Konuya doğrudan bir soruyla girelim.
Neden yeni bir parti? Bunca sol parti varken, işçi ve emekçiler niçin bunlardan birinde ya da hepsinin veya bir kısmının birleşmesini öngörerek gerçekleşecek bir “birlik” partisi içinde örgütlenmiyor? Ve farklı yeni parti girişimleri varken, neden bunların birleştirilmesi yoluna gidilmiyor? Ayrı ayrı partiler oluşması pek mi iyi olacak? Birlikte partileşmek mümkün değil mi?
Önce CHP ve DSP’ye ilişkin birkaç söz.
Daha birkaç yıl öncesine kadar bir dizi sol grup ve solcu, ilerici, demokrat nitelikli çok sayıda insanın SHP içinde çalışıp yöneticilik yapar ve hatta SHP-dışı solculuğu, solu, demokrasi mücadelesini ve özellikle oylan bölmekle suçlarken, bugün bunlardan vazgeçilmesi ve çok sayıda grup ve insanın SHP (CHP)’den ayrılması ve ayrılmakta olması, bugün varılan noktanın olumlu bir göstergesi durumundadır. Bugün çok sayıda solcu, bir işçi emekçi partisinin CHP ile ilişkisini, örneğin ona katılmayı tartışılır bile bulmamaktadır. Yine işçi ve emekçiler yığın halinde sosyal demokrasiden kopmuşlar ve kopmaktadırlar. CHP’nin anketlerdeki oy oranı % 7-8’lerde görünmektedir. Bu, sosyal demokrasinin iflasının sayısal değerlerle kanıtlanmasını sunduğu gibi, işçi ve emekçi yığınlar ve özellikle onların öncü kesimi ve aydınlanmakta olan bölümü açısından da sosyal demokrat parti içinde örgütlenmenin tartışılabilir olmadığını ortaya koymaktadır. Sosyal demokrasi karşısında solcuların, ilerici insanların olduğu gibi, öncü kesimleri başta olmak üzere işçi ve emekçi yığınların konumlanışı, pratik olarak, bir işçi-emekçi partisinin, çeşitli fraksiyonlarıyla burjuva partisi karşıtı bir örgüt olarak ayrı ve bağımsız örgütlenmesi lehimdedir ve bunun gereğini göstermektedir. Üstelik bir işçi-emekçi partisinin, bir düzen partisi olan sosyal demokrat parti içinde ya da onunla birlikte örgütlenmesi düşünülemez bile. Bu, işçi-emekçi partisini, böyle bir parti olmaktan çıkarır.
DSP’ye ilişkin durum, özünde, CHP ile olandan farklı değildir. DSP, anketlere göre güç toplamaktadır. Ancak bunun, DSP’nin işçi ve emekçilere yakınlığıyla değil, 1) düzenin yolsuzluk ve pislikleriyle burjuva politikasının çirkefliğinden bıkkınlıkla liderinin kişisel “dürüstlüğü”nün para ederliğine ilişkin yanılsama, 2) ’63’te Çalışma Bakanı iken Zonguldak işçilerine imzaladığı TİS’e sağladığı sosyal yardımlar (sabun ve havlu) ve 3) Kürtlerin haklan ve direnişi karşısındaki şoven ve saldırgan tutumuyla ilişkisi kurulabilir. DSP, şovenizmin etkisine en açık ve oldukça geri talep ve özlemlerle davranan kitlelerin en geri kesimleri arasında güç toplamaktadır ve güçlenmesi, dolaysız olarak, işçi ve emekçilere karşı, düzenin sağlamlaşmasına götürmektedir. Politik olarak CHP’den daha da geride bir düzen partisi olan DSP ile bir birlik, ne işçi ve emekçilerin ileri ve aydınlanmakta olan kesimleri arasında tartışmalı bir eğilim durumundadır ne de işçi ve emekçilerin partileşmesi açısından düşünülebilir bir şeydir.
Ve tersine işçi-emekçi partisi, sosyal demokrat partilerin iflasıyla onlardan kopup uzaklaşan ilerici, demokrat insanları, işçi ve emekçileri kucaklayacak bir çekim merkezi olmak durumundadır; bilgilere göre, şimdiden böyle olmaktadır.
Peki, sosyal demokrasiyle birlik olunamayacağı açık; ama diğer sol partiler ve partileşme girişimleri? Neden, BSP, SİP, İP ve “içinde Devrimci Yolcuların da yer aldığı” parti girişimiyle birlikte olmasın? Bunlardan birine katılmak, biriyle ya da birkaçı veya tümüyle birleşmekten neden kaçınılsın? Bunlarla hiç mi bir yakınlık yok?
Sorun, yakınlık uzaklıkla, birlikçilik ya da birlik karşıtlığıyla ilgili değil. Sorun, işçi-emekçi partisinin hangi ihtiyacın ürünü olduğu, kimin ihtiyacını karşılayacağı sorusunun yanıtıyla ilgilidir.
Sorulması gereken soru şudur: Bir işçi-emekçi partisi, “sosyalistlerin” ya da devrimcilerin “birlik” ihtiyacını da karşılamak üzere, “sosyalistlerin”, devrimcilerin, genel olarak solun bir ihtiyacı mıdır yoksa sınıf mücadelesinin asli unsuru olan işçi ve emekçi kitlelerin ihtiyacı mı? Bu soru doğru yanıtlanmalıdır.
“Sosyalistlerin” sorunları yok değildir. Birleşmeleri ya da ayrı durmaları, Marksizm’i şöyle ya da böyle yorumlamaları, dünya ve Türkiye’yi şöyle ya da böyle tahlil etmeleri, buna göre şu ya da bu programa sahip olmaları, şu ya da bu taktiği doğru ya da yanlış bulmaları, şu ya da bu örgüt ve mücadele biçimlerini benimsemeleri ya da benimsememeleri, örgütsüzlük, darlık, amatörlük, kendiliğindencilik, terörizm, işçi ve emekçi kitlelerle birleşme, kadro sorunu vb. gibi, sosyalizmin ve sosyalistlerin daha yüzlerce sorunu olduğunu kimse reddedemez. Sosyalistler, koşullara göre şu ya da bu türden bir “devrimciler örgütü” kurarlar ve onun aracılığıyla kendilerine ve kitlelerle birleşmelerinin sorunlarına ilişkin ihtiyaçlarını tartışıp eylem içinde gidermeye çalışırlar. Sosyalistlerin, kitlelerle birleşmek üzere kendi aralarında birleştikleri örgüt öncü örgüttür. Marksist öğretiye sahiplik ve onu kabullenip savunma, hem Marksizm ve hem de onun toplumların hareketi, devrim ve sosyalizme ilişkin öğretisinin bilgisiyle, bir irade ve eylem birliği olarak, işçi sınıfının öncü müfrezesini oluşturmak ve doğal ki bunu elde etmenin tek olanağı olan Marksizm’in işçi hareketiyle birleşmesini gerçekleştirmek üzere Marksistler ya da sosyalistler bir araya gelirler. SİP ve İP, doğru ya da yanlış bu iddiayla bir araya gelinerek kurulmuş “öncü” kategorisinden partilerdir. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, Marksizm’i yorumlayışları ve programlarını eleştirirsiniz ya da eleştirmezsiniz, politika ve uygulamalarını, örgüte ve örgütlenmeye ilişkin tutumlarını savunur ya da örneğin oportünizm ve tasfiyecilikle niteler suçlarsınız; ama bir tek şeyi yapamazsınız: İşçi sınıfı ve emekçilerle birleşme ve kitleselleşmeyi önlerine hedef olarak koymuş olsalar da, bu kategoriden partileri, kitle partisi olarak ele alamazsınız. Bunlar, “öncülük” iddiasındaki grup partileridir. Belirli bir platformun örgütleridir, platformları, iddiaları doğru ya da yanlış olsun, “sosyalist” platform, “öncü” ya da grup platformudur. “Grup partisi” terimlendirmesiyle kimseyi küçümsediğimiz düşünülmesin. Yalnızca Türkiye’nin bir gerçeğine işaret ediyoruz. Türkiye, “öncülük” ve “Marksizm benden sorulur” iddiasındaki grup parti ve örgütleriyle doludur. ’80 öncesi kadar olmasa da, yine doludur.
Bu parti, örgüt ya da grupların kendi içlerinde ya da aralarındaki sorun ve ihtiyaçları, “sosyalist” platformun sorunlarıdır, ancak bu zeminde ele alınıp çözülebilir ya da çözülmeyebilir. Bu platform, yine, parçalı ve sosyalistlik iddiasındaki farklı gruplaşmalardan oluşan bir platform olduğu kadar, işçi ve emekçi kitleleri karşısında, gerek bu platformun Marksizm’i önkoşul olarak kabul etmesi, gerek sorunlarının niteliği (kendine özgülüğü, Marksizm’in ışığında ayrıntılı teorik tartışmaları gereksinebilmesi, farklı Marksizm yorumlarını ve tartışılmasını içerebilmesi, belirli bir bilgi düzeyini varsayması vb.) gerekse katılımcılarının niceliksel azlığından doğan “dar”Iığı nedeniyle de azınlık ya da başka bir deyişle “örgütlü azınlık” veya grup platformudur. Son kullanılan “grup” terimi, “grupçuluk”a bağlanan olumsuz anlamıyla kullanılmıyor, bilinçli azınlığı ifade ediyor. Ancak Türkiye’nin bugünkü koşullarında bir dizi “bilinçli azınlık” olarak kendi içinde de öylesine farklılaşma durumunda ki (kapitalizm koşullarında bu farklılaşma, her zaman, belki biraz azalarak ya da çoğalarak daima olacaktır), pratik olarak, istisna kaideyi bozmamak üzere, onun, grupçuluğa bağlanan “grup”la da örtüşmediğini kimse iddia edemez.
Bu nedenle “öncü”, “sosyalist” ya da “grup” platformunu, işçi ve emekçi platformuyla, kitle platformuyla özellikle karıştırmamak gerekiyor. Bu ikisi, birbirinden kuşkusuz kopuk ve bağlantısız değil, ama kesinlikle iki farklı nitelikte platform oluşturur. Birinden kalkarak diğerinin de sorunlarının çözümünü, yaklaşımınız doğruysa, kolaylaştırabilirsiniz ama birinin sorunlarını, diğeri aracılığıyla çözemezsiniz. Buna kalkışırsanız, abese varırsınız, ortaya garabet çıkar.
Açık bir işçi-emekçi partisinin hangi ihtiyacın ürünü olduğu üzerinde geçen sayımızda durulmuştu.
Ayrıntıya girmeden söylemek gerekirse, açık işçi-emekçi partisi, işçi ve emekçi kitlelerin açık politik örgütlenme ihtiyacını karşılamak üzere, öncü işçi kitlesinin, emekçilerin, memurların, küçük üretici ve yoksul köylülüğün, gençlerin vb. ileri unsurlarının, aydınlanmakta olan kesimlerinin gündemindedir. Son sekiz-on yıllık işçi ve emekçi hareketi içinde öne çıkmış, işçi ve emekçilerin grev, gösteri, direniş gibi eylemlerine, bahar ve yaz eylemlerine, Zonguldak grev ve Ankara yürüyüşüne, Metal grevlerine, “Genel Grev”e, 1 Mayıs’lara, 20 Temmuzlar ve 20 Aralıklara vb. fiilen, şalter indirici, yönlendirici, örgütçü olarak katılmış, ama sınıfın ve emekçilerin birçoğuna kendisinin ve mücadelesinin zaafları ve geri niteliği nedeniyle sahip çıkmaya güç yetiremeyip sürülüp işten atılmalarına, fiilen mücadele dışına kaymalarına karşı koyamadığı, ama belki de mücadelesinin istikrarı ve sürekliliğini en çok bu nedenle sağlayamadığı öncü işçiler, açık bir politik örgütlenmeye ihtiyaç duyuyorlar. Memur hareketinin ileri unsurları, kent ve köy emekçilerinin, gençlerin saygın “doğal önderleri” ve ileri gelenleri, işçi ve emekçilere yönelik saldırıların karşılanabilmesi, bugün görece durgunluk gösteren işçi ve emekçi hareketinin önünün açılabilmesi ve yeni bir atılım dönemine adım atabilmesi için, kendilerinden başlayarak ve giderek aydınlanmakta olan kesimleri ve sınıfın ve emekçilerin görece daha geri yığınlarını kucaklayacak açık bir politik parti olarak örgütlenmeye ihtiyaç duyuyorlar. Sendikal mücadele ve sendikaların, mücadelenin tıkanmasını gidermeye yetmediğini, dernek ve çeşitli türden kitle örgütlenmelerinin bugünkü ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığını görüyor ve en sıradan haklarına bile sahip çıkabilmek için, emeklilik yasasına, özelleştirmeye, sendikasızlaştırma ve işten atmalara vb. karşı, siyasal demokrasi ve özgürlükler için seslerini yükseltip hak elde edebilmek için politik bir parti olarak örgütlenmelerinin şart olduğunu görüyor, dile getiriyor, en azından hissediyorlar. Mücadelelerinin sürekliliğini ve başarıyla gelişmesini sağlamanın, uluslararası ve ulusal çapta emperyalizm, burjuvazi ve gericiliğin aldığı, kendilerini daha çok sömürüp baskı altına almak ve köşeye sıkıştırmaktan ibaret bütün tedbirlerin üstesinden gelebilmenin, emekçi halka yönelik saldırıları püskürtebilmek ve her alanda emeğin çözümlerini dayatabilmenin yolunun politik mücadeleden ve bu temelde örgütlenmekten geçtiği gerçeği, onlara her günkü çalışma ve yaşamları içinde, bunu dayatıyor. Açık işçi-emekçi partisi, sosyalistlerin, devrimcilerin, grupların ihtiyacı değil, işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen kitlelerin ihtiyacıdır.
“Sosyalistler”, devrimciler, kendi sorunlarının çözümü ve ihtiyaçlarının karşılanmasının da, bir yönüyle, işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarının karşılanmasından geçtiğini bilirler. Bu gerçektir. Ama hem onların sadece kendilerinin çözebilecekleri ve çözmeleri gereken ihtiyaçları da vardır; hem de bu, kendi ihtiyaçlarıyla işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarının birbirine karıştırılmasını gerektirmez. Sosyalistler, doğal ki, kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere işçi ve emekçi hareketinden güç almak gerektiğini bilmelidirler. Ama daha da çok bilmeleri gereken, kendi ihtiyaçlarını işçi ve emekçi kitlelerine, sanki onların ihtiyaçlarıymış gibi dayatmaktan kaçınmanın gerektiğidir. “Öncülük” iddiasının yanlış bir yorumu olarak benimsenen “çokbilmişlik” “sosyalist”lerin temel bir hastalığı olagelmiştir; bu, onların aydın özellikleriyle ilintilidir. Bir kez olsun, işçi ve emekçilere, tam da örgütlenme ihtiyaçlarını karşılama noktasında “yardım etmeyi” başarmalıdırlar. Öncülük, tam da bu demektir.
Açık işçi partisi, daha başından, kuruluşuna yaklaşım olarak, öncü işçilerin, sınıfın aydınlanmakta olan kesimlerinin, emekçilerin mücadeleci ve ileri unsurlarının, mahallelinin, gecekondulunun, kasaba ve beldelerin etrafında saygı uyandıran, tavır ve tutumlarıyla, yaşamıyla örnek gösterilen “doğal önderleri” “sosyalist” ya da demokrat insanların örgütlenmesi olarak kavranmalı, bizzat onların örgütü olarak anlaşılmalıdır. Onlar yerine “birilerinin” kuracağı bir örgüt değil, bizzat kendilerinin kuracakları kendi kitlesel örgütleri – açık işçi-emekçi partisi ancak böyle bir parti olabilir.
Peki sosyalistler? Bu konuda sosyalistlere düşen görev yok mudur? Onlar, açık işçi-emekçi partisinin dinamiklerinden değiller midir? Kesinlikle vazgeçilmez dinamiklerinden biridirler. Türkiye, artık, yılların birikimi ve mücadele deneyine sahip, Marksizm’i kullanmakta ustalaşmış sosyalist bir kuşağa da sahiptir. Bu olgunlaşmış sosyalist kuşağın, böyle bir partinin kuruluşuna önemli katkılarda bulunacağı varsayılmalıdır. Aynı şekilde Türkiye, Marksist ya da değil ama demokrat, küçümsenmeyecek bir aydın birikimine de sahiptir. En azından bir, önemli bir kısmı iki darbe deneyinden yüzünün akıyla, boyun eğmeden, demokrat kişiliği ve onurundan taviz vermeden, kendisini koruyup geliştirerek geçiş ve başta işçi ve emekçilerin ileri kesimleri olmak üzere hemen herkesin, ilerici insanların saygıyla anıp onurlandıkları, kendilerine vefa borçlu oldukları demokrat aydınlarımızın işçi ve emekçilerin partileşmesine katacakları çok şeyleri vardır. Ve Türkiye, gerek işçi ve emekçilerin gerekse aydınlarının olgunluk düzeyleri açısından, böyle bir parti içinde TİP’te yaşanmış olana benzer bir işçi-aydın düşmanlaşmasından kendisini sakınmaya elverecek koşulları sunmaktadır.
Sosyalistlere, şu ya da bu gruptan gelmeliği ya da hâlâ öyle oluşu önem taşımaksızın “sosyalistlik” iddiasında olan herkese, aydınlarımıza düşen; varsa, kendi “sosyalistlik” iddiasının ihtiyaçlarını karşılamak üzere ne yapması gerektiğine karar vermek tamamıyla kendisine ait olmak üzere, ama bu ihtiyaçlarını ve onları karşılama yol ve yöntemlerini işçi ve emekçilere dayatmaktan kaçınarak, onlara kendi kitlesel politik örgütlerini kurmada yardım etmektir, işçi ve emekçiler bu yardımları gereğince değerlendirmeye hazır olacaklardır. Ve bu yardım, işçi ve emekçilerin politik örgütlenmesi açısından vazgeçilmez olduğu kadar, bu örgütlenmenin sosyalist içerikle doldurulabilmesinin de yolu olacaktır. Ama herkes burnundan kıl aldırmaz tutumlardan vazgeçmelidir. Herkes kendisini, işçi ve emekçilerin kitlesel örgütlenmesi ve mücadelesinin kantarına vurmaya hazır olmalıdır. Bu, yıllardır “işçi sınıfına ve işçi davasına bağlılık” yeminleri eden, kendisini sosyalist hisseden herkes için açılan bir olanak, ama aynı zamanda bir “sınav” olarak görülmelidir. Bu, Türkiye’de hiç denenmedi. İşte, fırsat “Sosyalistlik” ve “öncülük” iddiaları, işçi ve emekçilerin kendi politik partileriyle içinde yer alacakları açık sınıf mücadelesinin ateşi içinde, kanıtlanmalıdır. İşçi-emekçi partisinde, ne bir grup hesabı ne de bir başka önkoşul dayatmadan, emek cephesinde yer almak isteyen herkese yer vardır. Böyle bir parti, kesinlikle gruplara dayanmadan, kaçınılmazlıkla grupçuluğa yol açacak grup platformunda gruplar birliği üzerinden yürünmeden, ama ancak, işçi ve emekçi öncülerinin şu ya da bu grupla ilişkili olup olmadığına da bakılmadan bizzat onlar tarafından kurulabilir.
Bugüne kadar yapılan tersi olmuştur. Onlarca, belki yüzlerce kez, hep “öncülük” iddiasında olanlar, kendi ihtiyaçlarını karşılamaya, ama kuşkusuz bunu işçi ve emekçi kitlelerin ihtiyacı olarak sunmaya, öncelik vermişlerdir. Grupların ya da “sosyalistlerin birliği”nin kitlelerin birleştirilmesinin şartı olarak öne sürülmesi, bundandır. Kuruçeşme tartışmaları, SBP, BSP, hep bu yaklaşımın ürünleridir. Ama çözüm olmadığı sınanarak görülmüş olmalıdır. Buradan giderek işçi ve emekçilerin örgütlenemediği ortaya çıkmıştır. Gerçi Devrimci Yol bunu, “geleneksel sosyalizmin iflası”na bağlıyor ve genellemeyle, “Mevcut sol grup, örgüt ya da partiler, bütün bu gelişmeler karşısında eski yapıları, örgütlenme ve siyaset anlayışlarıyla etkili olamamaktadırlar” (Yeniden, s.1, sf. 17) diyor. Burada grupların eski ya da yeni anlayışların eleştirisine yer yok. Önemli olansa, sınıftan ve emekçi kitlelerden kopuk hatalı bir “öncülük” anlayışının yanı sıra, onunla bağlantısı içinde, işçi ve emekçilerin birliğinin önkoşulu olarak “sosyalistlerin birliği”nin dayatılmasıdır.
“Sosyalistlerin” kendi sorunlarını çözme ihtiyaçları taşımalarına söylenecek söz yoktur. Ama bu, aynı “sosyalistlerin birliği” sorunu gibi, işçi ve emekçi platformunun, kitlesel platformun sorunu olarak konamaz, “sosyalist platform”un sorunudur. “Sosyalistler”, kuşkusuz kendi aralarında tartışabilirler ve tartışmalıdırlar, tartışmalarının ortaya koyduklarına göre birlik görüşmeleri yapabilirler ya da yapmayabilirler. Bazıları yapıp bazıları yapmayabilir. Birleşenler ve birleşmeyenler olabilir. “Sosyalistlerin birliği”, bir öncü birlik, bir Leninist parti birliği olarak, yalnız ideolojik ve teorik sorunlarda değil, pratik politikada, taktiklerde birliği gereksinir. Kolay değildir; ancak olanaklarının araştırılmasına kimse bir şey diyemez. Ancak şu söylenmelidir ki, “sosyalistlerin birliği”, faşist diktatörlük koşullarında burjuva ya-sallık sistemini dönüştürmenin birliği olarak ancak ve kesinlikle yasadışı bir birlik olarak gerçekleşebilir; Lenin’in dediği gibi, “birlik sorunu” yasallıkta tartışılamaz bile. Çünkü fabrika vb. hücrelerinin… birliği olarak sağlanmaktan başka yolu yoktur. Öncü partiyi tersi icazetli koşullara hapsetmeye çalışmak, “sosyalistlik” iddiasında olanların işi olamaz. Bu nedenle hem öncü parti hem de işçi-emekçi kitle partisi olmadıklarından BSP, SİP ve İP, ne sosyalistlerin ne de kitlelerin içinde örgütlenebilecekleri partiler durumunda değillerdir. Üstelik BSP’nin beş grubun birleşmesiyle oluşan yapısı, bir partinin ancak nasıl olmaması gerektiğinin örneği olabilir. “Sosyalistlerin birliği”nin şöyle ya da böyle sağlanması yoluyla işçi ve emekçilerin örgütlenmesi tezini olumsuzlayan bir örnektir BSP. Farklı grupların farklı “Marksizm” anlayışlarını ve buradan kaynaklanan bir dizi teorik sorunu tartıştıkları, farklı disiplinlere sahip, çoğu kez grupların yönetim kademelerinde birbirlerinin altından sandalyelerini çekmeye uğraştıkları bir parti, “öncülük” iddiası bir yana “sosyalistlerin gruplar halinde bir araya geldiklerinde işçi ve emekçi kitlelerin örgütlenmesine elverişli bir zemin oluşamayacağının kanıtı durumundadır. Bir işçi-emekçi partisi, örneğin “Emeklilik Yasası” ve ona karşı alınacak tavrın tartışılması üzerinden politika yapacakken, farklı “Marksizm’ler”in tartışma konusu olması, işçi ve emekçilerin tartışmalarını yalnızca saptırmakla kalmayacak, “büyük” sorunlarla uğraşma adına onları tartışmanın dışına itecek ve giderek işçi ve emekçilerin bir aydın partisi olarak görüp kendilerine orada yer olmadığını anlayacakları partiden kopuşlarına neden olacaktır.
“Sosyalistlerin birliği”nin öncelikli dayatılması, güçsüzlük bilinci ve bir araya gelinirse bundan kurtulunacağı düşüncesiyle ilişkilidir. Ama güçsüzlükten yine güçsüzlük doğar. Güç, “sosyalistler” açısından aranması gereken yerde aranmalıdır: Sınıfın ve emekçi kitlelerinin bağrında. İP ve BSP, grup partileri olarak seçimlerde kaçınılmazlıkla çok az oy alırlarken, 65 milyonun en az 60 milyonunu kucaklamak üzere, belki bu partilerin aldıkları toplam oy kadar örgütlü güçle yola çıkmaktan başka çaresi olmayan işçi-emekçi partisi, milyonların oyuna talip bir güç merkezi olabilecektir. Bu, bu partinin yalnız güçlü değil, buradan kaynaklanarak cesaretli oluşunu koşullandıracak temeli sağlamanın da garantisidir.
Bitirirken, Devrimci Yolcular tarafından çıkarılmaya başlayan “Yeniden” isimli dergide, ÖZGÜRLÜK DÜNYASI’nın geçen sayısında çıkan açık parti konusundaki yazılara çatan “Devrimci Kitle Partisi-Sol Gruplar…” başlıklı yazıya ilişkin birkaç söz söylenmeli. Devrimci Yolcular “geleneksel siyaset anlayışı” ve grupçuluktan koptukları iddiasındadırlar; kendileri ve okuyucu Özgürlük Dünyası ve adı geçen dergideki yazıları karşılaştırmalı olarak bir daha okumalıdırlar. Özgürlük Dünyası düşündüklerini yazmakta ve ideolojik eleştiri yapmaktadır. Devrimci Yolun yaptığıysa, yasalcılığa bağlı olarak açık işçi-emekçi partisini “TDKP’nin açık işçi partisi” olarak nitelemenin ötesinde, şu tür şeylerdir: “Bu tür zırvaları ciddiye alarak tartışmaya girmek elbette gereksiz.” Ve Özgürlük Dünyası’nın önerdikleri kitle partisini “Dev Yol’un kendisini ifade etme ihtiyacının ürünü” olarak nitelemesine karşı: “Yukarıda anlatılanların konuyla ilgili maksatlı bir çarpıtma içinde olan belli çevreler için hiçbir şey ifade etmeyeceği; siz ne söylerseniz söyleyin, onların bildiklerini okumaya devam edecekleri biliniyor.” (Bundan yakınan, “TDKP’nin açık işçi partisi” lafını sarf etmez.)
Özgürlük Dünyası kimsenin niyetleriyle uğraşmadı, alıntıladı, eleştirdi; yine öyle düşünüyor: Bu partileşme, kitlelerin değil Dev Yolun ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Bunun anlamı şu olsa gerek: Bu parti girişimi, işçi ve emekçilerin girişimi olarak ileri sürülürken, bunun kanıtları gerekli değil midir? Peki, eski Dev Yolcu işçi ve sendikacılar bile neden bu girişimin uzağında durmaktadırlar? Neden girişimciler hemen bütünüyle aydınlardan (çoğu Dev Yolcu) ibarettir ve aralarında hiç işçi ya da sendikacı yoktur ya da sendikacı olarak, yalnızca, Gazi olayları nedeniyle “yurtseverlik” neden gösterilerek 20 Aralık iş bırakmalarını iptal etme “başarısı”nı gösteren memur sendikalarının yöneticileri ortalıkta görünmektedir. Öncü işçiler ve sınıftan yana sendikacılar buram buram örgütsüzlükten yakınırken, bu durum doğal mıdır yoksa işçilerle ilişkisiz bir girişimin göstergesi midir?
Bir partinin, burada söz konusu olan TDKP, kendisi dururken kendine bağlı, örneğin yasal olanak ihtiyacını gidermek için bir başka partiye ihtiyaç hissetmesi abestir, kendisini inkârdır; TDKP’nin böyle bir ihtiyaçla hareket etmekte olması normal değildir, böyle düşünülmesi ise iyice anormaldir. Bir parti kendisine bağlı örgütler kurma ihtiyacındaysa kuşkusuz kurar; ama bunun bir başka parti olması kadar anlamsızı olamaz. Oysa Devrimci Yolcular, kendi söylediklerine göre örgütsüzdürler, hem örgütlenme ihtiyacındadırlar, hem de her siyaset sahnesine çıkacak olanın, önce kendisini örgütlemesinden doğalı yoktur. Bu üstelik eleştiri yazısında bile söyleniyor: “… Başta işçi ve emekçi sınıflar olmak üzere ülkemizdeki toplumsal muhalefet dinamikleriyle, devrimci güçleri birleştirebilecek bir kitle partisi gerekli görünüyor.” Bu birliği sağlamanın bir öncü ya da “grup” partisinin sorunu olabileceği yukarıda yeterince anlatıldı. Peki, şuna ne demeli: “12 Eylül yenilgisinin bütün sonuçlarının dünya çapındaki gelişmelerle birleşerek solu ve devrimci hareketleri etkisiz ve inandırıcılıktan uzak kıldığı bir süreçten geçiliyor olması bugün yaşanan gelişmelerin en önemli açmazını oluşturuyor. Bu nedenle bugün emekçi sınıfların temel sorunu, bu açmazı ortadan kaldırabilecek etkili bir devrimci siyasi hareketin yaratılmasıdır.”(Yeniden, sf.17)
“Emekçi sınıfların temel sorunu” olarak gösterilen şeyin Devrimci Yol’un sorunu olmadığını kim iddia edebilir? Bu, tam da yukarıda kaçınılmak gerekli olduğu söylenen, kendi sorun ve ihtiyaçlarını emekçi sınıfların sorun ve ihtiyaçları yerine geçirmek değil de nedir? “Emekçi sınıflar” mı devrimcileri inandırıcı kılacak!
Son bir söz. Devrimci Yolcu yazar ÖD’yi eleştirdiği yazıda “… devrimci bir siyasi hareketin geliştirilmesini, bu grupların mevcut yapılarını yukarıdan aşağıya yan yana getirerek sağlamayı beklemek yanlış olur” (sf.16) diyor.
Çünkü gruplar eski anlayışlarındaymışlar. Yoksa o savunulacak! Aslında devrimci bir siyasi hareketin geliştirilmesiyle birlik sorunu ilişkisinde, bu “birlik”, ancak “devrimcilerin birliği” ya da “sosyalistlerin birliği” gibi bir dar zeminde birlik yani grupların birliği olabilir, emekçi kitlelerin birliği değil. Çünkü devrimci bir siyasi hareketin geliştirilmesi ile emekçi kitleler arasındaki ilişki, kitlelerin bu harekete kazanılması olabilir, yani “öncü”nün etkisinin yayılması olabilir; ama emekçi kitlelerin “devrimci bir siyasi hareket” örgütlemesi olamaz. Devrimci hareketi, kitleleri de bu harekete kazanmak üzere devrimciler örgütleyebilir; Devrimci Yol, “devrimcilik” dışında bunu yapmakta ve buna, başka şeylerin yanında, bir yandan “devrimcilerin” örgütsüzlüğü koşullarında öte yandansa onunla çelişmek üzere, fiilen gerçekleştirmeye çalıştığı “öncülük”ün hatalı bir anlayışıyla “kitle partisi” demekte, diyebilmektedir.
Devrimciler kendilerini, işçi ve emekçiler kendilerini örgütlesin! Kendisinde cevher gören, devrimcilik ve sosyalistlik iddiasında olan, işçi ve emekçilerin yardımına!
Haziran-Temmuz 1995