EN MARCHA
EKVADOR
Burjuvazi sınıf olarak, dünya ekonomisini altüst eden ekonomik krizi uluslararası planda göğüslüyor ve daha önceleri defalarca görüldüğü gibi kendi çıkarlarına uygun bir şekilde çözmeye çalışıyor.
Geçen on yıllarda burjuvazi, genel anlamda, krizle karşı karşıya gelmeyi ve onu kendi lehine çözmeyi başardı. Fakat çözümlerin sosyal maliyeti çok pahalı oldu. Yük, çalışan kitlelerin ve halkların sırtına yüklendi. Ağırlıklı olarak bağımlı ve emperyalist ülkelerin işçi sınıfları büyük sarsıntılar geçirdi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan toparlanma dönemi 1970’li yıllarda son buldu. O yıllardan günümüze kadar uluslararası burjuvazi ve dünyadaki gerici güçleri, krizi kendi çıkarları doğrultusunda çözmek için çeşitli çözüm önerilerinde bulundu. Açıklanan farklı teori ve önerilerin yanında plan ve programlar da geliştirildi. Tüm zorlamalara rağmen, kriz gerçekte hem şiddetlendi, hem de genişledi.
Neo-liberalizm, umut olarak sunulan tezlerin arasında en önemlisidir. Monetarist olarak tanınan bu görüşe göre, pazar ve ticaret serbest bırakılmalı, arz ve talep canlandırılmalı, “koruyucu devlet”, sübvansiyon ve ekonomiyi düzenleme uygulamaları kaldırılmalı, kamu işletme ve hizmetleri özelleştirilmeli, sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim harcamaları azaltılmalı ve üretken olmayan tüm yatırımlar durdurulmalıdır.
Krizin politik sonuçları dünyada sarsıntı ve kargaşaya yol açtı. Burjuva politikacıları ve ideologlarının günlük sosyal barış propagandaları bir hayalden öteye gitmedi.
Burjuvazi ve farklı biçimlerdeki hükümetleri kriz içindeler ve istikrarsızlığa mahkûmdurlar. Her adımda bir hükümet düşürüyor ve yenisini kuruyorlar. Liberal hükümetler yolsuzluklarla boğuluyor. Bu gidişi durdurma söylemiyle başa gelen tutucu partiler diğerlerinden daha fazla rüşvet olaylarına katılıyor. Sosyal demokratlar gerileme sürecinde; görünümünü değiştirmeyi, demagojiden uzaklaşmayı deniyor; “modernleşme” ve liberalleşme ile uğraşıyor; sosyal kazanımları azaltmak için hazırlıklar yapıyor.
Yolsuzluk, çürüme ve kamu sektörünün olanaklarını kötüye kullanma kurumlaşmış durumda. Bütün bunlar çeşitli skandallara ve politik krizlere neden olmakla kalmadı, aynı zamanda Brezilya, Japonya ve Venezuela’da hükümetlerin devrilmesine yol açtı. İngiltere ve Fransa’da üst düzey yönetim kademelerinde açığa çıktı. İtalya’da Hıristiyan Demokrasisi’nin tükenmesine yol açtı. Revizyonist partiler çözülüp gidiyor, dağılıyor ve isim değiştiriyorlar. ABD’de son 20 yılın Cumhuriyetçi dönemi son buldu, şimdi ise Clinton yönetimini zorluyor.
En iyi hükümet biçimi ve kapitalizmin en üstün ifadesi olduğu propagandası ile çoğu ülkelerde uygulanan temsili demokrasi artık prestijini yitirdi ve yerine açık diktatörlük ve otoriter rejimleri geçiren aynı burjuvazi tarafından bazı ülkelerde geçersiz ilan edildi. Neo-Naziler, neo-faşistler, ırkçılık, aşırı milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve şovenizm yeniden ortaya çıkmaya bağladı.
İŞÇİ HAREKETİ VE KRİZ
Yaşamın gösterdiği gibi, kapitalist genel krizin çıkış yolu yoktur. Ortaya atılan çözüm önerileri geçici rahatlamalar getirmekten öteye gidememektedir. Hedef, çalışan kitlelerin, halkların ve ezilen ulusların sorunlarını ele alıp ihtiyaçlarını çözüme kavuşturmak değil, zengini daha zengin yapmak ve kapitalist sömürüyü perçinlemektir. Tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de, krizin gerçek ve kesin çözümü, proletaryanın yapacağı sosyal devrimdedir.
Emperyalizm çağında proletarya, insanlığı kurtarma süreci içinde diğer devrimci sosyal sınıf ve katmanları örgütleme ve yönlendirme görevini yüklenir. Emperyalizme karşı savaşta ve bağımsızlık mücadelesinde, uluslararası işçi sınıfı ile ezilen halk ve ulusların yolları birleşiyor. Sosyal devrim, farklı ülkelerde gerçekleştirilecek görevlere bağlı olarak sosyalist, anti-emperyalist, demokratik veya ulusal özgürlük biçimlerinde ortaya çıkıyor.
İşçi sınıfı hangi koşullar altında yaşıyor? Hangi sorunlarla karşılaşıyor? Perspektifleri nasıl açıklanabilir?
Sovyetlerde ve Doğu Avrupa’da meydana gelen olaylar, Arnavutluk’ta sosyalizmin dağılması, Sandinist hareketin yenilgisi, Farabundo Marti Cephesi liderlerinin ihaneti, Filistin’de Arafat’ın tutumu ve iyi organize edilmiş saldırgan anti-komünist kampanya, dünya işçi sınıfına ve ezilen halklar ve ulusların özgürlük mücadelesine geniş boyutlarda zararlar verdi.
Komünist ve devrimci saflarda, halklar ve işçiler arasında çok büyük kafa karışıklığı yarattı. İdeolojik ve politik dağılmalara ve geniş katmanlar arasında hayal kırıklığının, umutsuzluğun ve moral bozukluğunun gelişip güçlenmesine neden oldu.
Çalışan emekçi kitleler, sınıf bilincine çok yabancı fikirlere bağımlılaştırıldılar. Burjuva, sosyal demokrat ve revizyonist ideolojiler, sarı sendikaların tutumları, faşistlerin, gangsterlerin ve oportünistlerin işçi sınıfı ve halk hareketi içinde başlattığı faaliyetler, reformist bir mücadele ruhunun, sosyal pasifizmin ve sendikalist eğilimlerin boy atmasına güç verdi. Bu durum çok eskilere dayanıyor. 1950’li yıllarda modern revizyonizmin ortaya çıkmasıyla başladı. Bugün genişleme imkânı buldu. Marksist-Leninist partilerin zayıf ve verimsiz çalışmaları buna yol açtı.
Proletaryanın devrimci düşüncesi Marksizm-Leninizm, işçi sınıfının geniş kesimleri tarafından bilinmemektedir. Aynı şekilde, komünistlerin devrimci politik önermeleri de bilinmiyor. Örgütlü olan geniş bir işçi kesimi AFL-CIOSL’a, Avrupa düzeyinde sosyal demokratlar ve Hıristiyan Demokratlar aracılığıyla patronlar tarafından yönlendirilen reformist sendikalara bağlanmıştır. Revizyonizm uluslararası planda güç kaybetmesine rağmen, bazı ülkelerde hâlâ etkisini sürdürüyor. Son zamanlarda Dünya Sendikalar Federasyonu’nu yeniden toparlama çalışmalarının başlatılması bunun bir örneğidir.
Tüm ülkelerde işçi sınıfı, örgütsel ve sosyal anlamda şiddetli dalgalanmalar yaşadı. Modernleşme uğruna sosyal kazanımlar ve sendikal haklar kısıtlandı. Grev yapmaya ve örgütlenmeye olanak tanımayan ve işten atmaları kolaylaştıran emek karşıtı yasalar yürürlüğe konuldu.
GERİLEMENİN SINIRLARI
1989’dan sonra proletaryanın ve halkların devrimci mücadelesinde bir gerileme belirdi. Uluslararası burjuvazi, dünya gericiliği ve revizyonizm, kitlelerin devrimci mücadelesine şiddetli darbeler indirdi.
Uluslararası planda bu gerileme artık dibe vurmuş durumdadır ve hatta kimi ülkelerde kitle hareketlerinde, işçilerin sendikal örgütlenmesinde ve devrimci silahlı mücadelede yeniden bir canlanmanın olduğu görülüyor.
Bu ilk kıpırdanış, geniş kitlelerin mücadelelerinin yükselişinde kendini gösteren, ama açıktır ki istikrarsız bir süreçtir.
İşçi sınıfının içinde bulunduğu koşullar ve şiddetlenen kriz yeni perspektifler açıyor. İdeolojik ve politik yanılsamalara ve örgütsel dağılmışlığa rağmen, son günlerde emekçiler maddi koşullarını iyileştirme, iş olanaklarını genişletme ve sosyal kazanımları koruyup geliştirmeye ilişkin gösterilere başvurdu. Ayrıca bu hareketlenmelerde yer alan işçi sınıfı kapitalizme, büyük burjuvaziye ve onun egemenliğine karşı olduğunu da açıkça ifade ediyor.
Almanya, İngiltere, Fransa ve Japonya’daki işçi sınıfının büyük gösterileri, Belçika ve İspanya’da genel grevler, İtalyan ve Polonya işçi sınıfının eylemleri, Rusya ve Doğu Avrupa işçi sınıflarının gösteri ve eylemleri güçlü potansiyel taşıyan işçi hareketinin yeniden doğmakta olduğunu kanıtlıyor.
Yakın döneme kadar gelişmiş emperyalist ve kapitalist ülkelerin işçi sınıfı sermaye birikiminden yararlanıyordu. Son gösteriler proletarya hareketinde hesaba katılması gereken yeni ve önemli bir rolün var olduğunu açığa çıkardı.
Tarihsel deneyimlerin ışığında denilebilir ki işçi sınıfı hâlâ çağın merkezindedir ve üretim sürecinin ana halkasını oluşturmaktadır. Genelde insanlığın kurtuluşu ve sermayeye karşı mücadelenin yönlendirici rolünü oynadı, oynuyor. Gelecekte de aynı rolü oynayacağı için hâlâ politik ve sosyal alanda bilimsel araştırma ve deneylerin odağını oluşturuyor. Üretici güçlerin her gelişimi, bilimsel-teknik devrimin her kazanımı, burjuva ideologlarının ileri sürdükleri gibi sınıf olarak proletaryanın kaybolmadığını, tam tersine çok daha geniş bir örgütsel ve politik kapasiteye sahip olduğunu kanıtlıyor.
Bu yüzyılın tarihsel olaylarında işçi sınıfının büyük rolü ve yankı uyandıran en önemli zaferleri, Ekim 1917, faşizmin ezilişi, yeni bir toplumun kuruluşu, sosyalist kamp, sömürge sisteminin yıkılışı, özgürlük ve demokrasi uğruna verdiği mücadele, emperyalist sömürü ve baskıya karşı dev karşı koyuşları devrimci bir sınıf olduğunu kanıtlamaya yeter de artar bile.
Yukarıda sözünü ettiğimiz olayların doğruladığı gibi “işçilerin kurtuluşu, onların kendi eseri olacaktır” Marksist tezini bir kere daha da doğruluyor.
Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarının anti-emperyalist bilinci ve mücadelesi önemli ve anlamlıdır. Meksika’da, Peru ve Kolombiya’da, Güney Afrika, Filipinler, Çeçenistan, Somali ve Kürdistan’da elde silah sürdürülen direnişler, uluslar ve halklar arasında karşılıklı dayanışma ve yardımlaşmalar, doğal kaynakları koruma, dış borçları ödememe, Dünya Bankası ve IMF’nin dayatmalarına karşı proletaryanın ve halkların muhalefeti ve direnişi dünyanın her yerinde görülüyor. Latin Amerika’da Marksist-Leninist güçlere canlılık veren, güçlü halk hareketleri halini alan anti-emperyalist miting ve gösteriler giderek önem kazanıyor.
Anti-emperyalist mücadele sürecinde, işçi sınıfına ve onun partisine halkların ve ulusların özgürlük mücadelelerini yönetme ve örgütleme görevi düşüyor.
Demokrasi ve özgürlük mücadelesi sürecinde insan hakları için otoriterizme ve yolsuzluklara karşı direnişler, seçim ve parlamenter sınırları aşarak sokaklarda, halkların direnişinde, devrimci ayaklanmalarda ortaya çıkmaya başladı ve proleter devrimcilerin daha yakın dikkatini gerektiriyor.
TARİHİN ÖZNELERİ
Yaşadıkları koşulların zorlaması sonucu kitlelerin artan rahatsızlığı, krizin kaçınılmaz sonuçları, ekonomik durgunluk ve enflasyon, çürümenin doğası ve burjuva toplumunun çöküşü giderek artan oranda değişime duyulan büyük istekte kendini açığa vuruyor. Krizin nedenleri ve hükümetlerin çözüme ilişkin aldığı kararlar politik bilinci yükseltiyor. İşçilerin, köylülerin ve gençlerin sosyal ve politik hareketlerindeki canlanma, etnik ve ulusal azınlıkların kültürel ve ulusal kimliklerini savunma mücadeleleri, ezilen halkların ve ulusların anti-emperyalist mücadelesi ve bilinci güçleniyor. Halkın mücadelesinde bu hareketlilik kısa zamanda farklı bölge ve ülkelerde kitlelerin eşit olmayan koşullarda gelişen devrimci başkaldırı hareketini getirecektir.
Bu gelişmelere önderlik edenler, devrimin, özgürlüğün ve demokrasinin sosyal güçleri, yani işçi sınıfı ve halkın diğer kesimleridir. Bunlar tarihin özneleri olan gerçek solu temsil edenlerdir.
Politik bakış açısıyla, sol güçlerin en üstünde, işçi sınıfının partisi, Uluslararası Konferans’ta çizgimizi oluşturan Marksist-Leninist parti ve örgütlerdir. Biz solcuyuz; çünkü program ve doktrinimiz, çağımızın en devrimci ve en ilerici çıkarlarını, yani proletaryanın çıkarlarını savunuyor. Çünkü bu programatik ilkelerimizde bağımlı ulus ve halkların en değerli ideal ve hedefleri yer alıyor. Çünkü yalnızca işçi sınıfının kurtuluşuyla insanlık gerçek kurtuluşa kavuşabilir. Ulusal ve sosyal özgürlükler için mücadele veren ve emperyalist egemenliğe karşı duran yurtsever, demokrat ve devrimci kişiler sol içinde faaliyet gösteriyor.
Biz solcuyuz, yeniyi, bilimseli, doğmakta ve gelişmekte olanı temsil ediyoruz; çünkü biz insanlığın bugünü ve yarınıyız. Biz her zaman alternatifçi, yenilikçi ve direngen güç olduk ve olmaya devam edeceğiz.
Asya’da Nepal ve Hindistan, Avrupa’da ise Polonya, Bulgaristan ve Litvanya gibi ülkelerde ve Latin Amerika’da Venezüella, Brezilya ve Uruguay’da aşırı sağın güç kazandığı, burjuvazinin neo-liberal prensipler etrafında toplandığı bir dönemde yapılan seçimler genelde sola doğru bir eğilimin varlığını gösteriyor. Hemen hemen bütün ülkelerde merkez diye bilinen kesim kendisini neo-liberal olarak yeniden tanımlıyor ve açık sağ tutum takınıyor.
Genelde halk ve işçi hareketi, kendisini değişimin, sosyal başarıların ve solun taşıyıcıları olarak sunan demokratik seçimleri arıyor ve olumlu tepki veriyor. Bunlar, halk kitlelerinin, sağa ve neo-liberalizme karşı çıkan ilerici konumlara yakınlığını yansıtıyor. Bu konumlar birçok ülkede reformist politik güçler tarafından yönlendiriliyor. Doğu Avrupa’da eski revizyonist partiler, öteki ülkelerde ise sol olarak ortaya çıkan yeni revizyonizm, bu gelişimin başını çekiyor.
“Yeni sol”, eski reformist bir taktik, işçi hareketinin değişim ideallerinin yönünü değiştiren, onu burjuva legalizmine ve sistemin parametrelerinin sınırlarına sıkıştırmaktan öte gitmeyen sosyal demokrasinin, revizyonizmin ve oportünizmin yeni oluşan bir biçimidir. Polonya ve Bulgaristan’da eski revizyonistler kapitalizmi yeniden kurmayı denemekteler. Moğolistan ve Litvanya’da benzer hareketler deneniyor. İtalya’da yolsuzluklarla boğulmuş eski revizyonist Occheto’nun partisi aynı yönde koşuyor. Brezilya’da Lula, iktidarı paylaşmayı amaçlayan eski sosyal demokrat tezlerden hareket ediyor. Venezüella’nın Radikal Davası ve Uruguay’ın Tarihsel Karşılaşması aynı şeyi denemekteler. Açıktır ki bunlar sermayeye hizmet eden burjuva karakterde politik güçlerdir. Bunun tam karşıtı, işçi sınıfı ve onu belirli sınırlarda izleyen kitleler ve küçük burjuvazi, yani devrimin sosyal güçleri iktidarı amaçlayan hedefler belirleyerek ittifak kuruyor.
BLOK POLİTİKALARI
Şiddetlenen ekonomik kriz, tekeller arası çelişkileri de artırıyor. Pazarları, hammadde kaynaklarını ve stratejik doğal kaynakları koruma, yeni etki alanları ve yeni pazarlar bulma, dağılan Sovyetler Birliği’nde ve uydularında yatırımlar, pazar ve işgücünü kullanma etrafında çıkan anlaşmazlıklar, sanayi fazlası ve tüketimde ortaya çıkan çelişkiler, ekonomik ve politik güçleri yeniden düzenleme noktasında çıkan muhalefetler ve dünyanın yeniden bölüşümü sorunu kaçınılmaz olarak politik blokları yeniden canlandırdı.
Ticari, para, politik ve askeri ittifakları kapsayan bölgesel ve bölgeler arası gruplaşmalar oluşturuldu. Böylece farklı ülkelerin bir araya geldiği ittifaklar giderek arttı.
Üyeleri arasında askeri ve politik anlaşmazlıkları barındıran bu blokların bazıları uzun bir geçmişe sahip askeri ve politik karakterde bloklardır. Diğerleri ise istikrarlı gibi görünmüyorlar ve yeniden örgütlenmelerinin kalıcı olacağı söylenemez, ittifaklarla ilgili ortaya çıkan gelişmeler bunun böyle olduğunu gösteriyor.
ABD’nin oluşturduğu ve adına tek kutuplu dünya denilen süper-emperyalizm diye bir şey yoktur. Bu, diyalektiğe aykırı bir tezdir. Emperyalizmin varlığına ters düşer. Halkları korkutmayı ve güçsüz bırakmayı hedefleyen bir teoridir.
Sovyetlerin dağılmasından sonra ABD askeri, politik ve ekonomik alanlarda tek süper güç olarak kaldı. Ancak bu durum geçicidir ve hızla yok olmaktadır. Almanya ve Japonya’nın gelişme ve genişleme hızları Kuzey Amerika’nınkinden daha fazladır. Avrupa Birliği’nin, gelecekte dünyada en önemli rolü oynayabileceği tahmin ediliyor. Rusya’nın ordusu, burjuvazisi ve askeri gücü genişleme potansiyeline sahiptir. Bu durum, çok kutuplu bir dünyanın varlığını doğruluyor. Yani öyle bir dünyada yaşanıyor ki, farklı emperyalist devletler veya devletler topluluğu, kendi egemenlik alanlarını genişletmek amacıyla yoğun bir rekabet içindeler.
Dört kıtada farklı türden emperyalistler arası çelişki bulmak olanaklıdır. Bu çelişkiler, dünyanın etki alanlarına göre paylaşılması istendiğinden hızla keskinleşiyor. Daha da önemlisi, bu çelişkilerin bölgesel savaşlara neden olup dünyayı yeniden ateşe verme çılgınlığına yol açabilir nitelikte olmasıdır. Son zamanlarda ulusal ve etnik gruplar arasındaki sürtüşmelerin en üst düzeye tırmandırılması, endişeleri artırıyor.
Eski Yugoslavya’da etnik, dini ve ulusal ayrılıklar emperyalist güçler tarafından körüklenerek Bosnalıların katledilmesine yol açtı. Balkanlar, farklı emperyalist güçlerin çatışma alanına dönüştürüldü.
Aynı durumu hemen hemen tüm eski Sovyetlerde, Rusya Federasyonu’nun çeşitli cumhuriyetlerinde görmek mümkündür. Ermenistan’da, Çeçenistan’da, Azerbaycan ve Gürcistan’da savaşlar sürüyor.
Ruanda, Liberya ve Angola gibi çeşitli Afrika ülkelerinde kabileler arası ayrılıklar körüklendi ve gerçek anlamda iç savaşlar başlatıldı. Her zaman olduğu gibi, yeteneksiz hükümetleri işbaşına getiren, silahları satan ve toprakları bölüşen emperyalistler kazançlı çıkıyor bundan.
Uluslararası jandarmalık rolünü üstlenen ABD emperyalizmi, Birleşmiş Milletler’i kontrol altına almayı başardı. Daha da önemlisi öteki emperyalist devletlerin onayını alarak son yılların en tehlikeli savaşkan eylemlerini gerçekleştirebilme gücüne kavuştu.
Tüm emperyalist güçler, Körfez Savaşı’na karıştı ve sivil halkı katlettiler. “Sorunlara çözüm bulmak” amacıyla Somali’yi ve “demokrasiyi kurtarmak” için de Haiti’yi işgal ettiler. Yeltsin’in Rusya’sı da Çeçenistan’ı işgal edip terör estiriyor.
Dünya haritası boydan boya silahlı çatışmalarla doludur. İç, ulusal ve devletlerarası savaş alevleri dünyanın karmaşıklığından ileri geliyor. Emperyalist devletler ulusal çıkarlarla oynuyor, sınır sorunlarını körüklüyor, silah satıyor ve beliren yeni koşullara göre konumlarını yeniden düzenliyorlar.
Emperyalistler açısından, kendi aralarındaki çelişkileri halletmek, üretim fazlası sorununu çözmek, kapasiteyi arttırmak ve silah sanayini geliştirebilmenin yolu ancak, savaş taktiklerini, krizden çıkışın alternatifi olarak göstermektir.
ÖNCÜNÜN VE BİLİNCİN ROLÜ
Dünya, kapitalist sistemin çözümü olmayan bir krizini yaşıyor. Bu krizden gerçek çıkış ancak proletaryanın sosyal devrimi çerçevesinde olur. Bu kriz, kitlelerin mücadelesinde güçlü bir yükseliş, yeni devrimci olanaklar ve hatta farklı ülke ve bölgelerde devrimci krizleri hazırlama perspektifleri sunuyor. Devrim, bugünkü kuşağın görevidir.
Son yılların olayları, halkların ve emekçilerin sosyal hareketlenmelerinde bir canlanma yaratmakla kalmadı, aynı zamanda zaaflarını ve zayıflıklarını da ortaya çıkardı.
Politik öncünün ve devrimci bilincin rolü yetersiz ve zayıftır. Kitleleri aydınlatmak amacıyla ileri sürülen hedef, amaç ve yön dağınık durumdadır. Esasında sosyal hareket politik hareketten daha ileri düzeydedir.
Proletaryanın devrimci partisi için hedef açıktır: Gezegenimizin her yerinde işçi sınıfı mutlaka halk hareketinin önünde yer almalıdır. Bu somut durum, kriz üstüne Marksist-Leninist alternatif tezini gerekli kılıyor. Marksist-Leninist partilerin ve Uluslararası Konferans’ın önünde dikkatli bir strateji geliştirme görevi duruyor.
Partilerimizin güçlenebilmesi için böylesi politikalar gereklidir. Sosyal mücadelelere militanca katılım, örgütlenme, işçi sınıfının ve halkların mücadelesi, halk hareketine katılım derecesi ve proleter devrimci yönlendiricilik politik ve teorik analizleri zorluyor. İşçi hareketinin mücadelesi ve örgütlenmesinin sorunları emperyalist burjuvazinin eski ve yeni egemenlik biçimleri, sosyal demokrasinin ve revizyonizmin öneri ve pratikleri açıkça tartışılabilir. Her şeyden önce bütün bunlar Marksist-Leninist partilerin eylem ve politikalarını yeniden canlandırmak için gereklidir.
Bu süreçte parti, ulusal ve uluslararası planda gelişmekte olan tüm politik ve sosyal olaylarda yerini alması için elinden gelen çabayı göstermelidir. Parti, olayların neden ve sonuçlarını, devrimci gelişimi ve doğanın iyileştirilmesi için gerekli tüm dikkatini vermek zorundadır. Marksizm-Leninizm’in yönlendiriciliğinde güncel somut koşullara uygun taktik önermeler ve stratejik hedefler belirlenmelidir. Güç toplama sürecinde ileri adımlar atmanın yolu krizden ve fırsatlardan yararlanmayı bilmekten geçer.
Devrimci yükselişin başladığı bu dönemde, Marksist-Leninist parti ve örgütler olarak belirlenmiş teorik tartışmalara aktif olarak katılmalıyız. Gericilik, burjuvazi, sosyal demokrasi, revizyonizm, Troçkizm ve oportünizm geliştirdikleri analizlerle ayrılığın ve dağılmanın yolunu açıyorlar.
İşçi sınıfı ve Marksizm-Leninizm, canlılığını koruyor. Sosyalizmin dünyayı ilk değiştirme girişimi yenilgiye sonuçlandı. Tüm olguların gösterdiği gibi, bu durum geçicidir. Gelişme ve önderlik yapma kapasitesiyle Marksizm-Leninizm’in hala devrimci niteliklere sahip olduğu, eylem ve olgularla doğrulandı. İşçi ve halk hareketlerinin her eylemi, üretim güçlerinin her gelişimi, her devrim, Marksizm-Leninizm’in geçerli olduğunu kanıtladığı gibi onu zenginleştiriyor da.
Şu kesindir ki, proletaryanın ustalarının yaşama olanağı bulamadıkları, dikkatli yanıt bekleyen yeni gerçekler ve olgular vardır. Bu görev biz komünistlere, partilerimize, işçi sınıfına ve halklara düşüyor. Ve bu görevi yerine getireceğimizden eminiz.
Tartışmalar kendi aramızda, komünistler ve partilerimiz arasında yapıldığı gibi proletarya ve halkların politik ve sosyal hareketlerinde dağınıklık yaratan revizyonizm ve gericiliğin karşısında da açıkça yapılabilir.
Marksizm-Leninizm’i savunma mücadelesine devam etmek gerekiyor. Oportünizmi ve revizyonizmi reddetmek ve onlara karşı mücadele vermek önemini koruyor. Kesinlikle denilebilir ki, revizyonizm gerileme süreci içindedir, fakat tamamen ortadan kalkmış değildir. Daha da önemlisi kendini yenileyerek işçi sınıfının ideolojisinde yanılsamalar yaratmaya devam etmektedir. Bundan dolayı uzlaşma hakkı tanınmamalıdır.
Marksist-Leninist partinin işçi hareketinin tümüne yönelik ideolojik ve politik faaliyetleri hazırlanmalıdır. Halkların, işçi sınıfının ve bilimsel sosyalizmin yaşamla bağlarını artırmak için propagandif inisiyatifler geliştirilmelidir.
Halk hareketinde ve işçi sınıfı içinde M-L örgütler kurmak ve partinin kendi öz gücünü örgütlemek kaçınılmazdır. Bu görevler her ülkenin somut durumuna göre farklılıklar gösterebilir. Ancak her durumda devrimci sendikal hareketler ve işçi hareketinin birliği, akım, eğilim ve merkezi sendika biçiminde olmalıdır. Bu örgütler, ulusal ve uluslararası planda işçi hareketinin örgütleri olarak koordine edilmelidir.
Biz komünistler revizyonizmin ve sosyal demokrasinin kontrolündeki sarı sendikalarda, kitlelerin devrimci taleplerini zorladıkları tüm alanlarda çalışmalıyız.
Proletaryanın sosyal devrimi, bağımlı ülkelerde devrimci sosyal tabakaların geniş birliğine ihtiyaç duyduğundan, işçi-köylü ittifakının kuruluşu zorunlu hale geliyor.
Devrimci işçi hareketi, devrimi örgütleme amacıyla demokrasiyi, halkın özgürlüğünü ve insan haklarını savunmayı gerekli kılıyor.
Uluslararası Komünist Hareket, halkların ulusal ve sosyal özgürlükler uğruna emperyalizme karşı mücadelesinde ileri sürdükleri etnik, kültürel ve ulusal haklarını kazanmalarına destek vermelidir. Emperyalizmin ve yerli burjuvazinin ulusal mücadeleyi bölüp parçalamasının önüne geçmeliyiz. Burjuva milliyetçiliği karşısında, ulusal özgürlük mücadelesini koymalıyız.
Sosyal ve politik güçlerin emperyalizme karşı birliği, halkların özgürlüğü, demokrasi ve dayanışma hedefleri, devrimci işçi hareketinin öteki görevleri arasındadır. Biz, devrimci, solcu ve yurtsever tüm güçlerin birleştiği eksen olmalıyız.
Gelişebilmek, devrimci işçi hareketini yönlendirebilmek ve sınıf mücadelesini proletarya diktatörlüğüne doğru sürükleyebilmek için en başta M-L komünist partisini, proletaryanın devrimci partisini, devrimin kendi öz gücünü güçlendirmek ana görevdir.
Komünist partisinin işçi hareketiyle yakın ve sürekli bağları, politik yaşama müdahalesi, halkların ve işçi sınıfının devrimci mücadelesini yönlendirme görevi, devrim yapmak isteyen tüm güçleri birleştirme çabaları, tarihsel misyonun tamamlanmasına yarayacak devrimci şiddeti örgütlemede aktif rolü, akla gelebilen en önemli görevlerdir.
Yaşanmakta olan kriz, bir devrim gerektiriyor. Marksist-Leninistler olarak sorumluluğu üstlenmeliyiz. Devrimi örgütleyebilmek için somut eylemleri, günlük politik ve teorik çalışmayı ve güncel alternatifleri önümüze koymalıyız.
Ekvador Marksist-Leninist Komünist Partisi (PCMLE)
Ekim-Kasım 1995