ÖZGÜRLÜK DÜNYASI 7. YILA GİRERKEN

Özgürlük Dünyası, elinizdeki 71. sayıyla yeni bir mücadele yılına giriyor.
Özgürlük Dünyası, geride bıraktığı altı yıl boyunca iki sayılık bir aksama dışında kesintisiz olarak, aylık periyotlarla yayınlandı. Bu, yayın disiplini açısından bir başarı olduğu gibi, aynı zamanda, yasal yayın olanaklarının her an yitirilme tehlikesi altında bulunduğu siyasal gericilik koşullarında, azımsanmayacak bir süredir. Bu yönüyle, Özgürlük Dünyası, yasal olanaklardan verimli bir şekilde nasıl yararlanılacağının da bir örneği olmuştur.
Özgürlük Dünyası, sürdürdüğü altı yıllık yayın yaşamını ve elde ettiği konumu, her şeyden önce bilinçli ve fedakâr okuyucularına borçludur. Okuyucular, dergiyi, 20 yıllık bir geçmişe sahip devrimci komünist gelenek ve birikimin bir parçası olarak sahiplenmiş, eleştiri ve katkılarıyla onu denetlemiş, en küçük bir hatada bilinçli müdahalede bulunmuşlardır. Bu bakımdan, derginin başarısı en başta okuyucuların hanesine yazılmalıdır.
Öte yandan, Özgürlük Dünyası, kullandığı bu legal olanağın, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıfların ve Kürt halkının yürüttüğü mücadelenin bir ürünü olduğunun, bu imkânların nispi bir istikrara ve sürekliliğe kavuşmasının da devrim ve karşıdevrim arasındaki çatışmanın biçimine bağlı olduğunun bilincindedir.
Özgürlük Dünyası’nın izlediği yayın çizgisinin ve yürüttüğü mücadelenin özelliklerini, yeni bir yıla girerken, genel hatlarıyla bir daha anımsatmanın yararlı olacağını düşünüyoruz.
Derginin bugüne kadar yayınlanan sayıları, onun nasıl bir ihtiyacın ürünü olarak yayınını sürdürdüğünü, ne türde bir işlev yüklendiğini asgari ölçüde de olsa anlamaya imkân sağlayacak özelliktedir. Ayrıca 3. sayımızda yer alan “Geçmişin Yanılgıları Tekrarlanmamalı” başlıklı yazı ile, biçim ve içerik yönünden önemli değişikliklere gidildiği 41. sayıdaki “Sunu “da yer alan görüşler, Özgürlük Dünyası’nın proletarya hareketine ne türden bir katkıyı hedeflediğini ortaya koymuştur.
Bilindiği gibi, Özgürlük Dünyası, 12 Eylül’ün ağır gericilik yıllarının ardından, ’80’lerin ikinci yarısında filizlenen işçi sınıfı, gençlik ve Kürt ulusal mücadelesinin yükseldiği bir zamanda yayınlanmaya başladı. Derginin yayınlanmasına ön-gelen yıllar, ağır siyasi gericilikle olduğu kadar, 12 Eylül’ün kaba şiddetinin sol hareket saflarındaki yansıması olan teslimiyet ve tasfiyecilikle karakterize yıllardı. “Liberalizm”, “Demokratizm-çoğulculuk”, “Gorbaçovculuk”, “Bireysellik”, “Sivil Toplumculuk” gibi moda akımlar, Marksizm’in yerine geçirilmeye çalışılıyor; Marksizm’in lafızda kabul edildiği durumda bile, içerik yukarda sayılan “yeni teoriler”le doldu-ruluyordu. Böyle bir zamanda yayın hayatına başlayan Özgürlük Dünyası, 12 Eylül’ün yarattığı ağır tahribata, emperyalist burjuvazinin ve Gorbaçovculuğun uluslararası karşı devrimci dalgasını da arkasına alan Marksizm’den vazgeçme ve burjuvaziye sığınma eğilimine ve tasfiyecilik rüzgârlarına cepheden tavır aldı. 70’lerin ortalarından itibaren Marksist-Leninist bir çizgi üzerinde ilerleyen, burjuvazinin çok yönlü saldırılarının ve burjuvazinin Truva atı rolüyle ortaya çıkan inkârcı-tasfiyeci akımların yıkmayı başaramadığı devrimci komünist hareketin, sermaye ve gericiliğe karşı yürüttüğü sosyalizm mücadelesinin bir parçası olarak yayın hayatına atıldı. Marksizm-Leninizm’in saflığının korunması, sermayeye karşı tarihsel savaşında emeğin iktidarı ve sınıfsız bir dünya için mücadele, dergimizin ana yayın ilkesiydi; bugün de böyledir ve böyle kalacaktır.
Özgürlük Dünyası, 3. sayısında yürüttüğü faaliyetin alanını kesin bir açıklıkla belirledi. Bu alan, işçi sınıfının üç mücadele biçiminden biri olan ideolojik-teorik mücadele alanıydı. Özgürlük Dünyası, bu doğrultuda, Marksizm-Leninizm’in saflığını korumak ve onu gerici ideolojilere karşı savunmak için mücadele ederken, bir anda ortalığı kaplayan ve kendilerini “sosyalist basın” olarak niteleyen legal dergilerin içinde yüzdükleri ve gerçekte tasfiyeciliğin bir tezahüründen başka bir şey olmayan legalizmle de arasına belirgin bir çizgi çiziyordu. Diğer dergilerden farklı olarak, Özgürlük Dünyası, politik bir hareketin teşhir ve ajitasyon faaliyetini doğrudan yönlendiren bir örgütlenme aracı değildi. Ve bir politik hareket, yasal olanakların süreklilik taşımadığı, siyasal özgürlüğün bulunmadığı bir ülkede, legal basına, temel bir ajitasyon ve örgütlenme aracı olarak bakamazdı. Devlet, 1990 Nisanı’nda bir kararname ile yasal basına saldırdığında, legal dergiye böyle bir temel araç rolü yükleyen küçük burjuva akımlar, görünüşte “sansürlü çıkmayı reddetme” gibi “keskin” bir gerekçeyle ama sonuçta bu kararnameyi dergi çıkarmamakla “protesto” anlamına gelen bir tutuma girdiler. Bu konuda tam bir yaklaşım berraklığına sahip olan Özgürlük Dünyası ise, temel bir ajitasyon ve örgütlenme işlevi yüklenmemiş teorik bir derginin bazı kavramları açıkça kullanmadan da, “ezop dili”yle de olsa işlevini görebileceğini göstererek legal imkanlardan verimli bir şekilde faydalanmayı bildi.
Özgürlük Dünyası, ilk 40 sayısı boyunca, esas olarak teori ve politika alanında mücadele eden bir yayın organı olmakla birlikte, devrimci hareketin ve toplumsal muhalefetin haberlerini yayınlayacak başka legal bir yayın organının olmadığı koşullarda pratik zorunluluklar nedeniyle, güncel haberlere, basın açıklamalarına yer vermek zorunda kaldı. Bu durum, onun teorik organ olma niteliğini ortadan kaldırmamakla birlikte, bir ölçüde sınırlayıcı bir rol oynuyordu. Bu bakımdan 41. sayıyı, yeni bir aşamanın başlangıcı sayabiliriz. 41. sayıdaki “Sunu”, derginin tümüyle teori ve politika sorunlarına yer veren “sosyalist bir teori ve politika dergisi” olmayı amaçladığını ifade etti ve elinizdeki 71. sayıya kadar da bu özelliğini korudu. Bugün gelinen noktada ise, sorun, kapsamı genişlemiş bir alanda ve içeriği daha zengin bir teorik faaliyet yürütmektir.

TEORİNİN ÖNEMİ VE ARTAN GÖREVLER
“Devrimci teori olmadan devrimci eylem olmaz.” Lenin’in yüzyılın başlarında söylediği bu söz, ideolojik-teorik mücadelenin devrimci proletarya hareketi için taşıdığı büyük önemi açıklıkla ortaya koymaktadır. Proletaryanın, sahip olduğu devrimci potansiyelin farkına yarması ve “kendisi için” bir sınıf olarak politika sahnesinde burjuvaziyle savaşabilmesi için, kendisinin kapitalist toplum içindeki yerini, diğer öteki toplumsal sınıflardan farklı, özel bir sınıf olduğunu bilince çıkarması gerekir. Bu da her şeyden önce, Marksist-Leninist teorinin proletarya hareketini “kavraması” ile mümkündür. Devrimci teori, işçi sınıfının örgütlü öncü müfrezesi eliyle sınıfa mal edildiğinde, ancak o zaman teori, “maddi bir güce dönüşür.” Teorinin kitleleri kapsaması, kabaca her işçinin Marksist eserlerden pasajlar ezberlemesi anlamına gelmez. Bu, en somut olarak, devrimci teoriyle işçi hareketinin birliğinin cisimleşmiş ifadesi olan partinin politikalarının, taktik ve sloganlarının sınıf hareketine yön verme gücüne kavuşması demektir. Fakat bu, bir dizi engelin asılmasıyla mümkün olabilir: Burjuva ideolojisine karşı kararlı bir savaş, burjuva atmosferde şekillenmiş düşüncelerle, önyargılarla, dinsel dogmalarla, sapmalarla vb. savaş anlamına gelir.
Marksizm, bir sınıf ideolojisi olarak ortaya çıktığından beri, burjuvazi tüm araç ve yollarla, bu teoriye saldırmış, onu gözden düşürmeye ve proletarya hareketini burjuva ideolojinin zehiriyle boğmaya çalışmıştır. İşçi sınıfı saflarında müttefikler de bulan burjuvazi, bu saldırısını, görünüşte “sosyalist”, gerçekte burjuva olan akımları yedekleyerek sürdürmüştür. Bu bakımdan devrimci proletarya hareketinin burjuva teorilerle, dinsel ideolojiyle, bunların sınıf içindeki uzantılarıyla kesintisiz bir mücadele yürütmesi onun sürekli görevlerinden biridir.
Fakat içinde bulunduğumuz tarihsel koşullar, teorik mücadeleye, taşıdığı genel önemin yanı sıra özel bir önem de kazandırmıştır.
İkinci Savaş’tan sonra örgütlenen soğuk savaş kampanyasıyla başlayan ideolojik saldırı dalgası, hızını artırarak dünya üzerindeki tüm sosyalist devletlerin yıkılması ve açık kapitalist devletlere dönüşmesiyle sonuçlandı. Bu politik zafer üzerinden, emperyalist burjuvazi, bir daha doğrulmamak üzere sosyalizmin belinin kırıldığını, kapitalizmin insanlığın erişebileceği son ve en yüksek aşama olduğunu iddia etti. Sosyalizmin yıkılmış olması gibi bir avantaj üzerinde temellendirilen, fakat tarihin genel hareketi göz önüne alındığında kof olan bu iddia, işçi hareketi saflarında da önemli bir destek buldu. ’50’li yılların ortalarından itibaren emperyalist burjuvaziye ideolojik olarak teslim olan, ancak, burjuva bir kamp olarak Batı emperyalistleriyle egemenlik mücadelesi veren eski sosyalist ülkelerin modern revizyonist yöneticileri, ’80’li yılların ikinci yarısında sosyalizm lafzını da terk ettiler, Batı Avrupa’da önemli bir kitle desteğine sahip revizyonist partiler de kapitalizmin zaferini tanıdı. Sosyalist Arnavutluk’un bu saldırılar karşısında tutunamayarak yıkılmasıyla birlikte dünya üzerinde hiçbir sosyalist devlet kalmadı. Bu koşullar altında, dünya emperyalist burjuvazisi, “Yeni Dünya Düzeni” adını verdiği bir emperyalist projeyle, sosyalizme karşı tarihte eşi görülmemiş bir saldırı kampanyası başlattı. Elindeki dev propaganda araçlarıyla, kapitalizmin evrensel bir barış, refah ve uyum dönemine girdiğini ilan etti. Marksist teoriyi her konuda “çürütmeye” girişti.
Kuşkusuz, emperyalist sistemin kazandığı bu zafer, kimilerinin iddia ettiği gibi ideolojik değil, politik bir zaferdi. Kapitalist dünyanın, bunalımların, savaşların ve işçi sınıfı ve halklar açısından sömürü ve köleliklerin dünyası olduğu, birkaç yıllık olgularla bile açıkça gözler önüne serildi. Bugün, bu propaganda sloganının mucitleri bile diken üstünde oturmaktadırlar. Evrensel barış, refah ve uyumun boş bir slogandan öte anlam taşımadığı yığınlar açısından da görülebilir olgusal gerçekler olma özelliği kazanmaktadır.
Kısaca, sosyalizm yenilmiş olmakla ve bu bakımdan birçok dezavantaj taşımakla birlikte, objektif bakımdan genişlemiş olanaklara da sahip olmuştur. Ama tüm objektif olanaklara karşın günümüzün gerçeği, burjuva-emperyalist ideolojinin proletarya hareketi ve aydın tabaka üzerinde egemen hale gelmiş olmasıdır. Bu egemenlik, dayanaksız da olsa, nesnel temelden yoksun da olsa, bir gerçektir.
Bu durum, dünya komünist hareketine çok yönlü, kapsamlı ve uzun süreli bir teorik mücadele görevi yüklemektedir. Sosyalizmin yenilgisiyle sonuçlanan süreçlerin, emperyalist sistemin politikalarındaki ve sınıf ilişkilerindeki yeni biçimlerin, bilimdeki ve teknolojideki gelişmelerin, kısaca, ortaya çıkmış bütün pratik olguların ciddi bir tahliline dayanan ve bu konudaki bütün burjuva teorileri çürüten uluslararası bir teorik saldırı platformu inşa edilmeden, Marksizm-Leninizm’in işçi sınıfı içinde esas akım olması ve burjuva ideolojisinin her alanda yere serilmesi mümkün olamaz. Böylesine kapsamlı bir teorik mücadeleyi zorunlu kılan bir etken de, son 40 yılda, bilimsel sosyalist teorinin görece bir durağanlık yaşamış olmasıdır.
40 yıllık sosyalizmin mirası üzerine oturan ve bu elverişli durumdan yararlanarak proletarya hareketi üzerinde ideolojik bir tekel oluşturan modern revizyonizmin işçi hareketine egemen olduğu uzun yıllar boyunca, dünya komünist hareketi, emperyalist ideolojiye ve modern revizyonizme karşı Marksizm-Leninizm’in temel tezlerini savundu. Ama Arnavutluk dışındaki tüm sosyalist ülkelerin kapitalist bir rotaya sokulduğu, birçoğu yeni kurulan gerçek komünist parti ve örgütlerin proletaryanın ana gövdesinden koptuğu koşullarda, Marksist-Leninist teori; İkinci Savaş’tan sonra ortaya çıkmış olan yeni duruma; sınıf ilişkilerindeki değişikliklere, emperyalizmin yeni politikalarına, bilim ve teknolojideki gelişmelere uygun olarak geliştirilemedi. Dünya komünist hareketi, savunma konumunu aşarak emperyalist ideolojiye cepheden saldıran, yaşamdaki değişikliklerin ortaya çıkardığı sorunlara tüm yönleriyle cevap veren bir faaliyet geliştirmede istenen düzeyde bir performans gösteremedi.
Fakat bütün bu olumsuz gelişmelere karşın, “Yeni Dünya Düzeni”, kendi iç çelişmeleri tarafından kaosa çekilmekle kalmamış; artık hiç riske girmeyeceği iddia edilen dünya kapitalist sistemi, tam da sonsuz zaferini ilan ettiği anda, tarihinin en yıkıcı ve en kapsamlı krizlerinin birinin pençesine düşerek, uluslararası proletarya hareketinin teorik açılım ve pratik sıçraması için bulunmaz bir nesnel temel sunmuş durumdadır. Krizin ortaya çıkardığı olgular dünya kapitalist sisteminin, burjuva ideologlarının sisteme yüklediği hiç bir erdeme sahip olmadığını, tersine sistemin çelişmelerinin bütün canlılığıyla yaşadığını, dahası sistemin girdiği yeni bunalım dönemiyle bütün çelişmelerinin daha da şiddetlendiğini; sistemin gerçek muhaliflerinin, örgütlenmesinin temellerini genişletip olanaklarını artırdığını göstermiştir.
Uluslararası plandaki gelişmeler ve bu gelişmelerin Türkiye’nin kendine has koşulları altında ortaya çıkan olgular, pratiğin olduğu kadar teorinin de değişik alanlarında bir atılımın zeminini oluşturmaktadır ve Özgürlük Dünyası’nın bulunduğu platformda bu olguların ele alınıp yerli yerine oturtulmasının imkânları hayli artmıştır. Bu yüzden de önümüzdeki dönemi, bu gelişmelerin derinlemesine incelendiği ve bugüne kadar “henüz aşamadık” dediğimiz teorik sorunların aşılması için var gücümüzle çalıştığımız dönem olarak niteleyebileceğimizi umuyoruz.
Bu nedenledir ki bugün; çeşitli türden burjuva sendikalist-parlamenter akımların proletarya hareketi üzerinde egemenlik kurduğu, emperyalizmin, kazandığı politik başarılarla tüm dünyayı kapitalizmin zincirleriyle sardığı, bilimlerdeki ve teknolojideki gelişmeleri Marksist-Leninist teoriyi “çürütmek” üzere kullandığı bu ideolojik gericilik ortamında, komünist teoriyi yaşamın her alanındaki gelişmelerin ışığında geliştirmek, temelleri güçlendirilmiş bir mücadele platformuyla karşı-saldırıya geçmek bir zorunluluk olarak durmaktadır karşımızda; ama karşıdevrim kendi imkânlarının sonuna yaklaşırken, uluslararası komünist hareket ve Türkiyeli devrimci komünistler karşı saldırı için oldukça geniş imkânlara sahip olmakta, olanakları gün be gün genişlemektedir.
Kuşku yok ki, bu teorik mücadele platformu, uluslararası bir nitelik taşıdığı ve bütün dünyanın gerçek Marksist-Leninistlerinin ortak faaliyeti olduğu gibi, kültür-sanattan felsefeye, doğa bilimlerinden ekonomiye kadar bütün cephelerde yürütülen bir mücadeledir. Ve bir teori ve politika dergisi olarak Özgürlük Dünyası, kendi alanına giren sorunlarda bu mücadeleye katılacak, bugüne kadar attığı adımları daha derin ve kapsamlı çalışmalarla sürdürecek, ilan edilmiş bu uluslararası mücadele platformunun bir bileşeni olan Türkiyeli devrimci komünistlerin bu yöndeki çalışmalarını sayfalarına taşıyacak; bu mücadelede üzerine düşeni yapmaya çalışacaktır.
Burjuvazinin müzeye kaldırıldığını iddia ettiği, Marksizm-Leninizm’in, sınıf mücadelesi, devrim, sosyalizm teorilerini, ekonomi ve politika bilimini, felsefe ve tarih anlayışını savunmak, sürecin ortaya çıkardığı gelişme ve değişmelerin, olguların ışığında geliştirmek ve temellendirmek olmazsa olmaz karakterde bir görev özelliği olmaya devam etmektedir.

SINIF MÜCADELESİ PRATİĞİ VE TEORİ
Devrimin uluslararası görevlerinin zorunlu kıldığı yeni bir teorik mücadele platformunun yanı sıra, Türkiye devriminin acilleşen sorunları da teori ve politika sorunlarını ciddiyetle ele almayı, gündeme gelmiş sorunları Marksizm-Leninizm’in ışığında ele alıp çözümler üretmeyi zorunlu kılmaktadır. Türkiye devriminin sorunları, sınıf hareketindeki, ulusal hareketteki ve emekçi sınıflar hareketindeki gelişmeye, burjuva sistemin içine yuvarlandığı kriz ortamında geliştirdiği taktikler ve girdiği yönelimlere bağlı olarak karmaşık acil görevler doğurmaktadır. Özgürlük Dünyası, büyük bir devrimci dinamik taşıyan ve sert çatışmalara doğru gelişen proletarya ve emekçi sınıflar hareketinin büyüyen ihtiyaçlarına bağlı olarak teori ve politika sorunlarını ele alacak, iç ve dış politikadaki gelişmelere, güncel olaylara teorik bir çerçevede yorumlar getirmeye devam edecek. Fakat burada, bu mücadelenin nasıl bir perspektifle ele alındığı konusunda bazı noktaların altının çizilmesi gerekiyor.
En başta, devrimci komünist hareket, ülke devriminin sorunlarını proletarya hareketinin uluslararası görevlerine bağlı olarak ele almaktadır. Proletarya hareketi uluslararası bir harekettir ve ülke devriminin sorunlarına dünya devriminin bir parçası olarak, dünya devrimi perspektifiyle bakmaktadır; ayrıca, devrimin acilleşen uluslararası teorik sorunlarına ciddi yaklaşım ve çözümler getirilmeksizin ülke devrimine ilişkin programın yenilenmesi, geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi de gerçek anlamıyla mümkün olmayacağının farkındadır. Bu bakımdan, komünistler, ülke devriminin sorunlarını uluslararası proletarya hareketinin sorun ve ihtiyaçlarına bağlı olarak ele almaktadırlar. Bu bir zamansal öncelik sorunu değil, perspektif sorunudur.
İkinci olarak, devrimci komünizm, teoriyi, pratik mücadeleyle kopmaz bir bağ içinde ele almakta ve teoriyi, pratiğin ortaya çıkardığı sorunları çözerek geliştirmek ve temellerini güçlendirmek perspektifini taşımaktadır. Devrimci komünist hareketin ilan ettiği yeni bir teorik mücadele platformu, uluslararası proletarya hareketinin ihtiyaçlarının ürünü olduğu gibi, ülke devriminin sorunlarına ilişkin geliştirilen politika ve taktikler de, sınıf mücadelesinin pratiğinin ürünüdür.
Gerçekte bu, bilimsel sosyalist teorinin doğasına içkin bir özelliktir. Marx ve Engels, bilimsel sosyalist dünya görüşünü formüle ederlerken o güne kadar burjuva çerçevede gelişen sınıf mücadelesi, felsefe ve ekonomi politik teorilerini proletarya hareketinin gelişme düzeyine, bilimin o ana kadar ortaya çıkardığı olgulara dayanarak aştılar. Aynı şekilde Lenin, Marksizm’in teorik hazinesine yaptığı katkıları, maddi-ekonomik hayattaki gelişmelere, sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı deneylere dayanarak ve pratiğin ortaya çıkardığı sorunları çözerek yaptı. Teori, her zaman pratiği izler; yaşanmış pratiğin genelleştirilmiş ve zihinsel yeniden üretilmiş ifadesidir, gerçekliğini pratiğin sınavından geçerek kabul ettirir, pratiğin ortaya çıkardığı sorunları çözerek gelişir. Marksizm’in, kurgusal değil bilimsel bir dünya görüşü olmasının sırrı da buradadır.
Bu bakımdan, Özgürlük Dünyası, güncel pratikten ve proletarya hareketinin ihtiyaçlarından kopuk, rast gele bir araya gelmiş aydınların ürünü olan akademik bir dergi değil, güncel pratiğe yakın, dünya ve ülkedeki gelişme ve değişmelere teorik bir çerçevede yorumlar getirmeye çalışan, kolektif iradenin ürünü canlı bir dergi olmak çabasındadır. Konuları, dili, yaklaşım tarzı da aynı anlayışa uygun olarak belirlenmiştir. O, her şeyden önce, ileri işçilerin, emekçi sınıfların devrime yönelen kesimlerinin ve devrimci militanların aydınlatılması, dönüştürülmesi, devrimci ahlaki değerlerle yoğrulması için mücadele etmektedir.
Özgürlük Dünyası, “pratik mücadelenin ve işçi hareketinin ihtiyaçları” derken, asla, işçi hareketinin sendikal platformunu anlamamaktadır. Özgürlük Dünyası, gündemini, kendiliğinden işçi hareketinin dar ekonomik-sendikal sorunlarıyla sınırlandırmaz, işçi hareketinin, gerçek ihtiyaçlarının bilincine varması, onun uluslararası bir sınıf olduğunun, kendisini ve tüm insanlığı kurtarabilmesi için burjuva egemenlik sistemini yıkarak egemen sınıf olarak örgütlenmesi gerektiğinin bilincine varması demektir. Kısaca, işçi hareketinin, en yalın olarak, ihtiyacı, “kendisi için sınıf” olmaktır. Bu da, kavramdan, dar sendikal sorunları değil bütün boyutları ve zenginliğiyle sosyalist politikayı anlamayı gerektirir.
Özgürlük Dünyası, gerek teorik mücadelenin uluslararası görevlerini, gerekse de Türkiye devriminin sorunlarını ele alırken, mücadelenin merkezine doğrudan burjuva emperyalist ideolojiyi alacak, emperyalist ideologların “yeni” bir ad altında ortaya sürdükleri görüşlerle polemiğe öncelik verecektir. “Sosyalizmin iflasına” yol açtığı söylenen olguların gerçekte burjuva dünya görüşünün tükenmişliğinin göstergeleri olduğunu açıklamaya çalışacaktır. Bu, hiçbir şekilde, kendini “sosyalizm” içinde tanımlayan küçük burjuva akım ve ideolojilerle mücadele edilmeyeceği anlamına gelmiyor. Aksine, teorinin ve politikanın bütün sorunlarında ortaya çıkan sağ ve “sol” oportünist teori ve pratiklerin açığa çıkarılması, teşhir edilmesi ve çürütülmesi önemli görevlerden biri olmaya devam edecek. Fakat bu yapılırken söz konusu akımların proletarya hareketi üzerindeki saptırıcı etkileri, dünya ve ülke düzeyinde sınıf mücadelesini geriletici rolleri kriter alınacak; bizzat kendi çizgi ve pratiklerinin kurbanı olarak sınıf hareketinin dışına süpürülmüş gruplarla, teorik bakımdan ilerleticilikten yoksun, pratik olarak yararsız tartışmalara girilmeyecek, bu grupların temelsiz “eleştiri” ve spekülasyonlarına çok zorunlu kalınmadıkça cevap verilmeyecektir; kısaca sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarından bağımsız aydınca bir “fikir jimnastiği”, kaçınacağımız bir davranış olacaktır.
Çizgimizi benimsesin benimsemesin, dergimizi okuyan ileri işçilerin, gençlerin, sosyalizmi hâlâ bir umut olarak içlerinde koruyan aydınların eleştirileri, önerileri ve katkılarına ise, ihtiyacımız hiç azalmayacak. Marksizm-Leninizm’in yol göstericiliği altında mücadele’ yürüten dergimiz, sınıf mücadelesiyle bağlarını başka kaynakların yanı sıra bu bilinçli okuyucularla koruyacaktır.

* * *
Özgürlük Dünyası, ortaya çıkan yeni olgularla, dünyanın son on yılda yaşadığı büyük bir alt-üst oluşla karakterize olan ve teorinin sorunlarının alabildiğine karmaşık ve zorlu olduğu bir dönemde kendisini zor görevlerin beklediğinin bilincindedir. Marksizm-Leninizm’in yol göstericiliği altında, devrimci komünist hareketin teorik birikimine, deneylerine ve öngörülerine dayanarak ilerleyeceğiz. Özgürlük Dünyası, geride bıraktığı 70 sayıda, teori ve politika alanında önemli bir işlev gördü. Elbette bu süreçte kaçınamadığı hataları oldu, yazılış tekniği ve üslubuyla okuyucuyu zorlayan yazılar yazdı, içeriği zayıf yazılara yer verdi. Ama hiçbir zaman hatalarının üzerini küllemeye çalışmadı. O, devrimci komünist hareketin yirmi yıllık tarihi içinde gelenekselleştirdiği bir tavrı esas almaktadır: Şimdiye kadar devrimci komünist harekete yapılmış en sert eleştiriler, devrimci komünist hareketin kendisine yönelttiği eleştirilerdir.
Dergimiz, “özgürlük dünyası” kavramını kendisine ad olarak seçerken, her türlü yabancılaşmanın kaynağında bulunan, sınıflara bölünmüş “zorunluluklar dünyası”nın yerini, insanın değiştirici ve üretici etkinliğinin sonucu olarak doğacak olan “özgürlükler dünyası”na, komünizme bırakacağı umuduna bir gönderme yapmıştır. Özgürlük Dünyası, adına uygun bir çizgide, ihtiyaçların belirleyeceği değişikliklerden kaçınmadan, yayın yaşamını sürdürecek.

Eylül 1994

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑