İşçi ve emekçi hareketi, geçmişten birikmiş ve aktüel olarak yaşadığı sorunlar dikkate alındığında en netameli dönemini yaşıyor. Askeri cunta dönemleri de dahil, tarihinin hiçbir döneminde karşılaşmadığı boyutta saldırılarla yüz yüze. İşten atmalar bütün hızıyla sürüyor. Daha önce bağıtlanmış bulunulan TİS’leri uygulamamakta sermaye hayli kararlı görülüyor. Devam eden TIS görüşmelerinde ise, sıfır sözleşmeden tutun da istenildiği an istenilen süre kadar, ücretsiz zorunlu izne çıkartmaya kadar varan istekler sınıfa dayatılıyor. Sendikasızlaştırmaya dönük saldırılar had safhada. Özelleştirme yasası meclisten çıkıyor, karşısında yasayı geri püskürtecek ciddi boyutta bir karşı koyuş hâlihazırda ortalarda görülmüyor. Sınıftan yana açık tutum alan sendikacılara, işbirlikçi sendika bürokrasisinden yönelen hayasız saldırılar ise, adeta işin tuzu biberi durumunda. Örnekler daha da çoğaltılabilir, ama ne var ki buraya kadar saydıklarımız, işin ciddiyetini kavramak açısından yeterlidir.
Ortada bulunan tablo her ne kadar sıradan insanı karamsarlığa düşürebilecek özellikleri taşısa da, kaba bir olguculuğa düşülmeden durum tam olarak böyle nitelendirilemez. Bir başka deyişle son 5 yılın işçi hareketindeki gelişmeler, hareketin dönemeç noktalan (yükseliş, düşüş yada dibe vuruş anları) ve bu süreçte öne çıkan ve esas olarak sürece damgasını vuran etkenler yeterince, irdelenmeden ve sağlıklı değerlendirmeler yapılmadan varılacak nokta kuşkusuz küçük burjuvanın umutsuzluk peronudur. İş gelip buraya dayandığında, geriye küçük burjuva için sınıfa önerilecek; “yetti de artık”, “parçala”, “yırt at” türünden hamaset edebiyatı kalır sadece. Keskinlikte sınır yoktur; herkes kendi dışında kalana, “oportünist”, “küçük burjuva liberal” vb. damgasını kolayca yapıştırır. Ne var ki, mevcut koşullarda bu türden yaklaşım tarz(lar)ının, işçi hareketinin bugün içinde bulunduğu sorunların çözümüne bir katkısı olmadığı gibi sahiplerine kazandıracağı bir şey de yoktur. Bu nedenle biz, elimizden geldiğince bu kısır tartışmaların uzağında kalmaya özen gösterip, işçi hareketinin sorunlarının çözümüne gücümüz oranında yardımcı olma tutumumuzu devam ettireceğiz.
İŞÇİ HAREKETİ UZUNCA BİR SÜREDİR DURGUNLUK İÇİNDEDİR
İşçi hareketinin karşı karşıya olduğu sorunları kısaca da olsa yazımızın girişinde belirtmeye çalıştık. Durum, düne göre hem daha karmaşıklaşmış, hem de sorunların çözümü daha çetrefil bir hal almıştır. Açık yüreklilikle söylemek gerekir; sermaye cephesi ve sendika bürokrasisi işçi ve emekçilerin aleyhine hayli yol almıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında, başlangıcı ’91 yılına uzanan işçi hareketindeki durgunluk, temel etkeni oluşturmaktadır. Körfez Savaşı bahane edilerek ertelenen grevler ve Zonguldak hareketinde aldığı cephe yenilgisinden sonra işçi hareketi belirgin bir durgunluğun içine düştü. Peşinden gelen işçi eylemleri, nitelik olarak örneğin ’89 Bahar Eylemleri döneminin eylemlerini aşsa da kitleselleşip, genelleşme de ’89-’91 arası dönemin gerisinde kaldı. ’93-’94 1 Mayıs gösterileri, ’93 yaz dönemi toplu vizite eylemleri ve en son 20 Temmuz eylemi kitlesel karakterine karşın hareketin içinde bulunduğu durgunluğu temelden değiştirecek bir kapsam ve niteliğe bürünemedi. Elbette ki bu söylediklerimiz bir bakıma sonuçtur ve işçi hareketi hakkında ortalama bir bilgi ve ilgiye sahip herkes bu sonuca ulaşabilir. Burada; şu an içinde bulunduğu durum, işçi hareketi açısından kaçınılmaz bir durum muydu? Diğer bir anlatımla işçi hareketi bu durumu ters yönde değiştirecek olanaklara hiç sahip değil miydi ki, bu sonuç ortaya çıktı, soruları anlam kazanıyor. Olanakla gerçek arasındaki diyalektik ilişki göz önüne alındığında ve yine, her problem çözüm olanaklarım içinde barındırıp taşıdığına göre, rahatlıkla bu sorulara olumlu cevaplar verilebilir. Ve fakat kesin bir yargı oluşturmadan önce, sürecin temel özelliklerini irdelemekte yarar var.
Bugünü kavramak açısından daha gerilere gitmek gerekiyor; 12 Eylül psikozunu üzerinden ilk atan, sınıfın genç ve ileri kesimi oldu. Türkiye işçi hareketi tarihinde önemli bir yer tutan ’89 Bahar Eylemleri işte bu mücadeleci işçi kuşağının çabaları üzerinde yükseldi. Aynı zamanda sendika bürokrasisinin egemenliğine ilk ciddi darbeleri indiren de yine bu kuşaktı. Dolayısıyla bu işçi kuşağı bu özelliklerinden dolayı salt sermaye ve diktatörlüğün değil, sendika bürokrasinin de birinci hedefi haline geldi. Öte taraftan farklı kanallarda yürüyor olsalar da, gerek Kürt ulusal hareketinin o gün içinde bulunduğu aşama ve gerekse de sınıf hareketinin düzeyi uluslararası sermaye cephesinin dayatmalarını yaşama geçirmede hâkim sınıfları oldukça güç bir durumda bırakıyordu. O nedenle Körfez Savaşı gerekçe edilerek girişilen uygulamalar, salt bir grev ertelemesi olarak nitelenemez. Yanı sıra, ileri işçi kuşağının uluslararası sermayenin çıkarları temelinde tasfiye harekâtıydı da aynı zamanda. Sendika bürokratlarının da yardımıyla yüz binlerce işçi, savaşın hemen ertesinde çok kısa bir sürede kıyıma tabi tutuldu. İster deneyim eksikliği olsun ve gerekse de kendiliğinden hareketin doğal sonucu olsun, neticede, işçi sınıfı ileri ve öncü kuşağını darbelerden koruyup peşinden gelen döneme devretmeyi başaramadı. Mücadelede deneyimli unsurlarının hemen çoğunu yitiren işçi hareketi, adım başı bu durumun yol açtığı zaafı yaşadı. ’91 Genel Seçimleri’nden sonra kurulan DYP-SHP koalisyonunun, yığınları beklenti içine sokmada kaydettiği görece basanda, işçi ve emekçiler içinde hükümetin gerçek yüzünü deşifre edecek teşhir ve ajitasyon faaliyetinin yeterince örgütlen(eme)memesinin payı büyük oldu. Burada da ileri işçi kuşağının fabrikalardan tasfiye edilmiş olmasının rolünü görmek gerekir.
GELENEKSEL SOL YAKLAŞIM
İşçi hareketi böylesine çalkantılı bir dönemi yaşarken, sınıf hareketi üzerine sayfalarca dolusu yazı yazan geleneksel sol anlayış ise, ortadaki tüm olgulara sırtım dönerek kendi bildiği yolda yürümeye devam etti. TKP’den miras üst tabaka devrimciliği, hükmünü icra eyledi; bol bol akıl verildi. Hareketin sunduğu bütün olanaklar, ya görmezden gelindi ya da tu-kaka ilan edilerek reddedildi. İşçi hareketinin doğal seyri içinde mücadeleci kesimlerce gündeme getirilen ve doğru tarzda kullanıldığında, sınıfın bağımsız bir hareket olarak örgütlenme bilincini geliştirmede önemli işlevler görebilecek işçi platformları gibi araçlar, “sendikalizmin batağı” olarak nitelendi.
Bazılarının bugün 180 derece bir dönüşle bu tür oluşumlara balıklama dalma çabalarının altında yatan gerçek, doğruları görmelerinden sebep değildir. İşçi hareketi üzerine “geliştirdikleri” teorilerinin yaşamın pratiği taralından ıskartaya çıkarılmasından sonra tutunacak dal arama kaygısıdır. Ne ki, kimileri için bu da bir gelişme sayılmalıdır ve dileriz kerhen de olsa geldikleri noktadan daha geri düşmezler. Kısaca söylemek gerekirse; var olabildiği kadarıyla geleneksel sol anlayış, sınıf içinde “suni bölünmelere” kaynaklık etti. Bir yanıyla işçi tarzından uzak küçük burjuva mücadele ve örgüt biçimleri dışardan dayatılma-ya çalışıldı ve yaşam bulabildiği her yerde sınıfın güçlerini dağıtıcı bir rol oynadı; bir yanıyla da sendikalizmin labirentlerinde sınıfın birikim ve enerjisi heba edildi. Ağırlıklı olarak bu durum günümüz işçi hareketinde de varlığını devam ettiriyor ve sorunların kavranmasındaki sığlığa zemin teşkil ediyor. Bu konuya sonra yeniden dönmek üzere şimdi, günümüzde yaşanılan bazı sorunlara dikkat çekmeye çalışalım.
SENDİ KA(CI)LARA YÖNELEN SALDIRILAR ULUSLARARASI BOYUTLUDUR
Son günlerde işçi sınıfı ve sendikal hareketin üzerinde en çok tartışma yürüttükleri konuların başında; Konfederasyon ya da Genel Merkez bürokratları tarafından, sınıftan yana tutum alan sendika ve sendikacılara yönelen saldırılar geliyor. Muhtelif sebepler öne sürülse de cezalandırılan eylem türleri ve sendikacılara bakıldığında, saldırıların tek merkezden yürütüldüğü kesindir. Tek başına zamanlama açısından ele alındığında dahi, bunun böyle olduğu kolayca görülebilir. “Ya bitecek ya bitecek” çığlıkları eşliğinde Kürt köylerinin yakılıp yoksul köylülerin zorla göçertildiği, bombalar ve en modern imha silahlan eşliğinde Kürt illerine “Tenkil seferleri” düzenlendiği, özelleştirmede sermaye cephesi ve burjuvazinin ve onların partilerinin istinasız tüm işçi ve emekçilere kılıç çektiği bir zaman diliminde hız kazanan bu saldırılar öyle bazılarının öne sürdüğü üzere, sendika bürokrasisi arasında devam eden bir rekabet savaşı olmadığı gibi, salt “milli menşeli” bir saldırı da değildir. Uluslararası talan ve yağmanın önündeki engellerin kaldırılması, yolun düzlenmesi için uluslararası emperyalizmin, dünya proletarya ve emekçilerine yönelen saldırılarının bir parçası olarak gündeme gelmektedir ve uluslararası bir boyuttadır. Son dönemde özellikle bizim gibi emperyalizme bağlı ülkelerde, proletaryanın politik örgütlerine ve özellikle bu örgütlerin kurmay merkezlerine yönelik, uluslararası bağlantılı olarak çok yönlü bir saldın ve imha planı devrededir. Sendika yönetimleri ve sendikacılar da egemenlerin nasırına bastığı oranda payına düşeni almaktadırlar. Ortadaki hesap aslında çok basit bir savaş kuralıdır; düşman ordularının yönetici kurmayı ve önderlerini, her ne yolla olursa devre dışı bırak ve düşman ordularını teslim al. Yapılmak istenen tam da budur. Sendikal hareket açısından ele alındığında, bürokratları zaten parayla teslim alıyorlar. İş; dürüst, sınıfa yakın sendikacı ve öncü işçileri bir biçimde etkisizleştirmeye kalıyor. Eğer, buna sessiz kalınır, gerekli cevap verilemezse hiç kuşku duyulmasın ki, daha büyük saldırıların önü açılmış olacaktır. Şu anki tüm gelişmeler ve olgular böyle söylüyor.
Saldırıların bir (ve en önemli) boyutunu da, Sendika Şubeleri Platformu’na yöneleni oluşturuyor. Türk-İş ve birkaçı hariç, bütün sendika genel merkezleri bu dönem, şubeler platformlarının üzerine hışımla geliyorlar. Çünkü en son 20 Temmuz eyleminin kanıtladığı gibi; bu oluşumlar, hem daha bugünden önemli bir sayıda işçiyi yönlendirebiliyor ve hem de giderek geleneksel işbirlikçi sendikal çizgiye alternatif oluşturuyorlar. Dahası, Şubeler Platformları kendi zayıflıklarına ve tereddütlü tutumlarına son verebildiği oranda, işçi sınıfının gözünde, gerçek örgütlenme ve mücadele merkezi haline geleceğini görmeye ve buna uygun adımlar atmaya başladı. Bu durum, egemenlerin gözünde bu tür oluşumları dağıtılması gereken şer yuvalan haline getirdi. Şimdiden valilik ve emniyet müdürlükleri devreye sokuldu bile.
ÖNCÜ KUŞAĞIN MUHAFAZASI İSTİKRARIN TEMİNATIDIR
Gerek hareketin durgunluk içine düşmesinde ve gerekse de içine girilen durgunluğun uzun sürmesine bağlı olarak; sermaye cephesinin mesafe kat etmesinde, geçmiş dönemdeki ileri işçi kuşağının tasfiye edilmesinin önemli bir payı olduğunu belirtmiştik. Vurgulamak gerekir ki; bugün bu sorun, daha da yakıcı bir hal almıştır. Çünkü geçen süre içerisinde burjuvazi, kendi eksik yönlerini görmüş, bağrında açılan gedikleri elden geldiğince kapatmaya çalışmış, kendini yeni döneme uygun olarak mevzilendirmiştir. Buna karşın işçi hareketinin saflarında var olan dağınıklık sürmektedir. Açıktır ki, sınıftan yana sendikacılara ve ileri işçilere dönük saldırıları geri püskürtecek ciddi bir direnme örgütlenemezse, burjuvazi tek tek istemlerini yaşama geçirecektir. İşçi hareketi bugüne kadar ne çektiyse istikrarsızlıktan çekti. Bir dönem boyunca bağrından çıkardığı öncü ve mücadeleci unsurları çok kolay kaybetti. Hareketin istikrarının temeli olacak bu unsurları, eğitip bir sonraki döneme devredemedi. Üstelik bu kayıp, henüz politikleşmemiş bir işçi hareketinde ortaya çıktığında sonuçları çok daha tahripkâr oldu/olmaya devam ediyor.
Temel karakteristik özelliği kendiliğinden bir işçi hareketinde ve üstüne üstlük kitleler halinde işçi kıyımının gerçekleştiği bir yerde, bu ne oranda mümkündür? Elbette bu sorunun kesin çözümü işçi hareketinin politik bir hareket düzeyine gelmesiyle sıkı bir ilinti içindedir. Ancak bugünden yapılacak çok şeyler var. Aslına bakılırsa uzun uzadıya tartışmanın bir gereği de yok, çünkü işçi hareketi bugünden bu sorununu çözmede kullanabileceği araçları ortaya çıkardı sayılır. Gerisi bu araçlardan en yararlı tarzda yararlanma becerisinin gösterilmesine kalmış. Sınıf hareketindeki gelişme ve değişkenliklere bağlı olarak yarın farklı şeyler ortaya çıkabilir, ancak bugünden söylenecek olan, diğer şeylerin yanı sıra, Sendika Şubeleri Platformları’nın bu noktada reddedilemez önem ve özelliğe sahip olduklarıdır.
Ne var ki, Sendika Şubeleri Platformları, mevcut yapısı ve çalışma tarzı itibariyle bu görevin altından kalkacak sağlandıkta görülmüyor. Bu güne kadarki izlediği pratik, onu işçi sınıfı mücadelesinde vazgeçilmez kıldığı gibi, bir bütün olarak eksik ve zaaflarını da ortaya çıkardı. Sendika bürokrasisinin bu kadar güçlü mevzileri elinde tuttuğu bir sendikal harekette salt şube yönetimlerinden teşekkül etmiş bir oluşumun üstlendiği görevleri tam anlamıyla yerine getirmesi mümkün değildir. O, kendisini, kendi varlık temellerini dayandırdığı yerel işçi hareketinin (giderek ülke çapında) mücadeleci tüm unsur ve dinamiklerini kapsayan bir yapıya kavuşturmalıdır. Verili koşullarda ancak bunu başarabildiği oranda işçi sınıfı, mücadeleci unsurlarını darbelerden koruma olanağına kavuşacak, hareketteki istikrarsızlığı alt etmede önemli bir adım atmış olacaktır.
Sonuç olarak, geleneksel sol’un örgüt ve mücadele anlayışı, işçi hareketinin son yıllardaki pratiğinin de gösterdiği gibi iflas etmiştir. Anarko-sendikalist tutumlar ve “uvriyerizm”le varılacak bir yer yoktur. Özellikle sınıfın uyanış içine girmiş unsurları, son yıllardaki işçi hareketini söylenenlerin ışığında yeniden bir değerlendirmeye tabi tutmalıdırlar. Durgunluktan çıkmak, sınıf hareketine istikrar ve itilim kazandırmak için en başta işçi sınıfına dışardan “eylem” ve “örgüt” biçimi empoze etmekten vazgeçilmelidir. Hareketin kendisi, dün olduğu gibi bugün de geniş olanaklar sunmaya devam ediyor. Marksistlere düşen, sınıf hareketinin siyasal bir hareket düzeyine gelmesine hizmet- edecek tarzda, politik teşhir ve ajitasyon faaliyetini yoğunlaştırmak ve bağımsız bir sınıf hareketi oluşturmada gerekli araç ve platformları yaratmada işçi hareketine yardımcı olmaktır. Varsın küçük burjuvalar kendi hayal dünyasında yaşamaya devam etsinler, işçi sınıfının onlardan öğreneceği hiçbir şey yoktur. O, kendi deneylerinden öğrenmesini bilerek devrimci yolunda yürümeye devam edecektir.
Kasım 1994