İşçi sınıfı ve emekçilerin partisinin temel örgütleri fabrika örgütleridir. (Fabrika örgütlenmesi, yazı boyunca iki kavramı sürekli tekrar etmemek açısından, aynı zamanda işyeri örgütlenmesi anlamında da kullanılmıştır. Ele alınan konuların, aynı zamanda kamu hizmetleri alanındaki kamu emekçilerinin mücadele ve örgütlenmeleri açısından da büyük oranda geçerliliğini koruduğunu unutmamak gerekir.) Çalışan, güçlü ve yaygın fabrika örgütlerine sahip olmayan bir işçi-emekçi partisinin; burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadeleyi, diğer emekçi sınıfları da etrafında birleştirerek yönetme, ilerletme ve daha ileri bir eylem ve örgüt düzeyine yükseltme şansı yoktur. Bir başka deyişle; işçi sınıfının partisinin fabrikalardaki örgütlü gücü; sermayenin saldırılarının püskürtülmesi, egemen sınıflardan yeni tavizlerin koparılması ve yeni haklar elde edilebilmesini doğrudan belirler.
Dahası, işçi-emekçi hareketinin lokalliği aşarak birleşik bir harekete dönüşmesi, siyasallaşması gibi son dönemlerde sıkça üzerinde durduğumuz zayıflıkların aşılmasında tayin edici güç, sınıfın partisinin fabrikalardaki gücüdür.
Başta ABD’li olmak üzere uluslararası emperyalist tekellerin mali tetikçileri olan IMF ve Dünya Bankası (DB) ile onların yerli işbirlikçilerinin, işçi sınıfı ve emekçilere yönelik artan saldırıları, bu saldırıların püskürtülmesi ve emekçilerin kurtuluşu mücadelesinin zayıflıkları, fabrika örgütlenmesinin önemini güncel zayıflıklarıyla birlikte bir kez daha ele almayı önemli kılmaktadır.
Konuya girerken, fabrika örgütlerinin, neden işçi sınıfı partisinin temel örgütleri olduğu sorusunun yanıtını vermek anlamlı olacaktır.
SINIF MÜCADELESİNİN ARENALARI: FABRİKALAR
Kapitalist üretim süreci içerisinde emek sömürüsünün gerçekleştiği temel birimler fabrikalardır. İş gücünü kapitaliste belirli bir ücret karşılığında satan işçi, herhangi bir metanın üretimi için gerekli emek zamanını fabrikalarda geçirir. Dolayısıyla fabrikalar; artı değerin yaratıldığı ve kapitalist tarafından el konulduğu dev sömürü çarkının dişlileridir.
Emek ile sermaye, kapitalist ile işçi arasındaki sömürü ilişkisinin, çelişki ve çatışmaların en açık haliyle ortaya çıktığı, yaşandığı, yeniden ve genişletilmiş yeniden üretiminin gerçekleştiği alanlar olan fabrikalar, aynı zamanda sınıf mücadelesinin arenalarını oluşturur.
“Kapitalizm, tarihinde ilk kez, insan toplumunu, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olanlarla, kullandıkları üretim araçlarının sahibi olmayan ve emek güçlerini satarak yaşayan sınıflara bölmüştür. Kapitalizm, yalnızca, üretim araçları üzerinde özel mülk sahibi olan kapitalist sınıfları değil, aynı zamanda, mülksüzleştirilmiş işçi yığınlarını da yaratmıştır. Böylece, sermaye sahipleri ile işçiler arasında, toplumsal hayatın diğer bütün ilişkilerini de belirleyen bir mücadele başlamıştır.” (EMEP Programı)
Ekonomik, siyasal ve ideolojik bütün alanlarda süren bu mücadelenin günlük tezahür ettiği, sonuçlarının en çarpıcı şekilde görüldüğü alanların başında da fabrikalar gelir. Şüphesiz fabrikaların temel örgüt alanı, fabrika parti birimlerinin de temel parti birimleri olmasının objektif nedenleri bunlara bağlıdır, ancak bunlarla sınırlı değildir.
Fabrikalar, işçilerin üretim süreci içerisinde zorunlu olarak bir arada bulunduğu doğal örgüt alanlarıdır aynı zamanda. İşçilerin birbirlerini tanıdıkları, üretim içerisinde aynı kaderi paylaştıkları, sınıf çıkarlarının aynı olduğunu ilk gördükleri, kapitalist sömürüye karşı birlikte hareket etmek gerektiği fikrini ilk keşfettikleri ve sürekli yaşadıkları alanlardır fabrikalar. İşçiler fabrikalarda, kapitalistin bütün engelleme girişimlerine, baskılarına ve tehditlerine rağmen, burjuva propagandanın etkisi ve kendiliğinden bilincin sınırları içerisinde, dünya ve ülkede yaşanan olayları canlı bir biçimde tartışırlar. Dahası, sömürüye karşı ortaya çıkan kendiliğinden tepkiyi, öfkeyi bu alanlarda dışa vururlar ve eyleme, örgüte dönüştürürler.
Sınıf mücadelesinin arenaları olarak fabrikaların önemini gösteren daha birçok unsur sıralanabilir. Ancak bütün bu genel ve objektif hususlar bile sınıf partisinin, işçilere, kapitalist sömürünün nasıl işlediği ve ondan neden kurtulması gerektiğini kendi deneylerinden kalkarak öğretebileceği en uygun alanların fabrikalar olduğu gerçeğini göstermeye yeter. Bunun için bütün devrimci sınıf partileri gibi EMEP de, fabrikaları, temel örgütlenme alanı olarak görmektedir. Bu, partinin politika ve taktiklerinin, çağrılarının işçi hareketine egemen olabilmesi açısından zorunlu olduğu gibi, işçi sınıfının çalışma disiplininin, fedakârlığının, mücadeleci ve devrimci ruhunun sınıf partisine egemen olması, partinin sınıf içerisinden kazanılan yeni güçlerle donanması açısından da zorunludur.
FABRİKALARA YÖNELİK ÇALIŞMANIN BAZI SORUNLARI
EMEP’in fabrika örgütlenmesinde yaşadığı zayıflıklar başlı başına bir yazı konusu olacak genişlikte ve zenginliktedir. Ancak biz burada başlıca birkaç hususa dikkat çekmek istiyoruz.
Fabrika örgütlenmesinde yaşanan zayıflıkların bugün için gelip düğümlendiği yer; sorunun teknik bir sorunmuş gibi kavranmasında yatmaktadır. Bunun için de eksikliklerin, zayıflıkların aşılmasının; belirli bir istikrar içerisinde sürdürülen fabrika örgütlenmesinin, sınıflar mücadelesinin yukarıda ortaya konulan çok yönlü özelliğinin, bir ve aynı halkasının parçalan olarak değil de, tekil ve indirgenmiş sorunlar olarak ele alınmasında görülebilmesidir.
Örneğin, belirli temel fabrikalara partinin gerekli görevlendirmeleri yapıp yapmaması, zayıflıkların çözülüp çözülmemesinin belirleyici yönü olarak görülebilmektedir. Bu durum fabrika örgütlenmesinde; bütün ayrıntıların ustaca dikkate alınması, “kör gözüm parmağına” işlerin unutulmamasının işlerin yolunda gittiği değerlendirmelerine neden olmaması; sabırlı, inatçı, sarsılmaz bir iradeyle sürdürüldüğünde sonuç alınabilecek bir çalışmanın, “yapıyoruz, yapıyoruz olmuyor” gibi değerlendirmelerle sıradanlaştırılmaması gibi gerçeklerin unutulmasına neden olabilmektedir. Bu da fabrikalara yönelik faaliyet içerisinde yakalanan işçi ilişkilerinin, yaratılan etkinin örgüte dönüştürülmesinin önündeki her tür gerici engelle mücadele etme tutumunun yerine, mevcut durumun giderek doğal ve kabul edilebilir olarak değerlendirilmesinin konulmasına neden olabilmektedir. Hal böyle olunca da, fabrika örgütlenmesinin teknik bir sorun olmaktan çıkıp, işçi sınıfının partisinin bütün birikiminin maddi bir güce dönüşmesinin olmazsa olmaz koşulu olarak kavranması mümkün olmamaktadır.
Son dönemlerde yaşanan canlı bir örneği ele alacak olursak: Fabrikalardan oluşan ve EMEP’in çalışmaları açısından öncelikli olduğu defalarca ve defalarca vurgulanan bir bölgede önemli bir grev yaşanıyor. Bu bölgede bulunan ana işletmelere yönelik gerekli görevlendirmeler ve iş bölümü yapılmış. Ancak, bu bölgede bulunan diğer fabrikalarda çalışan partili işçiler, günlerce süren grev boyunca, grevin yaşandığı işyerine bir kez dahi olsun uğramıyor; çalıştıkları işyerlerindeki işçilerin, olabilecek en çok katılımla bu grevi desteklemesi için somut bir adım atmıyor ve gerekli çağrıları yapmıyor.
Bu durumdaki bir fabrika işçisi partilinin veya bir parti fonksiyonerinin, fabrika örgütlenmesini teknik bir sorun olarak değil de, sınıflar mücadelesinin arenasında, sınıf partisinin ve emekçi sınıfların, sermayeye karşı mücadelesinde temel bir alan olarak kavradığını söyleyebilir miyiz? Elbette ki, devrimci sınıf partisinin amaçlarını ve bu amaçlara ulaşmada kat edilmesi gereken yolu doğru, çok yönlü ve işçi-emekçi hareketini ilerletici bir temelde kavrayan partili açısından bu sorunun yanıtı, hayır’dır.
Kaynağını aynı eksik kavrayıştan alan bir başka yanlış tutum da; fabrikalara yönelik örgütlenme çalışması yürüten sorumlu parti görevlilerinin, günlük işlerini ve çalışmanın ufkunu, fabrikada bulunan parti üye veya az sayıdaki işçi ilişkileri ile görüşmekle sınırlamasıdır. Bu sınırlama, gerek sorumlu parti kadrosunu gerekse fabrikadaki üye ve işçi ilişkilerini rutinleştirmekte, ilerletici olmaktan uzaklaştırmakta, öğretici bir politik örgüt çalışmasının canlılığından mahrum bırakmaktadır. Kendini daraltıp, politik rahatlık, cesaret ve zenginlikten uzaklaştıkça, sıkıntılı bir ruh haliyle kendine eziyet etmenin dışında hiçbir sonuç doğurmayan bu tutum terk edilmedikçe de verimli ve kendini yenileyen bir çalışma yürütmek imkânsızdır.
Yapılması gereken açıktır; parti üyesinin olduğu fabrikalarda, üyeler; “çalıştığı bölümle işe başlamalıdır. Her parti üyesi öncelikle kendi bölümündeki parti çalışmasını örgütlemelidir. Öncelikle bölümde kiminle çalıştığını bilmelidir. Eğer söz konusu bölümde 50 kişi çalışıyorsa, parti üyesi öncelikle bu 50 kişinin kim olduğunu saptamalıdır. Bu kendisinin ilk parti yükümlülüğüdür.” (3. Enternasyonalde Örgütlenme Sorunu adlı kitaptan.) Ancak kuşkusuz bununla yetinilemez. (Söz konusu kitabın okunması, çeşitli dönemlerde EMEP GYK’sı tarafından bütün örgütlere tavsiye edilmiştir. Bu çağrıyı bir kez daha bu vesileyle hatırlamakta fayda var.)
Parti üyesi bulunsun veya bulunmasın, temel fabrikalara yönelik çalışmada, partinin ilçe örgütlerinin ve mahalle gruplarının olanaklarını yeni işçilerle tanışmak için kullanmalı, sendikalı bir fabrika ise (en gerici sendika dahi olsa), sendikaya, temsilciliğe gidip gelen işçilerle tanışmak, işçilerin oturdukları semtleri, evleri, işçilerin gittiği kahveleri tespit ederek, iş dışında kalan zamanını buraları gezerek, yeni işçilerle tanışmak için değerlendirmelidir, işyerinde şu veya bu siyasi partiden etkinlenmiş işçilerle, ülke ve dünyada yaşanan sorunlar üzerinden tartışmalar örgütlemek, işbirlikçiler, muhbirler dışındaki her işçiyle, açık parti kimliğiyle konuşmalı, hükümetin ve patronların açıklamalarını, izlenen politikaları sorgulayıcı sohbetler yapmalıdır. İşçilerle politika yapma ve sorunları tartışarak, talepler için mücadele etmek ve örgütlenmenin zorunluluğunu işçilere anlatmayı, “aşamalı bir iş” olmaktan çıkarıp, temel bir tarz haline getirmek gerekir.
Bütün dikkatini yukarıda belirtilen temelde yürütülecek bir çalışmaya yoğunlaştırmış bir partilinin, az önce belirtilen olumsuz sonuçlarla karşılaşması söz konusu olmayacaktır.
Burada önemli bir hususa daha dikkat çekmek gerekiyor. Sınıf partisinin çalışma ve örgütlenmesi içerisinde fabrikaların önemini yeniden ve yeniden hatırlamak, fabrikalara yönelik çalışmaların eksikliklerini ve zayıflıklarını çeşitli yönleriyle defalarca ve defalarca değerlendirmek; “yeter artık, hep aynı şeyleri konuşuyoruz” gibi, sebatkâr, inatçı ve kararlı bir parti örgütçüsüne, yöneticisine yakışmayacak tutumlarla karşılanamaz. Kaldı ki, bugüne kadar EMEP’in merkezi düzeyde ve yerel düzeylerde açmış olduğu kampanyalar, sınıf hareketinin tarihinde önemli yer tutan günlerde, işçi sınıfı ve emekçilerin sokak eylemlerinin örgütlenmesinde yaşanan sıkıntılar ve daha bir dizi konu ele alındığında, yaşanan zayıflıkların ve sıkıntıların gelip dayandığı yer; fabrika çalışmalarında ve örgütlenmesindeki gerilik değil midir? Hatta az sayıda fabrikada parti örgütü olmasından çok, var olan fabrika örgütlerinin gerek sayıca az işçiye dayanması gerekse aktivitelerinin az olması gibi temel bir sorunla yüz yüze olduğumuz reddedilebilir mi?
O halde, fabrikalarda parti örgütlerinin güçlenmesi, yaygınlaşması ve bunun her geçen gün ortaya çıkan yeni yönlerinin tartışılması konusu; işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin, egemen sınıflara karşı galebe çalacağı güne ve hatta daha sonraki döneme kadar da geçerliliğini koruyacaktır. Dolayısıyla, sınıf partisinin fabrika örgütlenmesinin sorunlarının, zayıflıklarının ve ihtiyaçlarının her dönem bütün yönleriyle yeniden ve yeniden değerlendirilmesi, sonuçlar çıkarılması, hedeflerin yinelenmesi, yeni görev ve sorumluluklar belirlenmesi rutin bir iş değildir, ilerlemek, büyümek ve sonuca ulaşmak isteyen devrimci bir partinin sürekli yapmaktan kaçınamayacağı bir iştir.
EMEP’in 2. Genel Kongre Kararları arasında yer alan, “fabrikalar toplamı bir parti olmak” konusundaki hedefine doğru ileri, devrimci bir adım atmak, fabrika örgütlenmesini teknik bir sorun olarak değil, sınıflar mücadelesinin günlük olarak sürdüğü temel alanlar olarak görmekten geçmektedir.
İŞYERLERİNDE MÜCADELE KOMİTELERİNİN KURULMASININ ÖNEMİ
Bugün gelinen süreçte işçi, emekçi hareketinin ileriye yönelik adımlar atmasında yukarıda ortaya konan temelde bir fabrika çalışmasının sürdürülmesinin temel bir önemi vardır. Fabrikalardaki bu çalışmanın güncel bir hedefi de, işyeri komitelerinin oluşturulması ve sendikal hareket de dâhil, inisiyatifin işyerleri düzeyinde ileri, sınıf bilinçli işçi önderleri tarafından ele alınmasını sağlamak olmalıdır.
EMEP son dönemlerde, sermayenin kazanılmış haklara yönelik saldırılarının püskürtülebilmesi ve yeni haklar elde edilebilmesi için, işçi, emekçi hareketinin lokallik ve siyasallaşamama gibi iki temel zayıflığının aşılmasının zorunluluğuna dikkat çekmiştir.
İşçi, emekçi hareketinin Mart ayından bu yana yaşanan seyri içerisinde, bu zayıflığın aşılamasında önemli imkânlar sunan gelişmelere işaret etmiş, Emek Platformu’nun ve aldığı kararların bu açıdan nasıl ele alınması gerektiği üzerinde durmuştur. Mart ayının ilk günlerinden başlayarak, birleşme ve saldırıları püskürtme amacıyla sokağa yönelen işçi, emekçi mücadelesinde 1 Mayıs’a kadar yaşanan yükselme süreci, Mayıs ayından itibaren yerini yeniden lokal eylemlere bırakmıştır. Cam iş kolunda yaşanan ve Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanan grev, Sümerbank işçilerinin uzun süredir devam eden eylemleri, Tuzla deri işçilerinin TİS’lere ilişkin eylemleri, Tekel ve Telekom işçilerinin küçük çaplı gösterileri, belediyelerde çalışan işçilerin ücretlerinin ödenmesi ve işten atmaların durdurulması için yaptıkları eylemler, kamu emekçilerinin grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı için yürüttükleri mücadele, kamu bankalarının tasfiyesine karşı banka çalışanlarının gerçekleştirdiği eylemler, birleşemeyen ve lokal düzeyde kalan işçi-emekçi mücadelesinin son iki ay içerisindeki belli başlı örnekleridir.
İşçi emekçi hareketinin birleşme ve siyasallaşma eğilimi içerisine girdiği her dönemde olduğu gibi bu süreçte de sermaye örgütleri, hükümet ve sendikal bürokrasinin işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini bastırma, dağıtma, zayıflatma ve geriletme çabaları sonuç vermiş, hareketin birleşme ve yükselme eğiliminin önü kesilmiştir. İşçi sınıfının fabrikalar temelinde örgütlenmiş, inisiyatifi ele almış örgütlü gücünün zayıflığı (gerek sendikal örgütlenme açısından, gerekse sınıf partisinin örgütlülüğü açısından), egemen sınıflar ve sendika bürokrasisinin bu çabalarının boşa çıkarılamaması sonucunu doğurmuştur.
Şüphesiz EMEP, bu süreç içerisinde fabrika örgütlenmesinin önemi, işyerlerinde mücadele komitelerinin oluşturulmasının gerekliliği üzerinde durmuş, yürüttüğü aydınlatma çalışmasında bunun önemine özellikle dikkat çekmiştir. Ancak bu, geçmişten bu yana süren zayıflıklardan dolayı, ileri işçilerin, sınıfın partisinin güçlerinin ve emekçi yığınların hazırlıksızlığını ortadan kaldırmaya yetmemiştir.
Mart ayından günümüze kadar gelen süreç içerisinde işçi, emekçi hareketinin izlediği bu seyir, sınıf partisinin ve ileri işçi kuşağının fabrika örgütlenmesinin önemini bir kez daha bütün ağırlığıyla omuzlarında hissetmesine neden olmuştur. Gelinen yerde işçi, emekçi hareketinin lokallik ve siyasallaşamama gibi iki temel eksikliğini aşma doğrultusunda yol alabilmesi için yakalanacak ana halka, yukarıda ortaya konan temelde fabrikalardaki parti örgütlenmesini ilerletmek ve işçi önderlerinin mücadele komiteleri şeklinde örgütlenmelerini sağlamaktır. Yazının girişinde ortaya konan ve fabrika çalışmasının öneminin objektif nedenlerine dikkat çeken olgulara, işçi, emekçi hareketinin son birkaç aylık süreçteki seyrinin gösterdiği bu güncel olgular da eklendiğinde, bunun vazgeçilemezliği daha bir açıklıkla kavranacaktır.
Bugün gelinen noktada işçi, emekçi mücadelesinin ileriye doğru hamle yapmasında en çok karşılaşılan sıkıntı, sendikaların üst yönetimlerinin işçi tabanını, işçilerin de sendika yönetimlerini eleştirmekle sınırlı bir tutumun ağırlık kazanmasıdır. Adeta fasit bir daire içerisinde dönmeye neden olan bu tutumun taraflarından hangisinin haklı hangisinin haksız olduğunu tartışmanın artık çok bir anlamı yoktur. Mesele, durumdan kurtulup, ilerlemek için yapılması gerekenin ne olduğunu görmek ve bu yolda somut adımlar atmaktır.
İşçi hareketinin lokalliği aşması ve siyasallaşmasında, işyerlerinde kurulacak mücadele komitelerinin önemine yaptığımız vurgu bu konuda da geçerlidir.
Mücadeleci, sınıf bilinçli ileri işçi kitlesinin, sendikal bürokrasinin işçi hareketini zayıflatan rolü hakkında önemli bir pratik deneyimi söz konusudur. Bu birikime sahip bir işçi hareketinin, sendikal bürokrasinin sınıf karşıtı uğursuz rolünü, birleşik işçi-emekçi mücadelesinin önündeki engel olarak tekrarlayıp, kendi yapabileceklerini yapmaktan uzak durması, emek düşmanı cephenin işini kolaylaştırmaktan başka bir anlam ifade etmez olmuştur. TİS süreçleri, grev dönemleri, işten atmalar, özelleştirmeler de dâhil, işçi önderleri fabrikalarda mücadele komiteleri oluşturarak duruma el koymadığı sürece durumu değiştirmek mümkün olmayacaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerin karşı karşıya oldukları sorunlar ve saldırılar, sendikal bürokrasiyi ve onun ayak oyunlarını suçlamanın ötesine geçen bir tutum ve inisiyatifle mücadele etmeyi zorunlu kılmaktadır.
Adana, Mersin ve İskenderun’daki çimento işçilerinin TİS’ler konusunda Çimse İş sendikasının yöneticilerinin tutumuna karşı ortaya koydukları tavır bu açıdan öğreticidir. İşçi basınına yansıyan haberlerden anlaşılan odur ki, sendika merkez yönetimi TİS’lere ilişkin işçilerin aleyhine bir anlaşmayı imzalama eğilimindedir. Bunu duyan işçiler hemen harekete geçip, sendika şubesini basarak “ya bizim yanımızda yer alın, ya da çıkın gidin” diyerek duruma müdahale etmiştir. Sendika merkez yönetimi işçilerin bu tutumu karşısında, anlaşma yapıldığını inkâr etmiş, işçiler olası bir oyunu bu tutumlarıyla bozmuştur.
Yine İzmir Sümerbank işçileri, günlerdir sürdürdükleri direnişin diğer sınıf kardeşleri tarafından sahiplenilmesini sağlama görevini sendika yönetimlerinden beklememiş, kendileri değişik işkollarındaki fabrikaları ziyaret ederek işçileri mücadeleye çağırmıştır. Beykoz Deri Kundura işçilerinin, Bursa Merinos işçilerinin, Aslantaş, lastik ve belediye işçilerinin mücadeleleri benzer yönleriyle sıralanabilecek diğer örneklerdir.
Sadece güncel bu örnekler bile, fabrikalarda ileri işçilerin mücadele komiteleri kurarak ya da bir biçimde inisiyatifi işyerleri düzeyinde kendi ellerine alarak, gidişata müdahale etmenin zorunluluğunu görmeleri açısından çarpıcıdır. Bu müdahaleler çoğaldıkça; sınıf hareketinin ilerlemesinin önündeki engelleri aşmak, dün yaşanan sorunları tekrar yaşamamak ve egemen sınıflar karşısında yeni bir mevzide birleşik mücadeleyi aşağıdan örerek ilerlemek mümkün olacaktır.
Fabrikalarda örgütlenme çalışmasında önümüzdeki dönemin temel işlerinden birisi bu gerçeğin ileri işçi kuşakları tarafından kavranması, bu doğrultuda harekete geçilmesinin sağlanması olmalıdır. İşçi hareketinin mücadele birikimini kabalaştırmak, her seferinde benzer zayıflıklardan kaynaklanan sonuçlarla yüz yüze gelmemek, ancak böyle bir yönelimle mümkün olacaktır.
İleri işçi kuşaklarının fabrikalar temelinde işyeri mücadele komiteleri oluşturması, aynı zamanda, sınıf partisini de güçlendirecektir. Çünkü sınıf partisinin fabrika örgütlenmesini güçlendirmesiyle, işçilerin fabrikalar düzeyinde inisiyatifi ele almaları, birbiriyle iç içe geçmiş iki olgunun, birbirini güçlendirerek, işçi hareketinin ilerlemesine hizmet etmesi anlamını taşımaktadır.
SINIFTAN YANA, MÜCADELECİ SENDİKACILIK İŞ YERLERİNE DAYANMALIDIR
Sınıftan yana, mücadeleci sendikacılığın gelip dayandığı yer de, yukarıda ortaya konan anlayışla hareket etmeyi gerektiriyor.
Belli sayıdaki mücadeleci, sınıftan yana sendikacının da işçi kitle hareketinin ilerlemesinin sorunlarını kendilerinin dışında oldukları bir sorun olarak görmeleri ve işçilerin duyarsızlığı gibi gerekçelerle açıklama yanlışına düşmeleri, yaptıklarını yeterli kabul etmeleri vb. olgular hiç de az karşılaşılan durumlar değildir.
Oysa sınıftan yana, mücadeleci sendikacılık, sendikal hareketi fabrika temeline oturtmayı zorunlu kılmaktadır. İşçileri, fabrika temelinde işyeri temsilcilikleri ve mücadele komiteleri aracılığıyla eğitmek, sermayenin saldırılarını püskürtebilmek ve daha ileri mücadelelere sınıfı hazırlamak ancak ve ancak fabrikaları merkezine alan, dişe diş bir mücadeleyle, usanmaz bir çabayla mümkün olacaktır.
Emek Platformu’nun son dönem eylem kararlarının işyerlerinde hayata geçirilmesinde, eylemlerin yeterli yaygınlık ve kitlesellikle gerçekleşmesinde yaşanan zayıflıkların kaynağında, fabrikalara dayanan bir sendikal örgütlenmenin cılızlığının büyük payı reddedilemez. O zaman, bu durumdan sonuçlar çıkarıp, gücünü fabrikalardan alan bir tutumu sendikal harekete hâkim kılma sorumluluğu, en başta sınıftan yana, mücadeleci sendikacıların omuzlarındadır.
Bir örnek verecek olursak, son yaşanan cam işçileri grevinde, iki ay önceden grev kararı işyerlerine asılmışken (bu aynı zamanda yasal bir zorunluluktur) ve grev başladıktan sonra küçümsenemeyecek bir süre geçmişken, grev komitesinin hâlâ kurulmamış olması gibi bir eksikliğin grevi zayıflatıcı rolü reddedilebilir mi? Oysa daha toplusözleşme dönemi yaklaşırken bu dönemi uygun şekilde karşılamak ve sözleşmenin ve maddelerinin “yukarıya” havale edilmeden “aşağıda” tabanda işçiler arasında tartışılmasını ve sahiplenilmesini sağlamak üzere toplusözleşme komitesi oluşturmak, grev kararı işyerinde asılır asılmaz, işçileri greve hazırlamak ve işçilerin inisiyatif almasını sağlamak için bu komiteyi grev komitesi olarak yeniden örgütlemek, hem sınıf bilinçli ileri işçilerin, hem de sınıftan yana, mücadeleci sendikacının takınması gereken bir tutumdur.
Sınıf partisinin örgütçüsüne düşen görev de, varsa fabrikadaki işçi üyeleri aracılığıyla yoksa açıktan yürüteceği aydınlatma faaliyetiyle, işçileri bu konuda bilinçlendirmek, bunun avantajlarını ve dezavantajlarını işçilere anlatmak, kendi bağımsız çalışmasıyla işçileri greve hazırlamaktır.
Sonuç olarak; IMF, hükümet ve büyük patronların artan saldırılarını püskürtmenin ve birleşik bir işçi hareketinin örülmesinin, gerek sendikal hareket gerekse sınıf partisi açısından mücadeleyi fabrikalara dayanarak yükseltmekten başka yolu yoktur.
Temmuz 2001