‘Kriz aşılıyor’ propagandası ve gerçekler

Gündemi meşgul etmek için suni olarak yaratılan “krizler” bir tarafa bırakılırsa, egemen sınıflarca sistemli bir şekilde sürdürülen propaganda faaliyetinin esas olarak iki konuda yoğunlaştığı görülüyor. Gerçekleri tersyüz eden, inandırıcı olmaktan uzak ve beyin yıkamaya yönelik propagandanın bir ayağını ekonomik durum, diğerini Kürt bölgelerinde devam eden savaş teşkil ediyor.
Sürdürülen propagandanın genel işleyişine bakıldığında; devam eden savaşa ilişkin yapılan açıklamalar ve verilen rakamlar konusunda resmi açıklamaların dışına pek çıkılmazken, ekonominin işleyişi, verilerin değerlendirilmesi, geleceğe yönelik tahminler yapılması vb. söz konusu olduğunda burjuva kesimler arasında tam bir mutabakatın sağlanabildiği söylenemez. Hâkim sınıfların kendi aralarındaki çelişkiden kaynaklanan bu farklı yaklaşım ve değerlendirmeler yalnız bir konuda birleşiyor: 5 Nisan Kararları’nın uzun vadeli, eksiksiz ve ek tedbirlerle tavizsiz uygulanarak krizin tüm yükünün işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkılması. Nitekim gerek işveren örgütleri gerekse hükümet yetkilileri ve ekonomiden sorumlu bürokratlar, yapılan toplantı ve açıklamalarda sürekli olarak 5 Nisan Kararları’nın eksiksiz ve tavizsiz uygulanacağı ve uygulanması gerektiği üzerine vurgu yapıyorlar. Hükümetin bu konuya sürekli vurgu yapmasının bir nedeni de Dünya Bankası ve IMF’ye “istekleriniz yerine getirilecek” mesajıdır.
Burada hükümetin mevcut ekonomik durumla ilgili gerçekleri nasıl çarpıttığına geçmeden önce, 5 Nisan Kararları’na ana hatlarıyla değinmekte yarar var.
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Aykon Doğan’ın, “Entegre, ciddi, radikal önlemleri öngörmüş, kısa dönemi değil, 2-4 yıllık bir dönemi hedeflemiş, arkasında toplum olarak, siyasetçi olarak, hükümet olarak kararlılık gösterilmesini gerektiren bir program” olarak tanımladığı 5 Nisan Kararlan, öngördüğü hedefler ve alınması gereken önlemler bakımından esas olarak iki bölümden oluşuyor.
Birincisi “istikrar tedbirleri”, ikincisi, “yapısal değişiklikleri” içeren uzun vadeli önlemler paketi.
Konjonktürel, hem de yapısal bozulmayı giderici kısa vadeli üçer aylık dönemlerle revize edilerek uygulanan ve kamu finansman açıklarının aşağıya çekilmesine öncelik verilen programda yapılması gerekenler şöyle sıralanıyor:
*Kamu harcamalarının kısılması;
*Kamu yatırımlarından vazgeçilmesi, devam edenlerin durdurulması, büyümenin eksiye çekilmesi;
*Başta eğitim ve sağlık olmak üzere sosyal harcamaların kısılması, özelleştirme yoluyla bu alanda da devletin rolünün iyice azaltılması, devlet hizmetlerinin büyük ölçüde paralı hale getirilmesi;
*Tarım girdilerinde sübvansiyonların kaldırılması, destekleme alımlarının asgariye indirilmesi, tarım girdilerine yüksek oranlı zamların yapılması;
*Kamu kesimi finansmanının “Merkez Bankası ve iç borçlanmadan çekilerek” sağlıklı vergi kaynaklarına oturtulması (ki bunun anlamı işbirlikçi tekelci burjuvazi dışında kalan sermaye, küçük üretici, işçi ve memurlar üzerindeki vergi ve fon yüklerinin artırılması demektir).
*“Devletin ekonomideki rolünün küçültülmesi”, özelleştirmenin hızlandırılması, KİT’lerden satılabilecek olanların satılması, kalanların kapatılması;
*Ekonomik Sosyal Konsey ve İşsizlik Sigortasının kurulması;
“1989-1993 döneminde reel ücretlerde hızlı yükselme meydana gelmiştir” tespitinden hareketle ücretlerin dondurulması ve “Kamu kesiminde istihdamın rasyonalize edilmesi” adına yüz binlerce işçi ve memurun işten çıkarılması;
*Bütün bunların yerine getirilmesi sırasında işçi, memur ve üretici köylülerin tepkisinin bastırılabilmesi için son derece kısıtlı da olsa, var olan siyasi hak ve özgürlüklerin tümden kaldırılması veya son derece sınırlı hale getirilmesi, yeni baskı yasalarının çıkarılması.
Yukarıda sözü edilen önlem ve uygulamalara bakıldığında Nisan-Ağustos döneminde, Özelleştirme, Ekonomik Sosyal Konsey’in kurulması ve İssizlik Sigortası’nın getirilmesi dışında kalan hedeflerde hükümetin belirli mesafeler aldığı söylenebilir.
Aşağıda ayrıntılarıyla göreceğimiz gibi kamu harcamaları büyük oranda kısıldı, kamu yatırımları ya durduruldu, ya da kökten vazgeçildi. Tarımda sübvansiyonlar “kaldırılıp destekleme alımları asgariye indirildi. IMF ile “Stand-By” anlaşmaları imzalandı, IMF ve Dünya Bankası’nın direktiflerinin eksiksiz yerine getirileceğine dair teminatlar verildi, işçi ve memur ücretleri donduruldu, işçilerin toplu sözleşmeleri uygulanmayarak fiilen kâğıt üzerinde bırakıldı. Haziran sonu itibariyle resmi rakamlara göre 700 binden fazla işçi işten çıkarıldı.

HÜKÜMET GERÇEKLERİ ÇARPITIYOR
Sendika bürokrasinin de büyük desteğini alan hükümet, uygulamaya soktuğu programa ilişkin yayınladığı temmuz ve ağustos rakamlarıyla kamuoyuna “istikrara kavuşuyoruz”, “krizi atlattık” mesajını vermeyi, pembe “tablolar çizmeyi sürdürüyor. Hükümet ve ekonomiden sorumlu bürokratlar bu temayı işlerken genel olarak; çarpıtılmış bütçe rakamlarını, döviz fi yatlarım, aylık enflasyon rakamlarını kendilerine dayanak yapıyorlar. Tüm karşılaştırmaları 6 Nisan’a göre yapan, ondan öncesini yok sayan hükümet, bütün açıklamalarda, kendi deyimleriyle “iyileştirmelerin” hangi sektörde ve ne pahasına gerçekleştiğini ve ekonominin bu duruma gelmesinin sorumluları ve esas nedenleri üzerine söz söylemekten ısrarla kaçınıyor. Sanki kriz 5 Nisan’da gökten düştü de DYP-SHP Koalisyon Hükümeti 6 Nisan’dan itibaren bunu düzeltiyor havası verilmeye çalışılıyor. Hükümet yetkilileri, bir yandan bu krizde hükümetin “suçsuz” olduğunu propaganda ederken, öte yandan krizin bir sistem krizi olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar. Ara sıra krizin “yapısal” olduğundan bahsedenler bile, sonuçta işi şu veya bu yöneticiye veya bazı önlemlerin eksik ve zamanında alınmayışına bağlayarak düzeni aklamada birleşiyorlar.
Hükümeti eleştiren diğer burjuva partilerinin krize ilişkin olarak, “şimdiye kadar sizin yediğiniz yeter biraz da biz yiyelim” anlamına gelen “erken seçim yapılsın; biz hükümet olalım, işi düzeltiriz” sözünden başka bir şey söyleyemiyorlar. Yıllarca hükümette kalmış ancak daha şimdi Türkiye’nin sorunlarına ilişkin bir taslak program hazırlığı yaptığını ilan eden ANAP yönetiminin krize ilişkin olarak “bu hükümet gitsin”den başka söylediği bir şey yok.

ÜRETİMDE DÜŞÜŞ DEVAM EDİYOR
Ekonominin iyiye gittiğini hükümetten başka söyleyen yok. TÜSİAD, TİSK, TOBB, TZOB gibi örgüt temsilcileri, ekonominin düzlüğe çıkabilmesi için 5 Nisan Kararları’nın ek tedbirlerle asgari üç yıl tavizsiz uygulanması gerektiğini ileri sürerken, en iyimser ekonomistler dahi, bu hükümetle ekonomik krizin aşılamayacağı noktasında birleşiyorlar. Hiç kimse kalıcı istikrardan bahsetme cesaretini gösteremiyor. Hükümetin “kriz aşıldı” demesine karşılık tarım, mali ve reel sektör temsilcileri bu tespite katılmadıkları gibi gerekli önlemler alınmadığı durumda mevcut ekonomik dengelerin iyice bozulacağı ve hiper enflasyonun yaşanabileceği eylül ve ekim aylarına dikkat çekiyorlar.
Bugün ekonomideki temel göstergelere bakıldığında krizin aşılabileceğine dair hiçbir işaret yok. Sanayi, özellikle imalat sanayi ve tarım sektöründe durgunluk ve üretim gerilemesi durdurulabilmiş değil. Aksine kriz daha tahrip edici bir şekilde bu sektörleri adeta yıkıma sürüklüyor.
Hükümetin, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların isteklerini ve temsilcisi olduğu işbirlikçi tekelci sermayenin taleplerini karşılamakta ve onların desteğini almakta zorlandığı görülüyor, işi yalan ve gerçekleri çarpıtarak uzun süre götürmenin ise hiç olanağı yok. Ne kadar çaba sarf edilirse edilsin mızrak çuvala sığmıyor.
DİE’nin açıkladığı rakamlara göre sanayi üretimindeki düşüş sürüyor. Özellikle imalat sanayisindeki düşüş ciddi boyutlarda.
5 Nisan Kararları’nın uygulamaya sokulmasından sonra yüz binlerce işçi kendini sokakta bulurken, yüzlerce küçük ve orta boy işletme kapandı, kapanmayanlar daha da küçüldü, büyük işletmeler ise önemli ölçüde küçüldü. Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, özellikle küçük ve orta boy işletmelerin yüzde 60-67’si küçülürken, büyük boy işletmelerde bu oran yüzde 46’dır.
Tablo 1’de görüldüğü gibi toplam sanayi sektöründeki gerileme haziran ayı itibariyle yüzde 8.4, ilk altı aylık gerileme ise 3.7’dir. Sanayinin motoru olarak bilinen imalat sanayisinde üretim gerilemesi mayıs ayında 18.1, Haziran ayında ise 13.1 olarak gerçekleşti. Makine sanayisinde üretim gerilemesi ise yüzde -51.7 ile durma noktasına gelmiş durumda.
Üretimde düşüşün nedenleri
Kapasite kullanımındaki düşüşün, yani üretimin gerilemesinin en önemli nedeni iç pazardaki yüzde 61.4’lük talep yetersizliğidir. Diğer önemli bir neden ise yüzde 12.4 ile dış pazar talep yetersizliği, yani ihracatın önemli oranda gerilemesidir.

Sanayi üretimi (Yüzde) (Tablo 1)

1994 Haziran        1994 Ocak-Haziran
Toplam sanayi sektörü    -8.4            -3.7
Madencilik sanayi        11.6            4.6
İmalat sanayi            -13.1            -6.6
Gıda sanayi            12.0            13.8
Mensucat sanayi        -4.6            -6.1
Kâğıt ve basım sanayi    6.8            -2.9
Kimya sanayi            -8.6            -1.4
Taş-top. day.ür.sanayi    -4.3            -0.8
Metal ana sanayi        4.5            2.1
Makine sanayi            -51.7            -27.0
DİE verilerinde görüleceği gibi, işverenlerin yıllardır iddia ettiklerinin aksine, kapasite kullanımındaki düşüşte, işçilerle ilgili sorunlar (ücretler, sosyal haklar vb.) sadece yüzde 1.2’dir. (Tablo 2)

1993 Mayıs                        1994 Mayıs    94 Haziran (Tablo 2)
– % 54.2 olan iç pazar talep yetersizliği        % 57.9        % 61.4
– % 21.4 olan dış pazar talep yetersizliği        % 18.4        % 12.4
– % 4.7 olan mali imkansızlıklar            % 4.0        % 9.7
– % 3.9 olan yerli mallarda hammad. yetersizliği    % 1.5        % 1.2
– % 1.9 olan işçilerle ilgili sorunlar            % 1.2        % 2.9
– % 0.9 olan ithal mallarda hammad. yetersizliği    % 0.3        % 0.7
KAYNAK: DİE

Toptan Eşya Fiyatları Endeksi’nin (TEFE) nisandan temmuz ayına kadar 4 ayda yüzde 32.8’den yüzde 0.9’a inmesi, reel ekonomideki talep daralmasının ne kadar ciddi boyutta olduğunu gösteriyor.
Tabloda dikkat çeken hususlardan biri, iç pazar talep yetersizliği ile mali sorunların artış gösteriyor olmasıdır. Demek ki, bu dönemde üretimi hemen kesemeyen firmaların stok maliyetleri artmış, üretimi yavaşlatanlar ise kapasitelerinin altına düşmüşlerdir,
İç pazardaki talep yetersizliğini ortaya çıkaran etkenlerin başında gelir dağılımında ortaya çıkan olumsuz gelişmeler ve 5 Nisan’dan sonra halkın alım gücünün büyük oranda düşmesi geliyor. Sadece Nisan-Temmuz arasındaki üç aylık dönemde halfan alım gücü yüzde 60 oranında geriledi. Bunun yanı sıra;
– Yatırım maliyetlerinin giderek artması, maliyet artışında faiz oranlarının payının yükselmesi,
– Para ticaretinin yatırım yapmaktan daha kârlı hale gelmesi,
– Ekonominin geleceği üzerinde tahmin yapma olasılığının azalması gibi etkenler de üretimdeki düşüşün nedenleri arasında sayılabilir.
Tarım Sektörü
“Tarım çökerse ekonomi batar” sekimde ekonomi alanında yaygın olarak kullanılan bir deyim vardır. Bugün ülkenin ekonomisi tam da bu noktada. Giderek daha da derinleşen bir ekonomik kriz yaşayan ekonomide sanayi durmuş, tarım çökme noktasına gelmiştir. Türkiye, dünyada kendine yeterli tarım ürünleri üreten ve ihraç eden ülkelerden biri iken, yıllardır izlenen politikalarla ülke tarım ürünleri ithal eder duruma getirilmiştir. 5 Nisan Kararlarıyla IMF’ye taahhüt edilen sübvansiyon ve destekleme akınlarının kaldırılması veya son derece sınırlandırılmasıyla da adeta tarım sektörünün ipi çekildi.
Şüphesiz bugünkü durumu, bu kararları alan hükümetin politikalarıyla açıklamak sorunun özünü gizlemek olacaktır. Hükümetlerin, emperyalist mali kuruluşların ve sermayenin çıkarlarından bağımsız politikaları yoktur. Bunlar ve diğerleri, askeri, siyasi ve ekonomik konularda, emperyalizm, özellikle Amerikan emperyalizmi ne emretmişse onu yerine getirmişlerdir.
Birkaç örnek vermek gerekirse; Amerikan emperyalistleri istedi diye Kore’ye, Somali’ye, Bosna’ya asker gönderildi. Amerika “bana ayrıcalık tanıyacaksın” dedi, kölelik anlamına gelen “ikili anlaşmalar” imzalandı. On binlerce Amerikan askerinin bulunduğu üsler tahsis edildi, Çekiş Güç’e “istediğin kadar kalabilirsin” denildi. Amerika, “Türkiye’de haşhaş ekimini yasakla” dedi, “başım üstüne” denildi. IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşlar istedi diye tarım girdi fiyatlarına yüksek oranlı zamlar yapıldı, sübvansiyonlar kaldırılıp destekleme alımlarından vazgeçildi, taban fiyatları düşük tutuldu…
Bunların yanı sıra; hizmet verdikleri sektör itibariyle tarımın can damarı olan tarımsal KİT’ler özelleştiriliyor. Çiftçilerin örgütlenmesinde, ürünlerinin değerlendirilmesinde önemli birer araç olan Tarım Satış Kooperatifleri yok edilmeye çalışılıyor. Tarım Kredi Kooperatifleri ise tam anlamıyla Tarım Bakanlığı’nın bürosu haline getirildi.
Bu politikalar sonucu üretim geriledi, tarımın GSMH içindeki payı sürekli düşüş gösterdi. 1982 yılında GSMH içindeki payı 21.3 iken, 1990’da 18.2’ye, 1993’te ise 14.0’a geriledi.
1993 yılı verilerine göre tarım sektörü, genel olarak bir önceki yıla göre yüzde 3.6 oranında küçülürken, hayvancılık ve bitkisel üretimde katma değer yüzde 2.9, ormancılık kesiminde 17.2 oranında azalmıştır.
Bir önceki yıla göre, tarla ürünlerinden buğday üretimi yüzde 8.8, arpa 8.7 artarken; pamuk üretimi yüzde 15, ayçiçeği yüzde 14.2, susam 11.8, soya 33-7 oranında azalmıştır.
Yine 1993’te 1992’ye göre meyvelerin üretimi, fındık yüzde 41.3, kayısı yüzde 28.1, zeytin yüzde 26.7, vişne yüzde 6.3, ceviz 4.2 oranında azalmıştır.
Tarım sektörünün toplam ihracattaki payı 1985’te yüzde 21.6 iken 1991’de 20.1’e, 1993’te 15.5’e gerilemiştir. 1993 yılında toplam tarımsal ihracatı 15.3 milyon dolar olurken, ithalat 29.4 milyon dolara çıkmıştır.

Seçilmiş ürünlerde ’93 ihracat, ’92/’93 ihracat değişim (Tablo 3)
Ürün adı        değişim %     ‘93 (Bin $)
Buğday        -77.9        75.494
Baklagiller        -7.5        184.551
Tütün            +27.8        395.561
Pamuk            +157.5        159.993
İncir (Kuru)        -7.4        58.527
Üzüm (kuru)        +4.3        134.078
Fındık            +23.1        426.261
Tohumlar        -25.5        7.353
Canlı hayvan        +121.6        283.501
Su ürünleri        -11.1        44.412
Orman ürünleri    -55.3        6.321
KAYNAK: DİE

Seçilmiş ürünlerde ’93 ithalat, ’92/93 ithalat rakamları (Tablo 4)
Ürün            ‘93 (Bin $)    Değişim %
Buğday         178.894    1185.8
Baklagiller        1.527        606.9
Yağlı tohumlar        71.974        25.1
Tohumlar        24.371        18.3
Orman ürünleri    318.432    119.9

“Yıllardır tarım ve hayvancılıkta yapılan yanlışlar, üretim artış hızını kesti. Bakliyat ve hububat üretimi geriledi. Tütün, çay gibi ihraç şansı zayıf ürünlerde üretim ve ihracat gerilerken, soğan, kuru fasulye, ceviz ve susam ithalatı başladı. Küspe bile ithal edilir oldu.
Türkiye yılda ortalama 100 bin ton fasulye üretip bunun 80 bin tonunu tüketir, 20 bin tonunu ihraç ederdi. Fasulye üretimi 20 bin tona düştüğü için bu yıl ithalat başladı. Fasulye üretiminin bu düzeyde düşmesinin nedeni 1988’den beri fiyatlarının artmamasıdır.   Otobüslerin bagajında Balkan ülkelerinden ceviz gelmese, cevizin kilosu 200 bin liraya çıkar. Nohut üretimi gerilediği için leblebinin kilosu 40-50 bin lira oldu.” (BİRLİK, İst. İhracatçı Birlikleri yayın organı. Yıl 4, sayı: 5, Nisan 94).
Tarımsal girdi (Mazot, yem, gübre, tohum, ilaç, traktör ve diğer tarım araç ve aletleri) fiyatlarının artması, bilgi akışının sağlanamaması ve izlenen tarım politikalarının yanlışlıklarının yanında Kürt illerinde devam eden savaş da tarım üretiminin azalmasında etkili oluyor. Bugün bölgede binlerce köy boşaltıldı, yüz binlerce insan şehirlere göç ettirildi, çiftçi tarlaya giremez oldu. Dünün üretici köylüleri bugünün tüketicileri oldu.
Köylülüğün üretimden vazgeçip başka alanlara yönelmesinde diğer bir etken de, tarım ürünleri fiyatlarının düşük tutulmasıdır. Bir yanda sübvansiyonların kaldırılması, diğer yanda fiyatların düşük tutulması üreticileri adeta yıkıma uğratmıştır.
Örneğin, Nisan ayında toptan eşya fiyatları yüzde 32.8, imalat sanayimde fiyatlar yüzde 41.4 artarken tarım ürünleri fiyatlarındaki genel artış yüzde 7.5 gibi çok komik düzeyde kalmıştır. Ürün bazındaki artışlar ise şöyle gerçekleşti (Bkz. Tablo: 5).

Ürün cinsi Artış        % (Tablo 5)
1. Tarım(Genel)        7.5
1.1 Tahıllar            3.0
1.2 Baklagiller            21.6
1.3 Diğer tarla ürünleri    18.5
1.4 Sebze ve meyveler    2.5
1.5 Çay            0.0
1.6 Canlı hayvanlar        7.8
1.7 Hayvansal ürünler        10.8
1.8 Su ürünleri            33.8
KAYNAK: DİE Haber Bülteni 4.05. 1994

Yukarıdaki artışlar üreticiden ürün alınırken meydana gelen fiyat artışlardır. Piyasadaki fiyat artışlarıyla bu rakamlar karıştırılmamalıdır. Örneğin üreticiden çay alımlarında fiyat artışı olmamışken piyasada çay fiyatları yüzde yüzün üzerinde artış göstermiştir. Piyasadaki bu fiyat artışından üretici köylünün cebine giren para yok. Ağustos başında, açıklanan taban ve destekleme fiyatlarıyla üreticilere bir darbe daha vuruldu. Yüzde 79-113 arasındaki zam, ürün maliyetini karşılamaktan uzak. “5 Nisan Kararlan delindi”, “köylüye büyük destek” gibi propagandalar eşliğinde açıklanan rakamlar ne üreticileri ne de TZOB’ni memnun etti.

Ürün        ’93        ’94        %    TZOB    (Tablo 6)
Kütlü pamuk    8.750        18.000        106    26.000
Kuru üzüm    9.500        17.000        79    24.000
Ayçiçeği    4.000        8.500        113    11.700

Tablo 6’da görüldüğü gibi artışlar yüzde 100 olsa da, TZOB’nin tarım girdi maliyetlerini hesap ederek belirlediği rakamlardan yüzde 30 dolayında daha düşük ve maliyetleri karşılamaktan uzaktır. Üreticiler, hükümetin kendileriyle adeta alay ettiğini söylüyorlar. Tarım girdilerinde fiyatlar yüzde 200-300 arasında artarken açıklanan bu rakamlar son derece komik kalıyor. Örneğin geçen yıl buğdayın kilosu 1965 İha iken, mazotun fiyatı 4 bin liraydı. Bu sene buğdayın fiyatı 3 bin 312 lira olarak belirlendi, buna karşılık mazotun fiyatı 12.200 liraya yükseldi.
Aynı durum ekmeklik buğdayda da yaşanıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) ağustos fiyatı 3 bin 812 lira iken, hükümet taban fiyatı 3 bin 312 lira olarak tespit etti. Oysa aynı buğday, piyasadan 4 bin 500 liradan işlem görüyor. Piyasadan 5 bin liradan işlem gören Mısır, 2 bin 880 liradan; 3 bin 600 lira olan yulaf, TMO tarafından 3 bin 20 liradan almıyor.
10 trilyonu pamuk primi olmak üzere, 1994 yılı bütçesine 22 trilyon destekleme kaynağı ayıran hükümetin “70 trilyon civarındaki destekleme alımı” yapacağım açıklaması, gerçeklerle bağdaşmıyor.
Hükümetin seçim hesapları yaparak Dünya Bankası’na rağmen 70 trilyonluk alım yapması, “aksatmadan yürüteceğiz” dediği 5 Nisan Kararları’nın delinmesi anlamına geleceği gibi, Dünya Bankası’nın vermeyi düşündüğü 350-400 milyon dolarlık “Uyum Kredisi”nden de mahrum olması demektir.
Hükümet tam bir ikiyüzlülükle meydanlarda köylülere “destekleme alımlarıyla hakkınızı vereceğiz, ürününüzün karşılığını alacaksınız” diyor, ama öte yandan destekleme alımları yapmamaları için, Çukobirlik, Tariş, Antbirlik, Fiskobirlik, Trakya Birlik gibi tarım birliklerine “hazineden size para yok, başınızın çaresine bakın” diyor.
Taban fiyatlarının maliyetlerin altında belirlenmesinin yanında önemli olan diğer bir konu ise hükümetin ne kadar alım yapacağı, aldığı ürünlerin parasını ödeyip ödemeyeceğidir. Aynen işçilerin mayıs ayından beri alacaklarını ödemediği gibi, köylüden ürünleri alarak onlara da ödeme yapmayabilir. Tarım birliklerine gereken paranın verilmemesi, 1994 yılı bütçesinde destekleme için ayrılan payın az olması, hükümetin Dünya Bankası’nın çizdiği sınırların dışına çıkma şansının bulunmayışı iki olasılığı gündeme getiriyor, hükümet ya destekleme alımlarına girmeyecek veya sembolik alımlar yaparak köylüyü yine tüccarın insafına bırakacak, ya da ürünleri alıp paralarını ödemeyi ilerici yıllara erteleyecek.

KAMU AÇIKLARI KAPANMADI, SADECE AZALDI
Mevcut ekonomik veriler, siyasal olgu ve olaylar bir bütün içinde değerlendirildiğinde, “ekonominin iyi yolda” olduğunu, yakında geçici de olsa “istikrara” kavuşacağını söylemek, gerçekleri ifade etmeyecektir. Aksine, eylül ve ekim aylarında büyük açmazlarla karşı karşıya olduğunu söylemek daha gerçekçi olacaktır. Hükümet üyeleri ve ekonomiden sorumlu üst düzey bürokratların iddia ettikleri gibi “bütçe fazla vermiş” değil, olan sadece açıkların biraz azalması, ekonomik deyimle “makasın daralması”dır. Önce hükümetin hazırladığı tabloya (Tablo 7) bakalım:

Konsolide bütçe (Tablo 7)
Ocak        – 4.4 trilyon
Şubat        – 14.7 trilyon
Mart        -32.1 trilyon
Nisan        – 4.3 trilyon
Mayıs        +6.3 trilyon

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Aykon Doğan’ın Adana toplantısında 200 trilyon lira olan kamu açıklarının ‘94 yılı sonunda 90 trilyona düşürüleceğini belirterek “10 yıldır ilk defa denk bir bütçeyle karşılaşıyoruz” demesine karşılık, yukarıdaki tablo her şeyden önce, kamuoyunu yanıltmaya yönelik rakamların sıralandığı bir tablodur.
Başka hiçbir veri ve gelişme incelenmeden, göz önüne alınmadan sadece yukarıdaki rakamlara bakıldığında, yılın ilk üç ayında 32 trilyona kadar çıkan bütçe açığının Nisan ayında birden 4.3 trilyona gerilediği, mayıs ve haziran aylarında ise artıya geçtiği söylenerek “ekonominin iyiye gittiği” iddiası ileri sürülebilir. Ancak, tablodaki rakamlar, diğer verilerle birlikte değerlendirildiğinde “bütçe fazla verdi” diyenlerin yalanları bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor.
Örneğin, mayıs ayında ödenmesi gereken 6.5 trilyonluk dış borç faiz ödemesinin mayıs ayı bütçesine gider olarak yazılmaması sonucu bütçe fazla verdi gibi görüntü yaratıyor. Diğer bir söyleyişle bütçe açıkları geriledi izlenimini veriyor. Halbuki 6.5 trilyon, gider olarak yazılsaydı bütçe açığı 200 milyar daha artmış olarak gerçekleşecekti.
Bütçe açıklarıyla ilgili olarak açıklanan rakamların gerçekleri yansıtmadığına ilişkin bir örnek de yine bakanlığın yaptığı 1993-94 karşılaştırmalı “Konsolide bütçe gerçekleşmeleri”ne ait rakamlardır.
Aşağıdaki tablonun (Tablo: 8) ortaya koyduğu gerçekler şunlardır:

Konsolide Bütçe Gerçekleşmesi (Ocak-Haziran; Milyar TL) (Tablo 8)
1994        1993         Değ. (%)
Giderler            325.916    187.703    73.6
-Cari                141.842    79.619        78.2
. Personel            125.770    72.000        74.7
. Diğer cari            16.072        7.619        110.9
– Yatırım            22.394    17.669    26.7
– Transfer            161.680    90.415        78.8
. İç borç faizi            62.847        30.941        103.1
. Dış borç faizi            26.309        11.892        121.2
. KİT’lere transfer        10.464        11.005        -4.9
. 2978 iade            7.190        6.010        19.6
. Emekli Sandığı öde.        12.300        6.000        105.0
. Fon ödemeleri        11.744        3.033        287.2
. Diğer transferler        30.826        21.534        43.2

Gelirler            284.723    142.486    60.7
– Genel bütçe            279.855    139.565    100.5
. Vergi gelirleri            213.008    105.782    101.4
. Vergi dışı nor. gel.        20.492        9.658        112.2
. Özel gel. ve fon.        46.355        24.125        92.1
– Katma bütçe            4.868        2.921        89.8

* Devlet yılın ilk altı ayında hiçbir iş yapmamış. Bütçeyi denk hale getirmede en kötü yöntem olan “yatırımları durdurma” yolunu seçen hükümetin 325 trilyonluk harcama içinde yatırıma ayırdığı pay sadece 22.3 trilyon. Bunun “büyük kısmı teknik personel ücreti, geçici personel ücreti ve proje bedeline” gittiği göz önüne alındığında “devlet hiç yatırım yapmadı” demek daha gerçekçi olacaktır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın öngördüğü, toplam tutan 762 trilyonu bulan 86 proje, mart sonuna kadar normal seyrini izlerken 5 Nisan Kararları’ndan sonra hemen hepsi durma noktasına geldi. Yatırımlardan vazgeçilmesini devletin borçluluğuna bağlayan Çiller’e göre, devlet “borçlardan kurtulursa” yatırıma başlayabilir. Demek ki Türkiye’nin yatırım yapabilmesi için 70 milyar dolar dış borcu, 475 trilyon iç borcu ödemesi gerekiyor. Bu borçlar bitmeyeceğine göre devlet yatırımları bilinmeyen bir tarihe ertelenmiş oluyor.
Devletin yatırım yapmasını zora sokan faktörlerden biri de devam eden savaştır. Devletin savaşa ayırdığı pay, bütçenin yarısı kadardır.
Görüldüğü gibi (Tablo: 9) yatırıma ayrılan payın iki katı savaş harcamalarına ayrılmış durumda.

Savaş harcamalarının devlet harcamaları içindeki payı (Trilyon) (Tablo 9)
Harcama        1992        1994
Devlet harcamaları    3218.5        996.7
Savaş harcamaları    105.0        400.0
Bütçe            207.8        819.0
Yatırım            73.3        208.2
GSMH            779.5        2135.7

* Hükümet yılın ilk altı ayında harcadığı her yüz liranın 38.5 lirası ile maaş ve ücret, 27.5 lirası ile de faiz ödemiş. Emekli Sandığı’nın, SKK’nın açığını kapamış ve zarar eden KİT’lere para aktarmış. Elbette ki “harç bitti yapı paydos” diyerek hiçbir iş yapılmaz, sadece maaş, ücret ve faiz ödenirse bütçe açığı azalır, hatta kapanabilir de.
Bütün bunlara rağmen bütçe, ’94’ün ilk 6 ayında 41.2 trilyon açık vermiş. Bu, açığın kapanmadığı, daraldığı anlamına gelir. Bunun nedeni ise, hükümetin harcamaları kısması, hatta durdurması, yatırım yapmaması, 5 Nisan’da kamu mallarına yapılan yüksek oranlı zamlar ve bu dönemde getirilen ek vergilerdir.
Ancak yine de hazine, 1994’ün ilk 6 ayında nakit dengesini tutturmakta bir hayli zorlanmıştır. Hazinenin yayınladığı veriler incelendiğinde 41.2 trilyona ek olarak binen diğer yüklerle, nakit açığı 51.5 trilyona yükseliyor. Hazine bu açığını kapatmak için çıkardığı yüksek faizli hazine bonosu ve Merkez Bankası’na toplam 76.8 trilyon borçlanıyor. Hem de kısa vadeli borçlanma. Yine Hazine’nin verilerine göre tahvil kaynağı tıkanmış durumda, tahvilden para gelmemiş, aksine ödeme yapılmış. Demek ki, yılın ilk yansını yine borçlanma kurtarmış. Bu bütçeyle hazinenin ağustos ve eylül ayındaki cari giderleri ve borç ödemelerini yapabilmesi, devletin zorunlu harcamalarını karşılayabilmesi, işçi ve memur ücretlerini ödeyebilmesi ise oldukça zor görünüyor. Hükümetin “Eylül sendromu diye bir şey yok, gereken önlemler alındı, ödemeler aksamadan yapılacaktır” demesine karşılık Dünya Bankası ve IMF yeni krediler açmadığı ve yeni iç borçlanmaya gidilmediği sürece iç ve dış borçların aksamadan ödenmesi olanaksız görünüyor.

İÇ VE DIŞ BORÇLARIN DURUMU
70 milyar doları aşan dış borcun, Eylül-Aralık ’94 döneminde anapara ve faiz olarak toplam 2.250 milyon doları ödenecek.
Dış krediler büyük oranda kesildiği için iç borçlanmaya ağırlık veren devletin bu yılın ilk altı ayında iç borç miktarı 475 trilyona ulaştı. Geçen yılın aynı dönemine göre % 97 oranında artan iç borçlanmanın yarısından çoğu, iç borç anapara geri ödemelerinde kullanıldı.
Haziran ayında piyasaya sürülen 3’er aylık net % 50 faiz getirdi bonoların ödenip ödenmeyeceği eylül ayında belli olacak. Hükümet eylül ayında ödemelerde sıkıntıya düşmemek için temmuz ayından itibaren yüksek faizle para toplamaya devam ediyor. Para toplamada Arjantin modelini izleyen hükümetin ödemede de aynı yolu izleyip izlemeyeceği halen belirsizliğini koruyor. Yetkililer ısrarla geri ödemelerin yapılacağını, Arjantin modelinin uygulanmayacağını belirtiyorlar.
Bilindiği gibi hazinesi tamtakır olan Arjantin yüzde 50’nin üzerinde net faizli bonolar çıkarttı ve yüksek miktarda satarak hazineyi doldurdu. Ancak iş, borcu ödemeye gelince alacaklılara şu söylendi: “Sizlere sadece faiz ödenecek. Faizlerinizden vergi de kesilecek. Anapara için ise nereden bulduğunuzu kanıtlayacaksınız. Daha sonra size bunun karşılığı olarak 6 yıl vadeli yeni bir kâğıt verilecek.” Parasının kaynağını açıklayamayacak durumda olan bono sahiplerinin yarısından çoğu ne anapara ne de faizlerini almaya gitti. Türkiye’de böyle bir yol izlenir mi, izlenmez mi bilinmiyor. Ancak bilinen bir şey varsa o da, haziran ayında çıkarılan yüksek faizli 30 trilyonluk bonoların büyük bölümünün 880 kişi tarafından alındığıdır. Finansman sıkıntısı içinde olduğunu söyleyerek işçi çıkartan, yatırımdan vazgeçen sanayicilerin de büyük ilgi gösterdiği bonolardan DYP ve ANAP da payına düşeni aldı. DYP, 60 milyar liralık bono alırken; Çiller’i döviz rezervlerini erittiği, hazineyi boşalttığı, astronomik faizlerle borçlanmaya gittiği için eleştiren ANAP ise 13 milyar liralık bono satın aldı.

EYLÜL SONUNA KADAR İÇ BORÇ VE MAAŞ ÖDEMELERİ
Eylül ayında 150 trilyonluk iç borç, Ağustos-Eylül aylarındaki 720 milyon dolarlık dış borç ödemesiyle birlikte düşünüldüğünde, hükümetin “ödemede sıkıntı yok” demesi hiç de mantıklı görünmüyor. Geliştirilen senaryolara göre hükümet borcu borçla ödeme yoluna gidecek. Vadesi gelen borcu yeniden daha yüksek faizli hazine bonolarıyla ödeyecek. Bu yöntemle en fazla bir iki ay zaman kazanılsa dahi daha büyük açmazlarla karşılaşılması kaçınılmaz hale gelecektir. Çünkü ertelenen borç, faizleriyle birlikte katlanarak yeniden karşılarına dikilecektir (Tablo: 10).

EYLÜL SONUNA KADAR İÇ BORÇ VE MAAŞ ÖDEMELERİ (Tablo 10)
Tarih             Ödeme cinsi            Tutar
22-25 Ağustos     Emekli maaşı            6.2 trilyon
24 Ağustos         KOİ 4. tertip GOS öd.        6.039.436 USD
24 Ağustos         KOİ 5. tertip GOS öd.        6.072.852 USD
25 Ağustos        3 aylık bono öd.        20 trilyon
29 Ağustos        1 aylık bono öd.         884 milyar
31 Ağustos        Tahvil bono öd.        17 trilyon
1 Eylül            Otoyol senedi öd.        Bilinmiyor
1 Eylül            3 Aylık bono öd.        10 trilyon
2 Eylül            3 aylık bono öd.        10 trilyon
7 Eylül            3 aylık bono öd.        8.5 trilyon
14 Eylül        3 aylık bono öd.        6.5 trilyon
15 Eylül        3 aylık bono öd.        5.7 trilyon
15 Eylül        Memur maaşları (Zam ha)    17 trilyon
15 Eylül         KOİ 3. tertip GOS öd.        6.718.000$
16 Eylül        3 aylık bono öd.        5.4 trilyon
17 Eylül        4 yıl vade. tahvil öd.        Bilinmiyor
21-26 Eylül        SSK emekli maaşı        6.2 trilyon
21 Eylül         Bono tahvil öd.        10 trilyon
29 Eylül        Özel tahvil öd.            1.8 trilyon
KAYNAK: (19.6.1994 milliyet)

Vadesi gelen iç borçların ödenmemesi, yeni borçlanmaları ve tahvil satışlarını olumsuz yönde etkileyecektir. Hükümet bu durumda, Arjantin’deki gibi bankalardaki mevduatlara el koyma yoluna da gidebilir.
Vadesi gelen borçları Merkez Bankası’ndan veya para basarak karşılamak enflasyon ve devalüasyonu 4 haneli rakamlara sürükleyeceğinden hükümet çok zorda kalmadığı sürece bu yola başvurmayacak gibi görünmektedir.
Türkiye’nin, bu ödeme takviminin dışında diğer borçlardan oluşan ve bu yıl ödenmesi gereken 500 milyonu anapara, 315 milyonu faiz olmak üzere toplam 815 milyon dolarlık borcu bulunuyor. Bu hesaba göre hükümetin, eylül ve Aralık ’94 döneminde toplam 2.250 milyon dolarlık dış borç ödemesi yapması gerekiyor Tablo: 11).

DIŞ BORÇ ÖDEMELERİ (1994) (Tablo 11)
(Milyon Dolar)
Aylar        Anapara    Faiz    Toplam
Eylül        213        154    367
Ekim        166        182    348
Kasım         176        221    397
Aralık        173        150    323
Toplam    728        707    1435

Öte yandan döviz fiyatlarının yükselmesi, dış borç vadelerinin düşmesi ve dış borç faizlerinin yükselmesi önümüzdeki yıllarda Türkiye’yi dış borç ödemelerinde bir hayli sıkıntıya sokacaktır.

Orta ve uzun vadeli borçların
ortalama vade ve sabit faiz yapısı (Tablo 12)
vade        faiz %
1987        16.3        6.11
1988        15.39        6.44
1989        14.99        6.56
1990        14.95        6.35
1991        14.79        6.35
1992        13.91        6.52
1993        12.45        6.47

Tablo 12’den de anlaşılacağı gibi, 1987’den itibaren orta ve uzun vadeli dış borçların vadesi düşüyor. 1987 yılında dış borç vade ortalaması 16 yıl iken, 1993 yılında 12.45’e düştü. İşin ilginç yanı normalde borçların vadesi kısalırken faizlerin de düşmesi gerekiyor. Ancak burada da işler tersine yürüyor, Hem vade düşüyor, hem borçların faizi yükseliyor. 1987 yılında dış borç ödemelerindeki sabit faiz oranı yüzde 6.11 iken, 1993’te yüzde 6.47’e yükseldi.
Çiller, bu borçların ödenmesini özelleştirmeden 35 milyar dolar alacağı varsayımı üzerine kurmuştu. Özelleştirmede belirlenen gelir elde edilemediği için dış borcun ödenmesinde sıkıntıya düşülmesi kaçınılmazdır.
Önlemler tek tek incelendiğinde iç borçların ertelenmesi, uzun vadeye yayılması, borcun borçla kapatılması mümkün, ancak dış borcun ertelenmesi, yeni borç bulunması, emperyalizme siyasi, askeri, ekonomik bağımlılığı artıracak yeni taahhütler altına girmeden mümkün olamayacaktır.

DÖVİZ DURUMU
Hükümet aynen enflasyon ve Bütçe konularında olduğu gibi; cari işlemler açığı (döviz açığı) konusunda da, neden ve niçinlere girmeden sonuç rakamlar üzerinden fikir yürüterek işlerin iyiye gittiği mesajını vermeye çalışıyor. Hükümetin açıkladığı 1993 12 aylık, 93-94 ocak mayıs rakamlarına göre döviz durumu iyiye gidiyor. 1993 yılında 6.380 milyon dolar olan cari işlemler açığı, 1994’ün ilk 5 ayında 190 milyon dolara gerilemiş, geçen yılın aynı dönemindeki artış ise 2.365 milyon dolar. Rakamlara baktığımızda işlerin iyi gittiği söylenebilir.
Tablo 13 incelendiğinde önce şu görülüyor: Döviz gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre 582 milyon dolar azalmış. Giderler ise 2 milyar 757 milyon dolar daha düşük gerçekleşmiş. Demek ki, döviz sorunundaki iyileşme gelirin artmasıyla değil, giderlerin azaltılmasıyla sağlanmış. Örneğin ithalat 2 milyar 595 milyon dolar azalmış.

Döviz Gelir Gideri (ocak-mayıs, milyon) (Tablo 13)
1993        1994
GELİR        12.010        11.428
İhracat        6.368        6.389
İşçi Dövizi    1.116        1.063
Turizm        1.135        1.30
Diğer        3.391        2.946

GİDER        14.375        11.618
İthalat        11.312        8.717
Faiz        1.419        1.292
Turizm        273        288
Diğer        1.371        1.321                   
FARK        -2.365        -190

Şimdi yukarıdaki tabloya bakarak “açık kapanıyor”, “cari işlemler açığı azaldı” gibi saptamalar yaparak pembe tablolar çizebilmek mümkün mü? Sanayinin gerilemesi, yatırım ve üretimin yapılamaması ve halkın alım gücünün düşürülmesi pahasına dövizde sağlanan geçici iyileşmenin istikrarlı bir temele oturacağı söylenemez, aksine büyük yıkımların zeminini hazırlar. Görünen de odur.

ENFLASYON VE ÜCRETLER
Bütçe rakamlarında olduğu gibi, halktan alınan, dolaylı vergi olarak da tanımlanan enflasyon rakamlarındaki yükselişin az olmasından da farklı sonuçlar çıkarılmaya çalışıyor. Yıllık enflasyondaki birkaç puanlık düşüşü “enflasyon durdu”, “enflasyonda düşüş sürü-‘ yor” gibi propagandalarla, 5 Nisan Kararları’na kamuoyunda destek bulunmaya veya en •azından tepkilerin azaltılmasına çalışılıyor.
Hükümet, enflasyon rakamlarıyla ilgili bilgi verirken, genellikle yıllık artışlar üzerinde durma yerine, aylık artışlar veya Nisan ayı enflasyon rakamlarıyla karşılaştırmalar yaparak, “ekonominin iyiye gittiği, alınan tedbirlerin yerinde olduğu ve desteklenmesi gerektiği” imajı yaratılmaya çalışıyor (DİE’nin rakamları için bkz. Tablo 14)

DİE’ye göre Fiyat artışları % (Tablo 14)
Tüketici        Toptan
Temmuz 1994        1.7        0.9
7 aylık            63.9        87.0
12 aylık ortalama    87.1        90.1
Yıllık            109.3        128.8

Haziran ve Temmuz aylarında enflasyon artışının düşük gerçekleşmesinin nedenleri olarak Nisan’da yapılan büyük oranlı zamlardan sonra halkın alım gücünün büyük ölçüde düşmesi, hükümetin kamu harcamalarını kısması, yatırımları durdurması, 700 bin işçinin toplusözleşmeden doğan alacaklarının verilmemesi, memur ücretlerinin dondurulması, mevsimden kaynaklanan gıda ve sebze fiyatlarındaki artışın az olması sayılabilir. Ancak bu durumun önümüzdeki aylarda da devam edebileceğini söylemek mümkün değil. Ekonomik göstergeleri değerlendiren bazı kaynaklar Eylül ve Ekim aylarında enflasyonun hızla tırmanışa geçeceğini, hatta hiper enflasyon yaşanacağını ileri sürerken, hükümet “belki biraz kıpırdanma olabilir” şeklinde değerlendirme yapıyor. (Tablo 15)

DİE’ye göre yıllık enflasyon (Tablo 15)

Toptan eşya                Tüketici
Aylar        1991    1992    1993    1994        1991    1992    1993    1994
Ocak        48.4    69.0    52.7    60.6        62.0    78.5    59.8    69.6
Şubat        49.7    69.0    52.7    68.0        63.0    77.8    58.2    73.0
Mart        50.7    68.1    53.3    74.0        62.3    78.7    58.0    73.6
Nisan        55.1    63.0    54.0    125.3        62.1    74.0    59.0    107.4
Mayıs        57.2    59.5    57.3    138.6        62.5    69.9    65.0    117.8
Haziran    57.1    57.7    60.6    137.6        64.9    65.8    67.2    115.8
Temmuz    57.9    57.1    65.2    128,8        68.6    65.8    73.1    109.3
Ağustos    58.3    57.3    63.5            71.0    65.5        71.2
Eylül        56.3    60.1    60.0            66.6    67.7        68.2
Ekim        54.6    63.3    57.0            66.5    69.2        67.6
Kasım        56.3    62.7    61.4            66.8    68.6        69.6
Aralık        59.2    61.4    58.4            71.1    66.0        71.1

Piyasalardaki yüksek zamlar fiyatlara yansıtılmaya başlayınca, mayıs ayından beri ilk kez tüketici fiyat artışı, toptan eşya fiyatlarındaki artışın önüne geçti. Temmuz ayında toptan eşya fiyatlarındaki artış yüzde 0.9 olurken, tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 1.7 oldu. Yıllık bazda ise toptan eşyadaki artış yüzde 128.8 olurken tüketici fiyatlarında yüzde 109.3 artış odu. DlE, TEFE’ye (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) göre, temmuz ayında sektörel bazda fiyat artışları şöyle gerçekleşti (Tablo: 16).

(Tablo 16)
%            %
Enerji        4.7    Tahıl        18.0
İmalat        1.5    Kömür        5.5
Madencilik    2.4    Baklagiller    10.0
Tarım        -2.8    Su ürünleri    15.1

Bu artışlara karşın sebze-meyve fiyatları yüzde 17.5, taş-toprak sanayi fiyatları yüzde 10, ham petrol yüzde 1.2, canlı hayvan fiyatlarında ise binde 7 oranında ucuzladı.
Sektörel düzeyde yıllık enflasyon tarımda yüzde 88.4, imalat sanayisinde yüzde 141.7, enerji sektöründe yüzde 118.5 ve madencilik sektöründe yüzde 161.2 olarak gerçekleşirken, alt sektörlerde temmuz ayı yıllık fiyat artışları ham-petrolde yüzde 226.6, imalat sanayisinde ise yüzde 208.6 oldu.
Bir yandan fiyatlardaki yüzde yüzlük artışlar, öte yandan hükümetin IMF’nin talimatıyla çalışanların ücretlerini dondurması, nisan temmuz döneminde halkın alım gücünün yüzde 60 oranında düşmesine neden oldu. Koç bastırdı kârını ikiye katladı, genel olarak egemen sınıflar bastırdı, hükümet işçi ve memur ücretlerini yarıya indirdi. (Tablo 17)

(Tablo 17)
Maaşı         Alım gücü ne oldu?
İETT (15 yıllık işçi)         8.000.000        3.200.000
Tekstil işçisi            3.500.000        1.400.000
Gıda işçisi            6.500.000        2.600.000
(5/1) memur            3.735.000        1.494.000
(14.2)  ”            3.297.000        1.315.000
(5/1) Öğretmen        5.545.000        2.218.000
Lise mezunu emekli        5.384.000        2.153.000
Öğretmen     ”        6.742.000        2.696.000
Hemşire            5.196.000        2.078.000

İşçi memur ücretleri dondurulur, alım güçleri yüzde 60 oranında düşerken, “krizdeyiz” diye feryat eden tekeller kârlarını ikiye katladılar.
Örneğin “krizdeyiz” gerekçesiyle binlerce işçiyi bir çırpıda kapı önüne koyan Koç Holding’in geçen yılın eş dönemine göre net kârı yüzde 204.14 oranında artış gösterdi. 1993 yılının ilk altı aylık döneminde 462 milyar 172 milyon olan Koç’un net kârı, 1994 yılı ilk altı ayı sonunda (Ocak-Haziran) 1 trilyon 405 milyara yükseldi.
Yine, “krizdeyiz, stoklar arttı” gerekçesiyle üç vardiyayı ikiye indirerek 2500 işçiyi işten atan T0FAŞ, oto üretimi yaklaşık yüzde 30 gerilemesine rağmen 1993 yılının ilk altı ayında geçen yıla oranla kârını % 52 artırarak 2.2 trilyona yükseltti.

BUNALIMIN ATLATILMASI ZOR
Bugün TÜSİAD, TİSK, TOBB, TZOB, hükümet ve ekonomiyi yürütmekle görevli bürokratların hepsi “ekonomik bunalım nasıl atlatılacak?” sorusuna yanıt arıyorlar. Üretim, yatırım ve istihdam dengeleri tamamen bozulmuş. “Duvara dayandık yapacak başka bir şey yok” gerekçesiyle, “son çare” olarak düşündükleri 5 Nisan Kararları’yla, fatura tamamen işçi sınıfı ve emekçi halka kesilmesine rağmen, ekonominin genel yapısında elle tutulur bir iyileşme belirtisi görülmüyor.
Kamu yatırımlarının durdurulmasına, büyümenin eksiye çekilmesine, 700 binden fazla işçi çıkarılmasına, ücretlerin dondurulmasına, toplusözleşmelerin askıya alınmasına, sübvansiyonların kaldırılmasına, tüm kamu mal ve hizmetlerine %100’ün üzerinde zam yapılmasına rağmen, bunalım atlatılamamış, durgunluk aşılamamıştır.
IMF ve Dünya Bankası talimatları doğrultusunda uygulanan önlemlerle ne tarım çökmekten kurtulabilmiş ne reel sektördeki üretim gerilemesi durdurulabilmiştir. Ağır iç ve dış borç yükü giderek artıyor, kamu finansman açığı büyük boyutlarda, halkın alım gücü yüzde 60 oranında düşmüş, enflasyon üçlü rakamlarda seyrediyor.
Bir ülkenin ekonomik büyümesinin göstergelerinden biri GSMH’nin gelişim seyridir.
1994 yılı için TÜSİAD yüzde 1.8, DPT ise yüzde 1.6’lık GSMH düşüşü tahmin ediyor. Ancak başka kaynaklar bunun, yüzde 4-7 arası olabileceğini ileri sürüyor. Bu olasılıklara bakıldığında, yüzde 6 ile yüzde 10 arasında kişi başına milli gelir düşüşü yaşanacağı söylenebilir.
“GSMH yüzde 2 dolayında düşse bile son 40 yılın en büyük yoksullaşması yaşanacak. Bu çok konuşulan finans krizinin de ötesinde toplumsal ve siyasal sonuçlar doğurabilecek önemli bir olaydır.” (Osman Ulagay, Milliyet)
Resmi rakamlara göre 94’ün ilk altı ayında 700 bin işçi çıkarıldı. Tarım ve inşaat sektöründeki işten çıkarmalara da baktığımızda bu sayı 1 milyonu aşıyor. Bunlardan 200 bin kadarı sendikalı işçidir. Başta belediyeler olmak üzere tekstil ve metal sektöründe işten çıkarmalar halen sürüyor. Özelleştirmenin gerçekleştirilmesiyle yüz binlerce işçi ve memur kendini işsizler ordusunun arasında bulacak.
Şu veya bu yöneticinin iyi yönetememesinden değil, sistemin yapısından kaynaklanan ekonomik krizin 3-6 ayda değil, 2-3 yılda dahi atlatılması oldukça zor görünüyor.
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Aykon Doğan’a göre 5 Nisan Kararları aksatılmadan uygulanırsa ekonomi ancak “önümüzdeki yıllarda” sağlıklı bir temele oturabilir. Bu, işçi sınıfı ve emekçilerin bugünkü sıkıntılara yıllarca katlanması anlamına geliyor.
İç talebe bağlı olarak düşen sanayi üretiminin kısa vadede hızla canlandırılması, iç piyasanın yeniden hareketlendirilmesi ise hükümet açısından sil baştan yapıp 5 Nisan Kararları’ndan vazgeçmek anlamına geliyor.

İHRACAT HESABI TUTMADI

5 Nisan Kararları’nda “ekonominin itici gücü olmak zorunda” denilen ihracatta ’94’ün ilk altı ayında beklenen atılım gerçekleşmedi. İç talepteki daralmanın dışında, dış talebin artırılması, yani ihracatın artırılması yoluyla dengeleneceği hesabı tutmadı. İç talepte yüzde 60’a varan daralmaya karşın, ihracatta ancak yüzde 4’lük bir artış sağlanabildi. Hükümet aynen özelleştirme hedeflerinde olduğu gibi ihracat hedeflerinde de hüsrana uğradı.
Güney Kore, Tayvan gibi sadece ihracata dayanarak ekonomiyi düzlüğe çıkarmasının hiç olanağı yok. Kaldı ki, ihracat, maliyetlerdeki artışlar ve pazar sorunundan dolayı cazibesini yitirmiş durumda. Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesinden sonra ihracat azalacağı gibi ithalat daha da artacaktır.
“Türkiye’nin dış satımının üçte ikisini yaptığı OECD ülkeleri ekonomik durgunluktan henüz kurtulmuş değildir. Dış koşullar büyük bir dışsatım artışı için elverişli olmadığı gibi yerli firmaların ölçekleri, ürün kaliteleri, ürün çeşitliliği de hızlı bir artış için yeterli değildir. Dışsatımda sağlanacak en fazla yüzde 7-8 artış Türkiye ekonomisini durgunluktan çıkarmaz. ” (Öztin Akgüç, Milliyet, 4.8.94)
Her ağzını açanın “ihracata yöneldim”, “ihracatı artıralım” demesine karşılık, yılın ilk beş ayındaki ihracat artışı % 4 düzeyinde kaldı. Eldeki rakamlara ve gelişmelere bakıldığında hükümetin 1994 yılı için belirlediği 17 milyarlık ihracat hedefine varması zor görünüyor. Hükümetin haziran başından beri ihracatın artırılması için Eximbank aracılığıyla 3 trilyon TL ve 325 milyon dolarlık kredi kullandırmasına rağmen ihracatı istediği düzeyde artıramamıştır.
İhracatta beklediği gelişmeyi bulamayan hükümetin, ihracatın ithalatı karşılama oranındaki birkaç puanlık yükselmeden hareketle “ihracat gelişiyor” demesi sadece saçmalıktır. Bu yükselme ihracatın artmasından değil, daha çok üretim ve yatırımların durması sonucu ithalatın büyük oranda gerilemesinden kaynaklanıyor. ’93-94 yılı ilk altı aylık veriler karşılaştırıldığında ihracatta yüzde 4’lük bir artış olurken, ithalatta yüzde 2.5’lik bir gerileme oldu (Tablo 18).

İlk altı aylık ihracat ve ithalat (milyon/dolar) (Tablo 18)
İhracat             İthalat
Aylar        1993        1994        1993        1994
Ocak        1.274        1.312        1.793        2.154
Şubat        1.168        1.157        2.004        1.751
Mart        1.231        1.308        2.111        1.996
Nisan        1.258        1.388        2.879        1.724
Mayıs        1.338        1.186        2.525        1.045
Haziran    881        1.120        2.374        1.550
Toplam    7.150        7.471        13.686    10.220

ÖZELLEŞTİRME PANİĞİ VE DÜNYA BANKASI

Yıllardır birçok soruna “tek çözüm” gibi gösterilen özelleştirmede “elde edilecek kaynaklar altyapı yatırımlarına kanalize edilecektir” denilmesine karşın, 1986’dan beri yapılan KİT satışlarının yüzde 97’si özelleştirme giderlerine harcanmıştır. KOl’nin açıklamalarına göre ’86-94 Haziran sonuna kadar 19 trilyonluk gelir için 18.5 trilyon “ilan, reklam, danışmanlık vs,” harcaması yapılmıştır.
Harcamaların özel sektöre gittiği, satışların da “arsa değerinin altında” yapıldığı göz önüne alındığında, amacın “altyapı yatırımları için kaynak yaratmak” değil, trilyonlarca devlet malının özel sektöre karşılıksız olarak devredildiğini söylemek daha doğru olacaktır.
5 Nisan Kararları’nda bütçe açıklarını kapatmada “temel kaynaklar” arasında yer alan özelleştirme programında henüz istenilen düzeyde adım atılabilmiş değil. Anayasa Mahkemesi’nin Yetki Yasası’nı iptali ile özelleştirme askıya alınmış durumda. Eylülde meclisin açılmasıyla çıkarılacak yasa ile özelleştirmeye kalındığı yerden devam edilecek. Ancak 5 Nisan Kararları’nda özelleştirmede ön görülen 26 trilyonluk gelir hedefinin tutturulması imkânsız gibi bir şey. Bunun ekonomik iki sonucu var. Birincisi 1994 yılı bütçe açığının 189 trilyondan 103 trilyona indirilmesi hedefinin gerisinde kalmıyor. İkincisi ve hükümet açısından daha önemlisi, IMF ve Dünya Bankası’nın vereceği “yapısal uyum kredisi” tehlikeye giriyor.
Dış borç ödemede ve ithalatı karşılamada büyük ölçüde Dünya Bankası ve IMF’den alacağı referansa ve kredilere güvenen, hesaplarını bunun üzerine kuran hükümet, referans ve kredilerin suya düşme ihtimali karşısında şaşırmış ve sıkışmış durumda. IMF denetimcileri, gelişmelerle ilgili endişelerini bildirirlerken,
Dünya Bankası uzmanları “sadece bütçe harcamalarını kısarak bir yere varamazsınız. Neyi ne zaman yapacağınızı gösteren takviminizi bir an önce açıklayın” talimatını hükümete ilettiler.
Dünya Bankası’nın “Economic Program Mission Aide Memorie”de belirttiği gibi ve somut tarih istediği düzenlemelerden bazıları şunlar:
* Tarımsal destekleme ve bu kesimdeki girdi sübvansiyonlarının kaldırılması.
* Mevcut ücret sistemindeki tazminat uygulamasının kaldırılması.
* Geçici ve mevsimlik işçi uygulamasının kaldırılması.
* Kamu idaresi ve personel yönetimi konusunda bir strateji geliştirilmesi.
* Kamu yatırımlarında kullanıcıların maliyete katılımının sağlanması.
* İşten atılan işçiler için tazminat sisteminin getirilmesi.
* KİT’lerin tasfiye edilmesi.
Ekonomiden sorumlu bürokratlar, Dünya Bankası’nın istediği ayrıntılı takvim, sadece ekonomik kararlarla olamayacağı için, “siyasi karar” gerektiği görüşündeler.
Dünya Bankası’nın isteğinin üzerinden iki aya yakın süre geçmesine karşılık takvim hazırlanabilmiş değil. Ancak, görüldüğü kadarıyla kredi ve referansların alınabilmesi için takvimin hazırlanıp verilmesi de yeterli olmayacak, bunun yanında, hükümetin önümüzdeki günlerde hazırlayacağı 1995 yılı bütçe ve programının da Dünya Bankası talimatlarına uygun olması gerekiyor.
Özelleştirmeyle ilgili Olağanüstü Yetki Yasası’nın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle 5 Nisan istikrar Paketi’nin önemli gelir kaynağının tehlikeye düşmesi IMF’yi harekete geçirdi. Niyet mektubu ve 8 Temmuz’da imzalanan Stand-By anlaşması ile IMF denetimindeki Türkiye ekonomisindeki son gelişmeleri yerinde izlemek, Ekim ve Kasım aylarındaki “ara rapor” için veri toplamak üzere IMF uzmanları ağustos başında Türkiye’ye geldiler. Uzmanlar, özelleştirmenin gerilemesiyle ortaya çıkan 2.5 milyar dolarlık açığın nasıl kapatılacağı, 22 trilyonluk tarımsal destekleme alımı ve ödemelerinin hangi kaynaklardan ve nasıl yapılacağını sorguluyorlar. 14 aylık dönemi kapsayan 742 milyon dolarlık IMF kredisinin aksamadan ödenebilmesi uzmanların hazırlayacağı “üç aylık” ara raporun olumlu olmasına bağlı.

SONUÇ
Hükümetin pembe tablolar çizmesine, TÜSİAD, TİSK gibi örgütlerin “umutluyuz” demesine karşılık, mevcut ekonomik ve siyasi veri ve gelişmeler bir bütün içinde değerlendirildiğinde, ekonominin geçici de olsa kısa vadede, istikrara kavuşabilmesi olanaklı görünmüyor.
TÜSİAD Başkanı Halis Komili’ye göre ekonomik platformda kanayan yara olan işçi ücretleri ve toplusözleşmelerin dondurulup, askıya alınması “kanamanın durdurulması açısından olumludur” ama yeterli değildir. Hükümet, 5 Nisan Kararları’na yeni yaptırımlar ekleyerek, orta ve uzun vadeli programı hazırlamalıdır.
Komili’ye göre, esas sıkıntılı dönem yeni başlıyor, işçilerin, emekçilerin “ödediği ağır faturaların boşa gitmemesi” ve ülkenin Brezilya gibi bir krizler ve paketler ülkesi haline gelmemesi için “sosyal maliyeti daha ağır olacak olan” “ikinci kısmın” “siyasi kararlılıkla” uygulamaya sokulması gerekiyor.
Komili, açıkça tekelci sermaye dışında kalan kesimlere hükümetin tüm olanaklarıyla saldırması gerektiğini söylüyor. Rahmi Koç’un, işçilerin üzerine “tanklarla, bazukalarla gidilmelidir” dediği gibi.
Sermaye ve egemen sınıfların, tamamen sistemden kaynaklanan krizi atlatabilmek için işçi sınıfı ve emekçilere azgınca saldırmaları doğaldır. Doğal olmayan, bu saldırılara işçi sınıfı ve emekçi halkın aynı boyutta karşılık verememesidir.
Ancak sınıf içinde ve toplumun diğer kesimlerindeki artan tepki ve hoşnutsuzluklara bakıldığında, özellikle ücretleri ödenmeyen, toplusözleşme yapma gibi sendikal haklan gasp edilen işçi simimin, başta Türk-İş, Hak-İş, DİSK gibi konfederasyonların yönetimlerinin bütün engellemelerine ve pasifize etme çabalarına rağmen sermaye ve faşizmin artarak devam eden saldırılarına karşı uzun süre sessiz kalmayacağı söylenebilir. Bu gücün harekete geçirilmesinde görev daha çok sınıftan yana dürüst, namuslu sendikacılara ve öncü işçilere düşmektedir. Sorumluluk onların omuzlarındadır.
İşçi sınıfı ve emekçiler, bugün, deyim yerindeyse bir dönemecin eşiğindeler. Ya sermaye ve faşizmin azgınca sürdürdüğü sömürü, baskı ve zulme karşı sessiz kalacak, faturanın tümüyle üzerlerine yıkılmasını kabullenecek, yıllar süren mücadeleler sonucu kazandıkları siyasal-sendikal hak ve özgürlüklerden vazgeçecek ya da kendilerinin neden olmadığı krizin tüm yükünü egemen sınıfların sırtına yıkarak, onlara anladıkları dilden yanıt vereceklerdir. Bu, aynı zamanda mücadelenin daha üst biçimlere doğru gelişmesinin de basamağı olacak.

Eylül 1994

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑