunu bir örnekle açıklığa kavuşturacağım. Diyelim ki belli bir fabrikada ücretlerdeki kesintilere karşı bir mücadele örgütlemek istiyoruz. Fabrikada yapılan toplantıda hemen greve gidilmesini öneriyoruz, işçilerin çoğunluğu bu öneriyi reddediyor. Ne yapmamız gerekir? Gürültü çıkarıp işçileri azarlamamız mı? Hayır! Önerimizin reddedilmesi gerçeğini kabullenmek gerekir, çünkü işçilerin çoğunluğu olmadan kesinlikle greve önderlik edemeyiz. Ancak bununla yetinebilir miyiz? Hayır! Hemen, önerimizin reddedildiği yerde, diyelim ki bir gösteri veya belli bir süre için gösteri grevi gibi eylemler ya da farklı türden eylemler için başka öneriler getirmeliyiz. Tabii ki bu arada grev için propaganda ve hazırlık yapmalı ve çalışanların tümünü greve kazanabilmek için çalışmayı kesintisiz sürdürmeliyiz. Kendimizi “uyarlama”, bu şekilde anlaşılmalıdır. Bu tanımladığım süreç doğru mudur? Evet! Ancak kendimizi “uyarlamak” derken genel olarak kendimizi kitlelerin duygularına adapte etmemiz ve teslim olmamız gerektiğini önerdiğimiz anlayışı çıkıyorsa, konuyu bu şekilde koymakta ısrar etmiyorum. Özellikle de yanlış yorumlandıkları zamanlarda formüller üzerinde çok fazla ısrar etmemek gerekir.
Bu nedenle bu konuyla ilgili olarak çıkardığımız mantıki sonuç şudur: Komünistler kitleleri, tüm güçlü ve zayıf yönleriyle, oldukları gibi kabullenmelidirler. Kitleler arasında bütün durumlarda nasıl çalışılması gerektiğini, iyi yönlerinin nasıl geliştirilebileceğini ve zayıf yönlerinin nasıl aşılabileceğini ve bu şekilde de kitleleri yanımıza nasıl çekebileceğimizi anlamalıdırlar. Ancak bu, kitlelerin değişen ruhsal durumlarını tam olarak anlamadan ve kitlelere buna uygun bir şekilde yaklaşmanın somut biçimlerini, yöntemlerini ve taktiklerini belirlemeden gerçekleştirilemez.
İkinci soru, birleşik cephe oluşturulmasında önder olarak Komünist Partisi’nin rolüyle ilgilidir. Öncelikle bütün konuşmalarımızda aşağıdan bir birleşik cepheden söz ettiğimizi vurgulamam gerekir. Aşağıdan birleşik cephe yerine Sosyal Demokratlarla koalisyon politikasının geçirilmesi fikrini reddettiğimizi söylemeye gerek bile yok. Bu nedenle bu tartışma konusu bile değildir. Tartışmamız gereken şey, aşağıdan birleşik cephede önder olarak Komünist Partisi’nin rolünü nasıl gerçekleştirebileceğimiz sorunudur.
Birleşik cephenin önderi olabilmek için, önce birleşik cephenin yaratılması gerekir. Birleşik cephe nasıl yaratılmalıdır? Kitlelerin günlük gereksinmeleriyle ilgilenmek, onlara ortak mücadele çağrısı yapmak, onları harekete geçirmek ve mücadeleyi örgütlemek suretiyle. Böylece, birleşik cephe mücadele sürecinde ortaya çıkar. Mücadele olmadan birleşik cephe olamaz. Birleşik cephe içinde önderliğimizi bir ön şart olarak koyabilir miyiz? Hayır! Peki, o zaman önderlik sorununu nasıl çözümleyeceğiz? Bu sorunu proletarya demokrasisi temelinde ele almalıyız. Bir eylem, bir grev vb. için önderlik organlarını işçilerin kendileri, bütün işçiler seçmelidirler. Ve bu organlar içinde önderlik için mücadele etmeliyiz; önderlik rolümüzü bu organlar aracılığıyla gerçekleştirmeliyiz. Bu pratik mi? Evet! Buna yüzlerce örnek gösterebiliriz. Mücadelede inisiyatifi ele geçirdiğimiz durumlarda, kitlelerin başlangıçtan itibaren bizleri gerçekten önde gördükleri durumlarda, işimiz görece daha kolay ve basitti. Taktiksel önderliğimiz kitlelerin tümü tarafından memnuniyetle karşılanmasa da gelişmeler gereği kabul edilmişti. Örneğin Bohemya’nın kuzey doğusundaki madencilerin grevini alalım. Bu grevdeki bütün taktiksel önlemler Siyasi Büro içinde kararlaştırılmıştı. Ancak uygulamaya konmadan önce Komünistler tarafından demokratik bir şekilde seçilmiş organlarda, konferanslarda ve grev komitelerinde tartışılmıştı. Komünistler bu önlemleri bu organlara sunmuşlar ve onlar da bu konuda karar almışlar, bu şekilde de bütün işçi kitlesi tarafından alınan önlemler haline gelmişlerdi. Böylece madencilerin bu grevinde, Komünistler grev komitelerinde azınlıkta olmalarına karşın, fiili olarak önderliğimizi yaşama geçirdik. Bir başka örneğe bakalım. Yüz binlerce işsizin katıldığı işsizler hareketine önderlik ediyoruz. Baharda, bu hareketin en yüksek noktaya ulaştığı dönemde işsizlerin oluşturduğu 15 bin eylem komitesi vardı ve Komünistler bunlar içinde azınlıktaydı. Bu gerçeğe karşın, büyük mücadeleler sürdüren ve büyük maddi ve siyasi başarılar elde eden bu büyük birleşik cepheye biz, ama yalnızca biz önderlik ediyoruz. Çek-Slovakya Komünist Partisi, Çek-Slovakya işsizlerinin kabul edilmiş lideridir. Bunu herkes biliyor. Çatılarda serçeler bunu fısıldıyor. Peki, bu önderliği nasıl gerçekleştirdik? İşsizlerin demokratik olarak seçilmiş organları aracılığıyla. Ayrıca Karpatya Ukraynası’nda büyük bir köylü hareketi var. Bu harekete kim önderlik ediyor? Biz. Nasıl? Komünistlerin çok küçük bir azınlıkta oldukları, demokratik olarak seçilmiş köylü organları aracılığıyla. Madencilerin grevinde, işsizlerin hareketinde, başka birçok grevde ve Karpatya Ukraynası’nda kitleler Komünistlerin önderlik ettiklerini biliyorlar mıydı? Evet biliyorlardı! Bildiklerini de ortaya koydular. Madencilerin grevinin hemen ardından önemli madenci bölgeleri olan kuzey batı Bohemya’da ve Ostrau’da belediye seçimleri yapıldı ve bu seçimlerde ezici bir başarı elde ettik. Karpatya Ukraynası’ndaki belediye seçimlerinde de oylarımız hızlı bir şekilde artıyor. 1929’da hemen hemen hiçbir şeye sahip olmadığımız, ancak şu anda oyların açık çoğunluğunu aldığımız çok sayıda yer bulunmaktadır. 1929’la karşılaştırıldığında, genel olarak seçimlerde, ortalama olarak, oylarımızın artış oranı Karpatya Ukraynası’nda yüzde 46, Slovakya’da yüzde 56 ve bütün ülke çapında da ortalama olarak yüzde 34’tür. Kitleler mücadelelerindeki önderliğimizi işte böyle dile getiriyorlar. Buna ek olarak, burjuva basınından, kuzey batı Bohemya’daki madencilerin greviyle ilgili olarak etkili bir alıntı yapabilirim. Burjuva gazetesi olan Brüxer Zeitung, mücadelenin kırıldığı gün olan 20 Nisan’da yazılan bir başmakalede mücadelenin sonuçlarıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Bu grev bir Komünist grev değildi. Tam bir huzursuzluk ve öfke olarak başladı. Uluslararası idi ve siyasi içerikli değildi. Örgütlerin belirleyici bir öneme sahip olmadıkları gerçek bir madenci greviydi. Ancak Komünistler kurnaz insanlardır ve fırsat beklerler. Gözleri olan herkesin görebileceği bu şok edici olguya gözlerini kapamak çocukça bir şey olurdu. Komünistler ateşi körüklüyorlardı. Ancak yangın onların yardımı olmadan başlamıştı. Onlar en öndeydiler. Ancak bütün bölge onların arkasından yürüdü. İşçiler iki kez Brüx’e girdiler ve belki de militan tavırları henüz unutulmuş değildi. Fırsat ortaya çıkar çıkmaz Komünistler, başka herkesin kaçındığı yerde, hareketin başında yerlerini aldılar ve bunu sonuna kadar korudular. Ancak onları takip edenlerin arasında, isimleri, Alman ve Çek, Marksist ve ulusal diğer sendikaların listelerinde bulunan birçok kişi vardı. Bunlar şimdi bağlılıklarının nerde yattığını ciddi bir şekilde düşüneceklerdir. Başka bir grev olduğunda hangi bayrak altında savaşacakları belirsizdir…
“Ne yazık şu bir gerçektir ki, Kuzeybatı Bohemya’daki maden bölgelerinde etkisi büyük ölçüde azalmış olan Komünizm, bu grevle hayal edilemeyecek derecede yeniden güçlenmiş, genişlemiş ve tekrar bir güç haline gelmiştir. Bu mücadelede gerçek zafer kazanan Komünizm olmuştur. Bu gerçek hem siyasi olarak, hem başka açılardan kendisini hissettirecektir.”
Belki de, bütün militan işçilerin demokratik olarak seçilmiş organları aracılığıyla birleşik cephedeki önderliğimiz sırasında, Parti’nin kişiliğinin çok fazla belirsizleşmiş ve perdelenmiş olduğu ve bu yüzden açık bir şekilde ifadesini bulamadığı itirazı gelebilir. Bu doğru mudur? Hayır! Sözünü ettiğimiz gerçekler bunu ispatlamaktadır. Peki, devrimci Komünist görüşlerimizi ve ilkelerimizi kitlelerden gizliyor muyuz? Deyim yerindeyse kitlelerin önüne Komünistler olarak çıkmaktan utanıyor muyuz? Hayır, tam tersine. Kitle eylemlerinin seçilmiş organlarında Komünistler olarak öneriler getiriyor ve bunları savunuyoruz. Mitinglerinde, toplantılarında ve gösterilerinde Komünistler olarak konuşuyoruz. Sözlerimizle ve de eylemlerimizle, kitleleri, iktidar için silahlı mücadele de dâhil olmak üzere, bütün görüşlerimizin doğruluğuna ikna etmeye çalışıyoruz. Emin olmak için, somut mücadelemizde, mücadele ve eylem için somut önerilerimizde, tek tek somut eylemler durumunda, somut mücadeleye yönlendirmek istediğimiz kitlelerin ulaştığı somut olgunluk düzeyine kendimizi uyarlıyoruz. Bu yapılan doğru mudur? Bence kesinlikle doğrudur! Bir yoldaş burada, Parti’nin yüzünün gizlenmesinin kendisini, kuzey batı Bohemya’daki ve Brünn’deki grev sırasında, birleşik cephenin bölünmemesi için, Kızıl sendikalara üye kazanma çalışmasının tarafımızdan açık bir şekilde yasaklanmasında gösterdiğini belirtti. Bu doğru değildir. Gerçek şudur ki, grevin başlangıcında, Parti ve Kızıl sendikalara üye kazanılması konusunun grev komitelerine sorulması yönündeki bir öneriyi reddettik. Bize bu öneriyi reddetmemizin yanlış olduğu söylenebilir. Bunun yanında grevin sonunda Brüx’te yapılan birleşik konferansta bir çağrı yayımladık ve konferans madencilere Kızıl madenciler sendikasına katılma çağrısı yaptı. Bu konferansta başka bir şey daha önerdik ve geçirdik. Yani bütün madencilerin bir bütün olarak Komünist 1 Mayıs gösterilerine katılması gerektiği yönünde bir karar geçirildi. Bunun sonucunda muhaliflerimiz tarafından düzenlenen 1 Mayıs gösterileri ya hepten iptal edildi ya da başarılı olmadı. Bunun yanında kitleler bizim gösterimize katıldılar ki buna kendi pankartları arkasında birer bütün olarak katılan Sosyal Demokrat ve Çek Sosyalist örgütler de dâhildi. Parti ve sendikalar için üye kaydı tabii ki yapıldı. Brüx’te Kızıl madenciler sendikasına binden fazla yeni üye kazandık. Ostrau’da da yine aynı sayıda üye kazanıldı (ki Çek-Slovakya’nın tümünde madencilerin sayısı 85 bin civarındadır). Parti’ye de 1932’nin Nisan ve Mayıs aylarında (yani grev sırasında ve sonrasında Brüx’te 705, Ostrau’da 411, Kladno’da 256 (ki burda da grev vardı) ve Brünn’de 333 üye kaydettik. Bu tabii ki çok düşük bir sayıdır. Ancak bunun nedeni üye kazanma çalışmasının ihmal edilmiş olmasıdır ve başka bir bölümün konusunu oluşturmaktadır.
Bu konuyla ilgili olarak varmamız gereken sonuç şu olmalıdır: Birleşik cephe içindeki gerçek önderliğimiz kitlelere dayatılmamalıdır. Bu hararetli nutuklarla gerçekleştirilemez. Bunun için proletarya demokrasisi temelinde savaşılmalıdır. Proletaryanın sınıf çıkarları ısrarlı, sabırlı ve özverili bir şekilde savunularak, bu çıkarlar için yürütülen somut mücadeleler içinde gerçekleştirilmelidir.
Üçüncü soru da Sosyal Demokrasiye karşı ilkesel mücadeleyle ilgilidir. Tartışmalar sırasında, önerilerimizin Sosyal Demokrasiye karşı ilke mücadelesini zayıflatma etkisi yaratacağı söylendi. Tabii ki bunun düşündüklerimizle uzaktan yakından ilişkisi yok ve bu görüşlerimizin çok kötü bir şekilde çarpıtılmasıdır. Bu görüş, birleşik bir cephe oluşturulması konusunda Sosyal Demokrat işçilere nasıl yaklaşılması gerektiği sorunuyla ilgili çeşitli formülasyonlarımıza dayandırılmaktadır. Örneğin ben Sosyal Demokrat işçilere şu şekilde yaklaşabileceğimizi söyledim:
“Sosyal Demokrat işçiler, görüşlerimiz farklıdır. Ancak bir noktada anlaşıyoruz: Acı dayanılmazdır ve buna karşı savaşmamız gerekir. Gelin bu ortak konuda birleşelim ve birlikte savaşalım. Eğer başka konularda görüşlerimizin yanlış olduğuna inanıyorsanız, bu görüşümüzün doğru olup olmadığını kendi deneyiminiz temelinde görebileceksiniz.”
Ayrıca kendilerine şunu da söylüyoruz:
“Liderlerinize güvenmemeniz gerekir.” Kendilerine şunu da söylersek bir zararı olmaz: “Bizim sözümüze güvenmek zorunda değilsiniz ve sizden bunu da istemiyoruz. Bizi söylediklerimiz temelinde değil de yaptıklarımız temelinde değerlendirin. Bu şekilde kendinizi inandıracaksınız.”
Bu, Sosyal Demokrat işçilerin önünde Sosyal Demokrasi politikasını eleştirmekten kaçındığımız anlamına mı geliyor? Bu, Sosyal Demokrasi’yle aramızdaki temel görüş ayrılıklarını bu işçilerin önünde örtbas ettiğimiz anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Bir kez daha görüşlerimi pratiğimize dayandıracağım. Sınıf mücadelesinin temel sorunları üzerine, Sosyal Demokrat işçilerle daha önce hiçbir zaman, kendilerine yukarıda açıklanan şekilde yaklaştığımız ve kendileriyle birçok mücadelede omuz omuza savaştığımız şu anda olduğu kadar fazla ve ayrıntılı tartışma yürütmedik. Bu işçiler bize kendiliklerinden geliyorlar. Toplantılarımıza, eylem komitelerinin konferanslarına katılıyorlar. Doğrudan bize ya da gazetelerimize mektup yazıp, devletin rolü, devrim, burjuva hükümetlerine katılma, Sovyetler Birliği vs. vs. konulardaki görüşlerimizi soruyorlar. Tekrar ediyorum: Daha önce hiçbir zaman Sosyal Demokrat işçilere bu kadar yakın olmadık. Daha önce hiçbir zaman kendileriyle bu kadar tartışma yürütmedik. Örneğin Sosyal Demokrat işçilerle ve onların daha alt düzeydeki görevlileriyle özel çalışma geceleri düzenliyoruz. Bu Sosyal Demokrat işçilere karşı ilkesel mücadelenin zayıflatılması olarak tanımlanabilir mi? Hayır. Bu, aşağıdan oluşan birleşik cephe taktiklerinin açık bir şekilde kullanılmasıyla yakından ilişkili olan mücadelenin güçlendirilmesidir. Sosyal Demokrasiye karşı gerekli mücadele sanatı nedir? Sabahtan akşama kadar “hainler!” diye bağırmak mıdır? Hayır. Sosyal Demokrat işçileri, kendilerinin, liderlerinin yüzüne karşı “hainler” diye bağıracakları noktaya getirmektir. Aslında bu, Brne’deki madenciler grevinde büyük oranda elde ettiğimiz bir sonuçtur. Bu alanda pratikte zayıflıklarımız ve oportünistçe hatalarımız oldu mu? Evet, hem de çok sayıda oldu. Böylesi önemli oportünistçe hatalardan birisi örneğin Ostrau’da, grevden önce yoldaşlarımız başlangıçta Sosyal Demokratların kendilerini peşlerine takmalarına izin verdiklerinde meydana geldi. Böylesi hataları eleştiriyor, bunları ortadan kaldırmak için ağırlığımızı koyuyor muyuz? Tabii ki yapıyoruz bunları. Çek-Slovakya Komünist Partisi MK’sının IV. Oturumu, Ostrau’da yapılan hataları daha grev başlamadan önce eleştirdi. MK’nın kararında şunlar söyleniyordu:
“MK, Parti içinde, ‘sol’ sosyal-faşizminin niteliği ve manevralarıyla ilgili olarak, temelden yanlış görüşler belirtildiğini görmektedir. Bu yanlış görüşler, sosyal faşizmin ‘sol’ manevralarını, kitleler arasında süregelen radikalleşme sürecinin bir azımsanması olarak görmektedir. Böylesi görüşler kaçınılmaz olarak birleşik cephenin taktiklerinde ciddi hatalara, özel olarak da son dönemlerde Ostrau’da işlenen türden hatalara yol açar. Her ne kadar Ostrau’da işlenen bu tür hatalar zamanında fark edilmiş ve düzeltilmişse de, yine de Sosyalist işçilerin, kendi sosyal-faşist liderlerinden devrimci cepheye ve Komünizme geçişleri süreci için ciddi bir engel oluşturmaktadır.”
Tabii ki Parti liderliği, bu görüşleri dile getirmekle yetinmedi ve hemen orda, derhal ve kavganın tam da sıcak anında, grev için yapılan hazırlıklar sırasında müdahale etti ve en aşağılara, fabrikalardaki tek tek üyelere kadar uzanan Parti içi bir kampanya yürüttü. Ayrıca, en azgın terörizm şartlarına karşın Ostrau’daki işçiler arka arkaya üç kez greve gittiler ve üçüncü greve bütün bölgenin yarısından fazlası katıldı. Ostrau’daki grev sırasında faşist sendikaya ağır bir darbe vurmayı başardık, işte bizim yaptığımız hatalara karşı tavrımız budur. Hataları görürüz ve düzeltmek için ciddi çaba gösteririz ve çoğu kez de başarılı oluruz.
Bu konuda varacağımız sonuç şudur: Sosyal Demokrat işçilere yaklaşımımızda, onların duygularını ve önyargılarını hesaba katmak, Sosyal Demokrasiye karşı ilkesel mücadelenin zayıflatılması anlamına gelmez. Tam tersine, Sosyal Demokrat işçilerle yakından temasa geçip kendileriyle birlikte savaşmadıkça, Sosyal Demokrasi’ye darbe vurmamız kolay değildir.
Dördüncü soru, ekonomik mücadelenin devrimcileştirilmesi veya ekonomik mücadelenin siyasi mücadeleyle birleştirilmesidir. Konuşmamda, bu sorunun ekonomik taleplere mekanik olarak siyasi sloganlar eklemekle çözülemeyeceğini belirtmiştim. Bu konuda haklı mıydım? Sanırım haklıydım. Çünkü sorun karmaşıktır ve genel olarak, birincisi, ekonomik mücadele sırasında, bu mücadelenin yürütülmesiyle doğrudan ilişkili siyasi sloganların nasıl ortaya atılacağını biliyoruz, ikincisi, (örneğin Almanya’da şu anda acil ekonomik kararlara karşı yürütülen mücadelelerde kullanılan sloganlar, bu acil kararların yaratıcısı Papen Hükümeti’nin devrilmesi yönündeki slogan gibi) ekonomik mücadelelerle doğrudan ilişkili siyasi sloganlar kullanıyoruz. Fakat en önemli şey, devrimci mücadele biçimlerinin kullanılmasıdır. Bir kez daha görüşlerimi pratiğimize dayandıracağım. Freiwaldau olayını ele alalım. Bu başlangıçta hem çalışan, hem işsiz olan işçilerin katıldığı ekonomik bir mücadeleydi. Devlet güçleri bu greve karşı önlemler aldı. Grevleri ve gösterileri yasakladı. İşçiler buna boyun eğmedi. Yasağa rağmen bizim önderliğimizde greve gitti ve gösteri yaptı. Sonuçta ateş açıldı. Kadın erkek sekiz işçi, jandarmalar tarafından vurularak öldürüldü. Buna verilen yanıt ne oldu? Bütün bölge çapında üç gün süren kitlesel siyasi grev. Bütün bölge, öldürülen işçiler gömülünceye kadar işi bıraktı. Ülke çapında bir dalga halinde, 150’den fazla siyasi protesto grevi, yüzlerce gösteri ve emekçi nüfusun bütün kesimlerinden binlerce protesto ve açıklama oldu. Bu, bizim liderliğimizde, bizim çağırımız üzerine ve bizim sloganlarımızla gerçekleşti. Peki, sonuç ne oldu? Bütün ülke çapında belli bir süre terörizme ara verildi. Freiwaldau, siyasi önemi yüksek bir olay haline geldi. Ya da Karpatya Ukraynası olayını ele alalım. Bu başlangıçta emekçi ve köylü kitlelerin, ekmek için, mısır için, iş için, vergilerin hafifletilmesi için vb. yürüttükleri ekonomik bir hareketti. Aynı zamanda ulusal ve siyasi sloganlar da vardı. Ne var ki ekonomik talepler ağır bastı. Biz nasıl başladık? Kelimenin tam anlamıyla ev ev dolaşıp, her işçi ve köylü ailesi için somut talepler ileri sürdük. Bu talepler için yüz binden fazla imza topladık. Daha sonra her köy için talepleri somut olarak formüle ettik. Bunları köy toplantılarında teyit ettirdik ve yerel yönetimlere sunduk. Bunlar bütün köy emekçileri kitleleri tarafından desteklendi. Birkaç köy bir araya gelip birleşti ve talepleri binlerce köy emekçisinden oluşan kitlenin başında bölge yetkililerine sunduk. Daha büyük kitleler toplayıncaya kadar bir süre bekledik ve ardından bölge merkezlerine yürüdük.
Bu arada icra memurlarını köylerden kovalamaya başladık. Ceplerinde birkaç kron kalmış olmasına karşın halk vergi ödemeyi kesti. Büyük kitleler halinde ormanlara gitmeye ve kendilerine odun almaya, sığırlarını toprak ağalarının otlaklarına sürmeye, ormandaki kapalı otlakları ve çayırları açmaya vb. vb. başladılar… Bütün bunları gerek devlet güçleri, gerek işçiler ve köylüler açısından nazikçe gerçekleştirmek olası değildi. Çeşitli defalar ateş açıldı ve bazen askeriye çağrılmak zorunda kalındı. Aynı zamanda ülke çapında büyük bir protesto ve dayanışma kampanyası yürütüldü. Bunun yanında yalnızca Ukrayna ve Slovakya’da değil, aynı zamanda Çek ve Alman bölgelerinde de siyasi protesto grevleri ve gösterileri yapıldı. Peki, sonuç ne oldu? Karpatya Ukraynası’nı Pilsudski yöntemleriyle pasifleştirme çabalarının geçici olarak boşa çıkarılması, tek tek bölgelerde mülklere el konulmasının gerçekten durdurulması, ormanların gerçekten değerlendirilmesi, kiraların ve borçların gerçekten ödenmemesi, maddi alanda belli oranda rahatlama ve Komünizme verilen oylarda yüzde 46 oranında artış. Bütün bunlarda biz, Parti, baştan sona, her adımda, bir aşamadan ötekine liderdi. Kuzeybatı Bohemya hakkında başka bir şey söylemeyeceğim. Burada geniş kitlelerle birlikte, bütün bölgede ilk gösterilerden başlayarak genel greve kadar, hükümetin terörist yöntemlerine karşı her adımda, her darbede nasıl karşılık verdiğimizi ve bunun bütün ülkede nasıl dayanışma eylemleri ve protesto dalgasına yol açtığını konuşmamda hâlihazırda belirtmiştim, işte bu nedenledir ki ekonomik mücadeleye önderlik ettik ve bunu siyasi mücadeleyle bütünleştirdik. Buna “ekonomizm” demek isteyen varsa, varsın desin.
Bu yüzden, bu konuda varmamız gereken sonuç şu olmalıdır: Ekonomik mücadeleyi, mekanik bir şekilde siyasi sloganlar atmak suretiyle değil, ekonomik ve siyasi sorunları organik olarak bütünleştirerek ve her şeyin de üstünde siyasi ve ekonomik talepleri gerçekleştirme konusunda militan önlemler ve militan yöntemler uygulamak suretiyle devrimcileştirebiliriz.
Beşinci soru reformist sendikalar içindeki çalışmalarımızla ve bu çalışmanın yöntemleriyle ilgilidir. Kızıl sendikalarımızın yönergesinden söz edildi burada. Yönergede Kızıl sendikaların, reformist sendika gruplarını işçilerin çeşitli kısmi talepleri için yürütülen mücadeleye katılmak üzere kitle halinde kazanmaları için çalışmaları gerektiği vurgulanmaktaydı. Bu yönerge bir hata olarak tanımlanmıştır. Bu doğru mudur? Bence değil. Konuya bir bakalım. Birincisi, reformist sendikaların bütün gruplarını sınıf mücadelesine ve birleşik cepheye kazanmak olası mıdır? Evet olasıdır. Çünkü şu anda radikalleşme süreci, yalnızca örgütlü reformist üyelerin değil, aynı zamanda fonksiyonerlerin saflarına da derin bir şekilde girmiştir. İkincisi, bu, işverenlerle ve onların uşaklarıyla el ele çalışan ve çeşitli grupların liderlikleri arasında bile sayıları az olmayan, çürümüş ve yola gelmez unsurlara teslim olmaya hazır olduğumuz anlamına mı gelir? Hayır. Yukarıda sözü edilen yönergede şunları okuyoruz:
“Çeşitli işletmelerdeki ve yörelerdeki geniş işçi kitlelerini harekete geçirmek, reformist sendika gruplarının çalışmalarındaki zaafların ve engellerin yoldaşça ancak açıkça eleştirilmesi, işçi sınıfı birliğinin açık düşmanlarını temsil eden reformist liderler ve yozlaşmış işçi fonksiyonerlere karşı yürütülen açık mücadele, bunlar, bütün çalışmalarımızı yönlendirmesi gereken temel ilkelerdir.”
Üçüncüsü, reformist sendika gruplarının kazanılabilmesi için, reformist sendikalarda örgütlenmiş işçiler tarafımıza en iyi şekilde nasıl kazanılabilir? Bu işçilerin günlük sınıf çıkarlarını savunmak suretiyle. Bundan da reformist sendikalardaki çalışmamızın içeriğinin, tam da bu sendikalarda örgütlü işçilerin çıkarlarının savunulması, bunların çıkarlarının işverenlere, devlete ve tabii ki aynı zamanda sendika bürokratlarına karşı savunulması olması gerektiği ortaya çıkar. Bu sonunculara karşı yürütülen mücadele sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur.
Reformist sendikalardaki çalışmalarımızın yöntemleri konusuna gelince, birleşik cepheyle ilgili olarak söylenenler, gerekli değişiklikler yapılmak suretiyle öz olarak burada da geçerlidir: Reformist sendikalardaki işçiler arasında hoşnutsuzluğa yol açan bütün noktaların ele alınması; hain liderliğe karşı muhalefetin örgütlenmesi için her şeyden yararlanılması; kitleler arasında olup biten her şeyle ilgili olunması ve bunların farkına varılması. Bir yandan amaçlar ve ilkeler konusunda açıklığı korurken, diğer yandan somut sorunları ve sloganları ileri sürerken ve örgütsel yöntemleri uygularken büyük ölçüde esneklik gerekmektedir.
Başka bir nokta daha: Reformist sendikalardaki geniş muhalefet hareketi, Kızıl sendikal hareketin ayrılmaz bir parçasını mı oluşturmaktadır? Bu muhalefeti biz yönlendirdiğimiz sürece tabii ki oluşturur!] Bunun resmen ilan edilmesi mi gerekir ve esas konu bu mudur? Hayır. Muhalefet hareketinin Kızıl sendikal hareketle resmi birliği, her şeyden önce, şu ya da bu muhalefet hareketindeki devrimci olgunluk sorunudur.
Bu nedenle bu sorunla ilgili olarak vardığımız sonuç şudur: Reformist sendikalardaki çalışmamızın içeriğini, bu sendikalarda örgütlenmiş işçilerin günlük sınıfsal çıkarlarını, yalnızca işverene karşı değil aynı zamanda sendika bürokratlarına karşı da savunmak oluşturur. Bu çalışmada uygulanacak yöntemler esas olarak genelde birleşik cephe hareketinde uyguladığımız yöntemlerle aynıdır. Çalışmanın amacı reformist sendikalarda örgütlenmiş işçilerin çoğunluğunu tarafımıza kazanmaktır. Aidatlı ya da aidatsız olması, ikincil önemde bir sorundur.
Altıncı ve son soru, Çek-Slovakya Partisi liderliğinin, Almanya Komünist Partisi ve onun liderliğiyle olan ilişkisiyle ilgilidir. Alman Partisi’nin uygulamalarından somut örnekler aldık ve bunları eleştiriye tabi tuttuk. Burada Alman Partisi’nin çizgisinin doğru olduğunu belirtmek istiyoruz. Ayrıca Komintern’le ve Komünist Enternasyonalin bütün diğer partileriyle görüş birliği halinde, Alman Partisi’nin liderliğini tüm gücümüzle destekliyoruz.
Alman Partisi’nin ne kadar büyük güçlüklere karşı savaşması, ne kadar büyük engeller aşması gerektiğini göremeyecek derecede saf ya da ciddiyetsiz değiliz. Ayrıca tüm bu büyük güçlüklere karşın Alman Partisi’nin büyük devrimci hedeflerini gerçekleştirme yolunda ilerlediği görüşündeyiz.
Eleştirimizin amacı Alman yoldaşlarımıza bu yolda yardımcı olmaktı. Bu eleştirinin içeriğinin önemi tartışılabilir ve tartışılmalıdır da. Kötü olan ya da sitemlerden arınmış olmayan ya da yanlış yorumlamalara yol açabilecek hiçbir formülasyonda ısrar etmeyiz. Bu özellikle de iki sorun için geçerlidir: Almanya’da süre-giden mücadelelerin niteliğiyle ve faşizmin gelişme olasılıklarıyla ilgili formülasyonumuz. Açıkça belirtmek gerekir ki, Almanya’daki ekonomik mücadeleler, büyük ölçüde siyasi kitle mücadeleleriyle iç içe geçmiştir, birbirlerini karşılıklı olarak etkilemektedirler ve daha da yüksek biçimlere bürünmektedirler. Ancak ekonomik mücadele aşamasını atlamak olası değildir. Ulusal faşizm, işçi sınıfı kitlelerini büyük kitlesel mücadelelerde yönlendirebildiğimiz oranda ve aynı hızla parçalanacaktır. Ancak Ulusal-faşistlerin otomatik olarak yıkılacağını sanmamamız gerekir. Eleştirimizi Alman Partisi’nin çizgisine ve Alman Partisi’nin liderliğine karşı bir silah olarak kullanma yönündeki her türlü çabaya karşı en kararlı bir şekilde savaşacağız.
Bu nedenle bu konuyla ilgili olarak vardığımız sonuç: Alman Partisi ve onun liderliğiyle dayanışma içindeyiz.
Sonuç olarak. Lozovski yoldaş bize iki tavsiyede bulundu: Başarı anında zafer sarhoşluğuna kapılmamak, burnu büyük olmamak ve öğrenmeye daima hazır olmak. Kesinlikle aynı görüşteyiz ve yaptığımız da budur. Zayıf yönlerimizi biliyoruz ve bunları aşmak için tutarlı bir şekilde çalışıyoruz. Aynı zamanda öğreniyoruz da. Bunu ispatladık ve ilerde tekrar ispatlayacağız.
Partimiz, Çek-Slovakya proletaryasını zafere yönlendirecektir.

Kasım 2001

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑