Yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinin ilerletilmesi üzerine

Üniversitelerde 2001–2002 öğrenim yılı başladı. Yükseköğrenim sisteminin gerek fiziki-teknik yapısını gerekse içeriğini belirleyen neoliberal eğitim politikalarının yarattığı çok yönlü tahribat, geçen dönem olduğu gibi, bu dönem de gündemde olacak. Altyapı sorunları başta olmak üzere (barınma, derslik, teknik yeterlilik vb.), eğitimin paralı hale getirilmesinin yarattığı problemler, kayıtlar döneminden başlayarak daha ilk günlerde eski ve yeni öğrencileri kuşattı.
Bütün dünyanın gündemine oturan ABD’deki saldırılar ve sonrasında siyasi ve ekonomik açıdan yaşanan gelişmeler de, yükseköğrenim alanına yansıdı. Ülkemiz egemen sınıfları, yaşanan olayları, üniversite ve bilim üzerindeki baskıcı, yozlaştırıcı, emek ve halk düşmanı hegemonyalarına uygun olarak kullanmaktan geri kalmayacaklarını hemen gösterdiler. Bunun ilk örnekleri, daha açılış günlerinde ortaya çıkmaya başladı.
“Yüksek Öğrenim Komutanlığı”nın (YÖK) başında duran Kemal Gürüz’ün, üniversite rektörlerine gönderdiği genelgede, egemen sınıfların işbirlikçi tutumları doğrultusunda, ABD’nin başını çektiği emperyalist savaş ve terör politikalarının savunulması için yaptığı uyarı, üniversite ve bilim tarihine geçecek yeni bir utanç belgesi niteliğindedir. YÖK Paşası Gürüz’ün genelgeyi yayınladıktan birkaç gün sonra katıldığı İstanbul Teknik Üniversitesi’nin açılış töreninde attığı nutuk ve emperyalist savaş karşıtlarına yönelik tehditleri de, emperyalist savaş ve terör destekçiliğinde ısrar edileceğinin ifadesi olmuştur.
Belli başlı üniversitelerin YÖK yetiştirmesi hocalarının televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında yaptıkları savaşçı açıklamaları da unutmamak gerekir. Bunlara benzer örnekler, önümüzdeki günlerde de yaşanacaktır.
Görülüyor ki, neoliberal eğitim politikalarıyla sermaye ve piyasanın hizmetine koşulan üniversitelerin, kapitalist sistemin ve liberalizmin ekonomik, siyasal ve sosyal alanlardaki vahşi, yıkıcı sonuçlarının “bilimsel savunuculuğu” ile çizilen görevlerine yenileri eklenmiştir. Emperyalist savaş ve terörün açık savunuculuğunu yapmak, toplumu bu konuda ikna etmek için gerekli “bilimsel çalışmaları” yürütmek, dünyada oluşturulmak istenen ve ülkemiz işbirlikçilerinin de bir bileşeni olduğu gerici cephenin ideolojik, politik tetikçiliğini üstlenmek.
Sadece bu özet tablo bile, yeni öğrenim döneminde üniversitelerin gündeminin sıcak ve yoğun olacağını söylemek açısından yeterli veriyi sunmaktadır. Dahası bu tablo, dünya ve ülke gündemini belirleyen olay ve olguların, üniversitelerin gündemini doğrudan belirleyeceği bir sürece girildiğine işaret etmektedir. Bu da, dünyanın, ülkenin ve toplumun gündeminden yalıtılmış gibi duran, yönetenlerin bunun için özel bir çaba sarf ettiği, skolastik bir yapı arz eden üniversitelerin yerini, güncel politika açısından daha canlı ve duyarlı bir akademik hayatın alması açısından yeni bir durum ortaya çıkarıyor.
Bütün bunlar, önümüzdeki dönem yükseköğrenim gençliğinin mücadele gündemi açısından da belirleyici olan hususlardır.
Bir yandan, yaşanan olay ve olgular, egemen sınıfların, üniversiteleri sürüklendiği halka yabancı, ülkenin çıkarlarını savunmaktan uzak, bilimin yozlaştırıldığı yapıyı daha da belirginleştirip, yıkım ve bozuşmanın yarattığı problemleri daha çarpıcı bir şekilde ortaya çıkarırken, öte yandan, üniversitelere bilimden, emekten ve ülkenin çıkarlarından yana bir tutumun egemen olmaya başlamasına olan ihtiyaç da yakıcılaşıyor.
Bu, birbirini koşullandıran karşıtlık içerisinde, egemen sınıfların ve YÖK’ün, üniversiteleri halkın değil sermayenin hizmetinde kullanmasının önüne geçmek, ülkenin çıkarlarına göre değil, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin çıkarlarına göre şekillenen bir yükseköğrenim yapısına dur demek için mücadele etme ve örgütlenmenin önemi ve olanakları da her geçen gün artıyor.
Emek Gençliği, biriktirdiği deneyler üzerinden, önümüzdeki dönem üniversitelerde yürüteceği çalışmayı, daha ileri, militan, canlı ve çok yönlü bir düzeye yükselttiği oranda; ortaya çıkan olanakları doğru değerlendirip yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinin ilerletilmesinde daha etkin bir rol oynayacaktır.

2000–2001 ÖĞRENİM YILI
Geçtiğimiz dönem (2000–2001 öğrenim yılı) yükseköğrenim gençliğinin mücadelesinde, fen-edebiyat fakülteleri öğrencilerinin öğretmenlik hakkının (formasyon hakkının) kaldırılmasına karşı yürüttükleri mücadele önemli bir yer tuttu. Denebilir ki, uzun bir süreden sonra, ilk defa, üniversitelerde dönem boyunca gündemde kalan ve hemen hemen bütün üniversiteleri şu veya bu düzeyde içine alan eylemler gerçekleşti. Bir kaç üniversitede hukuk fakültesi öğrencileri sınavla avukatlık uygulamasına karşı eylemler gerçekleştirse de, asıl öne çıkan formasyon eylemleri oldu. Öğretmenlik hakkı için İstanbul Üniversitesi merkezli başlayan gösteri ve boykotlar, diğer illerdeki fen edebiyat fakültelerini de kapsayarak sürdü. Bazı üniversitelerde öğrenciler üniversite yönetimlerine geri adım attırırken, bazı üniversitelerde sonuç alınamadı. Harekete geçirebildiği yerlerde, ÖTK’ların bu mücadele sürecindeki rolü; Öğrenci Temsilcileri Konseyi’nin (ÖTK) doğru değerlendirildiğinde, öğrencilerin mücadele örgütü olarak taşıdığı önemi göstermesi açısından önemliydi.
Üniversitelerde geçtiğimiz dönem öne çıkan bir diğer husus, çeşitli konularda (IMF programları, emperyalist kültür, eğitim politikaları vb.) düzenlenen panel ve söyleşiler oldu. Üniversitelere hâkim olan neoliberal eğitim politikalarına karşı, sermaye ve piyasanın değil, bilimin ve halkın hizmetinde bir üniversite anlayışının savunulmasının öne çıktığı etkinliklere azımsanamayacak sayıda öğrencinin katılması; daha ileri düzeyde bir mücadele için üniversitenin taşıdığı potansiyeli ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Ancak bu etkinlikler, genel bir tartışma ve üniversitenin gündemini belirleyen bir sorgulamaya dönüşmedi.
Bu etkinliklerin düzenleyicisi olan kol, kulüp ve toplulukların az sayıda olması, birçok alanda kurulmuş bu tür öğrenci örgütlerinin sürece katılımının sağlanamaması, etkinliklerin büyük oranda ilerici, politik gençlik kesimlerinin katılımıyla sınırlı kalmasına neden oldu. Bu durumu yaratan diğer etkenler ise; bazı fakülte ve bölümlerde başlatılan girişimlerin karşılaşılan ilk engellerde kesintiye uğraması, etkinliklerin süreklilik ve yaygınlık kazanması için ısrarcı olunmaması ve çabuk pes etme gibi zayıflıklardı. Etkinliklere daha fazla öğrencinin katılması için gerekli çalışmanın yürütülmesindeki eksiklikler ve farklı düşünceleri savunan kişilerin tartışma toplantılarına katılmasını sağlamadaki yetersizlikleri de, bu etkenlere eklemek gerekir.
2000–2001 döneminde çeşitli üniversitelerde öğrencilerin yurt ve yemekhane sorunlarına ilişkin yaptıkları eylemler, eğitimin paralı hale getirilmesine karşı mücadelenin lokal düzeyde kalan örneklerini oluştururken, YÖK protestolarının yaygınlığı ve kitleselliği, son bir kaç yıldır YÖK’e karşı gerçekleştirilen eylemlerin devamı niteliğindeydi. YÖK’e karşı yapılan eylemler, geçtiğimiz öğrenim yılında öğrencilerin en çok katılım gösterdiği ve hemen hemen bütün üniversitelerde şu veya bu biçim altında gerçekleşen eylemler oldu.
Üniversite gençliğinin IMF programına karşı eylemlere ve 2001 1 Mayıs eylemlerine katılımı ise, ilerici, politik gençlik gruplarının kendi dar ve öznel çıkarlarını değil, yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinin ihtiyaçlarını düşünüp, buna uygun ortak bir tavırla hareket ettiklerinde üniversitenin çehresini değiştirebilecek bir tepkiyi örgütleyecek gücün yükseköğrenim alanında mevcut olduğunu ortaya koyması açısından dikkate değerdi. Ancak bu duruma uygun hareket edecek, çalışmalarını bu gerçeği dikkate alarak sürdürecek bir yaklaşımın irili ufaklı gruplara hâkim olmasının “deveye hendek atlatmak” gibi bir şey olduğu da, defalarca ve defalarca test edilen ayrı bir olgudur.
Yukarıda en çok öne çıkan örnekleri ile özetlenen 2000–2001 öğrenim dönemi; yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesi açısından belirli bir hareketliliğin yaşandığı dönem olmuştur. Düne oranla ileri ve olumlu yönleriyle belli başlı ilklerin gerçekleşmesi söz konusudur. Ancak, süreklilik, yükseköğrenim gençliğinin ana gövdesini kapsama, öğrenci örgütlerinin merkezinde olduğu, kitlesel, merkezi bir mücadele, bu mücadelenin işçi, emekçi hareketiyle birleşme düzeyi gibi yönlerden ele alındığında, yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenme düzeyinin geriliği devam etmektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine güç katma, onu yeni ve kendi alanından bilimsel olarak zenginleştirme, gerek kendi hareketinin, gerekse emekçi muhalefetinin siyasallaşmasında ilerletici bir rol oynama açısından varolan boşluk devam etmektedir.
2000–2001 döneminde yükseköğrenim gençliğinin mücadele gündemini oluşturan sorunların birçoğu, yeni dönemde de varlığını sürdürüyor. Bu sorunlara karşı öğrencilerin tepkisi azalmak bir yana daha da artmış durumda. Dolayısıyla geçtiğimiz döneme ilişkin yukarıda yapılan kısa anımsatmalarda değinilen olumluluklar ve eksiklikler, Emek Gençliği’nin yeni dönemde yürüteceği çalışmalarda da dikkate alınmak durumundadır.

MÜCADELEDE İKİ BELİRLEYİCİ YÖN
2001–2002 öğrenim yılına girilen şu günlerde, yukarıda yapılan değerlendirmelerin de ışığında, Emek Gençliği’nin, Yükseköğrenim gençliğinin mücadelesini ilerletmek için yürüteceği çalışmaya yön verecek iki temel noktaya dikkat çekmek gerekiyor.
Bunlardan ilki; yeni bir dünya ve Türkiye’nin mümkün olduğu fikrinin, üniversitelerde, bütün bilim dallarıyla ilişkisi içerisinde (ekonomi, edebiyat, tarih, felsefe, fizik, kimya, biyoloji vb.) tartışılmasının örgütlenmesi ve bu fikrin üniversite camiasına hâkim kılınmasını sağlayacak bir çalışmanın kesintisiz ve yaygın olarak yürütülmesidir. Bu yaklaşım; bilimin, bilimsel bilginin devrimci olduğu fikrinden yola çıkarak, bilimin özgürlüğü için mücadeleyi, üniversite mücadelesinin merkezine almak demektir. Bir başka söyleyişle, şirketlerin, holdinglerin, kısacası sermayenin neoliberal eğitim politikaları sonucu, üniversite ve bilim üzerinde kurduğu egemenliğe, “üniversite ve bilim piyasanın ihtiyaçlarına yanıt vermeli” vb. iddialardan kalkarak bilimin özgürlüğünü yok etmelerine karşı mücadeleyi temel almayan tutum ve yaklaşımlar, üniversite gençliğinin mücadele ve örgütlenmesini ilerletmekten uzak olan tutum ve yaklaşımlardır.
Üniversitenin mücadeleye katılımı dendiğinde, sadece üniversite öğrencilerinin, üniversite gençliğinin, anti-emperyalist demokratik bir çizgide mücadeleye katılması akla gelmemelidir. Üniversite öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve üniversite çalışanlarıyla birlikte bütün üniversite camiasının; bilimsel üretimin özgürce gerçekleştirilebileceği bir ortam, bu ortamın demokratikleşmesi ve sermayenin egemenliğinden her bakımdan kurtarılması için mücadele etmesi akla gelmelidir.
Üniversite camiasının anti-emperyalist, demokratik bir mücadele platformu etrafında birleşmesi ve üniversitede yaşanan sorunların (barınma, beslenme, parasız eğitim, özerklik, öğrenimin niteliği, akademisyenlerin ve üniversite çalışanlarının sorunları vb.) kaynağının bütün üniversite bileşenleri tarafından kavranması, bu sorunların çözümü için mücadelenin bilimin özgürlüğü için mücadeleyle olan kopmaz bağlarının görülmesinin sağlanması, Emek Gençliği’nin üniversite örgütlerinin asli görevidir.
11 Eylül’de Pentagon’a ve Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine yönelik saldırının ardından Türkiye’yi de doğrudan içine alan emperyalist savaş ve terörün ülkemiz ve dünya halkları üzerindeki tehdidine karşı yürütülen antiemperyalist mücadelenin, bu asli görevin, güncel ve başat konularından biri olduğu unutulmamalıdır. Yine, geçtiğimiz dönem sonuna doğru, bazı ÖTK temsilcileri ve profesörlerin ortak imzasıyla tartışmaya açılan neoliberal eğitim anlayışına karşı, bilimden ve halktan yana bir üniversite anlayışını ortaya koyan bildirge, bilimin özgürlüğü için yürütülecek çalışmaların önemli bir aracı olarak, bugün de geçerliliğini koruyor.
İkinci temel nokta ise şudur: kol, kulüp, topluluk, ÖTK gibi öğrenci örgütleri ve üniversite dergilerinin, bilimin özgürlüğü için yürütülecek mücadele etrafında birleştirilmesi, öğrenci örgütlerine bakışın yenilenmesi, çalışmalara aktif olarak katılan gençlerin Emek Gençliği saflarına kazanılması. Bir başka ifade ile bir yandan öğrenci örgütlerinin etkinliğinin artırılması, bir yandan da Emek Gençliği’nin yeni katılımlarla güçlenmesi.
Üniversite gençliğinin mücadele ve örgütlenmesindeki bu iki temel husus, üniversitelerdeki Emek Gençliği gruplarının yürüttükleri çalışmanın eksiklik ve olumluluklarını değerlendirmenin temel kriterleri olmalıdır. “Üniversitelerde üzerimize düşen sorumluluğu ne kadar yerine getiriyoruz? Mücadelede oynamamız gereken rol nedir ve bu rolü ne kadar oynuyoruz? Ne kadar başarılıyız ya da değiliz?” Bu ve benzeri soruların yanıtını gerçekçi ve ihtiyaca uygun bir zeminde ortaya koymanın yolu, çalışmamızın ne durumda olduğunu, yukarıda ortaya konan iki temel husus açısından teraziye vurmaktan geçiyor. Emek Gençliği’nin bütün örgüt ve üyelerinin, her günkü çalışmalarını bu terazide tartması, ilerlemenin anahtarıdır. Bu aynı zamanda; “dünya ve ülkede ortaya çıkan her yeni durum üzerinden dünyanın ve Türkiye’nin nereye gittiği sorusuna yeniden yanıt verip, bu gidişe müdahale etmek, bunun için varolan araçları kullanmak ve ihtiyaç varsa yeni araçlar yaratmak” diye tanımlayabileceğimiz günlük politik çalışmanın, üniversite mücadelesi üzerinden yapılabilecek en somut tarifidir.
Emek Gençliği’nin üniversite örgütlerinin saflarında, üniversite gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinin ilerletilmesi konusunda yapılan değerlendirmelerde ortaya çıkan ve bugünkü ihtiyaçlara yanıt vermekten çok, yakınmacı, kuru kuruya şikayetlenen, iddiasız, ilerlemek için gerekli halkayı kavramayan, sübjektif yaklaşımlardan kurtulmanın yolu da, sorunu yukarıda ortaya konan çerçevede ele almaktan geçiyor.
Şüphesiz buraya kadar ortaya konan hususlar, üniversitelerdeki Emek Gençliği örgütlerinin artan görev ve sorumluluklarına işaret etmektedir. Ancak, kendine ayak bağı olan, kurtulması gereken yanlış tutumlar ve yapılması gerekenler, bunlarla sınırlı değildir. Bu belirlemeler ışında, Emek Gençliği örgütlerinin çalışmaları açısından belli başlı hususlara değinmek, mücadele ve örgütlenmenin ilerlemesi açısından önemlidir.

ÖTK, KOL, KULÜP VE TOPLULUKLARDA MÜCADELE ÖRGÜTÜ OLMALI
Öğrenci örgütleri (kol, kulüp, topluluk, ÖTK gibi örgütler, her biri farklı amaçlarla kurulmuş olsalar da birer öğrenci örgütüdür), bugün büyük oranda üniversite gençliğinin mücadele örgütleri olmaktan uzak bir durumdadır. Bu durumun değiştirilmesi için, bu örgütlerin içinde yer almak, onları; bilimin özgürlüğünden, halktan yana, anti-emperyalist, bağımsızlık ve demokrasiden yana mücadele örgütleri haline getirmek, yeni bir dünya ve Türkiye fikrinin üniversitelere egemen kılınmasının önemli araçları olarak değerlendirmek gerekir.
Bu belirleme, her dönem Emek Gençliği’nin gündemindedir. Ancak, öğrenci örgütlerinin birer mücadele örgütü haline gelmesi için yürütülen pratik çalışmalarda yaşanan sorunlar, sıkıntılar, zorluklar; öğrenci örgütlerinin önemi konusunda yersiz tartışmalara neden olabilmektedir. Sorunu sadece bir kulüp kurmak veya varolan bir kulüp içine girip tek tük adam kazanmak ya da bu öğrenci örgütlerine üye olmayı yeterli görmek, bir kaç girişimden sonuç alamayınca, “bu iş olmuyor” deyip öğrenci örgütlerinin önemini küçümsemek vb. tutumlara sıkça rastlanabilmektedir. Dahası, mücadelenin zorluklarından hareketle, Emek Gençliği’nin öğrenci örgütlerine ilişkin yaklaşımını ucube yorumlarla eleştirmeye kadar varan eğilimler de görülebiliyor.
Oysa Emek Gençliği’nin gerek geçtiğimiz dönem gerekse bütün geçmiş dönemler içerisinde öğrenci örgütlerini birer mücadele örgütü olarak çalıştırma konusunda zengin deneyleri vardır. Öğrenci örgütleri aracılığıyla üniversitelerin gündemine damgasını vuran işler yapılmıştır. Emek Gençliği’nin bütün örgüt ve üyeleri bu deneylerden öğrenerek, çalışmasını çok yönlü bir temelde yürütmelidir.
Bunun için, birçok öğrenci örgütünün duyarsız, lümpen, liberal, sponsor peşinde koşan gerici konumunu sorgulamak, bu eğilimin egemenliğine karşı mücadele etmek, bunun için açıktan bir teşhir ve tartışma yürütmek, yapılması gerekenleri ortaya koyup üniversitenin bütün bileşenlerini silkeleyecek bir kararlılık, ısrar ve süreklilikle çalışmak; hem üniversitenin bir ihtiyacı ve bilim özgürlüğü için mücadelenin bir gereği hem de emek genci olmanın bir sorumluluğu ve bütün diğer politik örgütlenmelerden olan farklılığıdır.
“Emek Gençliği adına mı iş yapacağız yoksa öğrenci örgütleri adına mı?” gibi garip paradokslardan kurtulup, bunları iş yapmamanın dayanağı haline getiren tartışmalarda enerji heba edilmemelidir. Emek Gençliği’nin üniversite örgütleri, politik bir gençlik örgütü olarak yürüteceği bağımsız çalışmalarla, öğrenci örgütleri içindeki çalışmalarını, birbirini destekleyen, tamamlayan ve güçlendiren bir anlayışla ele almalıdır. Etkin olduğu öğrenci örgütleri aracılığıyla ve/veya politik bir gençlik örgütü olarak doğrudan kendi gücüyle bunu yaptığı oranda, üniversite gençliğinin mücadele ve örgütlenmesini de ilerletecektir.
Emek Gençliği’nin mücadele birikimi, yersiz, anlamsız ve garip tartışmaları elinin tersiyle itip yukarıda ortaya konan temelde militan bir mücadele yürütmek için yeterli dayanağı sunmaktadır. Önümüzdeki süreçte bu yersiz ve anlamsız yaklaşımları terk edip, öğrenci örgütlerinde yer alıp, çeşitli etkinliklerle üniversitelerin içinde bulunduğu durumu sorgulayıp değiştirme ve bilim özgürlüğü için bu örgütleri mücadele merkezleri haline getirmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

EĞİTİMDE BEKLENTİCİLİK VE KOLAYCILIKTAN KURTULUNMALI
Bilimin özgürlüğü için mücadele, bir yandan üniversitede öğrenim yapılan her alanda, o alanın başarılı bir öğrencisi olmayı gerektirdiği gibi, her zaman olduğundan daha zengin bir ideolojik, politik birikimi, sosyalizm bilinciyle donanmayı da gerekli kılmaktadır. Bu ise, araştırma, okuma, öğrenme ve öğretme konusunda üniversiteye egemen olan “düşünce tembelliği”nden kurtulmayı zorunlu kılmaktadır.
Emek Gençliği grupları ve üyeleri açısından, “pratik işlerin çokluğu” gibi gerçekçi olmayan bir gerekçeye sığınarak, bireysel ve örgütlü eğitim çalışmalarına yeterli önemin verilmemesi kabul edilemez bir durum olmalıdır. Bugün Emek Gençliği üyeleri, sosyalizmin öğrencileri olarak, kendilerini sürekli eğitmek, yeni şeyler öğrenmek ve bu öğrendikleriyle mücadele düzeyini ilerletmek açısından önemli olanaklara sahiptir. Sorun, bu olanakların, titizlik ve “kıskançlıkla” ne kadar sahiplenildiği sorusuna açık yüreklilikle yanıt verip, verdiği yanıtın gereğini yapmaktır. Günlük işçi basını başta olmak üzere, partisinin süreli ve süresiz yayınları, programı ve Marksizm’in temel eserlerinin oluşturduğu “külliyat” dikkate alındığında (bir süredir çevirileri yapılan, önümüzdeki süreçte sayıları daha da artarak sürecek olan ve 1940-50’li yıllarda sosyalist bilim insanlarıyla burjuva bilimciler arasında yapılan tartışmalara ilişkin makalelerin önemini burada bir kez daha vurgulamakta fayda var), bilim özgürlüğü için mücadelede kendi fikirlerini cesaretle savunacak bilgiyle kuşanmak üzere yapılması gereken, öğrenme disiplinini elden bırakmamaktır. Beklenticilikten ve kolaycılıktan kurtulup, “iş başa düşüyor” deyip harekete geçmektir.

EMEK GENÇLİĞİ, YENİ KATILIMLARLA GÜÇLENMELİ
Bugün birçok Emek Gençliği grubunun yürüttüğü çalışma içerisinde tanıştığı, birlikte iş yaptığı gençlerin sayısı az değildir. Şüphesiz bununla yetinilmemeli ve gençlik kitleleriyle sürekli yeni bağlar kurma fikriyle hareket edilmelidir. Canlı, büyüyen, ilerlemek isteyen bir örgüt için bu olmazsa olmaz koşuldur.
Emek Gençliği üye ve grupları, bir yandan bu gerçeği bilerek çalışma yürütürken, bir yandan da saflarına yeni gençler kazanmayı ihmal edemez. Bu açıdan ele alındığında, mücadele içerisinde etrafında bir araya getirdiği, bağlar kurduğu gençleri Emek Gençliği saflarına katmayı “bilinmeyen bir tarihe ertelemiş” Emek Gençliği örgütleri hiç de az değildir. Kitle ilişkilerine bu gözle bakmayan, onları mücadeleye katma ihtiyacı duymayan, politika dışı bir hayat varmışçasına, onlarla örgütlü mücadelenin gerekliliğini paylaşmayan ya da “hazır değil, acaba uzaklaşır mı, yanlış anlarsa aramız açılabilir vb.” gerekçelerle cesaretsiz tutumlar takınan bir örgütün veya üyelerinin kitleleri kazanması, büyümesi, genişlemesi mümkün müdür? Bu soruyu bir Emek gencine sorduğunuzda elbette ki alınacak yanıt “hayır” olacaktır. Ancak bu noktada Emek Gençliği üyeleri kendilerine bir soru daha sormalıdır; “Peki ben böyle mi yapıyorum?” Bu soruya açıklıkla verilecek yanıt, örgütlenme konusundaki kendiliğindenciliğin düzeyini de verecektir.
Gerek üniversite gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinin ilerletilmesi, gerekse Emek Gençliği’nin güçlenmesi (ki bu iki olgu her zamankinden daha fazla içice geçmiştir) bu kendiliğindencilikten biran önce vazgeçmeye bağlıdır. Aksi bir durum, bir mücadele örgütü ve onun üyesi tarafından kabul edilemez olmalıdır.
Emek Gençliği’nin üniversite grupları ve üyeleri, yukarıda ortaya konan bilinç ve sorumlulukla hareket ettiği oranda, üniversite gençliğinin ve kendisinin mücadele ve örgüt düzeyini de ilerletecektir.

Kasım 2001

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑