Sınıf hareketi ve 1 Mayıs

’95 1 Mayısı’na çok az bir süre kaldı. Mevcut durum göz önüne alındığında işçi ve emekçiler açısından durumun pek de parlak olmadığı ortada. 1 Mayıs’ın işçi ve emekçiler açısından ne anlama geldiğine ilişkin olarak bugüne dek binlerce sayfa dolduracak kadar söz edildi. Bu nedenle biz ayrıca üzerinde durmayacağız. Ne var ki; sarf edilen bu sözlerin birçoğunun oldukça soyut kaldığını; kuru bir tarih anlatıcılığının ötesine geçmediğini, dönemin ihtiyaçlarını hiç dikkate almayan hamasete dayanan ajitatif bir söylem olarak kaldığını belirtmemiz gerekiyor.
Oysa 1 Mayıs’ın anlam ve önemi tarihsel olduğu kadar günceldir de. Bu bakımdan dönemin temel karakteristik olay ve olgularını, emekçi sınıflar hareketinin düzeyini, devrim ve karşıdevrim arasındaki verili güç ilişkilerini ve mevzi konumlanışı, bugünkünü bir öncekinden farklı kılan yanların neler olduğunu ve bir dizi diğer etkeni hesap dışı tutan bir taktik tutum daha başından iflas etmeye mahkûmdur. Bir başka anlatımla; 1 Mayıs, proletaryanın iktidar mücadelesinin dönemsel olarak tezahür ediş biçiminin bir unsuru olduğu ve onu ilerletici bir rol oynadığı oranda anlamlıdır.
O nedenle; ’95 1 Mayıs’ındaki taktik tutum ne olmalıdır sorusunu cevaplamadan önce yukarıda sayılan olgulara dikkat çekilmesi gerekmektedir.

BURJUVAZİ VE DİKTATÖRLÜK POLİTİK GÜÇSÜZLÜĞÜ YAŞIYOR
İçinde bulunduğumuz dönemin en karakteristik özelliği; burjuvazi ve diktatörlüğün – politik bakımdan tarihinin en güçsüz dönemini yaşıyor olmasına karşın; bu güçsüzlüğü olgun bir politik krize kadar ilerletip burjuva-kapitalist sistemi yıkıma uğratacak sınıfın (proletaryanın) hareketinin taşıdığı nitelik (kendiliğindenlik) ve içinde bulunduğu durgunluktur. Üzerinde bulunduğu dar sendikalist platform, işçi hareketinin neredeyse elini kolunu bağlamış durumdadır.
İşçi ve emekçi hareketinin bu özelliği son Gaziosmanpaşa olaylarında kendini apaçık dışa vurmuştur. Daha sonra değineceğimiz gibi patlak verdiği andan itibaren bir halk direnişi, yoksulların sisteme bir başkaldırısı karakteri kazanan Gazi Mahallesi ve Ümraniye direnişinin sunduğu eşi az bulunur imkânlardan yazık ki işçi sınıfı ve kamu emekçileri ve onların hareketi yararlanamamıştır.
Burjuvazi ve diktatörlük, işçi ve emekçileri aldatmaya dönük manevra imkânlarını önemli ölçüde tüketmiş bir durumda. Parlamento içinde ve dışında mevcut DYP-CHP hükümetinin dışında burjuvazi açısından göz doldurur bir alternatif şimdilik görünmüyor.
Gerek özelleştirme uygulamaları, gerekse 5 Nisan “ekonomik istikrar paketi” çok ciddi engellerle karşılaşmadan uygulanma olanağı bulmasına rağmen: iç ve dış borç kıskacında kıvranan ekonominin ihtiyaç duyduğu taze para akışını sağlamaya yeterli gelmemiştir. Enflasyon cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamına bu dönemde ulaştı. Yeni bir iç ve dış borçlanma ihtiyacı her geçen gün artarak devam ediyor. Dış politika alanında yaşananlardan söz etmek dahi gereksiz. Kıbrıs’tan, Kafkaslara, Balkanlar’dan, Ortadoğu’ya tüm alanlarda kurgulanan politikalar iflas etmiş, Türkiye egemen sınıflarının, gelinen aşamada emperyalistlerin saray soytarılığını yapmaktan başka seçenekleri kalmamıştır.
Diğer yandan, uzun zamandır özlemi duyulan moral ortamın gümrük birliği antlaşması ile yakalandığı hesap edilirken; patlak veren Gaziosmanpaşa direnişi her şeyi altüst etti. Şimdilerde Kuzey Irak’a yapılan sınır ötesi operasyona umut bağlanmış durumda. Bizzat Tansu Çiller’in deyimiyle “medyanın yardımıyla kazanılacak olan zafer” daha önce çeşitli kereler olduğu gibi yine bu vesileyle “ülkenin makûs talihi”nin yenildiği tarihi bir an olarak lanse edilecekti. Ancak operasyonun başlangıcından bu yazının kaleme alındığı tarihe kadar geçen sürede gerçekleşenler burjuvazi ve onun “Mehmetçik medya”sının aksi yönde gösterme çabalarına rağmen amaçlananın tersine operasyonun tam bir fiyasko olduğunu gösteriyor. Öyle görünüyor ki; burjuvazi ihtiyaç duyduğu Pirus zaferini bu kez de elde edemeyecek. Burjuvazi ve diktatörlüğü sarsan, ekonomik ve politik olarak onu güçsüz düşüren olgular kuşkusuz bunlardan ibaret değil. Yaşanan sosyal çalkantılar ve iktisadi bunalımın toplamı üzerinden bir değerlendirme yapıldığında varılacak sonuç şudur: Girdiği krizin tahrip edici sonuçlarını hafifletmek, anlık da olsa soluklanabilmek için sermaye cephesinin ve onun devletinin işçi ve emekçilere saldırmaktan öte bir başka seçeneği yoktur. Zaten o da tereddütsüz bir saldırı politikası uygulamaktadır. Bunun ötesinde eğer kısmi bir istikrar ortamından söz edilebilirse; bu durum çok geçicidir ve burjuvazinin emekçi sınıflar karşısındaki olanaklarını tüketme pahasına sağlandığı unutulmamalıdır.

DURGUNLUK İŞÇİ HAREKETİNİ TAHRİP EDİYOR
Sermaye cephesi tarihinin en güçsüz dönemlerinden birini yaşarken bu olgunun doğal sonucu olacak yıkımı ve dağılmayı yaşamıyorsa bunun başlıca sebebi yukarıda da vurguladığımız gibi; işçi ve emekçi sınıfların hareketinin düzeyi ve üzerinde durduğu platformdur. Burjuvaziyle iktidar düzeyinde açık çatışmalara girmenin ve egemen otoriteyi yıpratıp dağıtmanın maddi olanakları giderek olgunlaşırken, işçi hareketi; bu gerçeği gören ve mücadele platformunu açık siyasal çatışmalar düzeyinde ele alan bir tutumla hareket edemiyor.
Oysa ekonomik taleplerle sınırlı bir platformda kalındığı sürece en küçük ekonomik hak talebinin dahi elde edilemeyeceği gerçeği son yılların pratiğiyle defalarca kanıtlanmıştır. 26 Mart tarihinde Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapılan “işçi Kurultayı”nın belki de olumlu ve anlamlı tek sonucu; bu durumun artık ileri işçi kesimlerince de görülmeye başlandığıdır. Sınıf hareketinin üzerinde bulunduğu ekonomik-sendikalist platformdan politik bir platforma sıçramasına hizmet edecek bir işçi ve emekçi karakterli kitle partisine olan ihtiyaç kurultay boyunca konuşanlar tarafından önemle vurgulandı.
İşçi hareketinin içine girdiği durgunluğun uzun sürmesinin bir diğer sonucu da, küçük burjuva sınıf dışı akımların kendilerine alan açma çabalarını giderek yoğunlaştırmalarıdır. Bu olgu kendisini en örtülenemez halde son kurultay çalışmalarında gösterdi. Öyle ki en son İstanbul’da Şubeler Platformu’nca yürütülen “kurultay çalışmaları”, sınıf hareketinin ihtiyaçlarının tespit edilip bunların karşılanması için çaba gösterilmesinden daha çok küçük burjuva sınıf dışı unsurların, bloke edici ve dağıtıcı girişimlerini bertaraf etme mücadelesine sahne olmuştur. Ama bu arada olan olmuş, kurultay çalışmalarından önemli sayıda işçi kendini geri çekmiştir.

HAREKETİN ÇIKIŞ NOKTASI NEREDEDİR?
’95 1 Mayısı öncesine denk gelmesiyle daha da büyük bir önem kazanan İşçi Kurultayı; işçi hareketi ve onun sorunlarından kimin ne anladığını da gözler önüne serdi. Marksistlerin; sınıfa önderlik etme kavramının içeriğini, sınıfın politik iktidar mücadelesinde sınıfa yardımcı olma olarak ifadelendirmelerini işçi kuyrukçuluğu olarak nitelendiren “bilgiç bay”ların sınıf hareketinden ne anladıkları kurultay çalışmaları boyunca açığa çıktı. Kendileri dışında herkesi Marksizm cahili sayan bu baylara izin verirlerse birkaç hatırlatmada bulunalım. Gerek Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapılan “İşçi Kurultayı” sırasında ve gerekse kurultay sonrasında yürüttüğünüz propaganda oldukça düşündürücü ve bir o kadar da sorumsuzcadır. İlan ediyorsunuz ki; “Şubeler Platformu gereksizdir. O, küçük çaplı sendika ağalarının post kapmak için sınıfı alet ettikleri bir zemindir. Sendikalist oportünizmin merkezidir vb.”   Merak etmeyin, öyleyse ne işiniz var burada diye sormuyoruz. Malum, Marksistler en gerici yerlerde bile çalışırlar ya, sizin de buradaki varlığınızı “Marksistliğinize (!)” yoruyoruz. Ama şu sorular hâlâ açıkta ve cevaplanması gerekiyor: Bir dönem önceye göre (örneğin ANAP hükümetleri dönemi) mevcut İşçi Sendika Konfederasyonları ve Sendika Genel Merkezleri muhalefetlerini biçimsel olarak da terk edip tamamen burjuvazinin bayrağının altına girmediler mi? Kamu çalışanları Konfederasyonlaşma Kurulu, “yurtseverlik” gerekçesiyle eylem kaçkınlığı platformuna savrulup, daha önce kararlarını aldığı eylemleri iptal ederek “yeni bir mücadele süreci”ni başlatmadılar mı? Son Gaziosmanpaşa ve Ümraniye direnişlerine, o çok eleştirip kendinizce yerin dibine batırdığınız Şubeler Platformu’ndan başka iş bırakıp fiilen destek veren bir işçi ve memur platformu veya oluşumu var mı? Ve tüm eksikliklerine karşın sınıf hareketinin durgunluktan çıkmasına yardımcı olacak bir başka işçi platformu var da acaba biz mi görmüyoruz?
Öyle; ayağa kalk, parçala, yırt at, şunu yükselt, bunu yere çal türü hamasi nutuklarla sınıfın hareketinin, kendiliğinden bilincin etkisinden çıkıp politik bir mücadele platformuna sıçradığı nerede görülmüştür? Herkes kendi yoluna… Biz sizin kahredici eleştirilerinizi göze alma cüretini göstererek; işçi sınıfına yardımcı olmaya ve onun mücadele zemininde ortaya çıkardığı oluşumlara desteğimizi sürdürmeye devam edeceğiz… Elbette eksiklikleri eleştirerek. Bu bâbtan söyleyeceklerimizi bitirirken kimseyle polemik yapma gibi bir özel amaç taşımadığımızı belirtelim. Gerekli olduğu için söyledik, çünkü, gerek içinde bulunduğumuz ve gerekse gelecek dönem açısından, reformizm ve sendikalizmin yanı sıra küçük burjuva pratiği de işçi hareketi için ciddi bir handikap oluşturuyor.

KRİZ VE OLANAK
Burjuvazinin politik güçsüzlüğü olgusuna bu yazıda çok sık vurgu yaptık. Bunun bir nedeni de, işçi hareketi ve sendikal hareket içerisinde yarattığı etki ve değişimlerdir. Bir kısmına yukarda işaret etmeye çalıştığımız bu durumu biraz daha açmak gerekiyor.
Keskinleşen çelişkiler sadece sermaye cephesinde değil, kendiliğindenliğin egemen olduğu işçi sınıfı saflarında ve sendikal harekette de yeni kriz öğelerini gündeme sokmaktadır. Burjuvazinin sınıf içerisindeki uzantısı olan sendika bürokrasisinin sınıfa karşı tutum ve konumlanışları bu gibi anlarda çok daha anlaşılır, üstü örtülemez hale gelmektedir. Kriz olanaktır. Ancak şu ana kadar ne yazık ki bu olanağı işçi sınıfından çok burjuvazi kullandı. Oysa sendika bürokrasisinin işçi hareketinden tecrit edilmesinin olanakları bugün her zamankinden daha fazladır.
Gaziosmanpaşa ve Ümraniye emekçi halk direnişleri patladığında işçi sınıfı ve kamu emekçileri ve onların ileri unsurları adeta seyirci konumunda kaldılar, İstanbul Sendika Şubeleri Platformu’nun iki saatlik iş bırakması dışında -ki o da önceki benzer iş bırakmalarına göre dar kalmıştır- ciddi olarak hiçbir tutum geliştirilememiştir. Oysa bu direnişler devleti temellerinden sarsan bir etki yarattı, işçi sınıfı kendi üstüne düşenleri yapamayınca, burjuvazi Türk-İş ağalarının da yardımıyla bu olayları devrimci örgütlere karşı bir karalama kampanyasının malzemesi haline getirebildi.
18 Mart tarihli Türk-İş Başkanlar Kurulu imzalı bildiri, her düzeyde sermaye ve devlet politikalarının savunulduğu bir ibret belgesi olarak yayınlanıyor; ama bunun karşısına sınıf cephesinden dikilip hesap soracak kimse çıkmıyor. İmkân mı yok? Var. Olaylar karşısında iki saatlik iş bırakma tutumu takınan Şubeler Platformu, iş ağalardan hesap sormaya geldi mi kılını kıpırdatamıyor. Peki, bunun nedeni sadece üst yönetimlere karşı duyulan çekinme duygusu mu? Sınırlı olarak böyle olsa da belirleyici olan asıl neden, platformun, işçi hareketini anlama ve onun ihtiyaçlarına yanıt oluşturma noktasında içinde bulunduğu ufuk darlığıdır.
Kamu emekçilerine gelince; alınan tutum tam bir rezalet. Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonlaşma Kurulu (KÇSKK)’nun yayınladığı 16 Mart tarihli basın açıklamasının her satırı korkaklığın, uzlaşma ve işbirlikçiliğin kesin kanıtı durumunda, “…ülkesine sahip çıkmayan(!) bu hükümeti istifaya çağırıyoruz”dan tutun da, “…Yapacağımız kitlesel yürüyüşümüzü Yurtseverlik sorumluluğuyla erteliyoruz”a kadar her şey var. Ama mücadeleye ilişkin olarak kararlı tek bir söz yok. “Olmayacak duaya âmin” mi? Bakın İşte o var. Nasıl mı? Demokrasi Platformu’nun 20 Mart günü iki saatlik iş bırakmasına katılmak biçiminde. Sonuç: Eylemden hiçbir işyerinin ve kamu emekçisinin haberi olmadığı -haber verilmediği- için hiçbir şey olmuyor, eylem gerçekleşmiyor. Belli ki KÇSKK; memurların temel taleplerini elde etmenin yolunu mücadelede değil, devletle uzlaşmada görüyor. Gaziosmanpaşa ve Ümraniye olayları karşısında “Yurtseverlik” duyguları kabaranlardan da zaten başka bir şey beklemek saflık olurdu. Görünen o ki kamu emekçileri sendikalarına egemen olan küçük burjuva reformculuğu, mücadele sertleştikçe daha da belirginleşecektir.

1 MAYIS ’95 İŞÇİ HAREKETİNDE YENİ BİR YÜKSELİŞİN İLK ADIMI OLMALIDIR.
Buraya kadar aktardıklarımız, ’95 1 Mayıs’ının yaklaştığı bir dönemde; işçi hareketinin beklenen atılımı yapamadığını, hâlâ sendikalist-reformist bir platform üzerinde durduğunu, küçük burjuva akımların, hareketi anlamaktaki yeteneksizlikleri ve gerilikleri üzerinden şekillenen -ne yapacaklarını bilememenin getirdiği- şaşkınlıklarının yerini giderek hırçınlaşmaya bıraktığını ve işçi hareketi karşısında gerici ve dağıtıcı bir platforma savrulduklarını, sendika bürokrasisinin açıktan sermayenin yanında saf tuttuğunu , KÇSKK’nun ve bu platforma egemen olan anlayışın bugüne kadar üzerinde bulunduğu sınırlı oranda radikal ve mücadeleci platformdan gerilere savrulduğu görülüyor.
Tüm bu sayılanlara bakılarak, ’95 1 Mayıs’ının oldukça geri bir platformda gerçekleşeceği sonucunu çıkartmak hareketten ve onun sunduğu imkânlardan bihaber olmaktır. Çünkü şunlar da ’95 1 Mayıs’ının sınıf hareketinde yeni bir yükselişin adımı olacağını göstermesi bakımından en az onlar kadar olgusal gerçeklerdir:
* Burjuvazi ve diktatörlük işçi ve emekçi hareketini kesin bir yenilgiye uğratamamıştır.
* İşçi ve emekçilerin mücadelesine zemin teşkil eden en acil ekonomik ve siyasal taleplerinin hiçbiri karşılanmamıştır. Aksine sorunlar giderek daha artmaktadır.
* Emperyalist dayatmaların ardı arkası kesilmiyor. Bu dayatmalar kendisini işçi ve emekçiler için; özelleştirme, işçi kıyımı, sıfır ücret zammı, temel tüketim maddelerine yüksek oranlı zamlar vb. şeklinde ortaya koymaya devam ediyor.
* Gaziosmanpaşa ve Ümraniye direnişleri; işsizlik ve yoksulluğun emekçi halkı artık tam bir patlama noktasına getirdiğini gösteriyor.
* Emperyalistlerin çıkarları temelinde gündeme sokulan “Tarımda Yapısal Uyum Programı” adı altında yürütülen ve ürün ekim alanlarının daraltılması, taban fiyat uygulamasının tedricen ortadan kaldırılması, tarımın sübvanse edilmesinden vazgeçilmesi vb. sonucunu veren uygulamalar köylülüğün düzenle olan çelişkisini artırmakta, köylülük içinde mücadele ruhunu kışkırtmaktadır.
Olgular çoğaltılabilir. Ne var ki sayılanlar emekçilerin güçlü ve birleşik eyleminin temellerinin ne kadar gelişkin olduğunu göstermeye kâfidir. Bu talepleri, propagandası ve örgütlenmesine temel alan bir ’95 1 Mayıs’ının öncekilerden çok daha güçlü ve ilerletici olacağı fikrine her halde kimse karşı çıkmayacaktır. Dahası ’95 1 Mayısının ekonomik taleplerin haykırıldığı kadar antifaşist, antiemperyalist siyasal taleplerin haykırıldığı bir direniş günü olarak yaşanmasının önünde hiçbir engel yoktur.
İnisiyatif bu sefer elden bırakılmamalıdır. Evet, bu iş için bütün sendikal örgütlenmeler sonuna kadar zorlanmalı, bu platformu 1995 1 Mayısı’na egemen kılmanın kazanmanın çabası verilmelidir. Gerçi, Türk-İş yönetimi şimdiden işi geçiştirme, 1 Mayıs’ı daha önceki yıllarda olduğu gibi sınıf adına salonlarda kutlama düşüncesi içindedir. Yine Türk-İş yönetiminin eğer bu mümkün olmazsa 30 Nisan Pazar gününe denk düşecek bir miting hazırlığı içinde olduğu duyumları alınmaktadır. Ancak bu oyunu boşa çıkarmanın fazlasıyla imkânları vardır. Ülkenin birçok yerinde örgütlü bulunan İşçi ve Kamu çalışanları Sendika Şubeleri platformları birlikte hareket ettiklerinde; ’95 1 Mayıs’ının militan tarzda örgütlenip gerçekleşmesinin önünde engel yoktur. Kaldı ki son dönemde zig-zaklar çizse de KÇSKK, böyle bir platforma çekilebilir ve büyük olasılıkla onlar da bunun dışında bir yola verili koşullarda yönelemeyecektir.
Ayrıca, Gaziosmanpaşa ve Ümraniye direnişlerinde kendini dışa vuran emekçi yoksul semtlerin büyük potansiyelini bu örgütlenmenin içine çekecek perspektif ve somut pratik planlara bugünden sahip olmanın önemi büyüktür. İstanbul proletaryasının tutumu belirleyici bir öneme sahiptir. Çünkü en deneyimli işçi kuşağı bu ilde kümelenmiştir. İstanbul Proletaryası alacağı militan tutumla, diğer bölgelerdeki sınıf kardeşlerine cesaret ve esin kaynağı olmalıdır. Ne bir gün önce ne bir gün sonra ’95 1 Mayısı, 1 Mayıs Pazartesi günü anti-faşist, anti-emperyalist mücadele günü olarak sokak ve alanlarda kutlanmalıdır ve kutlanacaktır. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı, bu potansiyele sahiptir. Tüm sorun bu potansiyeli en uygun tarzda harekete geçirmek, inisiyatif gösterebilmektedir.

Nisan-Mayıs 1995

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑