KOMÜNİST ÇALIŞMANIN ZORUNLU KOŞULU OLARAK ESNEKLİK
“Daha büyük güvenle ve metanetle zafere doğru yürüyebilmemiz için tek bir eksiğimiz var: Bütün ülkelerin devrimcilerinin, taktiklerinde azami esneklik göstermeleri gereğinin açık ve derin duyusu.” (“Sol” Komünizm, s. 10)
Marksist-Leninist teoriye ve onu sarsılmaz bir irade ile toplumsal koşullara uygulama ve işçi ve emekçi hareketinin gerici burjuva düzeni tasfiye ve proletarya diktatörlüğünü kurarak komünizm yolunda yürüme amaç ve kararlılığına sahip olduktan sonra, devrimci bir program, taktikler ve örgüt türüne sıkıca sarılmakta ısrarlı olduktan sonra, sorun, esneklik sorunudur.
Taktiklerde, mücadele ve örgüt biçimlerinde, nesnel koşulların ortaya çıkardığı güç ve olanakların değerlendirilip kullanılmasında esneklik.
Lenin, yukarıdaki saptamayı Nisan 1920’de, Bolşevik program ve taktiklerin, genel olarak Marksist teorinin pratik olarak doğrulandığı, burjuvazi ve onun “demokrasisi” önünde diz çökme geleneğinin, Rusya’da gerçekleşen ve kapitalist dünyada milyonlarca işçi ve emekçinin ayağa kalkışında ete kemiğe bürünen “Bütün İktidar Sovyetlere” çağrısıyla yerle bir edildiği koşullarda yapmaktadır.
Sovyet Devrimi’nin Rusya’da başarısı, Macaristan, Almanya vb.deki ilk girişimler ve Komünist Enternasyonal’in hemen tüm ülkelerde seksiyonlarına sahip bir dünya partisi olarak kurulduğu koşullarda, oportünizmin -Menşevizm, Kautskizm, tasfiyecilik, sosyal şovenizm vb. biçimlere bürünmüş oportünizmin- ideolojik olarak ezildiği koşullarda, “proletaryanın öncüsü, ideolojik bakımdan kazanılmıştır”. Lenin, “esas olan budur. Bu olmasaydı, başarıya doğru birinci adımı atmak bile olanaksızlaşırdı” demektedir. Ama eklemektedir de:
“Ama oradan zafere varmaya çok uzun bir yol var. Öncüyle hasmı yenmek mümkün değildir. Bütün sınıf büyük yığınlar, öncüyü doğrudan doğruya destekleme durumuna gelmedikçe ya da öncüye karşı hayırhah bir tarafsızlık tutumunu benimseyerek karşı tarafı desteklemeleri olasılığı kesin olarak ortadan kalkmadıkça, öncüyü kesin savaşa sürmek sadece bir ahmaklık olmakla kalmaz, bir cinayet olur.” (“Sol” Komünizm, s.99-100)
Öncünün kazanılmış olmasının yetmediği açıktır. Onun, sınanmış doğru bir teori ile denenmiş, doğruluğu kanıtlanmış ideolojik sağlamlık ve kararlılıkla, doğru bir program ve taktiklerle donanmış olması yetmemektedir. Bunlar, hiçbir şekilde küçümsenmeyecek kadar önemli ve gereklidir; var olmamaları ya da yanlışlıkları, oportünizm ve revizyonizmle, reformculukla malûl olmaları halinde, “birinci adımı atmak bile olanaksızlaşır”. Ancak, öncünün, doğru bir ideolojik teorik tutuma, doğru bir program ve taktiklere kazanılmış olması yeterli de değildir. Devrim, kitlelerin eseridir ve devrimci, komünist etkinin onların en geri yığınlarına varıncaya dek yayılması, geniş kitlelerin, yalnızca kendi başlarına yetersizliği kesin olan propaganda ve ajitasyon yoluyla değil ama kendi öz siyasal tecrübeleriyle de, öncünün tutumunu benimsemesi, tayin edici “an” geldiğinde öncüsüyle birlikte siyasal iktidarı almak üzere harekete geçmesinin garanti edilmek üzere kazanılması, bir komünist için zorunlu olduğu gibi, devrimin koşuludur da. Ve esneklik tam da bu noktada gereklidir.
Eğer öncünün kazanılması mutlaka gerekli ama kendi başına yeterli değilse -ki, öyledir-, işçi ve emekçi yığınların aydınlatılıp eğitilmeleri, kendi eylemleri içinde öncünün tutumunun doğruluğuna ikna edilmeleri, yaşamın, yalnızca işçi ve emekçi hareketinin yönelim, talep ve eylemlerinin değil, sömürülen sınıflarla sömürücüler arasındaki güç ilişkilerinin, bu ilişkilerin ekonomik, siyasal, kültürel bütün alanlardaki şekillenişi, gerilim ve gevşemelerinin, uğradığı şu ya da bu değişikliklerin koşullandırdığı toplumsal yaşam ve etkinliğin çok yönlü zenginliği içinde geniş kitlelerle bağlar kurulması, kazanılmaları ve kendi iktidarlarını kurmak üzere mücadeleye seferber edilmeleri, kısacası devrimin hazırlanması, alabildiğine esneklik gerektiren, eylemli ve çok yönlü bir etkinlik olacaktır.
Esnekliği zorunlu kılan, yalnızca burjuva gericilikle işçi ve emekçi hareketi arasındaki güç ilişkilerinin dalgalanma ve değişmeleri değildir; ama bu bir etkendir. Esnekliği dayatan, bir etken olmakla birlikte, yalnızca, gericilik içindeki çelişki ve çatlaklar ve bunlardan yararlanma zorunluluğu da değildir. İşçi ve emekçi sınıfların birçok katmandan oluşması, çok çeşitli taleplere sahip olmaları, onların çıkarları ve taleplerinin, eylemlerinin uyumlandırılması ve koordine edilerek tek bir hedefe kanalize edilmesi de bir esneklik etkenidir. Tarih sahnesine, emperyalizm ve burjuva gericilik tarafından, baskı ve yoğunlaştırılan sömürü dolayısıyla kışkırtılıp itilen sınıfın ve emekçi tabakaların yeni ve taze güçlerinin, önceden hiçbir öncünün muhayyilesinin tahmin bile edemeyeceği çeşitlilik ve zenginlikte biçimler yaratarak mücadeleye atılmaları ise, esneklik zorunluluğunun bir diğer etkeni ve kaynağıdır.
Geniş kitlelerin, başka hiçbir yolla mümkün olmayarak, kendi siyasal tecrübeleriyle; bu demektir ki eylem içinde, öncünün tutumunun doğruluğuna ikna edilmeleri ve devrim için mücadeleye kazanılmaları, yani devrimin hazırlanması; bütün toplumsal etkinlik alanlarında mücadele etmede ustalaşmayı; bir alanla diğerindeki mücadeleyi birbirine bağlamayı ve her alanda en uygun aracı kullanmayı öğrenmeyi; mücadelenin ve örgütün bir biçiminden diğerine esneklikle geçebilmeyi; bütün mücadeleyi, sarsılmaz bir irade ve onun gereksindiği devrimden başka sınır tanımayan bir örgüt türüne dayanarak, devrim hedefine yönlendirmeyi ve bu amaçla işçi hareketinin ilerletilip geliştirilmesini şart koşar. Devrimin hazırlığı, tek düze, kitlelerin yalnızca belirli bir bölümüyle ya da mücadelenin yalnızca belirli biçimleriyle, bir ya da birkaç örgüt biçimiyle ilgilenip yetinilerek, işçi ve emekçi hareketinin içinde hareket ettiği bütün bir toplumsal yaşam ve onun olanca zenginliği içinde dayattığı çeşitlilik görmezden gelinerek gerçekleştirilemez. Tek yanlı olmayan; yaşamın çok yönlü çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan; bunlar arasındaki geçişlerin, yer değişiklikleri, çeşitleme ve değişmelerin, kısacası hareket halinde oluşun farkında olan; taktiklerde, mücadele ve örgüt biçimlerinde esnekliğin bilinci ve pratikte böyle bir bilinçten esinlenebilme sanatına ulaşılmadan; ideolojik tutumda katı, ama uygulamada esnek devrimci komünist bir kafa yapısı ve yaklaşıma sahip olunmadan, ancak devrim gevezeliği yapılabilir, ama ciddi bir devrimin hazırlığı asla!
Lenin, yine “Sol” Komünizm’de, “yığınları, öncünün devrimde zaferini sağlamak için gerekli bu yeni tutum ve davranışa getirmek”, yani devrimin hazırlığını gerçekleştirebilmek için, “sol” doktrinciliğe karşı savaşı ve onu saf dışı etmeyi zorunlu saymaktadır:
“Uluslararası işçi hareketinin bilinçli öncüsünün, yani komünist eğilimli partilerin ve grupların hemen önündeki hedef, (çoğunlukla henüz uyuşuk, bilinçsiz, her günkü hayatlarına dalmış, hareketsiz, uykuda olan) yığınları, bu yeni tutum ve davranışa getirmektir, ya da daha doğrusu sadece partiyi değil, aynı zamanda bilinçlenmekte olan yığınları da yönetmeyi bilmektir. Birinci tarihsel hedefe (proletaryanın bilinçli öncüsünü, Sovyetler iktidarından ve işçi sınıfı diktatörlüğünden yana çekmek) ulaşılması, oportünizme ve sosyal-şovenizme karşı tam bir ideolojik ve siyasal zafer sağlanmadan nasıl mümkün değildiyse, ikinci hedefe, yığınlara, öncünün devrimde zaferini sağlamak için gerekli bu yeni tutum ve davranışa getirmeye, şu anın hedefine, sol doktrinciliği saf dışı etmeden, bunun yanılgılarını tam olarak çürütmeden ve etkisiz hale getirmeden ulaşılamaz.” (sf. 100)
Yığınları kazanma ve devrim için hazırlama söz konusu olduğunda niçin sol doktrinciliğin etkisizleştirilmesi gerekiyor? Kuşkusuz, bütün diğerleri açısından geçerli olduğu gibi, bu görev de, belirli somut koşulların ürünü olarak oluşmuştur. Yığınları kazanmanın küçümsenmesi ve hatta sınıf mücadelesinin esas alınması yerine, oligarşi vb.ne karşı küçük grupların, “öncü”nün mücadelesinin hiç değilse başlangıçta geçirilebileceği ve “öncü”nün yiğit mücadelesini “seyreden” yığınların, “giderek” onun peşine kendiliğinden takılacağının varsayılması gibi görüşlerinin yanı sıra, esnek olmayan, tek yanlı ve şematik yaklaşımıyla “solculuk”, genellikle sağ oportünizmin “günahının kefareti” olarak ortaya çıkar. Oportünizmin devrimci olmayan tutumlarından -onun temel yaklaşımın yadsımayı bir türlü beceremeyerek- görünüşte onu en sert ve keskin biçimde reddeden, ama onunla hemen aynı ya da benzer içeriğe sahip hatalı pratik sonuçlar çıkarma özelliğiyle “solculuk”, her ne kadar hemen her zaman devrimin hazırlanmasında mücadele edilmesi gerekli unsuru oluştursa da, şüphesiz bu, her koşul için geçerli bir reçete değildir. Bir başka koşulda devrimci hazırlığın esas engelcisi sağ oportünizm olabilir ve hazırlık, ona karşı mücadele içinde geliştirilmek gerekebilir. Ama öncünün ideolojik olarak kazanıldığı koşullarda, genellikle, devrim hazırlığının ilerletilebilmesi, “solculuk”la hesaplaşmayı gereksinir.
Lenin’in değerlendirmesini yaptığı koşullar, tasfiyecilik ve sosyal şovenizm olarak gelişmesinin doruğuna varmış sağcılığın ideolojik olarak ezildiği, bu alanda pratik zaferlerin sağlandığı koşullardır. Kendi burjuvazisinin destekçiliği (“anavatan savunması”), burjuva demokrasisini benimseme, onun yasallığını dokunulmaz görme, burjuva parlamentosunu başlıca eylem alanı olarak seçerek yığınlara ve onların eylemine düşmanlık gütme (sadece ondan kopma değil), işçi aristokrasisinin çıkarlarını savunarak liberal bir işçi siyaseti izleme aracılığıyla tamamen kapitalist sisteme entegre olmuş II. Enternasyonal oportünizmi, devrimin, onun hazırlığının ve Sovyetler ve proletarya diktatörlüğü düşüncesi ve pratiğinin düşmanı halindeydi. Devrim ve hazırlığı ile yığınların kazanılmasıyla bir ilgisi kalmamıştı. Kuşkusuz hâlâ, yığınların özellikle geri kesimlerini, burjuvazinin kendisine sağladığı olanaklarla (parlamento grupları, basın, finansal destek, pasaport vb.) etkilemiyor değildi. Ama artık kitlelerin karşısında konumlanmıştı ve özellikle devrimcileşme yoluna giren, hoşnutsuzluk gösteren kitleler üzerinde etkisinden söz edilemezdi; hele öncüyü ideolojik olarak etkileme gücü hemen tümüyle sıfırlanmıştı.
Bu koşullarda, zaten sağ oportünizmi de doğrudan karşısına alarak yürütülen Sovyetler ve proletarya diktatörlüğü uğruna mücadele, onun burjuva parlamentosunu yücelten parlamenter taktiklerinin de yadsınması temelinde gelişme durumundaydı. Ama sağcılığın, başta parlamenter mücadele olmak üzere yasal olanaklar ve mücadeleyi yozlaştı-rıp burjuva yasallığını ve sınıf mücadelesini reddetmek üzere barışçıllığı dokunulmazlaştırması ve tümüyle burjuva sisteme adapte olması görünüşte, zıddını doğurmazlık etmedi. “Sol” doktrincilik, sağcılığın yozlaştırdığı tüm mücadele ve örgüt biçimlerini “lekeli” ilan ederek bu biçimleri kullanmanın oportünizm olduğunu ileri sürdü. Kuşkusuz devrimci bir temelden hareket ediyordu. Ama bu, onun, sağ oportünizmle aynı içerikli bir tutum almasını önlemedi. Sağcılık, yasal, parlamenter, barışçı biçimleri tek biçim ilan etmişti; “solculuk”, yasa ve parlamento dışı, barışçıl olmayan biçimleri tek biçim olarak öne sürdü. Görünür devrimci amaçlar, türü değişik olsa da, tam aksi yönden devrimi ve hazırlığını olanaksızlaştıran aynı tek yanlılığı haklı kılmıyordu. “Solcular”, devrimci tutumda esneklikten yoksundular; bu, onları, esnekliklerini devrimci olmayan tutumları nedeniyle yitiren sağcılarla aynı noktada buluşmaktan kurtarmadı: İkisi de devrimin önünde engeldi. Kuşkusuz “solcular”ınki, düzeltilebilir bir hataydı; bu yönüyle karşı-devrim safında yerini almış sağcılıktan konum olarak farklıydılar, bir “çocukluk hastalığı” ile malûldüler; ama yine de, şematizmleri, tek yanlılıkları ve esnek olmayan yaklaşımlarıyla, yasal, parlamenter vb. biçimleri reddedilişleriyle devrim hazırlığını olanaksızlaştırmaları dolayısıyla, devrimin gelişmesinin engeli durumundaydılar.
Lenin, sağcılıkla “solculuk”u bu açıdan benzeştirdi:
“Bu kadar okumuş olan Marksistlerin ve Kautsky kadar, Otto Bauer ve ötekiler kadar sosyalizme bağlı olan II. Enternasyonal liderlerinin başlarına gelenler yararlı bir ders olabilir (ve olmalıdır da.) Onlar da, esnekliği olan bir taktiğin gereğini pekiyi anlamışlardı; onlar da Marksist diyalektiği öğrenmişlerdi ve başkalarına da öğretiyorlardı (ve onların bu alanda yapmış oldukları şeylerin büyük bir kısmı, sosyalist yazının değerli katkıları arasında her zaman sayılacaktır); ama bu diyalektiği uygulama zamanı gelip çatınca, o kadar büyük bir yanlışlık yaptılar ki, diyalektikçi olmadıklarını, hızlı biçim değiştirmeleri göz önünde bulundurmada yeteneksizliklerini, eski biçimlere yeni içeriğin girişini hesaplamada anlayışsızlıklarını öyle açığa vurdular ki, bunların kaderini de Hyndeman’ın, Guesde’nin ve Plehanov’un kaderinden daha gıpta edilir bir kader saymak olanaksızdır. Bunların ideolojik iflaslarının özü, işçi hareketinin ve sosyalizmin büyüme biçimlerinden yalnız bir tanesinin etkisi altında kalmış olmaları, onun tarafından ‘ipnotize’ edilmiş olmaları ve bu biçimin sınırlı niteliğini unutmuş olmalarıdır; onlar, nesnel koşulların kaçınılmaz hale getirdiği altüst olmaları görmekten korktular…
“Komünistlerin aynı hatayı başka bir yönde işlememeleri için, ya da “sol” komünistler tarafından başka bir yönde işlenmiş olan bu aynı hatanın bir an önce ve organizmaya en az zarar verecek biçimde düzeltilmesi için çaba gösterelim…
“Eski biçimler, içerikleri -proletaryaya karşı, gerici içerikleri- aşırı bir gelişmeye ulaştığı için içten dışa baskı sonucu patlamışlardır. Bizim, Sovyetler uğruna, proletarya diktatörlüğü uğruna eylemimizin, şimdi artık uluslararası sosyalizmin gelişmesi bakımından öyle sağlam, öyle güçlü, öyle zinde bir içeriği vardır ki, bu, yeni ya da eski herhangi bir biçim içinde belirebilir ve belirmelidir; bütün bu eski ve yeni biçimleri değiştirmeli, yenmeli ve kendine bağımlı kılmalıdır. Eski biçimlere kendini uydurmak için değil, eski olsun yeni olsun bütün biçimleri sosyalizmin zaferinin bir aracı, kesin ve tam zaferin, son ve dönüşü olmayan zaferin bir aracı haline getirebilmek için.
“Komünistler, işçi hareketine ve genel olarak toplumsal evrime en doğrudan ve en kestirme yoldan, Sovyetler iktidarının dünya ölçüsünde zaferine doğru, proletarya diktatörlüğüne doğru yön verebilmek için, bütün çabalarını harcamalıdırlar. Bu, tartışma götürmez bir gerçektir. Ama bu gerçeğin bir yanılgı haline gelebilmesi için -aynı doğrultuda işlenmiş gibi görünen- küçücük bir hata yeter. Almanya’nın ve İngiltere’nin sol-komünistleri gibi, tek bir yolu, doğrudan doğruya hedefe varan yolu tanırız demek, ne dolambaçlı yolu, ne zikzakları, ne anlaşmaları, ne uzlaşmaları kabul etmeyiz demek, yeter. Ki, bu tutumun, daha şimdiden devrimci proletarya davasına büyük zararları olmuştur ve olmaktadır da. Sağ-doktrincilik ancak eski biçimleri benimsemede inatçılık ediyor; yeni içeriği tanıyamadığı için tam olarak iflas etmiştir. Sol-doktrincilik ise, yeni içeriğin mümkün olan ve akla gelebilecek bütün biçimlere yol açtığını; devrimci olarak görevimizin bütün bu mücadele biçimlerini benimsemek olduğunu, bir biçim ile ötekini mümkün olduğu kadar çabuk tamamlamayı öğrenmek olduğunu, kendi sınıfımız tarafından ve kendi çabalarımızla meydana gelmiş olmayan her türlü değişmelere taktiğimizi uydurmak olduğunu göremeden, belirli eski biçimleri mutlak olarak reddetmekte inat ediyor.” (“Sol” Komünizm, s. 110-113)
Görünüşte devrimci amaçlar ve iyi niyet! Sol-doktrinciliği kurtarabilecek olan budur. İyi niyet yeter mi? Şüphesiz yetmez; ancak hatadan dönmek için şarttır da. İyice gelişip serpilmiş sağ oportünizmin, iyi niyetle de bir ilgisi kalmamıştır ve onun “düzelmesi” için, bu, yeterli olmaktan uzaktır. Ama sağ oportünizmden farklı olarak, sınıfsal temeli, sınıfı satış karşılığı burjuvaziden aldığı “kırıntılar”la yaşayan işçi aristokrasisi değil, daha çok sınıfa yeni katılan ya da ona yaklaşan ve parlamalı sönmeli ruh halleriyle karakterize olan küçük burjuva tabakalar olan sol-doktrincilik, sınıfa yakınlığı ve onun içinde erime ve kaynaşması ölçüsünde komünist etkiye açık bir kategorinin ideolojik-siyasal tutumunun yansıtıcısı olarak, iyi niyetten hareketle hatalarından kurtulmaya daha fazla I yatkındır. Nitekim tarih, hatalarını düzelten i çok sayıda “sol” akımın tanıklığını yapmaktadır. Kuşkusuz bir o kadar da, küçük burjuvazinin ani parlayan yine aniden sönen kararsız yalpalamalı tutumundan kaynaklanmak üzere, en “sol”dan en sağa sürüklenen “solculuk” biçimi görülmüştür.
Ama şu kesindir ki, hatadan kurtulma olanağı bir yana, “solculuk”la sağcılığın özü bir ve aynı olmuştur: Proletarya dışı burjuva etkilenme. Devrimin hazırlığı ve kitlelerin kazanılması konusunda ise, tek yanlılık, yalnızca şu ya da bu mücadele ve örgüt biçimlerinde ısrarcılık. Yasallığa ve yasal, barışçıl, parlamenter biçimlere tapınma ya da bunları reddetme ve yasadışı, zora dayalı biçimlere tapınma. Belirli biçimleri mutlaklaştırma ve hayatın, toplumsal mücadelenin çeşitliliğini, nesnel toplumsal siyasal gerçeğin çeşitlilik ve zenginliğinin ancak bu çeşitlilik ve zenginliği göz önünde bulunduran ve hiçbir mücadele ve örgüt biçimi reddetmeyen bir devrim hazırlığının, gerçek bir devrim hazırlığı olabileceğini anlamama ya da inkar.
HER ALANDA MÜCADELE VE HER ARACI KULLANMA ZORUNLULUĞU
Belirtildiği gibi, toplumsal etkinliğin alanları, proletarya ve emekçi katmanların ve eylemlerinin hareket halinde bulunduğu toplumsal örgütlenme ve etkinliğin sektör ve süreçleri, olağanüstü çeşitlilik gösterir. Bunlardan bir bölümü, burjuvazinin kendi içindeki ilişkileri düzenlediği alanlar; diğer bir bölümü doğrudan proletarya ve emekçi kitleleri sömürü ve baskı altında tutma ve aldatma işlev ve içerikli burjuva alan, süreç ya da aygıtlar olduğu gibi; küçükçe, ama özellikle devrimin yükseliş dönemlerinde giderek gelişme özelliği gösteren bir diğer bölümüyse, işçi ve emekçi inisiyatifiyle yaratılan ya da geliştirilen, ezilenlerin kendilerini, çıkar ve taleplerini ifade etmeye çalıştıkları, sermaye egemenliği koşullarında, -kriz dönemlerinde zorlaşmak, hatta giderek olanaksızlaşmak üzere-, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyi devrim için kullanılmalarına elvermedikçe, sistem bütünselliği altında ezilmeye, açılan kanallardan sisteme bağlanmaya ve giderek sistemi güçlendirir bir özellik kazanmaya açık ve yatkın, burjuva işçi siyasetinin başlıca alanlarından olmaya aday, kendi gelişmesi, burjuvazi ile devrimci proletarya arasındaki etkinlik çekişmesine bağlı olan, bu yönleriyle, görece yeni ve geçiş özelliği gösteren süreç ve aygıtlardır. Kuşkusuz, son olarak, toplumsal etkinliğin sistem dışı ve karşıtı, kendisini düzenin herhangi kuralıyla sınırlamayan önemli bir alanından daha söz etmek gerekir.
Bunlardan sırasıyla, ilk ikisi, burjuva yasallığının alanını oluşturur ve olağan dönemlerde toplumsal etkinliğin başlıca hareket süreçleri olarak belirir. Burjuvazinin kendi koşulları ve yönelimleri tarihsel şekillenmeleri ve daha da çok burjuvazi ile proletarya ve emekçi kitleler arasındaki güç ilişkileri, bu alanın darlık ya da genişlik derecesini tayin eder. Parlamentonun varlığı ya da yokluğu, işçi sendikalarına izin verilip verilmemesi gibi burjuva yasallığının sınırları, bu cümleden olmak üzere çizilir. Örneğin 1905 öncesi otokratik Rusya’da, Hitler ya da Franko faşizmi altında Almanya ve ispanya’da, burjuva yasallığı, sendikalar ve parlamentoyu içermemiş; yalnızca korporasyonlar ve atanmış “parlamentoları” tanımıştır. Aynı durum, 12 Eylül’ün ardından Türkiye’de de, dağıtılmış parlamento ve sonra atanmış “Danışma Meclisi”, kapatılmış DİSK ve TÖB-DER gibi kuruluşlarla, bütün hakları ellerinden alınarak göstermelik varlıklarını sürdürmelerine “izin” verilen Türk-İş’e bağlı sendikalar örneklerinde olduğu gibi, geçerli olmuştur.
Üçüncüsü, işçi ve emekçi inisiyatifiyle ortaya çıkan etkinlik alanları, süreç ya da aygıtlar, burjuva yasallığın tam bir prototipi değillerdir. Bunların özellikle belirli bir bölümü, sistem dışı bir zorlamaya dayanma unsurunu bağırlarında taşırlar. Burjuva yasallığını fiilen genişleten, fiili meşruiyete dayanan süreçler olarak doğdukları oranda belirli bir çekişmenin alanını oluştururlar. Sonunda, burjuva yasallığı çerçevesinde -kendini kabul ettirerek- yerini alacak ya da bu yasallık tarafından reddedilecek geçişsel özellikleriyle yarı-yasal süreçlerdir. Genellikle, verili koşullarda sermaye egemenliğini ortadan kaldırıcı, reddedici süreçler olmamakla birlikte, bu süreçlere bağlanırlıkları ve dönemin geçerli burjuva yasallık sınırlarına sığmamaları dolayısıyla geçişseldirler. Bu, sermaye egemenliğini doğrudan karşısına alan, burjuva yasallığı ile sınırlı olmayan sistem dışı süreç ve aygıtların da, burjuvazi ile proletarya ve genel olarak sömürülen ezilenler kitlesi arasındaki çekişme ve güç ilişkilerine bağlı olarak oluşan belirli koşullarda, yarı-yasal ve hatta giderek yasal süreç ve aygıtlar durumuna gelemeyeceği anlamına gelmez. Her şey, bu güç ilişkileri ve onun üzerinde hareket ettiği toplumsal siyasal koşullardaki gelişine ve değişmelere, bu ilişkilerin nesnel şekillenişine bağlıdır. Yine de örnek vermek gerekirse, bugün Türkiye’de memur sendikaları, bu tür bir yarı-yasal sürecin ifadeleri olarak gelişme durumundadır. ’80 öncesi Fatsa ya da diğer çoğu yerlerdeki mahalle ya da direniş komiteleri yine aynı türden örnekler olarak verilebilir.
Sonuncusu, burjuva yasallığın tümüyle ötesindeki, kendi içeriğiyle sistem-dışı ve karşıtı, mevcut düzenin yerini alacak yeni bir düzenin, sosyalizmin yasallığını burjuvaziye dayatan, burjuvazi tarafından da sistem dışına, yasallık alanının ötesine itilmiş, yasadışı toplumsal etkinlik ve faaliyet süreçleri, alan ya da aygıtları durumundadır. Bu, burjuva yasallığın, özellikle burjuva demokrasisi koşullarında, bu tür süreçlere de tahammül göstermeyeceği ve hatta bu süreç ve aygıtları da sisteme bağlamaya, bunun için uygun kanallar açıp etkinlik göstermeye çalışmayacakları anlamına gelmez.
Proletaryanın devrimci komünist partisi, bu tür bir sürecin başlıca ifadesi ve örneğidir. Böyle bir örgüt bazı koşullarda -demokratik koşullarda- burjuva sistemi devirmeye yönelik varlığı, ideolojik, siyasi tutumları ve programıyla, taktikleriyle yasa dışı bir öz taşısa da, yasal olarak örgütlenebilir. Ama burjuva demokrasisinin en ileri ülkelerinde bile kriz, istikrarsızlık ve devrimci kabarış dönemlerinde, burjuvazinin kendi yasallığını bile ne denli ayaklar altına almaya yatkın olduğunun tanığı, tarihtir. Proletaryanın yasal partilerinin burjuva yasallığına bel bağlamamaları, varlıklarının, program ve amaçlarının garantisini bu yasallıkta görmemeleri, proletaryanın devrimci partisi olmanın mutlak koşuludur. Bu yasallığın, burjuvazinin etkisine açık bir alan sağladığı, yasalcılığa kapı açtığı, partiyi devrimci bir parti olmaktan çıkarmaya ve tasfiyeye elverişli zemin hazırladığı ve partiyi de buna yatkın kılıcı yönde etki yaptığı, II. Enternasyonal partilerinin iflaslarıyla görülmüştür. RSDİP’in, Bolşevik Partisi’nin 1905 ve 1907 Şubatı’ndaki yasallaşma girişimleri ve yasal süreçlerin ifadesi haline gelişi ise, tarihten gelme değil yakın güç ilişkilerinin dayatılmış sonuçları olarak, koparılıp alınmış (bundan, Almanya ya da İngiltere’deki yasallığın koparılıp alınmadığı sonucu çıkarılmamalıdır) yasallığın örneğidir.
Şöyle ya da böyle, koşullara göre şekillenişi, sınırları ve ölçüsü değişmek üzere, toplumsal etkinliğin kendisini yasal, yarı-yasal ve yasadışı aygıtlarla ifade eden çok çeşitli alan ve süreçlerden bileştiği ve tümünün toplamı olarak geliştiği açıktır. Ciddi ve gerçek bir devrim hazırlığı yürütme durumunda olan devrimci proletarya hareketi; işçi sınıfının öncü partisi, bu alan ve süreçlerin tümünde faaliyet göstermeyi, burjuvazi ile çekişmeyi, onun tarafından gündeme sokulmuş bütün araç ve silahları kullanmayı (ve kuşkusuz kendi araç ve silahlarını kullanmakta ustalaşmayı) ve ona karşı değerlendirmeyi öğrenmek durumundadır. Devrimci proletarya hareketinin bu alanlardan bazılarını kullanmaktan kaçınması, kendi devrimci eğitimini olduğu gibi, kendi tecrübeleriyle eğitilmekten başka devrim için kazanılmaları mümkün olmayan geniş kitlelerin eğitimi, etkilenmesi ve devrim için hazırlanmasını yarım bırakmak, tamamlamaktan kaçınmak ve burjuvaziye karşı yarım silahlanmak, ona karşı mücadeleyi ve bu mücadelenin güçlerini yeterince donatmamak ve sonuç olarak zaferi olanaksızlaştırmak anlamına gelir.
Lenin, “…komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onlar arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan ‘sol’ sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değildir.” (“Sol” Komünizm, s. 50) demektedir. Onun bu sözü, yığınlar içinde (her alanda) çalışırken hata yapmamak ve nasıl çalışılacağını bilmek, “sol” sloganlarla bu çalışmayı olanaksızlaştırmamak gereği şeklinde anlaşılması gerektiği gibi; aynı zamanda, genel olarak her alanda çalışmak, bazı “sol” sloganlarla toplumsal etkinliğin bazı alanlarında çalışmayı reddederek “geç kalanlar” arasında çalışmaktan ve dolayısıyla onları inandırmaktan “gönüllü” olarak kaçınmamak zorunluluğu şeklinde de anlaşılmalıdır. “Bilinçlenmede geç kalanları” inandırmak ve kazanmak, ciddi bir devrim hazırlığı için zorunludur. Öyleyse bu “geç kalanları” inandırmayı bilmek gerekir. Hem onlar arasında çalışırken hata yapmayarak, hem de onları etkileyen, dolayısıyla “bilinçlenmede geç” bırakan bütün toplumsal etkinlik alanlarında onları inandırmaya yönelik bir çaba içinde olarak. Bazı alanlarda bu çaba içinde olunmazsa, o alanda burjuvazinin kitleler üzerinde sağladığı etki, kaçınılmaz bir bilinç geriliği ve gecikmesi olarak yansıyacak ve o alanlarda kitleler içinde çalışılmadığı için bu gerilik ve gecikmenin üstesinden gelmek mümkün olmayacaktır. Etki sağlayan alanı, o alanı ifade edecek uygun araçlarla kullanmazsan, inandıramazsın!
Çeşitli alan ve onları ifade aygıt biçimlerine dönersek, şunlar söylenmelidir: Kategorik olarak yasal alan, burjuvazinin kitleleri doğrudan ya da burjuva işçi vb. uşakları, partileri, örgütleri vb. aracılığıyla etkisi altında tutmaya çalıştığı alandır. Bu alanda, burjuvazi, basından parlamentoya, siyasal partilerden, yasal olduğu ülkelerde sendikalara, çeşitli kamusal ve yarı-kamusal kuruluşlara, vakıf, sandık, dernek vb. vb. gibi kuruluşlara kadar birçok araçtan yararlanmaktadır. Temel işlevleri, işçi ve emekçilerin kafalarında yanılsamalar yaratmak, onları burjuva ideolojik bir bombardımana tabi tutarak, mülkiyet, huzur vb. özlemlerini, alışkanlıklarını körükleyerek düzene bağlamak olan bu aygıtlar ve faaliyette bulundukları alanlardan, devrimci proletarya, uzak kalamaz. Örneğin, “gerici” oldukları gerekçesiyle bu alanlar ve aygıtlarda faaliyet göstermekten geri duramaz. Lenin’in gerici sendikalar üzerine şu söyledikleri, parlamentolar, vakıflar, dernekler vb. gibi kuruluşlar açısından da geçerlidir: “Gerici sendikalarda çalışmamak demek, gerektiği kadar gelişmemiş olan ya da henüz geri olan işçi yığınlarını gerici liderlerin etkisine, burjuvazinin ajanlarının, aristokrat işçilerin ya da ‘burjuvalaşmış işçilerin’ etkisine terk etmek demektir.” (“Sol” Komünizm, s.48) ‘Tek farkla ki, sendikalarda çalışmamanın anlamı, geri işçi yığınlarını aristokrat işçilerin eline terk etmekken, örneğin parlamentoda çalışmamanın anlamı; aynı yığınları burjuvazinin siyasal temsilcilerinin etkisine terk etmektir. Tümünde, geri yığınları inandırmak ve kazanmak yerine terk etmek geçirilmiştir. Burjuva etkisine terk etmek, sistemin uysal köleleri olmaya terk etmek! Devrimci proletarya, burjuva yasallığından, ona yüklenmiş işlevin tersini gerçekleştirmek üzere, düzene bağlanmaya ve onun sınırları içinde tutulmaya çalışılan işçi ve emekçileri ondan koparmak ve devrim gerekliliğine ikna etmek üzere, devrimin hazırlığını tamamlamak üzere, yararlanmayı bilmek ve uygulamak zorundadır. Başka türlü, kitleleri burjuva etkisinden kurtarmak ve devrim yoluna sokmak olanaksızdır.
Yarı-yasal aygıtlar ve alan için aynı şey, belki de fazlasıyla geçerlidir. Bu alanlar, yasal alanda olduğundan daha çok; burjuvazi ile devrimci proletarya arasında bir etki mücadelesinin arenasıdır. “Ayak takımı”, bu alana kendi yasa tanımaz ve düzen karşıtı özelliğini bir biçimde sokmuştur. Ya kendiliğinden ya öncüsünün yol göstericiliğinde. Çatışma bu alanda daha şiddetlidir ve sistem dışına kaymaya, bir devrim hazırlığının kazanılmış unsuru olmaya ve diğer alanları etkilemeye daha elverişli özellik, alanın doğasında vardır. Bu alanda hareket eden kitlelerin belirli kesimleri, daha ileri ve uyanmış kesimlerdir. Burjuvazinin ideolojik saldırısı, etki altına alma çabası bu alanda dahi yoğundur. Devrimci proletarya, bu alanda burjuva etkisini kökünden kırmak, bu alanı ona dayatmak ve devrim hazırlığında kaldıraç olarak kullanmak üzere, elinden geleni yapmak zorundadır. Öncünün bu alanda faaliyeti, kitleleri daha da ilerletmek, burjuvazinin açacağı, kuşkusuz açmakta olduğu kanallar konusunda uyararak devrimci eğitimi geliştirmek, “çengel atmalar”a karşı durmak, örgütlenmeyi derinleştirmek ve fiili meşruiyeti sağlamlaştırıp burjuva yasallığın sınırlarını zorlayarak genişletmek olacaktır. Bu alan da, yasallık alanı gibi kitleleri kazanıp ilerletmenin bir alanıdır.
Yasadışı alansa, hazırlığın esasını oluşturmak üzere, sürekli güçlendirilmesi ve sağlamlaştırılması, burjuva etkisinin en küçüğüne bile olanak tanınmaması gereken bir alan olarak, düzenin değiştirilmesi ve Sovyet iktidarını garanti edecek başlıca alandır. Diğer alanlarda yapılması olanaksız hazırlık, kuşkusuz bütünüyle bu alanda yapılacaktır. En gelişkin demokrasiye sahip burjuva ülkelerde bile, bu alan gözden çıkarılamaz, sistemin yadsıdığı ama bir devrim için mutlaka gerekli olan devrim hazırlığının unsurlarını bir araya getirmek ve tamamlamaktan geri durulamaz. Burjuvazinin, kendisinin bile, çeşitli örgüt ve aygıtlarla, yasadışı gereksinmelerini karşılamak üzere örgütlendiği bu alanda, proletarya hiçbir koşulda örgütlenmemezlik ve faaliyet göstermemezlik edemez.
HANGİ ALANDAN ALEVLENEREK PATLAYACAĞI BİLİNMEYECEK DEVRİMİN HAZIRLIĞI OLARAK BÜTÜN ALANLARDA ÇALIŞMA
Toplumsal etkinliğin bütün alanlarında, bütün araçları kullanarak çalışmanın bir devrim hazırlığı açısından, kitleleri kazanmanın ötesinde de, temel bir anlamı vardır. Bu, birbirleriyle ilişkileri ve geçişleri, birbirleri üzerindeki etkileri içinde, kapitalist sistemin hangi alanda parlayacak bir “kıvılcım”ın etkisiyle çatırdamaya başlayacağı, bu hangi kıvılcımın yığınların özel uyanışı ve ayağa kalkışını alevlendireceği, burjuvazinin hangi silahının elinde patlayacağının bilinmesinin olanaksızlığıyla anlamlanır. Devrimin gelişmesi sürecinde, bunalım, iç ve dış çelişki ve anlaşmazlık konuları, yıkıcı devrimci mücadele, onun karşısında limitine varmaya zorlanarak yükselen gericilik, baskı, zorbalık, yoğunlaşan sömürü, kuşkusuz birini ötekinden daha az ya da daha çok, ama her alanı patlayıcı madde stoklarıyla dolduracaktır. Patlamanın nerede, ne zaman, hangi aracı öne çıkararak, hangi alanda olacağını önceden bilmek imkânsızdır. Ve komünist öncü açısından hazırlıksız yakalanmak kadar kötü bir şey olamaz. Dolayısıyla bir devrim hazırlığı, her koşula yanıt olmak ve olası tüm gelişmeleri karşılamak üzere yapılıyorsa, ciddi ve gerçek bir devrim hazırlığı olabilir. Buysa, açık ve kesin olarak şunu şart koşar: Devrim, bütün alanlarda, kitlelerin içinde hareket ettikleri toplumsal etkinliğin bütün alanlarında, bütün sektörlerde, her türlü aracın kullanılmasında ustalaşmak ve bütün silahları kullanmayı öğrenmek üzere hazırlanabilir, hazırlanmalıdır. Toplumsal etkinliğin reddedilebilecek bir alanı olamaz; devrimci komünizmin görevi, akla gelebilecek bütün alanlarda çalışmaktır. Ötesi gevezeliktir. Lenin’in dediği gibi, hazırlık, zorluklar ve bir dizi karışık durumlar arasından ilerleyerek ama katiyen bir “reçete”ye uygun olmayarak gerçekleşebilir. Her olasılığa yanıt verebilecek şekil ve güçte; her alanda, her olanağı değerlendirerek hazırlamak ve kesinlikle “silahlı mücadele temel, barışçıl mücadele tali”, “kırlar temel, şehirler tali”, hatta ayrıntıda “silahlı mücadele içinde silahlı propaganda temel, gerilla savaşı tali” türünden “reçete”ler peşine düşmemek, komünist kavrayışın zorunlu şartıdır. “… Hayatın önlerine çıkan bütün olasılıklara uyacak hazır çözüm yollarını önceden sunan bir reçeteyi hazırlamaya kalkacak olan kimse, ya da devrimci proletaryanın siyasetinde güçlüklerin ya da karışık durumların olmayacağı yolunda güvenceler veren kimse, şarlatandan başka bir şey değildir.” (“Sol” Komünizm, s. 29) “O olmaz, bu olur, hayır, bu değil o”, türünden saçma tercihlerle, ne sınıf mücadelesini sürdürmek olanaklıdır, ne güç toplamak ve ayakta kalmak ve hele ne de zafer kazanmak. Toplumsal etkinliğin bütün alanları ve bütün araçlar, burjuvazinin kullandığı bütün silahlar, tersine döndürülmek üzere kullanılmayı öğrenilmek durumundadır. Onları kullanmaktan kaçınılamaz. Ötesi; nerede, ne zaman ve nasıl kullanılacağı, somut değerlendirme konusu olabilir.
Lenin’den uzun ama öğretici bir alıntıyla, ciddi ve gerçek bir devrim hazırlığının bu zorunlu yönü ve anlamı üzerinde son sözü söylemek yararlı olacak:
“Genel olarak tarih, özel olarak da devrimler tarihi, en ileri sınıfların en bilinçli öncülerinin, en iyi partilerin zannettiklerinden, içeriği bakımından daima daha zengin, daha çeşitli, daha canlı, daha ‘becerikli’dir. Ve bu, anlaşılır bir şeydir, çünkü en iyi öncüler, on binlerce insanın bilincini, iradesini, tutkusunu, muhayyilesini ifade ederler, oysa devrim -bütün insan yeteneklerinin özel coşkuya gelişi ve gerilimi anlarında- sınıf mücadelesinin en çetinine katılmak üzere bilenmiş milyonlarca insanın bilincinin, iradesinin, tutku ve muhayyilesinin eseridir. Bundan büyük önemi olan iki pratik sonuç çıkar: Birincisi, devrimci sınıfın görevini yerine getirebilmesi için (bazen büyük risklere ve pek büyük tehlikelere göğüs gererek siyasal iktidarı elde ettikten sonra, iktidara geçmeden önce tamamlamış olduğu şeyi tamamlamak üzere) toplumsal eylemin istisnasız bütün biçimlerine ve bütün yönlerine sahip çıkmasını bilmelidirler; ikincisi, devrimci sınıfın, gerektiğinde bir biçim yerine bir başkasını hemen koymaya hazır olmasıdır.
“Düşmanın kullandığı ya da kullanabileceği bütün silahlardan, araç ve yöntemlerinden yararlanmayı, bunları kullanmayı öğrenmemiş olan bir orduyu savaşa sürmenin akılsızca bir davranış, giderek cinayet olduğu besbellidir. Bu gerçek, siyasete, askerlik sanatının uygulandığından daha da iyi uygulanabilir. Gelecekteki şu ya da bu durumlarda bizim için hangi mücadele aracının daha pratik ya da elverişli olacağını önceden kestirmek, siyasette daha zor bir şeydir. Bütün mücadele araçlarından yararlanmayı bilmemek, büyük bir yenilgi tehlikesine -bazen, hatta kesin yenilgi tehlikesine- kendini atmak olur, çünkü bizim irademizin dışında meydana gelecek olan öteki sınıfların durumundaki değişiklikler, bizi özellikle zayıf olduğumuz bir hareket biçimine başvurmaya zorlayabilir. Eğer bütün mücadele araçlarından yararlanmayı biliyorsak, mutlaka yeneriz; çünkü koşullar, düşman için en tehlikeli olan silahı, öldürücü darbeleri en çabuk indiren silahı kullanmamıza olanak vermese de, biz, gerçeklen ilerici olan, gerçekten devrimci olan sınıfın çıkarlarını temsil etmekteyiz. Tecrübesiz devrimciler, çok kez, legal mücadele araçlarının oportünizm lekesini taşıdığını sanırlar, çünkü bu alanda, burjuvazi, çok kez, (özellikle ‘barış’ zamanlarında, devrim zamanlarında değil) işçileri aldatmış, işçilerin güveniyle oynayabilmiştir; ve bu devrimciler, illegal mücadele araçlarının en devrimci araçlar olduğunu sanırlar. Bu, yanlıştır. Doğru olan, örneğin en demokratik, en özgür ülkelerin burjuvazisi, savaşın soyguncu niteliği konusunda doğrunun söylenmesini yasak ederek, işçileri tarif edilmez bir cüret ve pişkinlikle aldattığı 1914-1918 emperyalist savaşında olduğu gibi bir durumda, illegal mücadele araçlarını kullanmayı bilmeyen ya da kullanmak ‘istemeyen (yapamıyoruz demeyiniz, istemiyoruz deyiniz) partilerin ve önderlerin oportünist oldukları, işçi sınıfına ihanet ettikleridir. Ama illegal mücadele biçimleri ile bütün legal mücadele biçimlerini birleştirmeyi bilmeyen devrimciler, pek kötü devrimciler sayılmalıdırlar.” (“Sol” Komünizm, s. 102-104)
Bütün mücadele biçimleri, araç ve silahların birlikte kullanılması ve legal ve illegal biçimlerin birleştirilmesinin, bunlar, hem kitlelerin içinde hareket ettikleri toplumsal etkinlik alanlarını ve dolayısıyla kitlelerin kazanılmasını ilgilendirdikleri, hem de hangi aracın daha pratik ya da elverişli olacağını (kesin hesaplaşma anı yaklaşıp çattığında) önceden kestirmek mümkün olmadığı için zorunluluğu, bu nedenle, tümüne sahip çıkılması, kullanılmasının öğrenilmesi, olağanüstü çeşitlilik içinde birinden diğerine geçmeye, bir biçimin yerine gerektiğinde hemen diğerini koymaya hazır olunması konusunda ders veren Lenin, İngiltere örneği ile düşüncelerini açıyor:
“Örnek: İngiltere. Gerçek proleter devrimin bu ülkede ne zaman patlak vereceğini ve bugün uykuda olan büyük yığınların uyandırılmasını, alevlendirilmesini ve mücadeleye itilmesini hangi nedenin sağlayacağını bilemeyiz. Ve bunu kimse önceden kestiremez. Demek ki, Plehanov’un Marksist ve devrimci olduğu zamanlar söylediği gibi, hazırlık çalışmalarımızı, dört ayağı da nallayarak yapmalıyız…
“İngiltere’de komünistler, parlamento seçimlerinden, İrlanda politikasının ve bütün dünyada İngiliz hükümetinin emperyalist politikasının bütün girdi çıktılarından ve toplumsal hayatın bütün öteki alan ve yönlerinden, durmadan, yorulmak bilmeden yararlanmayı bilmelidirler; onlar her yerde yeni bir zihniyet ile 2. Enternasyonal zihniyetiyle değil, 3- Enternasyonal zihniyetiyle çalışmalıdırlar…
“… Söz konusu olan son derece değişik yönlü ve toplumsal hayatın bütün kollarıyla sıkı sıkıya bağlı bulunan ve burjuvazinin üstesinden gelinerek, bir koldan sonra ötekinin, bir alandan sonra ötekinin zapt edilmesine olanak sağlayan pratik görevlerin yerine getirilmesi için çalışmaktır.
“… Toplumsal hayatın bütün alanlarında kolayca ateş alabilir maddelerin biriktiği ve birçok çatışma, bunalım ve sınıf mücadelesinin vahimleşmesi için nedenlerin oluştuğu görülmektedir. Hangi kıvılcımın -dünya iktisadi ve siyasal bunalımının etkisiyle, bütün ülkelerde her yandan şimdi fışkırmakta olan kıvılcımlar yığını içinde hangi kıvılcımın-, yığınların özel uyanışı anlamında yangını alevlendireceğini bilemeyiz. Onun için, biz, yeni ilkelerimizi harekete getirmeli ve bütün alanları, en eskileri, en yıpratılmış ve görünürde en kısır alanları bile ‘hazırlamalıyız’; yoksa görevimizi hakkı ile yerine getiremeyiz, kendi içine kapanmış oluruz, bütün silahlara sahip olamayız ve toplumsal hayatın bütün yönlerini örgütlendirmiş olan -ve şimdi de dağıtıp anarşiye itmekte olan- burjuvaziye karşı (burjuva tarzı toplumsal hayatın bütün yönlerini örgütlendirmiş olan ve şimdi de anarşiye itmekte olan burjuvaziye karşı) zafer kazanmak için ve bu zaferden sonra gelecekteki bütün hayatın sosyalist örgütlendirilmesi için gerekli hazırlığı yapamayız.” (“Sol” Komünizm, s. 104-108)
PROLETER BİR SINIF SİYASETİ İZLEYEBİLME VE PROLETER SINIF SİYASETÇİLERİ YETİŞTİRMENİN GEREĞİ OLARAK HER ALANDA MÜCADELE
Üzerinde durulduğu gibi, kitlelerin içinde hareket ettiği toplumsal yaşam ve etkinlik alanları olağanüstü çeşitli, birbirleriyle ilişkili, birinden diğerine geçişler gösteren bir yapı oluşturmaktadır. Devrimci proletarya, sınıf politikasını, toplumsal etkinliğin tümünün oluşturduğu alandan daha dar olmayacak geniş bir alan üzerinde kurmak zorundadır. Öncünün bütün faaliyetinin amacı, geniş işçi ve emekçi kitleleri politik mücadelenin bir nesnesi olmaktan çıkararak, yüzyıllardır ezile-gelmiş sömürülenlerin son temsilcisi olarak işçi sınıfını yürütücü, yönetici güç kılmak ve iktidarı kendi ellerine almasına yardım etmektir. Bu, “yığınların içinde çalışmak”, “yığınların olduğu her yerde çalışmak” tutumunun da ötesinde, politikayı bu yığınların yapmasını, yığınların politik mücadelenin öznesi olmasını sağlamak anlamına gelir. Bir ülkenin toplumsal siyasal ilişkileri ve tüm örgütlenmesini değiştirip dönüştürmek üzere yürütülmesi gerekli proleter sınıf siyaseti, kendi içine kapanık, toplumsal yaşamın çeşitli yönlerine ilgisiz, toplumsal yaşamın o belirli yönleri içinde de devinmekte ve o yönlerden etkilenmekte olan sınıf güçlerini dikkate almayan bir siyaset olamaz ve siyasal mücadele de, proleter bir siyasal mücadele olarak, toplumsal yaşamın belirli alanlar ve yönleriyle sınırlı bir mücadele olarak görülemez. Toplumsal yaşamın bütün alanlarında burjuvazi ve gericilikle çatışma içinde olmayan, onun yönelimleri, çıkarları ve politik etkinliklerini etkisizleştirmeye, tüm ezilen ve sömürülenleri kucaklayıp kapsamaya, onlara dayanmaya ve onların mücadelesi olarak gelişmeye ve ancak böylelikle umabileceği zaferine (burjuvaziyi devirmek ve proletarya diktatörlüğünü kurmak) yönelmeyen, örneğin sendikal alanda, örneğin kültür alanında, örneğin burjuva siyasetçiliği ve pisliğinin cirit attığı parlamenter alanda devrimi ve işçi sınıfının çıkarlarını savunmayan, gittikçe daha geniş kitlelere mal olmayı ve sonunda iktidar hedefine ulaşmayı amaçlamayan bir politik tutum, proleter sınıfı politikası izlemekten başka her şeydir. Böyle bir politik mücadele ise, devrimi olanaksızlaştırmaktan başka bir şey olamaz. Sınıf politikası, sınıfın ilişkide bulunduğu bütün güçler ve kurumlar, bütün bir toplumsal ilişkiler ağı içinde yapılmadıkça, proleter sınıf politikası olamaz. Burjuvaziye terk edilen her alan, işçi sınıfına karşı, burjuvazinin elinde, olduğundan büyük bir güç olarak belirir. Ve üstelik ister sağ, ister “sol” tutumlarla güdülsün, sıkıştığı dar alanlarda, burjuvazinin üstesinden gelecek gücün oluşturulmasına yol açamayacağı gibi, çoğunlukla, sendikal alana sıkışıp kalmayı savunan ekonomistlerin başına geldiği gibi, burjuvazinin yedeğine düşmeye ya da “sol” sloganlarla onun yönetme ve egemenlik ilişkilerini güçlendirmeye götürür.
Üstelik devrimin gelişmesinin her yeni dönemi, ilerleyişi ya da gerileyişi, dalgalanmalarıyla gündelik toplumsal siyasal durum, işçi hareketinin karşısına yeni görevler koyar. Bunların tümünün gereğini yerine getirmek, yeni koşulların sunduğu yeni olanakları değerlendirmek, açılan her yeni mücadele alanında, olanaklı hale gelen her aracı kullanarak mücadeleyi nihai hedefine yöneltmek, proleter sınıf siyaseti izlemenin vazgeçilmez gereklerindendir. Proleter sınıf siyaseti izliyor olmak, onu, her dönem, her yeni gelişme karşısında, yorulmadan, yeniden ve yeniden sınavdan geçirecek yeni sınıf güçlerinin gözünde doğrulamak ve onları her seferinde yeniden kazanmak üzere, yeni görevlerini başarıyla gerçekleştirmek üzere, anın tüm olanaklarını değerlendirmek, yakın gelecekte olası bütün gelişmeler karşısında -belirtilerini önceden yakalayarak- tedbirsiz yakalanmamak demektir.
Lenin, “… Gündelik devrimci sosyal-demokrat çalışmaları, her bir yeni tarihsel dönemin kendine özgü niteliklerine uyarlanarak biçimini değiştirmeyi bilmeksizin bu çalışmaları yürütmek uygulamada olanak dışıdır. ‘Duma’da sosyal-demokratik çalışma yapmayı ve yasal olanakları kullanmayı reddetmek, her ikisinin önemini kavrayamamak’, uygulamada sosyal-demokrat bir sınıf siyaseti gütmeyi olanaksızlaştıran sapmanın ta kendisidir. Rusya’nın tarihsel gelişmesinin yeni aşaması, karşımıza yeni ödevler çıkarıyor. Bu, eski ödevlerin yerine getirilmediği, onların artık bir yana bırakılabilir olduğu anlamına gelmez. Demek istediğimiz şu ki, bu yeni ödevleri dikkate almak, yeni savaşım biçimleri bulmak, bu ödevleri yerine getirmeye elverişli taktikler ve örgüt hazırlamak gereklidir.” (Tasfiyecilik Üzerine, s. 80) demektedir. Her alanda, olanaklı her aracı kullanarak faaliyet halinde bulunan öncü, ancak, her yeni dönemin toplumsal siyasal ilişkilerinin açtığı ve kullanılır kıldığı her yeni alan ve her yeni olanağı değerlendirip yeni görevlerini üslenerek, devrimci komünist bir politika güdebilir, işçi sınıfının bağımsız siyasal mücadelesini olanaklı kılabilir. Bu aynı zamanda, devrimin hazırlığının gereğince yapılması anlamındadır.
Sorunun bununla ilişkili bir yönü de, proletaryanın kendi sınıf siyasetçi ve önderlerinin ancak böyle bir tutumla yetiştirilebileceği ve Lenin’in deyişiyle, “…proletaryanın, eğer burjuvaziyi yenecekse, kendisi için, proleter ve burjuvazininkilerden hiç de aşağı olmayan ‘sınıf siyaset adamları’ yetiştirmek zorunda olduğu…” (“Sol” Komünizm, s. 83) tartışma götürmez bir gerçektir.
Proleter siyasetçiler, sınıfın siyaset adamları, elbette, yalnızca sınıf mücadelesinin sert pratiği içinde proleter bir ruhla donanabilir. Ama onlar, devrimci ruhun ötesinde, şaşmaz bir öngörü ve her zorluğun üstesinden gelebilecek politik sağlamlığı yalnızca kitaplardan, parti okullarından ya da sınırlı dar pratiklerden edinemeyeceklerdir. Sınıfın siyaset adamlarının, burjuvaziyle başarıyla savaşabilmek ve onun karşısında sınıfını layığıyla temsil edebilmek için geniş bir politik mücadele pratiğinde deney biriktirmiş olmaları da gereklidir. Bu pratik ne denli geniş olur, sınıf siyasetçisi, ne kadar çok toplumsal alanın ve oralarda işlerin nasıl kotarıldığının bilgisine sahip olursa, ufku o denli genişleyecek, doğru kararlar alma yeteneği o kadar gelişecektir.
Proleter sınıf siyasetçileri ve önderlerin yetiştirilmesinde, onların yasal alan sınavından geçirilmeleri özellikle önemlidir. Gizlilik koşullarında proleter siyasetçiler yetiştirilmesi özellikle zordur ve bu, yalnızca gizli çalışmanın göreli darlığından kaynaklanmaz. Gerekli iletişim kanalları, raporlar vb. ile gizli çalışma içinde olan komünist militanlar, parti yöneticileri, birçok alanın bilgisine ulaşabilirler; ancak doğrudan kitlelerin gözü önünde, onların eleştirilerine açık bir çalışmanın sağlayacağı geliştirici etkiden yoksun kalmaları kaçınılmazdır. Açık alanda, yasal çalışma içinde, proleter siyasetçi, her yönüyle kitlelerin sınavından geçme olanağına sahip olacak, “kötü niyetli” ise, gizlilik koşullarını bahane ederek yeteneksizlik, bilgisizlik, fedakârlık eksikliği gibi yönlerini gizlemeyi başaramayacak, ardından gelen yeni siyasetçilere yerini bırakmak durumunda kalacaktır. Bu nedenle bütün alanlarda çalışma ve olanaklı tüm araçların kullanılması, diğer şeylerin yanında, devrimci proleter siyaset adamlarının yetiştirilmesini de kolaylaştıracak; yasal ve yasadışı çalışmanın birleştirilmesi, proletaryaya, kendi sınanmış, deneyli, güvenilir siyasetçilerine çok sayıda sahip olma avantajı sağlayacaktır.
“…ama illegal koşullarda ‘liderler’i gizlemek zorunluluğu olduğu için, iyi liderlerin, güvenilir, denenmiş, gerekli manevi otoriteye sahip liderlerin yetiştirilmesi özellikle zor bir iştir ve legal çalışma ile illegal çalışmayı birbirine bağlamadan ve başka denemelerle birlikte ‘liderler’i parlamento arenasından geçirtmeden bu işin üstesinden gelinemez. En sert, en amansız ve en uzlaşmaz eleştiriler, parlamentarizme ya da parlementer eyleme karşı değil, devrimci olarak parlamento seçimlerinden ve parlamento kürsüsünden yararlanmayı bilmeyen liderlere karşı ve hele yararlanmak istemeyen liderlere karşı yöneltilmelidir. Ancak böyle bir eleştiri, elbette yeteneksiz liderlerin uzaklaştırıldığı ve yerlerine daha yeteneklilerin konulduğu takdirde yararlı ve verimli bir devrimci çalışma olacaktır; bu tutum, işçi sınıfına ve emekçi yığınlara layık olabilmeleri için ‘liderleri’ eğitecek ve aynı zamanda, siyasal durum içinde yönlerini doğru saptamaları yolunda ve bu durumdan doğan çok çapraşık ve karışık sorunları anlamaları yolunda yığınları da eğitecektir.” (“Sol” Komünizm, s. 64)
Lenin, II. Enternasyonal’in sapmacı hain liderlerine yöneltilmiş eleştirileri yasal çalışma ve parlamentodan yararlanmanın eleştirisine kadar vardıran ve üstelik genel olarak “yığınlar” lehine “liderler”i suçlayan bir tutumu eleştirmektedir; bazı yerlerde liderler sözcüğünün tırnak içine alınması bundandır. Ancak bu eleştiri, yanıtlama içinde, yine de açıkça anlaşılıyor ki, bütün alanlarda mücadele, yasal ve yasadışı çalışmanın birleştirilmesi gerekli olmakla kalmamakta; parlamenter alan dâhil yasal çalışma proleter sınıf siyasetçileri ve önderleri için geçilmesi zorunlu bir sınav oluşturmaktadır; mücadele ve örgüt biçimlerine ilişkin tek yanlı yaklaşımlarla proleter siyasetçilerin yetiştirilmeleri de olanaksızdır.
BÖLÜMÜ BİTİRİRKEN…
Toplumsal faaliyet süreçleri, toplumsal etkinlik alanları ve aygıtlarının olağanüstü çeşitliliği ve özellikle devrimci atılım dönemlerinde milyonlarca işçi ve emekçinin bilinç, irade, tutku ve muhayyilesinin bu çeşitliliği daha da artırışı, alanların birbirine bağlılığı ve aralarındaki geçişlerin nesnelliği, mücadele ve örgüt biçimlerine ilişkin devrimci komünist kavrayış ve tutumu koşullandırır. Bu kavrayış ve tutum, her alandaki mücadeleyi birleştirmek, bütün araçları, örgüt biçimlerini kullanmak, bunların koşula bağlı olduğunu ve birbirlerine geçiştiklerini bilerek birinin yerine diğerini koymaya hazır olmak esnekliğiyle ifade olur. Komünistler, hiçbir mücadele ve örgüt biçimini koşulsuz reddetmeyecek, kullanılabilir bütün olanakları değerlendirecek, yasal ve yarı-yasal mücadele ve örgüt biçimleriyle yasadışı olanın uyumlu ve birbirlerini geliştirir birliğini öngörüp uygulayacaklardır. Bu, nesnel bir zorunluluktur. Gereğini yapmamak, ancak proletaryanın burjuvazi karşısındaki eylemine zarar verir ve zaferini olanaksızlaştırır. Ama sorun burada bitmez, asıl bu noktadan itibaren başlar.
Bir bakıma geleneksel grupçu anlayışın aşılması anlamına gelecek olan işçi hareketinin sınıf birliğinin bir unsuru olarak açık örgütlenme ve aşağıdan birlik sorunu yazının ikinci bölümünde ele alınacak.
Şubat 1995