“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor; komünizm hayaleti.” cümlesi, Karl Marx ve Friedrich Engelsin 1847 Manifestosu’nun ilk cümlesidir. Bugün, 150 yıl sonra, bu cümle, anlamını yeniden kazanıyor. Şunu da eklemek lazım ki: bu “hayalet” sadece Avrupa’da değil, ama dünyanın her tarafında, kapitalizmi ve onun en son aşaması olan emperyalizmi sarsarak dolaşıyor.
Son birkaç yıldır, dünya gericiliği, görülmemiş bir antikomünizm kampanyası başlattı. Gericilik bu saldırısını, zavallı bir duruma düşmüş eski komünist partilerine, SSCB’nin (Lenin, Stalin, Kalinin, Makarenko, Mayakovski ve Eisenstein’ların büyük devrim ülkesi) başını çektiği sosyalist kampın dağılmasına ve Arnavutluk’u (Enver Hoca, Mehmet Sheku, Avshim, Voyhi, Teni Kono vb.’lerin ülkesi) Ortaçağ karanlığına götüren bazı yöneticilerin ihanetine dayanıyor. Gerici kampanya her yolu deniyor. Hatta tarihi tersyüz ederek, kapitalizmin şu veya bu modelinin (en son olarak neoliberalizmin) istemi olarak sunuyor. Gericilik; insanları da, kendisini de; komünizmin geleceği olmadığına, başarısız olduğu için bittiğine, bir ütopya olduğuna ve öyle de kalacağına, çözümsüz olduğuna inandırmaya çalışıyor.
Her türden revizyonist, reformist, oportünist akım burjuvazinin rolünü oynamaya soyunuyor. Bunlar arasında, bazılarının oynadıkları rolün farkında olmadıklarını farz edelim. Bunlara, Bertolt Brecht’in su sözlerini hatırlatalım: “Hayvan önce birilerini parçalar, daha sonra komşu mahalledekilerini, komşu sokaktakilerini… Sana doğru gelince, sessiz kaldığın için korumada olduğunu sandığın kendin, kendi durumunu diğerlerine izah edip, harekete geçene kadar çok geç olabilir…”
Emperyalizm, komünizme karşı kampanyasına aralıksız devam ediyor. Neden? Komünizm gerçekten öldüğü için mi? Eğer komünizmin öldüğü doğru ise, o halde, hu anti-komünist furya neden? Demek ki bunlar bir şeylerden korkuyorlar. Bunlar, eski partiler tarafından ihanete uğrayan, ama komünizm ideallerini savunan ve kendilerini bu yönde eğiten yeni partilerden ve içinde yaşadığımız dünyayı reddeden kitlelerden korkuyorlar. Daha çok da kapitalist değerleri sorgulayan, mücadeleye talip olan gençlerden korkuyorlar. Büyük şair Nâzım Hikmet’in şu sözlerini hiç unutmayalım: “En büyük özgürlük, mücadele edebilmektir.” diyor.
Burjuvazi korkuyor. Burjuvazinin, bütün imkânlarını kullanarak “komünizm hayaletine” karşı savaşması, bu nedenden ötürüdür. Ve bu savaşta burjuvaziye hizmet sunanların başında, her türden oportünist ve ihanetçiler geliyor. Böylece, kendilerine “sol” diyen, ama komünist düşüncelere ve mücadelesine saldıranları görüyoruz. Bunlar, Buharin’den Lenin’in sevgili dostu olarak bahsederler ama Lenin’in hu şahıs hakkındaki eleştirilerini anmazlar. Ya da Troçki’den bahsederken yine Lenin’in onun hakkında şunları söylediğini açıklamazlar: “Troçki prensipsiz olduğu için, onunla prensipten bahsetmek mümkün değildir.” ya da “Tasfiyecilerin özel bir yapıları var, bunlar Marksist değil, liberaldirler. Troçki’nin ise hiçbir zaman kendisine has karakteri olmadı. Marksistler ve liberaller arasında salınıp durdu ve tumturaklı laflar söyledi.”
Bu saldırı kervanına son olarak da, iyi bir sinemacı olan Ken Loach, 1936–39 İspanya savaşı üzerine çektiği bir filmle katıldı. Bu sanatçı, “Toprak ve Özgürlük” (Bu film Türkiye’de Ülke ve Özgürlük adıyla gösterilmiştir.) filminde tüm anti-komünist maharetlerini sergilemiş. Kendisi Andres Nin’in rolünü oynuyor. Filmin konusu gerçek, ama içeriği boşaltılmış. Bu filmle Ken Loach, kendisinin sadece iyi bir yönetmen olmadığını ortaya koymakla kalmıyor, büyük bir tahrifatçı olduğunu da ispatlıyor. Tıpkı, anti-Stalinizmi meslek edinmiş aydınlar gibi. Bunlar, komünist kahramana karsı yürüttükleri saldırıları kanıtlamak için her şeye başvuruyorlar. Evet, bunlar; gerici ve anti-komünist gerekçeleri ile haklıdırlar.
Biz İspanya’da, zehirin ağızla öldüğünü söyleriz. Ken Loach, konuyu izah ederken, kendi tabiatını sergiliyor. Haziran ’95’te, İspanyol gazetesi “Iniciatine Socialista”da yaptığı açıklamaları, Troçkist İsviçre gazetesi “Solidarite”de yayınladı. Yaptığı açıklamada şunları söylüyor: “Ben filmi daha çok çatışmaların önemli aylarına sıkıştırdım. Yani sadece faşizmi yenmek değil, ama hareketi önemli bir sıçrama sağlamaya denk düşen döneme sıkıştırdım. Hareketin neden başarısızlıkla sonuçlandığını anlamak gerekirdi. Seçim yapmak gerekiyordu… David’in Komünist Partisi üyesi olarak ‘siyasi bir yolculuk yapıp’ ve sonra, Stalinizmi keşfetmesi gerekirdi… Bunu yapmak için de bilimsel bir yöntemden kaçmak gerekirdi. David, karmaşık bir kişiliğe sahiptir…”
İşte Loach’ın fikirleri. Her şeyin mümkün olduğu dönem derken; anarko-Troçkistlerin Barselona darbesi, ya da ileri bir sıçramadan bahsederken ya o dönemin İspanyası’ndan bihaberdi ya da kendisi hayâsız bir anti-komünist. Bu tür insanlar, bir şeyleri analiz etme yerine, daha çok; gerçekleri kafalarındakine uydurmaya çalışıyorlar. Bu yöntem oportünistlerin tipik yöntemidir.
İspanya savaşı üzerine tonlarca kitap yazıldı, dokümanlar oluşturuldu ve tanıklar var. İspanyol olduğu kadar yabancı “Marksistler” de halka karşı, İtalyanların ve Almanların (Salazar’ın Franco’ya yardım amacıyla gönderdiği insanlardan daha az bahsediliyor) güçlü müdahalesini, faşizmin korkunç katliamlarını teşhir eden, şahsiyetler ve halk üzerine, küçük öykülerin yüzlercesini yazdı. Bu yazılanlar ise bilimsel ve diyalektik analizden uzak ve yüzeyseldirler. Ben, İspanya savaşı üzerine gerçek bir Marksist analizin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Burada, Fransız tarihçisi Pierre Vilar’ın (“İspanya Savaşı”, 1986, Paris), sorunu diyalektik bir yaklaşımla ele alan çalışmasını hatırlatmak gerekir.
İspanya savaşı üzerine yazanlar’ arasında Troçkistler de var. Bunlar, Pierre Broue, Emile Temine, Joaquin Maurin… Hepsi de anti-Stalinist. Olayları saptıran ve Troçkist parti olan POUM’un karşı-devrime tutumunu perdeliyorlar. Bu konuda yazan “nötr”, “somut” araştırmacı üçüncü bir grup ise Hugh Thomas gibilerinden oluşuyor. Bunlar çokça bilgi veriyorlar, ama görüşleri burjuva ya da küçük burjuvadır. Materyalist ve diyalektik analizden de uzaktırlar.
Tabii ki bunların yanında, faşist yazarlar da var. Fakat faşistlerin, tarihi nasıl yazdıkları bilinen bir şey.
Bunların yanı sıra, Komünist Partisi’nin yaşlı kadroları tarafından yapılan “analizler” de var. Bunlar, kendi yazılarını kendileri revize ettiler ve görüşlerini değiştirdiler. Mesela Stalin konusunda oynadıkları oyun, sonuçta gericiliğe hizmet ediyor.
Herkes, İspanya savaşını, kendi ideolojik ve siyasi kalıbına uyduruyor. Anti-komünistlere göre, İspanya savaşı, Stalin’e oyun yapan, “toplumsal devrimi” frenlemek için politikasını dayatan Komünist Partisi yüzünden kaybedilmiş. Söz konusu revizyonistler için (Carrillo, Claudin, Pasionaria ve diğerleri) İspanya savaşının kaybedilmesi bir kaderdi. Çünkü uluslararası güç ilişkileri, İspanya cumhuriyetinin aleyhineydi. Çünkü ittifak güçleri, yani küçük burjuvazinin ve anarşistlerin ileri kesimleri, o dönem mücadelenin gidişatını anlayamadılar ve ihanet ettiler. Bu burjuva açıklamalar açıkça, komünistlerin başını çektiği, kahraman, halk mücadelesini çarpıtıyorlar.
Biz kısaca, cumhuriyetçilerin yenilgisinin ulusal ve uluslararası nedenlerinin olduğunu düşünüyoruz.
Ulusal nedenler:
Savaştan önce, savaş ve halk cephesi, işçi sınıfı ve onun partisi tarafından değil, küçük burjuvazi tarafından yönlendirildi.
Komünist Partisi, Halk Cephesi içerisinde, birlik ve birliğin gelişmesi konusunda dural bir anlayışa sahipti. Bu hata, savaş boyunca ortaya çıkan karmaşık siyasi durumları doğru bir temelde tahlil etmeyi engelledi.
Savaşın niteliğine uygun askeri taktik saptanmamıştı. Mesela, İspanyol halkının kahraman geleneğinde bulunan gerilla hareketi oluşturulmadı. Bu siyasi ve askeri hata, savaşın en kritik döneminde, ülkenin dört bir yanında, özellikle faşistler tarafından işgal edilen bölgelerde, işçi ve halk kitlelerini harekele geçirmeyi engellemiş ve olumsuz bir rol oynamıştır.
Uluslararası planda ise:
– Avrupa’nın her tarafında faşizmin yükselişi.
– Kapitalist Avrupa ülkelerinin ve Birleşik Amerika’nın İspanyol faşistlerine yaptığı destek. “Müdahale etmeme” adı altında İspanyol cumhuriyetine yapılan boykot.
“Müdahale etmeme” politikası, Hitler ve Mussolini’ye, savaşa müdahale etme serbestliğini kazandırdı. Tüm bu faktörler, İspanyol halkının kahramanca direnmesine rağmen, yenilgisine neden oldu. Bu konulara ayrı ayrı değinmek, makaleyi uzun kılacağından, biz, özetlemeye çalışalım.
FAŞİST AYAKLANMADAN ÖNCE, İSPANYA’DAKİ DURUM
Her şeyden önce, ne Troçkistlerin ve ne de sağcıların yapmadığını yapmak, İspanya savaşının niteliğini hesaba katmak gerekir. 1936 seçimleri, büyük halk zaferi ile sonuçlandı. Çeşitli mücadelelerle -1934 yılında Asturies madencilerinin başkaldırıları gibi- önemli birlikler oluşturuldu. Halk Cephesi’nin oluşumunu ve zaferini sağlayan proletarya; köylülük ve küçük burjuvazide bir bilinç oluşturdu.
Tarım ülkesi olan 1931 İspanyası’nda toprak, henüz büyük toprak sahiplerinin elindeydi. 13 Nisan seçim kampanyasında (14’ünde monarşi kovuldu) küçük burjuva partileri, sosyalistler, komünistler vb.leri “toprak reformu”nu işlediler. Fakat seçimlerden iki yıl sonra (1933) “toprak reformu” gülünç ve çekingen bir şekilde hayata geçirildi. Mesela, 9 bin aile 100.000 hektardan daha az toprak sahibi olurken, Medinaceli dukası, tek başına, 79 bin hektara sahipti. Yoksulluk ve işçilere yönelik baskılar had safhadaydı. Ocak 1933’te Casas, Viejas bölgelerindeki tarım işçileri başkaldırdılar, buğday ve yiyecek maddelerini ele geçirmek için mağazaları yağmaladılar.
Halkın başkaldırısından korkan cumhuriyetçi hükümet (o dönem sosyal demokrasi hükümeti idi) göstericilere karşı zor kullandı. Sonuçta, çoğu kadın olmak üzere 21 kişi öldü. 12 kişi, meydanda yargısız infaz edildi.
Sanayi proletaryası henüz cılız ve dağınıktı (Bilbao ve Barselona madenleri hariç).Örgütlemelerdeki zorluklara rağmen, grevler peş peşe birbirini izliyordu.
Ekim 1934’te, gerici-sağcı hükümet işbaşında iken, sol partiler (komünistler, sosyalistler ve anarşistler) genel grev ilan ettiler. Maden bölgesi olan Asturies’de grev, devrimci başkaldırıya dönüştü. Hükümet, yabancı paralı askerleri, grevcilerin üzerine yolladı. Binlerce işçi öldürüldü. Bu yabancı askerler, General Franco tarafından yönlendiriliyordu. Cezaevleri dolduruldu, insanlar katledildi.
O dönemde, Dimitrov tarafından yönetilen Komünist Enternasyonal’in direktiflerini hayata geçiren komünistlerin de içinde bulunduğu Halk Cephesi, seçimleri kazandı
Halk Cephesi’nin karşısında mali oligarşi, ordu ve kilise tarafından desteklenen büyük toprak sahipleri bulunuyordu. Gerici-sağcı güçler birleşmişti. Falanj (Mussolini’den esinlenerek kurulan faşist parti) militanlarından oluşan terörist gruplar (Hitlerci ideolojiye sahip burjuva gangsterler) saldırgan eylemlerde bulunuyorlardı.
Seçimlerden sonra kurulan hükümet, gericilerden siyasi iktidarı koparıp almıştı ancak ekonomik iktidara dokunulmamıştı. Gericiliğin kadroları hâlâ kilit mevkilerde bulunuyordu, ordu gerici generaller tarafından yönlendiriliyordu ve hâkimler büyük burjuvazi tarafından kullanılıyordu.
Bu dönem, gericiliğin ve ordunun başkaldırdığı, Temmuz 1930 dönemiydi. Bu önemlidir. Çünkü Halk Cephesi ve demokratik hükümete karşı faşist başkaldırı, İspanya devriminde bir dönemeç noktasıdır. Ülkemizdeki devrim -zaten İspanya’da hiç gerçekleşmeyen burjuva demokratik devriminden ayrılıyor ve- dünya sosyalist devriminin bir parçası haline geliyor.
Faşist başkaldırının birkaç saat içerisinde iktidarı ele geçirme hesabı vardı, ama komünistlerin başını çektiği halk birliklerinin garnizonlarda ele geçirdikleri silahlarla, bazen de silahsız direnişi, faşistlerin oyununu bozdu. Komünist Partisi, gericiliğe karşı, Halk Cephesi’ni birleştirmek için mücadele etti ve o sorumluluğu taşıdı. Bu tutumuyla da doğru yoldaydı. Çünkü İspanya gericiliğine ve onun uluslararası ittifak güçlerine (Alman, İtalyan, Portekiz, İngiliz, Fransız) karşı, bütün devrimci halk güçlerinin birliğini oluşturmak gerekirdi.
Faşist darbe döneminde iktidar organlarının % 90’ı faşistlerle uzlaştılar. Küçük burjuvazi cılız olmasına rağmen, halk silahlanarak devlet yönetimini ele geçirmişti. Faşist saldırıya karşı, Halk Cephesi’ni güçlendirme politikası, doğru bir tutumdu. Parti o dönemde, doğru çizgisi, kadro ve militanlarının kahramanlığıyla büyük prestij kazandı. Parti, örgütleyici yeteneği, yeni durum karşısında hemen tutum alması, savaşı yönetmesi ve başarı elde etmesiyle sınıf düşmanlarının (cumhuriyetçiler de dâhil) tepkisini aldı.
Bütün savaş döneminde, özellikle ilk dönemlerde iktidar, cumhuriyetçiler tarafından paylaşılmıştı. Her partinin bölgelere göre yönetim organları vardı. Toplumsal ve politik alanlarda değişik biçim ve uygulamalar vardı. Bu durum, zarar vericiydi. Ve belirtmek gerekir ki; Komünist Partisi de, faşizme karşı kitle mücadelesini iyi kanalize etmeyi başaramadı. Burada çelişkili bir durum vardı; bir tarafta, Cephe ve hükümetin ihtiyaçları, öte tarafta, grup ve sınıf çıkarları mevcuttu. Parti, bu çelişkiyi çözmesini bilmedi. Silahlı halk, yeni mevziler ele geçiriyordu, ama bölünmüşlük ve reformistlerin etkisi, bu kazanılmış organların küçük burjuvazinin eline geçmesine yol açıyordu.
Birçok bölgede, cumhuriyetçi küçük burjuvazi ve burjuvazinin adaletsizlik, yeteneksizlik ve bazen de ihanetine karşın, devrimci halk komiteleri kurulmuştu.
İşte, bu komiteleri geliştirmek, dönüştürmek ve geniş destek vermek gerekirdi. Burjuva “eşitlikçiliği” kaygısıyla, bu gerçekleştirilmedi. Çünkü parti, savaşla birlikte aşınmış organlara takıldı. Hâlbuki Komünist Partisi’nin Madrid’i savunma deneyimi vardı. Yani, hükümetten “emir” almadan, önlemini almalıydı. Mesela, Madrid, yabancı paralı askerlerden (Faslı ve gönüllü İtalyanlar) oluşan Francocular tarafından tehdit edilirken, parti, kadrolarıyla “Madrid’i Savunma Juntası”nı ve 5. Tugayı kurdu. Bu güçler, komünistler tarafından yönlendirilen gönüllülerden oluşuyordu. Madrid iyi direndi. Halk, Francocu askerleri başkente sokmadı. Üç yıl boyunca, “No Pasaran ” (Geçit Yok) şiarıyla yürütülen mücadele, dünyanın hayranlığını kazanarak gerçek bir kahramanlığa dönüştü. Savaşın ilk günlerinde, Madrid’e sürekli anılacak, enternasyonal tugaylardan oluşan, ilk gönüllü özgürlük grubu geldi. Bu grup, Alman komünistlerden oluşmuştu. Kahramanca savaştılar. Önderleri Hans Blaimer, Madrid’de savaş alanında katledildi.
Partinin, Madrid’i Savunma Juntası’nı oluşturması, bağlaşıklarının ne düşündüğü kaygısına kapılmadan aldığı doğru bir karardı. Bu karar, faşistlerin ilk bozgununa neden oldu. Komünist Partisi, diğer politik güçlerin çekingenlik ve korkaklığına karşın, halk ordusunu temsilen (Quinto rejimento) 5. Tugayı ve ilk halk iktidarını temsilen de, savunma juntasını kurdu.
Fakat bunu genelleştirmeyi başaramadı. Parti, kendisini burjuva “eşitlikçiliğine” tabi kıldı.
TROÇKİSTLER:
Ken Loach’ın filmi, kendisinin de dediği gibi: “Atılım yapmak için… her şey mümkündü” ve “neden hareket yenilgiyle sonuçlandı.” Filmdeki belirsiz tipine göre de, durumu soyutlamaya çalışıyor, somut bir durumu genel durumdan ayırıyor. Kendi niyetleri dışındaki her şeyi, tüm koşulları yok sayıyor. Onun gönlünde yatan tutum, Andres Nin’in 1937’de anarko-Troçkist darbesinde açığa çıkan tutumun ta kendisidir.
Troçkistlerin İspanya’da ulusal ölçüde bir gücünden söz edilemezdi. Onlar daha çok, Katalonya’da ve özellikle de Barselona’da güçlendi. Kendi denetimlerinde ‘devrimci” komiteler kurmuşlardı. Troçkistler, faşizme karşı direnmek için, Halk Cephesi etrafında birliğin zorunlu olduğunu düşünen gerçek devrimci güçlere ve Halk Cephesi hükümetine karşılardı. Troçkist gruplar yer yer anarşist gruplarla birleşiyorlardı. Söz konusu anarşist gruplar, kendi yönetimlerine karşı bile muhalefet ediyorlardı. Bunlar, yaşanmakta olan süreci atlayarak ve savaşı da başkalarına bırakarak, doğrudan devrim yapma hayali kuruyorlardı.
Nisan 1937’ye gelindiğinde, Troçkist gruplarla Halk Cephesi hükümeti arasında ipler iyice gerilmişti. 3 Mayıs’ta Katalonya otonom hükümet temsilcisi, PTT merkezine giderken (merkez, anarşistler tarafından kontrol ediliyordu) CNT (Anarşisi Sendika Merkezi) milislerinin silahlı saldırısına uğradı. Bu saldırı, Halk Cephesi faşizmle savaş halinde iken, Troçkist ve anarşistlerin, hükümete karşı hazırladıkları darbenin sinyalini veriyordu.
Barselona sokaklarında, Troçkistlerle anarşistlerin bir bölümüyle ve aynı zamanda Halk Cephesi ile çatışmalar, 7 Mayıs’a kadar devam etti. 7 Mayıs’ta, Andres Nin’in de içinde yer aldığı Troçkist yöneticiler, kan akmasını durdurmak için, bir anlaşma imzaladılar. Şunu da belirtmek gerekir ki; Troçkist ve anarşistler, darbe döneminde, kendi adamlarını Cephe’den çekip Barselona’ya getirdiler. Bu da, faşistlere daha fazla mevzi kazandırdı. Daha sonra, Troçkist yöneticilerin, darbeyi hazırlamak için Francocu ajanlarla işbirliği yapan hainler gibi maskeleri düşürüldü. Bu, belgelerle ispatlandı. O dönem, Alman gizli dokümanları içerisinde bulunan bu belgeler Nazilerin bozgunundan sonra, Alman hükümeti tarafından açıklandı. Alman Büyükelçiliği’nin, Herr Fautel’in Salamanca’ya (Franco Hükümeti’nin merkezi yeri) gönderdiği mektupta, Franco’nun kendisine, “Barselona’daki çatışmaların, ajanları tarafından başlatılıp organize edildiği” şeklinde bilgi verdiğini yazıyor.
Nin’in ölümü ile ilgili çeşitli söylentiler var. Troçkistlere göre GPU (Sovyet Gizli Servisi) tarafından sorguya çekilip öldürülmüş. Fakat bunu hiç kimse ispatlayamadı. Çünkü, spekülasyon dışında hiçbir kanıta dayanmıyor. Ken Loach da, sorunun özünü gizleyerek, İspanya savaşının Stalinistler tarafından kaybedildiği sonucunu çıkarıyor. Ve bu trajedinin nedenlerini, çeşitli faktörleri hesaba katmadan yapıyor. Loach ve Troçkistler için anti-komünistliğin de, gericiliğin de tek sorumluları Stalinistlerdir. Burjuvazi kendisini hizmet verenlerle çevreliyor. O, kendilerini halktan sayan “aydınlar”ın hizmetinden faydalanmasını biliyor. Bu aydınlar da kendilerini demokrasi, hatta sosyalizm yanlısı gösterip, kirli görevlerini yerlerine getiriyorlar.
(Mesela o günlerde, İngiliz yazar “sosyalist” Orwell’in, İngiliz polisinin hizmetinde, anti-komünist bir ajan olduğu açığa çıktı.)
ABD’NİN SAVAŞ DÖNEMİNDE FRANCO’YA SUNDUĞU DESTEK
ABD emperyalizminin İspanya’ya ekonomik girişi, ’20’li yıllara dayanır. İlk önceleri Standart Oil’e bağlı petrol, benzin ve gazla ilgili her şeyi kontrol eden Comprafler yerleşti. Daha sonra. Morgan grubunun İTT tarafından otomatik telefonun kontrol ve yerleşimi oldu (bu kontrol ‘70’li yıllara kadar devam etti). 1931’de son monarşist hükümet döneminde Morgan bankası 60 milyon dolar kredi vermişti. 14 Nisan 1931’de cumhuriyetin ilan edildiği dönemde, Morgan grubunun İspanya’da fevkalade geniş yetkisi vardı. Cumhuriyeti başarısız kılmak için, EEUU hükümetlerinin desteğiyle peseta’ya karşı bir saldırı başlattı. İspanyol Hükümeti bu manevraya karşı, Fransa’ya 300 milyon peseta altın ihraç etmek zorunda kaldı.
1935’te Texaco Co (Standart Oil’e bağlı), petrol satmak için İspanyol cumhuriyetiyle kontrat imzalamıştı. Faşist başkaldırı başladığında Temmuz 1936’da İspanya’ya doğru 5 büyük petrol gemisi geliyordu.
T. Lieber, Texaco’nun başkanı, Franco’nun bulunduğu yere, Burgos’a, cumhuriyet tarafından parası ödenmiş petrolü teslim etmek için gidiyordu. Bu vesileyle Texaco, kendi hükümetinin onayı ile faşistlerin lojistik destek problemini hallediyordu.
EEUU tarafından yayınlanan bilgiye göre, savaş döneminde, Texaco, Franco’ya şu miktarda mal verdi:
1936: 344.000 ton, 1937: 420.000 ton, 1938: 478.000 ton. 1939: 624.000 ton petrol.
Bu mallar, Port Arthur rafinerisinden geliyordu. EEUU işçilerinin boykotunu önlemek için de, gönderilen mallar; Fransa’ya ya da diğer ülkelere gönderiliyormuş gibi kamufle ediliyordu. Franco’nun, T. Lieber’e dönemin en büyük İspanyol nişanını vermesi bir rastlantı değildir.
ABD Hükümeti’nin ikiyüzlülüğüne de değinmek gerekir. Savaş döneminde bir yandan “tarafsız” olduğunu açıklıyor, öte taraftan cumhuriyete karşı faşistleri destekliyordu. 1936 sonunda Roosevelt, İspanya’ya petrol, silah ve lojistik materyal gönderilmesini yasaklayan bir yasa çıkardı. Yasak, cumhuriyet hükümetine karşı bir çeşit ambargoydu ve bu tavır, Franco’nun işine geliyordu. Bu yasa: Texaco ya da Compagnie Studebaker, Ford ve General Motors’un faşistlere 12.000 komisyon kredi vermesini engellemedi tabii. Roosevelt’in bu “ilerici” yasası, Standart Oil’in yöneticisi, Middleton’un, Burgos’a yerleşip, Franco’nun yanında Yankee’nin gizli elçiliğini yapmasını engellemedi. Mr. Bowers, -cumhuriyetin ABD resmi elçisi- açıkça şunları söylüyordu: “‘Müdahale etmeme komitemiz ve Roosevelt’in çıkardığı yasa, merkezin (faşist-nazi) İspanyol demokrasisinin üzerindeki zaferine büyük yardımı olmuştur.” Bugünkü İspanyol Hükümeti Başkanı Manuel Aznar’ın babası, Francocu tarihçinin sözleri ise daha açık: “La Texaco, hareketimizin gidişatını fevkalade anladı. Franco Hükümetinin ihtiyaçlarını kendisine sattı. Para ödemeye gelince de kolaylık sağlıyordu. Bu yardım vesilesiyle, hava kuvvetleri akaryakıt sorununu çözdü. Yardım, aralıksız devam etti (100 milyon litre akaryakıt kullanmıştı). “
ABD emperyalizminin, cumhuriyet hükümetine silah ve malzeme satışını engellemesi ve diğer hükümetlerin de aynı şeyi yapmaları, ama öte tarafta, İspanyol halkına karşı kullanılmak üzere Almanya ve İtalya’ya bomba satışları “kanuni” idi. Cumhuriyet yetkilileri, Barselona üzerine İtalyanlar tarafından atılan bombaların EEUU tarafından yapılan bombalar okluğunu açıklayınca, Roosevelt’in verdiği cevap su oldu: “ABD tarafından yapılan bombaların, Franco tarafından Barselona’ya atıldığını duydum. Mümkündür… Belki Alman hükümeti veya Alman şirketlerine, yasal olarak sattığımız bombalardı ve onlar da Franco güçlerine göndermişlerdir.” (21 Nisan 1938’de Washington’da düzenlenen uluslararası basın toplantısında yapılan konuşma).
Ayrıca Amerikan kiliselerinin oynadıkları rolden de bahsetmek gerekir. Franco yanlısı Karolina Spellman, Franco hakkında şunları söylüyordu: “Zeki, ciddi ve samimi.” Ve faşist papaz Couglin’le birlikte. “Milliyetçi İspanya ve Kuzey Amerika Birliği”ni kurdu. Sadece EEUU’da değil, ama papaz sınıfı ve Papa’yla ilişkilerini kullanarak Avrupa’da da çok aktif davrandı. EEUU’nun İspanyol cumhuriyetine karşı oynadığı rol çok açık. Ama, ABD halkından ve aydınlarından gerçek dostlarımızın da olduğunu belirtmek gerekir. Bu dostlarımızın çoğu, İspanya’ya gelerek Franco’ya karşı savaştılar. Burada ölenler oldu. Ülkelerine dönerken, sırf halkı ve özgürlük için savaştıklarından dolayı “cinayet” suçundan hapis yatan oldu. ABD’den gelen savaşçıları (2.800 kişiden oluşan birçok tugayın ve Kanada’dan gelen 1.000 kişiyi) hiçbir zaman unutmayacağız (Tarihçi Hugh Thomas’ın, “İspanya’da İç Savaş” kitabında verdiği bilgiler).
SSCB’NİN İSPANYOL CUMHURİYETİNE YAPTIĞI YARDIMLAR
Bazı insanlar, cesaret edip SSCB’nin cumhuriyete yeterince yardım etmediğini söyleyebiliyorlar. Bununla da yetinmeyip, savaşın SSCB yüzünden kaybedildiğini iddia ediyorlar. Bu düşüncede ısrarlı olanlar da, özellikle Troçkistler. Her şeyde olduğu gibi olayları tahrif edip, yaptıkları “analizleri” haklı çıkarıyorlar. Ama gerçekler de acı olur.
Stalin, 1936’da yolladığı bir telgrafta, İspanya Savaşı’na verdiği öneme değiniyordu: “İspanya’yı gerici faşist baskıdan kurtarmak, sadece İspanyolların meselesi değildir. Bu mesele, tüm ilerici insanlığın meselesidir.” Bu düşünce, savaş boyunca hayat buldu. Stalin önderliğindeki SSCB’nin yardımı cömertçe ve enternasyonalistçeydi. İşçilere, kitlelere ve aydınlara yapılan yardım sadece malzeme yardımı değildi, ama moral olarak da yardım edildi. Bu gerçek: anti-komünist, sağcı sosyalist İndalecio Prieto tarafından bile kabul ediliyor. Prieto şunları söylüyor: “Sovyetler Birliği, mümkün olduğunca İspanya’ya yardım etti. Cumhuriyetin doğal hükümetinin zaferi için verebileceği yardımı verdi. Ama diğer demokratik Avrupa ülkeleri, hatta sosyalist partilerin etkinliğinde olanlar dahi, ya çok sınırlı yardım ettiler ya da savaş malzemelerini almamızı bile engellediler.” Aynı dönemin Cumhuriyetçi Birlik Partisi (küçük burjuva) genel sekreteri ve parlamento başkanı şunları söylüyordu: “SSCB’nin yardımı olmaksızın, bugünkü cumhuriyetimiz olmazdı.” Hemen savaşın ilk günlerinde, SBKP, Sovyet sendikaları ve işçiler, İspanyol halkına desteklerini sundular. Sendikalar, “İspanya Cumhuriyeti’ne Yardım” adı altında devlet bankasında hesap açtılar. Savaş, 18 Temmuz 1936’da başladı. Ağustos ayında, yeni açılan hesaptaki para miktarı, 12.145.000 rubleydi. Aynı yılın Ekim ayında 47.595.000. Aralık ayında ise 58.000.000 ruble olmuştu.
Bu miktar, Sovyet halkının verdiği yardımın önemini gösteriyor. Öte tarafta, SBKP ve Stalin tarafından yönetilen Sovyet devleti, hemen materyal göndermeye başladı. Eylül 1936’da, Odessa limanında Neva, Kavan, Zyrianin ve Turksib gemileri İspanya’ya hareket ettiler.Gemilere yüklenen malzemeler ise şunlardı: 1.000 ton yağ, 4.200 ton şeker, 7.000 ton buğday, 3.500 ton un, 2.000 ton balık. 300 ton domuz yağı, 2.000.000 kutu konserve, 1.250.000 kutu süt, 100.000 paket yumurta. Bütün savaş boyunca da bu yardım devam etti. 1936 Sonbaharı’nda ve 1936-37 Kışı’nda, Karadeniz limanlarından İspanya’ya 23 Sovyet gemisi gönderildi. Bu gemiler, savaş malzemesi ve silah taşıyordu. Bu yardım; cumhuriyetçilerin, Mussolini güçlerine karşı silahlanmasını sağladı ve bu sayede Guadalajara’da bozguna uğratıldı. Sovyet gemilerinin, İtalyan ve Alman denizaltı gemilerinden korunmaları gerekiyordu. Mesela Komsomol gemisi, savaşın ilk aylarında batırıldı.
SSCB; silah, yiyecek ve ilaç yardımının dışında İspanyol savaşçılarını eğitmek üzere değişik dallarda uzman eğitimciler yolladı. Madrid savunmasına 160 Sovyet havacısı katılmıştı. Bunlardan, aralarında V. Bockero, K. Kovtan, S. Turjov, I. Jovanski ve P. Gibelli gibi Sovyet kahramanlarının bulunduğu 21 kişi savaşta yaşamını kaybetti.
İspanya Cumhuriyeti’ne yapılan toplam Sovyet yardımı şunlardır: 806 savaş uçağı, 362 sar, 120 donanmış otomatik mitralyöz, topçu kuvveti için 1.550 parça, 500.000 silah, 340 adet havan, 15.113 mitralyöz, 110.000 bomba.
Bu Sovyet yardımı, “demokratik” hükümetlerin İspanya Cumhuriyetine ihanet ettikleri bir dönemde yapılıyordu (Fransız başkanı Leon Blum’un bu dönemdeki hain rolü hatırlansın). Uluslararası tugayda yer alan yazar Artur G. London, “İspanya, İspanya” adlı kitabında şunları yazıyor: “İspanyol halkının üç yıl boyunca faşizmle savaşmasında, Sovyet yardımının büyük rolü oldu. Demokratik hükümetler, Sovyetler gibi yapsalardı İspanyol halkı savaşı kazanacaktı. 1936’da, İskandinav, Belçika, Fransa’daki hükümetlerde, sosyal demokrasinin anahtar rolü vardı. Komünist Enternasyonal, faşizme karşı, İspanya Cumhuriyeti’ne yardımda bulunmak için, sosyal demokrasiye somut eylem talebinde bulunmuştu. Fakat ‘sosyalistler’, enternasyonalin önerisini kabul etmediler. Tam tersine; Hitler ve Mussolini’ye serbest hareket etme imkânı veren ‘müdahale etmeme’ politikasının temelini atan da Leon Blum oldu. Pasifist Nehru dahi, ‘müdahale etmeme’ politikasını, çağımızın aşırı komedisi olarak değerlendiriyordu. Fakat bu ülke ve ABD, bir taraftarı Hitlerden çekiniyor, diğer taraftan da SSCB’nin İspanya savaşına katılmasını ve böylelikle Almanya’nın SSCB’ye saldırmasını istiyorlardı ve bundan kendilerinin gizli çıkarları vardı. Böylesi bir durumda ve her tarafı düşmanla sarılı olan SSCB’nin, İspanyol halkına desteği kahramanca ve yadsınamaz bir cömertlikti.”
SONUÇ
1- Andres Nin; bir Katalon aydını, Komünist Partisi üyesi. Moskova’da İspanya Komünist Partisi delegesi. Daha sonra Troçki teorisini savunuyor ve enternasyonali ve İKP’yi terk ediyor. Diğer üyelerle POUM (Marksist Birlikçi İşçi Partisi)’u kuruyor. Açıkça oportünist bir çizgi izliyor ve esas görevleri de, Komünist Partisi’ne karşı mücadele etmektir.
2- Stalin, Molotov, Voroşilov, İspanyol hükümetine yolladıkları mektupta: “Tarım ülkesi olan İspanya gibi bir ülkede, köylülüğe çok dikkat etmek lazım. Köylülük hem sayısal olarak, hem de etkice önemlidir. Faşist güce karsı, dikkatlerini orduya çekmek gerekir ve gerilla gruplarını kurmak gerekir.” diye yazıyorlar. Ünlü 5. tugayın kurucularından General Lister, yıllar sonra, kitabında şunları yazıyor: “Savaş döneminde güçlü gerilla hareketini kurma koşulları vardı, ama cumhuriyet hükümeti beceriksizliğinden ya da isteksizliğinden böyle bir hareket örgütlemedi.”
Öte tarafta, hain Santiago Carillo şunları söylüyor: “Düşman güçlere karşı bir gerilla hareketi oluşturmanın koşulları olduğunu söylemek gerçekçi değil.” Fakat savaş sonrasında, Fransa sınırında ilişkisiz kalmış direniş grupları, teslim olma yerine, mücadele etmeyi seçtiler ve ’50’li yıllara kadar mücadele ettiler. Ne yazık ki birbirleriyle bağlantıları olmadığı için, yok edildiler. Ama şunu tekrarlayalım: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da birkaç yıl ayakta kalabildiler.
3- Troçkist tarihçiler, cumhuriyetçilerin yenilgisini Stalin’e bağlamaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de, mücadelenin gerçek görünüşünü bir kenara bırakıyor, somut verileri, yabancı müdahaleyi, EEUU’nun desteğini, cumhuriyete karşı “müdahale etmeme” politikasını göz önünde bulundurmuyorlar. Gariptir, bu Troçkistler, Troçki’nin POUM’a karşı yaptığı eleştirileri de unutuyorlar: “Nin’in uluslararası politikası, iç politikası kadar yanlıştır. POUM’un yönetimi, varlık hakkını kaybeden İngiltere Bağımsız İşçi Partisi şefleriyle ve diğer yarı-oportünist, geleceği olmayan gruplarla ilintilidir.” (“Lutte Ouvriu”, Mayıs 1937, No: 44).
“POUM, İspanyada bütün diğer partilerin solundaydı, ama İspanya devriminin yetişmesinde uğursuz bir rol oynayan da yine bu partiydi. Bu parti, anarşist yönetim önünde teslimiyet gösteriyor, sendikalar içerisinde yanlış politika izliyor. Mayıs 1937’de (Ken Loach’ın filme aldığı an) devrimci tutum yerine, çekingen bir tutum alıyor. Yönetici blok içerisindeki en tutarlı politika, Stalinciler tarafından izlendi. Stalinciler direnişin üncüleriydiler. Bugün İspanyol Halk Cephesi düzmece batkınları, sorumluluğu GPU’ya yüklemek istiyorlar. GPU’nun cinayetlerine karşı hoşgörülü olamayız, ama GPU’nun Halk Cephesi hizmetine bağlı olarak hareket ettiğini söylüyoruz. GPU’nun gücü ve Stalin’in tarihi rolü de burada yatıyor Sadece dar kafalı biri şeytan şefleri üzerine yapılan şakalar aracılığıyla bu gerçeği yok sayabilir.” (“Marksist Teorinin Sorunları”. 1939. Paris Marksist araştırma çevresi tarafından Mayıs 1969’da yayınlandı).
Tabii ki Ken Loach ve yandaşlarının, Troçki’nin bu yazısından haberleri yoktur.
4- Uluslararası Tugay, İspanya’da hiçbir zaman aynı anda 15.000 gönüllüden fazla sayıda olmadı. Çeşitli tarihçilere göre, 3 yıllık savaş boyunca, Enternasyonal tugaylardaki savaşçı sayısı 40.000 kişiyi buldu. Enternasyonal dayanışmanın görülmemiş örneğini sergileyen bu tugaylar, “dil” temelinde oluşturulmuştu. Buna göre:
– Paris Komünü: Fransız, Belçikalı ve İsviçrelilerden.
– Thaelmann: Almanlardan,
– Edgard Andre: Alman ve Avusturyalılardan.
– Roselli, Gastone Stozzi ve Garibaldi: İtalyanlardan,
– Dombrovski: Slav ve Polonyalılardan,
– Lincoln ve George Washington: ABD, Kanada, İrlanda ve İngilizlerden,
– Tchapaiev: 21 değişik ulustan gönüllüler.
Savaş sonrasında (1939) Franco cezaevlerinde 500’den fazla gönüllü, tutukluydu. Hitler’e iade edilen Almanlar hariç, hepsi de kurşuna dizildi.
İtalya ve Tchapaiev tugayında yer alan Arnavut gönüllülerinden de bahsetmek gerekir. Bunların Arnavutça, “Gönüllülük ve Özgürlük” isminde bir gazeteleri vardı. Avskim Voski, Teni Kono, Kemal Kada, Musa Frateri gibileri katledildi. Geri kalanlar Mehmet Sheku ve Mane Niskova gibileri Arnavut kurtuluş mücadelesinde önemli rol oynadılar.
Francocu “gönüllüler”e gelince; 120.000 İtalyan, 100.000 Faslı, 30.000 Alman, 20.000 Portekiz ve 600 İrlandalıdan oluşmuştu.
5- H. Thomas’a göre, Almanlar Condor Lejion (Paralı Asker)’unda: 6,000 havacı, 30 tankı sürekli kullanıyorlardı, İtalya, gönderdiği “gönüllüler”in dışında İtalyanlar tarafından kullanılan 703 uçak gönderdi. İtalyan basınına göre, bu uçaklar, 5.318 bombardımana katılmış, 224 gemiye saldırmış ve birçok gemi batırmış. Mussolini, aynı zamanda Sovyet yardımını kesmek için 91 savaş gemisi ve denizaltı göndermiştir.
Mart 1997