MHP’ye katılmak isteyen kim?

Kimi zaman rasgele söylenen sözler vardır; “canı sıkılınca, morali bozulunca ağzına geleni söylemezse eğer, hırsından çatlar ölür” diye tarif ettiğimiz türden kişilere ait olur genellikle bu tür sözler. Bu bilinir; bu yüzden de ciddiye alınmaz, üzerinde düşünülmeden bile gülünür geçilir ya da söyleyene acıma temennileriyle geçiştirilir. Ama yine bu türden sözler, bir siyasal hareketin önderleri ya da sözcülerinin ağzından çıkıyor ve üstelik üzerinde hiç, düşünülmeden yayınlanıyorsa orada bir durmak gerekir. Bu durumda, “söylenen şeyler (ileri sürülen görüşler, yapılan çağrılar vb. vb.) aslında eleştiri yapmaya, tartışmaya değmez” olmaktan çıkarlar.
Örneğin, Abdullah Öcalan’ın, Ali Fırat’ın aslında daha önceki tutum düşünce ve davranışlarının bir devamı olma niteliğini taşıyan son dönem açıklama ve yazıları, türünün sınırlarını zorlayan örneklerdir. Bunlar, daha okunmaya başlar başlamaz, “dilin kemiği yok” deyişini anımsatan türden yazılardır. Ve bir siyasi hareketin önder ve sözcülerinin ciddi olarak değerlendiremediği bazı olanaklar ellerinden kayıp gittikçe, hırçınlaştığını göstermektedir. PKK’nin bu yetkili ağızları önüne gelene kara çalıyor, saldırıyor.
Söyleyip yazıp çizdiklerinin temel bir mantığı yok değil. Öcalan’ın bütün teori çabalan, politika ve eylemi, kuşkusuz ülkenin temel bir gerçeğinden kaynaklanan ama bu gerçeği çarpıtılmış bir biçimde ifade eden belirli bir mantığa sahip.
Gerçek, Kürtlerin ezilmekte oluşu, hemen hiçbir haklarının tanınmayışı ve ulusal hak taleplerinin kana boğularak çözülmek istenmesidir. Gerçeğin çarpıtılmış ifadesi ise, Kürt milliyetçiliği olarak beliriyor. Sınıf ve emekçi halk değil, ama ulus perspektifinin, kuşkusuz ezilen ulus milliyetçiliğinin baskı ve zulme, unun makineleştirilmiş haline karşı bir konumda oluşmaktan gelen demokratik içeriği göz önünde bulundurularak, Türk milliyetçiliğinin Türk burjuvazisine hizmet etmesine benzer şekilde Kürt burjuvazisine hizmet ettiği söylenmelidir. Başlangıçta, Kürt ezilen kitlelerinin çıkarlarına uygun düşen bir dizi unsurun, mücadelenin zorluklar içinde gelişme sürecinde törpülenerek teori ve pratikte reformcu Kürt burjuvazisinin mantık ve perspektifi giderek her şeyi denetimi altına almak üzere oturmuştur. Öcalan bu dili konuşmaktadır. “Siyasi çözüm” olarak ileri sürülen ama ne olduğu şimdiye kadar hiç açıklanmamış, savaş karşısında belirli bir uzlaşmayı ifade ettiği kesin olan önermeye karşıysan; böyle bir “çözüm” için açıktan emperyalistlere el uzatmıyor ve Kürt sorunun emperyalizmin denetimi dışında bir çözümünü şart koşuyorsan; Türk burjuvazisinin sözde “siyasi çözüm” yanlısı kesimleri ve politikaları üzerine hayal yaymıyor, onlara çağrı üzerine çağrı yapmıyor ve emperyalistlere davetiye üzerine davetiye çıkarmıyor, onları ikna etmek ve işlerini kolaylaştırmak üzere ilan edilen “ateşkes”lere karşıysan; emekçi kitlelerin emperyalizme ve faşist diktatörlüğe seferberliği ve kitle mücadelesinin geliştirilmesi, mücadelede işçi sınıfı ve emekçi kitlelere ve onların örgütlerine dayanma tutumuna sahipsen; silahlı mücadelenin, yalnızca belirli bir “siyasi çözüm”e ulaşmanın pazarlık unsuru olarak yürütülmesini eleştiriyorsan; Öcalan’ın yanıtı hazırdır: “Hain”, “sosyal şoven”, “sahte sol”, “özel savaşın sol devşirmeleri” vb. vb… Bunlar gerçekten sosyal şoven, sahte vb. olan bir kısım düşkünleşmiş ve ezici çoğunluğuyla örgüt olarak dağılmış solun ötesinde, bütün bir solu hedef tahtasına oturtarak ileri sürüldüğünde, reformist Kürt burjuvazisinin işçi y« emekli düşmanı tutum ve politikasının dolaysız ifadeleri olmaktadır.
Öcalan, MHP Kongresi üzerine yaptığı değerlendirmede, çok ileri giderek, zorluklar karşısında gözü kararmış bir ruh haliyle, “Türk solcularını bir ayrışmaya tabi tutuyoruz. Çünkü bütün solcuları buna dâhil etmiyoruz” dedikten sonra, bütün bir solu sosyal şovenlikle, sahtecilikle suçlamaktadır. “Ayrışma” dediği, muhtemelen varlık koşulunu PKK’nin varlığında bulan ve bütünüyle ona sığınmış, ama varlıkları sınıf mücadelesi içinde hiç göze çarpmayan bir iki gruba atıfta bulunmak olan Öcalan, “Türkeş’in çağrısı sahte sol için bir fırsattır” buyuruyor. Türkeş, MHP Kongresi’nde Nâzım’ın bir şiirini okuyarak solcuları MHP’ye davet etmişmiş! MHP’ye pek olmasa da RP’ye şimdiden iltihak etmiş bir dizi eski Türk ve Kürt solcusu vardır. MHP’ye gidenler de olabilir. Öcalan’ın “Özel Savaş Kişiliği…” başlıklı yazısında, çarpıtılmış haliyle devrimci ve komünistleri suçlama aracı olarak kullanmaya çalışsa da, yakaladığı bir doğru var: “… Türkiye’de solculuk kendisini rejime çok kötü entegre etti.” (Özgür Ülke, 28 Ekim) Öcalan’ın bir aşağılama aracı olarak ileri sürdüğü gibi solculuk değil, ama bir kısım solcu grup ve kişinin, özellikle aydınların, yalnızca rejime değil, kapitalizme entegre olduğu doğrudur. Bu süreç 12 Eylülle başlamış, zora ve ideolojik etkilemeye, düzen içi olanaklar sağlanmasına dayanarak sürdürülmüştür. Sendika bürokrasisi ve örneğin Devrimci Yol bu durumdadır.
Zaten Öcalan da hem MHP Kongresi’ni değerlendiren yazısında hem de başkalarında Devrimci Yol adını vermekte ama “Türk” ya da “Türkiye Solu” olarak tanımladığı bütün bir devrimci ve komünist hareketi hedef tahtasına oturtmaktadır. Daha ileri giderek komünistlerin adresini vermektedir:
“… Adını söylemek istemediğimiz böyle bir sürü halen emekçiler içinde varlığıyla yokluğu bir olan, yıllardır keskin Marksistlik taslayıp da emeği en amansız sömürüp döneme en ufacık bir eylemle karşılık vermeyen, işi-gücü PKK eleştirisi olan çevrelerin de, sözüm ona grup ve partilerini bırakıp MHP içinde örgütlenmeleri en iyidir!” (Özgür Ülke, 24 Ekim)
Bu kargacık-burgacık “yazılarla” adres göstermeye aslında gerek de yoktur, istendiği kadar küçümsenmeye çalışılsın, bizatihi üst üste bu tür yazılarla suçlanmasının da kanıtladığı gibi, bugün Türkiye’de sınıf mücadelesinden söz edildiğinde Öcalan’ın da aklına, reddedilemeyecek şekilde, komünistler gelmektedir. Artık komünistlerden söz etmeden sınıf mücadelesinden söz etmek olanaksızdır. Artık komünistler olmadan sınıf mücadelesini ve sınıf mücadelesinden söz etmeden komünistleri tanımlamak olanaklı olmaktan çıkmıştır. Bu gerçeği Öcalan da atlayamıyor. Ama çıkarlarını “Özgürlük Hareketi”ne dikte ettiren reformist Kürt burjuvazisinin perspektifi komünistlere düşmanlık perspektifidir; yalnız bu da değil, sınıf mücadelesine ve işçi ve emekçilere düşmanlık perspektifidir. Kin, bu nedenle kusuluyor.
“Varlığı ile yokluğu bir” mi? Neden uğraşıyorsun o zaman? Bugün dost düşman herkes, ama en çok da proletarya, komünistleri, mücadelelerini ve etkilerini biliyor, tanıyor. Proletarya ve emekçiler, kendilerini bilip tanıdıkça komünistleri tanıyorlar, onlarla günlük yaşamları içinde beraberler, grev, direniş ve gösterilerinde onların yardımını görüyorlar. Bu “döneme en ufacık bir eylemle karşılık vermeyen” mi? Neden ilgileniyorsun? Bu dönem eylemsizliği şiar edinen, ya yoktur ya yok olacak demektir. Ama hayır, Öcalan, sınıfın ve emekçilerin mücadelesinin kendiliğinden olmaktan çıktığı her yerde bunun doğrudan ya da dolaylı olarak komünistlerin varlığı ve faaliyetleriyle bağlantılı olduğunu biliyor, görüyor; henüz tam oturmuş ve kalınlaşmış olmasa da, komünistlerin sınıf mücadelesi üzerindeki etkisinin örgütlenmekte olduğunu, komünistlerin henüz sınırlı da olsa, kitle ve mücadele örgütlerini küçümsenmeyecek düzeyde etkilediğini saptıyor ve bundan rahatsızlık duyuyor. Aşağılayarak bu etkiyi, daha başından kırmaya çalışıyor, “MHP’ye git” diyor. Kitleler, işçi ve emekçiler gözünde komünistleri, bu geri döndürülmez ve üstesinden gelinmez önderlik potansiyeli taşıyan gücü kötüleyerek, gelişmesinin önünü kesmeye uğraşıyor. Hırçınlığının nedeni, var olma, etkisizlik ve eylemsizlik değil, tam tersidir. Mantıklı olan da budur.
“İşi-gücü PKK eleştirisi olan” nitelemesi, rahatsızlığın, bununla birleşen bir başka nedenidir. Kuşkusuz komünistlerin “işi-gücü” PKK eleştirisi yapmak değildir. Ama ne Öcalan ne de başkası, komünistlerin devrim ve hatta kimi zaman da sosyalizm/komünizm adına ileri sürülen yanlışları, Türk olsun Kürt olsun burjuva eğilim ve tutumları, bunların zararlı sonuçlarını eleştirmekten geri duracağını sanmamalıdır.
Öcalan’ın suçlayıcı, karaçalıcı tutumunda bir mantık yanlışı var gibi görünüyor ve çoğu kimse PKK açısından oldukça zor ve zorlu olan bir dönemde Öcalan’ın neden birleşebileceği akım, parti ve grupları böylesine sert eleştirdiğini, önünü kesmeye çalıştığım, hatta geçen yıl Dersim’de olduğu gibi komünist militanların komployla öldürülmelerini onayladığını anlayamıyor.
Mantık, zor durumda olanın birleşebileceği herkesle birleşmeye ve düşmanı etkisizleştirmeye ve dost cepheyi sağlamlaştırıp genişletmeye çalışmayı emreder görünür. Bu günlük üslupta doğrudur da. Sınıfsal kaygıları olmayan, iyi niyetli yaklaşımın, hatta bir dizi tavizlerle dostlar arasında birleşmeyi gözetmesinin doğal olduğu düşünülür. Ama politika iyi niyet üzerine kurulmuyor, sınıf mücadelesi iyi niyet üzerinden gelişmiyor. Mücadelede iyi niyete bir noktaya kadar yer vardır; ötesi katı gerçekler, sınıf çıkarları ve ilişkileri tarafından belirlenir. Bu çerçevede Öcalan, Türkiye proletaryasına komünistlerin önemli desteğini göz ardı edebiliyor. Şimdiden, bugünden belirtilerini gördüğü önderlik ve komünistlerle çizgi çekişmesinin gelişkin boyutunun ortaya çıkışını, burjuvaca yöntemlerle önlemeye çalışıyor. Ve düşmanlık yapıyor. Bu, proletaryayı ve komünistleri sınıf düşmanı sayan Kürt burjuvazisinin tutumu ve mantığıdır.
Sonra da dönüp düşmanlığı karşısındakinde arıyor ve onları PKK’ye dost mu, düşman mı olduklarını karar vermeye çağırıyor:
“Eğer bu örgütler gerçekten devrimciliklerine inanıyorlarsa, Özgürlük Hareketi’ne karşı olsalar bile, Kürdistan’daki devrimci savaş gerçeğiyle bağlantılarını ortaya koymaları ve görmeleri gerekir. Kendi varlıklarının Özgürlük Hareketi ile bağlantısı nedir. Dost mu olmak istiyorlar yoksa düşman mı? Birlikte omuz omuza savaşmak mı istiyorlar, yoksa onun ezilmesini mi bekliyorlar?” (Özgür Ülke, 1 Kasım)
Komünistlerin “Özgürlük Hareketi”ne dostluğunun önünü bizzat bu hareket kesmektedir. Komünistlerin tutumu açıktır. Onlar, sermaye ve faşist diktatörlüğe, efendi emperyalizme karşı bütün ezilenlerin birliğini öngörmekte, ezilenlerin her hareketine dostlukla yaklaşmaktadırlar. Bu kanıtlanmış bir gerçektir. Ama dostluk elleri “Özgürlük Hareketi”nce itilmektedir de. Bu itiş, reformist Kürt burjuvazisinin hareket içinde ağırlığının artışına, “Özgürlük Hareketi’nin buradan kaynaklanarak emperyalistler ve Türk burjuvazisinin “siyasi çözüm yanlısı” “kesimi”(!)ne eğilim göstermesi ve onlarla uzlaşma arayışına girmesine bağlı olarak şiddetlenmiştir. Geriye, kendi düşmanlık politikasını komünistler ve devrimcilerin politikası olarak göstermek üzere demagoji ve kara çalmaya yer kalmıştır.
“Varlığı ile yokluğu bir… emeği en amansız sömüren döneme en ufacık bir eylemle karşılık vermeyen”…! Öcalan eylemden ne anlıyor? Yalnızca silahlı mücadele mi? Ya da yalnızca doğrudan ulusal hareketi destekleyen eylemleri mi? Komünistlerin eylem olarak anladıkları kitle eylemleridir. Kitle mücadelesidir. Örgüt olarak kitlesel örgütlerdir. Bu ise, PKK ve Öcalan’ın sahip olmadığı bir perspektiftir. Kalıcı örgütlerle kitleleri örgütlemeyişi ve işçi ve emekçi kitlelerin mücadelesi ve örgütlenmesine dayanmayışının, çizgisinin en temel yanlışını ve geçersizliğini göstermek üzere, sonuçlarına katlanmak durumunda kalan PKK ve Öcalan’ın şimdi, kendisinin bugünkü durumuna götürmek üzere komünistlerden bugün için silahlı eylem ama kitlelerden kopukluk talep etmesi anlaşılır ama kabul edilebilir bir şey değildir. Milliyetçi bir hareket başka türlü örgütlenir ve mücadele eder, ulusal özgürlük talebinden de kalkınan komünist ve proleter bir hareket başka. Mücadele ve örgütlerin tarz ve biçimlerinin içeriğini belirleyen politik muhteva ve ideolojik tutumdur. Bugün Türkiye’de gerekli olan devrimi hazırlamaktır. Bu, kendiliğinden mücadeleleri içinde işçi ve emekçilerle kurulacak yakın bağları ve işçi ve emekçilerin mücadelesinin politik bir mücadele olarak gelişmesinin koşullarını yaratmak üzere onlara yardım etmeyi, bütün ezilen sınıf ve uluslarda yıkılmaz bir önderlik sağlayacak devrimci proletarya hareketinin örgütlü olarak ilerlemesini ve devrime yönelmesini sağlamak üzere elden gelenin yapılmasını gerektirir. Komünistler, PKK’nin içinde olmadığı bu tür bir tutum içindedirler ve bu tutumlarıyla sınıf mücadelesinin ta göbeğindedirler. Ve Öcalan da biliyor ki, bugün Türkiye’de sınıf mücadelesi adına ne varsa, onun içinde ve yönlendiricisi olarak var olan, başta komünistlerdir. Suçlamalar da bu durumdan kaynaklanmakta; biraz utangaçça isim verilmekten kaçınılmakta, ama herkes bilmektedir ki Türkiye’de sola ve sınıf mücadelesine ilişkin söylenecek her laf, komünistler hedef alınarak edilmektedir. Çünkü solun ve sınıf mücadelesinin tek olmasa da en başta gelen ve en ciddi ve etkili gücü komünistlerdir.
Ama öteden beri Öcalan, yalnızca komünistleri suçlamakla yetinmez, “eyleme geçmedikleri için” proletarya ve emekçileri de suçlar. Ona göre sorun devrimci iradeden yoksunluk ve rejime entegre olma sorunudur:
“Bir küçük maaş verildi mi satın alınamayacak emekçi yok. Bu tip, bir günlüğüne midesini kurtarmak için sonuna kadar düzeni alkışlıyor… Zaten halk, faşist düzenin ağır etkisi altındadır. Bir çorba için kırk takla atıyor, kendini bir maaşa on defa satıyor.” (Özgür Ülke, 28 Ekim)
Sınıf, halk ve sınıf mücadelesinin bu kavranışı, bütünüyle çarpıtılmış bir kavrayıştır. İşçi ve emekçilerin, devrim için ancak “eskisi gibi yaşayamaz ve eskisi gibi yönetilmeyi kabul edemez” duruma geldiklerinde ve kuşkusuz egemenlerin de “eskisi gibi yönetemez” olduklarında yola koyulacakları; bu noktaya gelinceye kadar, kuşkusuz, ekonomik ve sosyal hak talepleri için savaşacakları; mücadelelerinin giderek politik bir boyut kazanacağı, ama ücret artışı vb. için ekonomik mücadelenin küçümsenmemesi gerektiği ve onun taleplerini gerçekleştirme eylemi için sınıfın politikleşebileceği ve sorunun salt iradeye ilişkin olmadığı, işin abc’sidir. Ama Öcalan, neden hemen ayağa kalkmadıkları ve silaha sarılmadıkları için emekçileri ve halkı da aşağılamaktadır. Doğal ki, öfkesi en çok, en örgütlü olan kesimi oluşturan işçi sınıfına yöneliktir. Öcalan, işçi sınıfı ve emekçilerin kitle mücadelesine ve onun örgütlenmesine dayanmadan ortaya atılmış, Kürt işçi ve emekçilerinin talep, mücadele ve örgütlenmesine hiç önem vermemiş; ama baskı ve zorbalığa duydukları tepkiyle Kürt emekçilerin peşine takılması ile yetinmiştir. Çıkmazı bugün ortaya çıkmış bu tutumu, Öcalan, şimdi komünistler ve genel olarak işçi sınıfı ve emekçilerden beklemektedir. Oysa devrimin, işçi ve emekçilerin mücadeleleri ve onların örgütlerine dayanarak hazırlanmasından başka yol yoktur. Uzlaşma ve sağa-sola, Clinton’a, Major’a vb. davetiye çıkarmayı dayatmayacak tek yol da budur. Ama Öcalan, işçi ve emekçi kitlelerinin mücadelesinin ve örgütlerinin gelişmesine yardım etme yoluyla devrimin hazırlanmasını “PKK’nin ezilmesini beklemek” olarak anlıyor ve iyice hırçınlaşıyor. “PKK’nin ezilmesini bekleme”ye oynayanlar da yok değildir. Bunların başında Burkay gelmektedir. Ama sınıf mücadelesinin cilvesi odur ki, Öcalan reformist Kürt burjuvazisinin bu önde gelen temsilcisi ile “müttefik”tir; onda, emperyalistler ve egemen sınıflarla bağlantıyı bulmakta, onunla bir “çıkış yolu bulmayı” ummakta; ama komünistlere ve proletaryaya ve emekçilere düşman kesilmektedir.
Öcalan “midesini kurtarmak”, “çorba için kırk takla atmak” ve “kendini bir maaşa on defa satmak” ile işçi aristokrasisi ve bürokrasisini kastediyorsa -ki o, aslında bizzat proletarya ve emekçileri kastediyor-, Türk burjuvazisinin geniş çorba dağıtım olanakları olmadığı ortadadır. Başlıca sendika bürokrasisi “çorbalanmaktadır” ama onların şefi olan Bayram Meral de işçiler tarafından taşa tutulmakta, sınıf üzerindeki etkinliğini belirli oranda yitirmektedir.
Son olarak, altının çizilmesi gereken, MHP’ye, bugün için katılmak olmasa da, uzlaşma için elini uzatan ve gelecekte onunla işbirliği (ve belki katılma) eğilimi taşıyanın “Türkiye Solu” ya da doğru deyişle devrimci ve komünistler değil Öcalan’ın kendisi olduğudur. Bu, laf yarıştırmak için değil, Öcalan’ın 26 Kasım tarihli Özgür Ülke’de yayınlanan ve aralarında Clinton, Kohl, Mitterand, Major’ın yanı sıra BM, AGİK, Avrupa Konseyi ve NATO gibi uluslararası burjuvazi ve emperyalizmin bütün önde gelen yönetici ve uluslararası kuruluşlarına gönderdiği mektuptaki tutumuna dayanarak söylenmektedir. Bu mektupta emperyalistleri, başta ABD emperyalizmini, Somali, ama daha çok Irak Kürdistanı’nda olana benzer bir müdahaleye çağrı vardır: dünyanın hiçbir yerinde acil müdahaleyi bu kadar dayatan bir sorun yoktur.” Çağrı şöyle devam ediyor: dünyanın artık bu devlet katliamına daha fazla seyirci kalmaması gerektiğine ve Kürdistan’daki Türk özel savaş uygulamalarına karşı tutum alması gerektiğine inanıyorum. Bunu, ulusum adına ve geciktirilmeden bekliyorum. Bu konuda üstümüze düşeni yapmaya hazır olduğumuzu söylüyorum. Yapacağınız girişimleri ve atacağınız adımları sonuna kadar destekleyeceğimi ifade ediyorum.”
Burada, bugüne kadarki tutumdan ileri atılan bir adım vardır. Şimdi artık emperyalistler Önünde diz çökülmekte, bu açıkça ilan edilmekte, ona sığınılmaktadır, içeriği üzerinde bile hiç tartışılmadan emperyalistleri atacakları adımlarda sonuna kadar özgür bırakan ve bu adımların sonuna kadar destekleneceğini ifade eden bu davetiye, proletarya ve komünistlere yöneltilen küfürle birlikte düşünüldüğünde, durum bütünüyle anlaşılır olmaktadır. Taraf ve “Kürdistan’ın kurtuluş yolu” seçilmiştir! İş, tamamen burjuva bir söylemle, emperyalistlerin “insancıl” ilan edilmesine kadar varmış, emperyalistler, aynı Somali ve Güney Kürdistan’da olduğu gibi, “insanlık adına” müdahaleye davet edilmişlerdir: “Tarihin hepimize ve insanlık adına sorumluluk yüklediğini takdir ederken… tüm çözüm önerilerine hazır olduğumuzu tekrarlıyor…”
Öcalan, “özel savaşın yürütücü gücü, asıl hükümet gücü” vb. olarak tanımlaya geldiği MHP (ve kuşkusuz ondan daha önemlisi faşist diktatörlük) de içinde olmak üzere “karşı taraf’a ilişkin ise mektupta şöyle yazıyor:
“Altını çizerek ifade etmek isterim ki, biz çözümü savaşta görmeyen, siyasi tercihleri esas alan ve diyalog yoluyla mevcut durumun aşılabileceğine inanan bir tutumu benimsiyoruz… Karşı taraf hazırsa hemen bırakalım bu savaşı.”
Diyalog, o “özel savaşın yürütücüsü” vb. olduğu söylenen MHP de içinde olmak üzere faşist diktatörlüğe ve onun dayanağı olarak tekelci burjuvaziye yöneltilen bir çağrıdır. Emperyalistlerden “insani müdahale” isteminin, tekelci burjuvazi ve MHP de içinde olmak üzere faşist diktatörlükle diyalog tutumuyla “siyasi çözüm” arayışında somutlanmasından doğalı yoktur.

Aralık 1994

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑