Yasal çalışma ve yasalcılık–2

PROLETER ÖRGÜT TÜRLERİ VE PARTİNİN VAZGEÇİLMEZLİĞİ
Toplumsal faaliyet süreçleri ve etkinlik alanlarının olağanüstü çeşitliliği ve özellikle devrimci atılım dönemlerinde proleter ve emekçi yığınların bilinç, irade, tutku ve hayal gücünün bu çeşitliliği daha da zenginleştirmesi, sömürücü zalimlerin egemenliğine, kapitalizme son verip sınıfsız, sömürüşüz ve efendisiz kolektivist toplumsal örgütlenmeyi gerçekleştirmenin ilk adımı olarak kendi iktidarını kurmayı amaçlayan proletaryanın, mücadelesini, bütün bu alanları kucaklayarak yürütmesini, bunun için uygun yöntemler geliştirmesini zorunlu kılar.
Toplumsal etkinliğin alanlarından önemli bir bölümü, işçi sınıfı ve emekçilerin kendiliklerinden içinde devindikleri, belirli mücadeleler yürütmekte oldukları alanlardır. Toplumsal siyasal koşulların tarihsel şekillenişi çerçevesinde proletarya, kimi zaman burjuvazinin feodalizme karşı kendisini yedekleme yönelimli tutum ve eyleminden de yararlanarak, ama her durumda mutlaka uğruna mücadele ederek ve bedeller ödeyerek çeşitli toplumsal etkinlik alanlarındaki eyleminin meşruluğunu egemenlere dayatır, koparıp alır. Ama her seferinde, yine de, egemen sınıf olarak örgütlenip insanlığın özgürleşme koşullarının yolunu açıncaya kadar, geride elde edeceği pek çok şey kalır.
Tarihsel sıralanışına göre, proletaryanın ilk kazanımları, kendiliğinden ulaşabildiği alanlarda gerçekleşir. Proletarya mücadele ve örgütlenişinin meşruluğuna ilk kez tamamen burjuva toplumsal etkinlik alanında ulaşır ve bir ucundan bu alanı kendi lehine dönüştürmeye girişir. Burjuva toplumsal alana bir kez yıkıcı proleter unsur girdikten sonra, -bu, tümüyle kendiliğinden, proletaryanın burjuvazi tarafından yedeklenişinin unsuru olarak gerçekleşse bile- bu alan, artık eski haliyle kalamaz, burjuvazi ile proletarya arasında, kendiliğinden de olsa, bir çekişmenin alanı haline gelir ve niteliğini bu çatışmadan alır.
Sandıklar, kooperatifler, dernekler ve bunlar içinde proletaryanın yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirme mücadelesi, proletaryanın eylem ve örgütlenmesinin ilk dışavurumları olarak ortaya çıkmışlardır. Proleter eylem ve örgüt tür ve biçimlerinin gelişmesi, kuşkusuz düz bir çizgi boyunca olmamış; tarihsel, toplumsal, siyasal koşullar, proletaryanın ve onun örgüt ve eyleminin, şu ya da bu tür ve biçimler almasının, şu veya bu şekilde gelişmesinin temel etkeni ve zemini olmuştur. Kimi ülkelerde, proletarya, ortaya çıkışının görece ilk dönemlerinde sendikalar içinde örgütlenmiş, kimilerinde ise bu işçi örgütlerinin tanınması ve meşrulaşması oldukça uzun bir zaman almıştır. Bu, kuşkusuz, en çok, burjuva demokratik devrim sürecinin gelişme özellikleriyle bağlantılı olmuştur. Örneğin, 1831, 1848 ve 1871 ayaklanmalarından geçen proletaryanın, burjuva devrimi ötesinde de kendisini toplumsal devrimci bir güç olarak ortaya koyduğu Fransa’da işçi sendikaları, kanlı mücadelelerin sonucu olarak önce fiili ve hemen onu takip ederek yasal meşruluklarını kazanırlarken; Rusya’da devrim koşullarının derinlemesine oluştuğu 1905 öncesinde işçileri kontrol altında tutmak ve devrimci güç birikimini baltalamak ve devrimin gelişmesini saptırmak için otokrasinin polis şefi Zubatov tarafından kurulan sendikalara gelinceye kadar, sendikal örgütlenmeye izin verilmemiştir. Benzer durum, yarı-yasal ve dernekler halinde örgütlenmeye yönelen işçi sınıfının bu yönelimini kontrol altına alma amacıyla, Amerikan sendikacılığının bir uzantısı olarak 1952’de kurdurtulan Türk-İş’e gelinceye kadar, Türkiye açısından da geçerli olmuştur.
Proletaryanın siyasal alandaki mücadelesi ve örgütlenmesi ise, tamamen tarihsel toplumsal koşullar ve ona rengini veren karşıt toplumsal sınıflar arasındaki güç ilişkileri çerçevesinde gelişmiştir. Kimi ülkelerde proletarya, siyasal özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesinde kendisini ortaya koyuş gücü ve ödediği bedel ölçüsünde, yeni bir dünya tutkusuyla gerçekleştirdiği siyasal örgütlenmesi ve yürüttüğü siyasal mücadelesini dayatmış ve meşruluğunu ve yasallığını koparıp almıştır. Başka bazılarında ise, geçerli gerici toplumsal siyasal koşulları temelden dönüştürme ya da güçlü bir şekilde zedelemede (önemli ölçüde işlemez kılmada) yeterince güçlü vuruşlar yapmayı başaramadığı ölçüde, ciddi boyutta bir siyasal mücadele yürüttüğü koşullarda siyasal mücadele ve örgütünü yine dayatmasına, toplumsal siyasal güç ilişkilerinin bir tarafı olarak kendisinin hesaba katılmasını zorunlu kılmasına rağmen, siyasal mücadele ve örgütlenmesinin yasallığı, demokrasi ve siyasal özgürlüklerin elde edilmesi uğruna mücadelenin temel bir unsuru olarak durmaktadır.
Ama her halükârda, proletarya, şu ya da bu alandaki mücadele ve örgütlenmesinin yasallığını kazanmış olsun ya da olmasın; meşruluğunu henüz sağlayamadığı, fiilen gerçekleştirdiği ya da yasallığını kazandığı toplumsal siyasal koşulların hangisi içinde hareket ediyor olursa olsun; toplumsal etkinliğin olanaklı her alanında örgütlenip mücadele etmek, bütün alanlarda mücadele ve örgütlenmesini olanaklı kılmak üzere uygun yöntemler geliştirmek durumundadır.
Toplumsal etkinliğin bütün alanlarında eylem halinde olma ve etkinlik gösterme, kendiliğinden bile olsa, örgüt demektir, örgüte ihtiyaç gösterir, örgütü koşullandırır ve örgütlü bir şekilde içinde eylem halinde bulunulduğu ölçüde, söz konusu alanın genişlemesine ve nesnel olarak proletaryayı güçlendirmesine yol açar.
Buradan anlaşılması gereken, toplumsal etkinliğin çok çeşitli alanlarında, proletaryanın, kimisi kendiliğinden ortaya çıkan ve geliştirilip bir sistemin, saat düzeniyle çalışacak bir proleter mekanizmanın parçası kılınmasına ihtiyaç gösteren, kimisiyse bilinçle kurulan, kurmaktan kaçınılamayacak olan birçok örgüte sahip olduğu ya da sahip olmak zorunda olduğudur. Proletarya, egemen sınıf olarak örgütlenecekse başka bir seçeneği yoktur. Toplumsal etkinliğin bütün alanlarında sınıf düşmanı ile mücadele içinde pişip, geri yığınların ve önderlik edeceği halk katmanlarının kendi deneyimleriyle eğitimini, onları toplumsal etkinliğin bulundukları yerinden alıp, olmaları gereken yere taşımak ve saflarını düzenlemek üzere tamamlamadan, proletarya nihai hesaplaşmaya hazırlanamaz. Bu hesaplaşma ve onun kaçınılmazlığının bizatihi kendisi ise, proletaryanın, toplumsal etkinliğin çok çeşitli alanlarındaki mücadele ve örgütlerinin, mücadelenin akışı içinde çelikleşecek düzenli ve ahenkli, birbirini destekleyen ve geliştiren, bütün alanlardaki mücadelenin tek bir ortak hedefe (burjuvazinin devrilmesi ve kapitalizmin tasfiyesi) yöneltilmesini, bir alandan diğerine güç kaydırılmasını, eskiyen alanların terk edilerek yeni alanlar açılmasını sağlayacak olumlu birliğini gerçekleştirmesini zorunlu kılar. Proletarya, bütün güçlerini, sadece kendisinin değil, devrimci, ilerici bütün sınıf ve tabakaların güçlerini, toplumsal etkinliğin çeşitli alanlarındaki örgütleri aracılığıyla, düzenli ve sistemli saflar halinde mevcut sisteme karşı yöneltmeden, nihai hesaplaşmadan zaferle çıkmayı umamaz. Ona, sınıf düşmanı ile hesaplaşma için güç biriktirme ve bu hesaplaşmayı kazanabilmek için, yalnızca toplumsal etkinliğin bütün alanlarında mücadele yürütmek yetmez; ama işçi sınıfına bütün alanlardaki mücadeleyi koordineli bir şekilde yürütebilmek, çeşitli alanlardaki örgütleri tek bir proleter örgüt sisteminin parçaları olarak hareketlendirmek için, bütün mücadeleyi ve bütün örgütlerini sevk ve idare edeceği bir merkez örgüt, bir genelkurmay gereklidir.
Bu merkez örgüt, burjuvazi ile hesaplaşma, güç biriktirme sürecinde ne denli kendiliğindenlik unsurları taşısa da, önünde sonunda, egemenlik sistemini değiştirme temelinde yükselecek bir iktidar hesaplaşması olarak, kaçınılmazlıkla siyasal bir hesaplaşma olarak gelişeceği ve proletaryanın mı egemen olacağı yoksa burjuvazinin mi egemen kalacağı sorusu yanıtlanmak üzere bütün güç ve araçların seferber edildiği bir kapışma olarak ortaya çıkacağı için, hem siyasal bir örgüt hem de bütün alanların bilgisine, toplumsal hareketin ve genel olarak hareketin bilgisine, yalnızca bilgisine değil, kurmuş olduğu somut bağlantı ve ilişkiler mekanizmasıyla bütün alanlardaki hareketi ve proletarya ve halkın bütün örgütlerini yönetip yönlendirme olanak ve yeteneğine sahip, nihai amacı -kendisi ile birlikte bütün insanlığı kurtarmadan edemeyecek olan- proletaryanın kurtuluşu olan, bunu mümkün kılmak üzere proletaryanın dünya görüşü ve yıkma ve kurmanın, devrimin teorisi ile donanmış, sınıfın en fedakâr ve ileri unsurlarını bağrında topladığı gibi, parçası olduğu sınıfın geri kalan kitlesiyle de kopmaz bağlara sahip bir öncü müfreze, sınıfın ve bütün örgütlerinin gerçek bir genelkurmayı olabilir. Bu merkez örgüt, proletaryanın bütün öteki örgütleri ve emekçilerin ilerici, devrimci örgütleriyle, onları sevk ve idare etmek, -ya da aynı anlamda- işçi ve emekçilere, bütün mücadele ve örgütlenmelerinin başarıyla gelişip ilerlemesinde yardım etmek üzere, bağlantı ve ilişkiler kurmanın en uygun yol ve yöntemlerini bulacaktır. Bu merkezi örgüt, ancak, sayılan nitelikleri kazandığı ve sınıfın ve emekçilerin bütün mücadele ve örgütlerini yönetip yönlendirmeyi başardığında, adına layık bir örgüt olabilecektir.
Bu noktada bir tartışma, bir muğlâklık, bir ikilik olamaz. Sınıfın ve müttefiklerinin bütün alanlardaki mücadeleleri ve örgütlerini tek bir hedefe -nihai hesaplaşmada egemen burjuvaziyi alt etme ve komünizme giden yolu açma- yönelten ve devrimi hazırlayan tek örgüt. İki ya da daha çok “genelkurmay”, genelkurmay kavramı ile çelişir. Bu, hem teori hem de pratikte saçmalamak anlamına gelir.
Burada proletaryanın merkezi örgütü ile diğer bütün örgütleri arasında kimi temel farklardan söz etmek gerekiyor. Bunlardan birincisi, proletaryanın öncü örgütü; ideolojik, politik, hukuki, örgütsel, yerel, sektörel vb. bütün sınırlılıkların ve sınırlamaların ötesinde bulunur. Onun faaliyeti bütün alanları kucaklar. O, tarihsel gelişmenin zorunlu kıldığı tek bir hedefe kilitlenmiştir. Devrimin hazırlığı ve zaferi için gerekli olan, ama belirli sektörlere ve alanlara özgü olarak kurulan ve mücadele eden ve belirli sınırlılıkları bünyesinde taşıyan diğer işçi ve emekçi örgütleri; ancak proletarya partisinin kilitlendiği hedeflere yine proletarya partisi tarafından bağlandıkları sürece ve bu doğrultuda harekete geçebildikleri ölçüde taşıdığı sınırlılıklardan kurtulabilirler.
Bu merkezi örgüt, proletaryanın devrimci komünist partisidir.
Proletarya böyle bir örgüte sahip değilse, ne devrim olanaklıdır ne de devrimin hazırlığı. Partisiz bir proletarya devrimi düşünülemezdi bile. Proletarya böyle bir örgüte sahip değilse, toplumsal etkinliğin çeşitli alanlarında kendisi için sınıf olamaz. Kurtuluşu için mutlak gerekli olan bağımsız sınıf politikalarından ve bağımsız bir politik mücadele yürütme yeteneğinden yoksun kalır. Örgütleri ve mücadelesi burjuvazinin yedeğine düşer. Kendiliğinden eylemleriyle mevcut kapitalist düzenin sınırları içine hapsolur; kölelik koşullarını değiştirmeyi zorlayamaz. Bu durumda, proletarya, toplumsal etkinliğin çeşitli alanlarında, ancak, kendiliğinden gelme eylemleriyle kendisini tanımlayabilir, çeşitli alanlardaki eylemleriyle dağınık ve birleşmemiş bir sınıf olarak burjuvazinin zayıf düşmanı olur.
Kapitalizm, kendi mezar kazıcısı olarak proletaryayı da yaratır. Onu durmaksızın çoğaltır ve giderek daha büyük üretim merkezlerinde toplar; çünkü kapitalizm üretimi toplumsallaştırmadan edemez. Proletarya nesnel değiştirici gücünü, devrimci ve örgütlenmeye en yatkın sınıf olma özelliklerini buradan alır. Bu nesnel temeller, onun tarihin şimdiye kadar tanıdığı en devrimci dünya görüşü olan Marksizm-Leninizm’le ve yine tarihin şimdiye kadar tanıdığı en devrimci örgüt olan Leninist partiyle önünde sonunda brileşmesini kaçınılmaz kılar. Tarihin tanık olduğu en devrimci ve sömürüden kurtuluşu gerçekleştirmeye nesnel olarak en yetenekli tek sınıf olan proletarya, yine tarihin tanıklık ettiği en devrimci dünya görüşüne ve örgüte yataklık etmekten kaçınamazdı. Diyalektik ve tarihsel materyalizm, Marksizm-Leninizm, kuşkusuz proletaryanın doğuş ve gelişme sürecinden farklı bir sürecin sonucu ve düşünsel hareketin gelişme süreçleri zincirinin son halkası ya da doruğu olarak, proletarya ve hareketinin gelişme süreci dışında, ama yine aynı nesnellikle bu sürece paralel, bu sürecin gelişmesinden yansıyıp onun üzerine oturarak, ondan güç alarak, proletaryayı özneleştirip onun gelişmesine dayanarak ve giderek kendi gelişmesini proletarya ve hareketinin gelişmesinde ifade ederek, proletaryanın devrimci dünya görüşü olmamazlık edemezdi. Yine aynı şekilde, Marksizm-Leninizm’in işçi sınıfı hareketiyle birleşmesinin ifadesi olan proletaryanın devrimci hareketi, sosyalist hareket, partileşmemezlik edemez; sosyalist proleter hareket ya da proletaryanın devrimci hareketi, proletaryanın partileşmiş hareketidir. İçeriği bakımından sosyalist olan işçi hareketinin örgütü, devrimci komünist partidir. Sosyal kurtuluş için kapitalizme karşı savaşmaktan başka bir alternatifi olmayan proletarya, böyle bir örgüte sahip değilse, hiçbir şeyi yok demektir. Dolayısıyla, devrimci komünist partisi, proletaryanın, yerine başka hiçbir şeyi koyamayacağı ve yerini başka hiçbir örgütünün tutamayacağı, alternatifi olmayan, vazgeçemeyeceği yönlendirici ve zaferi garanti edici birliğidir.
Proletaryanın devrimci partisinin gerekliliğini ve varlığını reddetmek, tasfiyeciliğin kaba türüdür. Doğrudan ve en kestirme yoldan sosyalizmi, devrimi ve bir bütün olarak işçi sınıfı davasını reddetmek demektir. Parti reddinin ideolojik ve siyasal içeriğini, kuşkusuz, sınıfa alabildiğine yabancılığı ve sınıf dışılığıyla oportünizm ve revizyonizm, en kabasından reformculuk, kapitalizme sığınmacılık oluşturur; bu, en açık haliyle proletarya saflarındaki burjuva etkilere, burjuva ve küçük burjuva liberal sosyalizmine işaret eder. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Browder revizyonizminin Amerikan Komünist Partisi’ni; Sovyet revizyonizminin çökmesinden sonra, Gorbaçovculukla “yasala çıkış” denemesini takip ederek, bir dizi benzeri pro-Sovyet parti gibi, Yağcı-Sargın revizyonizminin TKP’yi feshetmeleri, bu konuda ilk akla gelen örneklerdir. Burada, hukuki muğlâklaştırma yolu denenerek ve zaten örgüt olmadığı ileri sürülerek gerçekleştirilen bir başka fesih örneği olarak Devrimci Yol’dan da söz edilebilir.

ÖRGÜT TÜRÜNÜN KOŞULA BAĞLILIĞI
Örgütün türünü, hedef ve amaçlarıyla içinde hareket ettiği ve bir devrimle değiştirmeyi öngördüğü düzen ve onun temel toplumsal siyasal*koşulları çerçevesinde yürüttüğü çalışmanın içeriği belirler. Örgütün nasıl kurulacağı ve örgütleneceği, örgütlenmesinde hangi biçimleri kullanacağı sorusundan önce gelen, ne tür bir örgüt olması gerektiğidir.
Proletaryanın, sınıfsız toplumu ger-çekleştirinceye kadar hiçbir koşulda vazgeçemeyeceği devrimci komünist örgütünün türü, kuşkusuz bir tercih sorunu değildir. Proletarya, örgütünü, isteğe bağlı olarak, belirli bir türde var edemez; bu, devrimin hedeflerine ve devrim için yürütülen çalışmanın içeriğine (ne tür bir çalışma olduğuna) bağlıdır. Bu, tümüyle nesnelliğin sorunudur.
Toplumsal siyasal koşullar göreli değişikliklere uğrasa da -ki durmaksızın uğrar- bu koşulların temeli, mevcut düzen ve dolayısıyla gerekli olan devrimin hedefleri değişmeden kaldıkça, mücadele ve örgüt biçimlerinin değişmesi ve yenilenmesinin zorunluluğu yanı sıra, örgütün türü değişmeden kalır. Değişiklik, onun örgütlenme biçimlerinde gerçekleşir. Toplumsal siyasal koşullardaki değişmeler, örgütün nasıl örgütleneceğinde etkili olur, onun örgütlenme biçimlerinde değişiklikler olarak yansır; ancak bu göreli değişiklikler, örgüt türünün değişmesine yol açacak türden değişiklikler olamaz. Lenin, bunu açıkça belirtmektedir: “Toplumsal koşullardaki bir değişiklik sadece örgüt biçimindeki bir değişikliği gerektirir…” (Tasfiyecilik Üzerine, sf.281, a.ç. Lenin) .
Örgüt türünü değiştiren ise, toplumun temel koşullarındaki değişikliktir. Proletaryanın öncü örgütlerini ülkeden ülkeye farklılaştıran, onları türdeş kılmayan, doğrudan doğruya, farklı ülkelerin farklı temel koşullarıdır. Örneğin kimisinde feodal gericilik koşulları ve otokratik bir sistem ya da tekelci kapitalist gericilik ve faşist diktatörlük geçerliyken kimilerinde burjuva demokrasisi bulunması ve siyasal özgürlüklerin elde edilmiş olmasıdır.
Bir dizi Avrupa ülkesinde, polis devleti yoluyla iyice budanmış olsa da, burjuva demokrasisinin onca işçi kanı üzerinden kurulmuş ve uzun bir devrimler süreci içinde siyasal özgürlüklerin elde edilmiş olması; bu ülkeleri, eski çarlık Rusya’sı gibi otokratik ya da bugünkü Türkiye gibi faşist egemenlik biçimleri altındaki ülkelerden, birçok başka alanda olduğu gibi, örgütün türü açısından da ayırır. Eğer devrimci kalınmak ve mevcut düzenin bir eklentisi olmaktan kaçınılmak isteniyorsa, eski Rusya ya da bugünkü Türkiye’de, örgütün türü açısından, Avrupa’ya özenmenin, çeşitli Avrupa ülkelerinin geçtiği yoldan geçip -bir devrimle- siyasal özgürlükleri elde etmeden orada geçerli olan türden bir örgüt öngörmenin saçmalığı ortada olduğu gibi, bunun bütünüyle liberal ve reformcu bir hayal olduğunu kabul etmekten geri durulamaz.
Örneğin, bir dizi demokratik ve yenilgiye uğrayan sosyalist içerikli devrimden geçmiş, siyasal özgürlüğün ya da demokratik kurumlaşmanın genel temelinin ödenen bedellerle -sosyalizm gerçekleştirilmedikçe, tehlikelerden muaf ve geri dönülmezcesine değil ama- oldukça sağlam “kayıtlara” bağlandığı Fransa’da, proletarya partisinin yasal olarak örgütlenebilmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Ama aynı şeyi, eski Rusya ya da bugünkü Türkiye için önermek, kuşkusuz pek şaşılacak bir şey olurdu.
Fransa’da elde edilmiş olan şey, siyasal özgürlük ve demokratik kurumlaşmanın genel temeli, örneğin Türkiye’de, varmış gibi düşünülüp yapılamayacak olan, ama elde edilmesi mücadeleye bağlı olan bir şeydir. Fransa, bunu burjuva yoldan gerçekleştirdi; Türkiye’deyse, bugün, aynı burjuva karakterde ama daha gelişkin içeriğiyle siyasal özgürlük ve demokrasinin proleter yoldan kazanılması, atılması gereken başlıca adımlardan biridir. Türkiye ile Fransa arasında, iki ülkenin toplumsal düzen ve egemenlik sisteminin biçimi ve devrimin hedefleri bakımından bir özdeşlik kurmadan, örgüt türü bakımından bir özdeşlik kurmaya yönelen; Fransa’da elde edilmiş olanın Türkiye’de henüz elde edilmesi gerekli olduğunu görmezden gelerek Türkiye’de aynı tür bir örgüt öneren kişi ya da grup; düzenin tam bir eklentisi, burjuvazi ve gericiliğin takınmaya çalıştığı demokrasi maskesinin yardakçısı ve ne tür iddiada bulunursa bulunsun aşağılık bir liberal, işçi sınıfı içine salınmış burjuva uşağı bir dağıtıcı ve tasfiyeci olarak eleştirilmeye hak kazanır.
Türkiye, bu tutumun sayısız örnekleriyle doludur. Göstermelik yasa dışılığına rağmen, tümüyle yasal örgütlenen, örgütlenmesinin çeşitli biçimlerinde değil ama türünde yasala uyarlanan örgütüyle eski TKP, bu tutumun prototipini sergilemiştir.
Proletaryanın yasadışı partisini yasal bir partiyle değiştirmeye yönelmiş Menşevik tasfiyecilik -örneğin Martov- yasadışı ilişkileri ve örgütü tümden geçersizleştirmedi, buna bir türlü cesaret edemedi; başka türlü, otokrasi koşullarında herhangi bir çalışma yapabilmek mümkün değildi. Yasadışı partinin yerine geçirmeye çalıştıkları yasal partiyi kurmaya uğraştıklarında da eski partinin yasadışı ilişkilerinden yararlandılar. Yoksa adım bile atamıyorlardı. Otokrasi koşullarında yasal türden bir partinin tamamen hayal olduğunu da göstermek üzere bu durum, onların yasalcı tasfiyeciler oldukları gerçeğini değiştirmedi. Liberal Kadet Partisi’nin bile, tüm amaçları ve çalışmaları yasallığı öngörür ve yasalayken yasal olarak örgütlenmesine izin verilmediği ve zorunlu olarak yasadışı olduğu Rusya koşullarında, Menşeviklere göre, yasadışı aygıt, tamamen yeraltına zorlanma koşullarında kullanılacak yedekte tutulan bir “iskelet”ti. Ancak, gerçek durum isteğe uymadığı ve partinin yasal örgütlenme olanağı olmadığı için, yasal olanakların örgütlenmesi için de ister istemez o aygıt kullanılıyordu. Bu, bir zorunluluktu; ancak, bütün amaç, bütün çalışma ve örgüt yasala uyarlandığı için, yasadışı aygıtı yedekte tutmaları ve yasalcı amaçla zorunlu olarak kullanmaları, onları yasalcılık ve tasfiyecilikten kurtarmadığı gibi, yedekte tuttukları yasadışı örgütün ve bu yedekte tutuluşun, tamamen göstermelik olduğu anlamına geliyordu. TKP’nin yasa dışılığı da Menşeviklerinin yasa dışılığı türündendi.
Revizyonist ve reformcu, düzen içi ve burjuva, küçük burjuva sosyalist akımın tipik temsilcisi olarak TKP’nin çalışmasının ideolojik siyasal içeriği, onun göstermelik yasadışı konumuyla da çelişme içindeydi ve burjuva, revizyonist, reformcu içeriğiyle yasala tasfiyeci örgütsel tutum ve çizgisi, onu, önce, biçimsel yasadışı görüntüsünden de kurtularak yasallaşmaya, sonra da, kendisine “hayatiyet veren” temelin ortadan kalktığı (tarih ötesine geçildiği ve sınıf mücadelesinin söndüğü) saptamasıyla (!), örgütü tümden feshetmeye, üst üste iki tür tasfiyeciliğe götürdü.
Revizyonist, reformcu küçük burjuva sosyalizminin bir başka yasalcı tipik temsilcisi Aydınlıkçılıktır. Küçük burjuva ihtilalciliğinin kabarış halinde olduğu 71’in hemen öncesinde bir dönem, “yarışmada geri kalmamak” amacıyla, aynı ideolojik siyasal çizgisini ve çalışmasının reformcu-anayasacı, düzen içi, yasalara bel bağlayan içeriğini değiştirmeden, TKP’den “öğrenerek”, yasalcı örgüte yasadışı bir görüntü veren Aydınlıkçılar, küçük bir “kötek” sonrası, “kılıç artığı” olarak, verdikleri görüntü nedeniyle bile dayak yedikleri alandan özenle uzak durmayı düstur edindiler ve görüntüsel olarak bile bir daha bu alana yaklaşmaya tevessül etmediler. Yasadışı görüntülerini tasfiye ettikten sonra, proletarya partisi sorununda tasfiyecilikleri ile sivrildiler. Yasal örgütlenme olanaklıydı ve kullanılmalıydı! Sözde hep bir yasadışı yönü ima ettiler; teoride bunu bütünüyle yadsımak kolay değildi. Onlara kalırsa, “yasal olanaklardan yararlanıyorlardı”; ama oldukça kötü benzetmelerle, sözde yasal olanaklardan yararlanmayı yadsıyan “yer-altıcılara”, yasadışı örgüt türünde ısrar ettikleri için saldırmaktan hiç vazgeçmediler. “Yeraltının karanlık dehlizlerinde” uğraşmanın alemi var mıydı?! İşin gerçeği, yasal örgütlenme onlara yeterliydi. Amaçları ve çalışmalarının reformcu, liberalizmden ödünç alınmış, sınıf içinde liberal bir işçi siyaseti izlemeye dayanan, mevcut sistem yanlısı, ama katiyen onu devirmeyi aklına bile getirmeyen küçük burjuva ideolojik ve siyasal içeriğin yön verdiği ve denk düştüğü örgütsel çizgi, yasalcılık ve tasfiyecilik; örgüt türü ise, yasal bir örgüttü. Burada bir uyumsuzluk değil, uyum vardır ve ideoloji ve siyasette kendini yasalarla sınırlayıp yasalara uygun olarak düzenleyen, her bir adımında, sınıfın eylemi ve alttan gelen toplumun dönüştürücü gücü yerine anayasa ve onun “nasılı-niçini” peşine düşen; sınıfa, milliyetçiliğiyle, laikliğiyle, üst tabaka devrimciliği, tepeden halkçılığı, sözde kardeşlik aldatıcılığına dayanan ezilen ulus düşmanlığı ve burjuva despot cumhuriyetçiliğiyle Kemalizm’i dayatmaya uğraşan bir akım ve siyasal bir hareketin yasalcı olmaması, şaşırtıcı olurdu.
Bundan ibaret olsa sevinilebilirdi.
Bir dizi temel hata ve zaaflarına, ideolojik ve siyasal tutumlarında işçi sınıfından uzaklığına rağmen ’71 küçük burjuva ihtilalciliği, başka yol açıcı özelliklerinin yanında örgüt türü sorununda da pratik bir çağrıydı. İdeolojik siyasal içeriği açısından küçük burjuva ihtilalciliği teoride reformculuk ve revizyonizmden etkilenmenin muğlâklaştırdığı sınıf dışı ve sosyalizmden uzak bir dizi tez ve öneriyle karakterize olmasına rağmen, pratikte ihtilalciliğin bayrağını yükseltmişti. İçeriğinin küçük burjuva niteliği ve örgütünün oturmamış, oldukça amatör bir özellik göstermesine rağmen, bu akım, Türkiye gündemine, yasadışı örgüt türünü getirip oturttu ve başka yönlerden olduğu gibi, bu yönden de ülkede devrimci mücadele ve örgütlenmenin gelişimi üzerinde etkili oldu. Bir tepki hareketi olarak yasal olanaklardan yararlanmayı, yasal çalışmayı vb. reddediyordu; ancak, bütün yaklaşım bozuklukları, hata ve zaaflarının ötesinde, örgütünü, yasadışı temelde kurmaya girişmişti. Hareket noktası, kaynaklandığı temel tutumlar ne denli hatalı ve değiştirilmesi ne denli zorunlu olursa olsun, bu, izi sürülmesi gereken temel bir tutumdu.
‘74’ten itibaren yeniden örgütlenmeye başlayan devrimci örgütler, bu çağrıyı görmezden gelemediler ve bu tutumu sahiplenmezlik edemediler. Dönemin bir devrimci kabarış ve yükseliş dönemi olması, nesnel gerekliliğin yanında üst düzeye tırmanmakta olan devrimci coşkunun, örgütleri devrimci tutumlar geliştirmeye iten bir rol oynaması da, bu tutumun sahiplenilmesini olumlu yönde etkiledi. ’80 öncesi dönem, örgüt türünde yasa dışılığa eğilimin yükselişine ve ciddi bir boyut kazanmasına sahne oldu. Hedef ve amaçlarının, ideolojik siyasal tutumlarıyla çalışmalarının içeriğinin bulanıklığı ve temel zaaflar taşımasına karşın, küçük burjuva sosyalizmi de, örgütsel çizgisindeki yanlışlıklar (genellikle yasa dışılığa takılıp kalmaları ve yasal çalışmayı kimi durumda pratikte kimi durumda teoride de yadsımaları gibi) ve amatörlükleri bir yana, yasadışı örgütlenme ve çalışmadan yana bir tutum aldı.
Genelde böyle bir tutum almasına rağmen, ondan en uzak tutumlara da sahip olan, ideolojik ve siyasal tutumlarında revizyonizm ve reformculuktan en çok etkilenmiş olan Devrimci Yol’du. Devrimci coşkunun yerini karamsarlık, geleceğe güvensizlik, kaçaklık ve dönekliğe terk ettiği 12 Eylül’ün gericilik yıllarında, yasadışı örgüt türünü sahiplenmekten en kolay vazgeçen de o oldu. Hatta Devrimci Yol’un bir örgüt bile olmadığı ileri sürüldü. Günün tasfiyeciliğinden, geçmiş de tasfiyeci ilan edilerek kurtulma yolu seçilmişti. Şimdi, örgüt reddinin yol açtığı darmadağınıklık, bu tasfiyeci yolda giderilmek isteniyor. Şimdilerde sözde Devrimci Yol’a ait olmaması ve “solu toparlayıcı” nitelik taşıması gereği üzerinde yeminler edilen, ama örgütsüz ve dağınık Devrimci Yol’un kendisini ifade ihtiyacından kaynaklanan bir yasal parti girişimi gündeme getirilmiş bulunmaktadır.
Devrimci Yol’un kendisini ifade ihtiyacı diyoruz; çünkü “Yeniden” başlıklı bir Devrimci Yol yazısında, “emekçi kitlelerin bugünkü değişim politikaları” ya da taleplerine “yanıt” olarak formüle edilen ve öngörülen yasal partinin ideolojik siyasal içeriğini doldurmak üzere, “üretenin yöneten olması ilkesi”yle “her türlü bürokratik sistemin de reddi”, “doğrudan demokrasi” ve “özgürlükçü bir yönetim sistemi”, “sermayenin değil toplumun, başta işçiler, memurlar, emekçiler olmak üzere tüm çalışan kesimlerin denetiminde… bir ekonomik ve toplumsal düzen”, “din-vicdan-inanç özgürlüğünün içinde tam olarak barındığı, özgür ve demokratik bir hayat” ve “Kürt sorununda… doğrudan demokrasi yöntemlerine dönük bir sistem ve sorunun demokratik-siyasi çözüm yollarının savunulup güçlendirilmesi” şeklinde ileri sürülen beş madde, yılları ve yılları kucaklayan “tartışma süreçlerinde Devrimci Yolcular tarafından “nasıl sosyalizm”den uzak durulacağını kararlaştırılmak üzere tartışılan, ürkeklikle henüz sonuçlandırılmadığı ileri sürülmesine rağmen, aslında, bir partinin ideolojik siyasal zeminini oluşturacak ve programına temel olacak denli sonuçlandırıldığı görülen Devrimci Yol tartışmaları ekseninde ve tamamen bir Devrimci Yol sorunu olan “etkili ve inandırıcı bir devrimci hareketin geliştirilmesi” ihtiyacını karşılamak üzere, siyaset sahnesinin malzemeleri arasına katılmıştır.
“Evet, devrimciler, bugün hayatın her alanında, kadın, çevre ve barış hareketlerinde, insan hakları vb. sivil inisiyatiflerde, meslek odalarında, işçi ve kamu çalışanlarının mücadelelerinde varlıklarını ve etkinliklerini sürdürüyorlar. Ama ortak bir politik mücadele hattına oturtulamadığı, birbirinden kopuk ve dar ufuklu bir mücadele çerçevesinde kaldığı oranda aslında hiç de küçümsenmeyecek bir potansiyel taşımasına rağmen etkisiz kalıyorlar.” (Ag. yazıdan)
Peki, kim bu “devrimciler”? Tabii ki, Devrimci Yolcular. Ama eski Devrimci Yol’un yalnızca adı kullanılmaktadır; söz konusu olan, eski Devrimci Yol’la da bir ilişkisi kalmamış bir kalıntıdır, Devrimci Yolcu kalıntılardır. “… Devrimci Yol hareketini aynı şekilde tekrarlamak olanaksız bir şeydir” (Agy) diyerek bunu kendileri de kabullenmektedirler. Ama yasal partinin, Devrimci Yol’un kendisini ifade ihtiyacının bir ürünü olarak gündeme alındığının ikrarı anlamına gelmek üzere şu iddiada da bulunuyorlar: “1970’li yıllarda Devrimci Yol, her türlü olumsuzluğun, kötülüğün kol gezdiği faşist terörün yarattığı bir karabasan ortamında geleceği karartılmak istenen halka ait güzellikleri kendinde toplayan bir umut ışığı olarak ortaya çıkmıştı… Ama şimdi belki de daha karanlık bir geleceğe sürüklenmeye çalışılan bugünün Türkiye’sinde ırkçılığın, şeriatçılığın, sözde liberal sağcılığın, ekonomik terörün ve savaşın bütün olumsuz sonuçlarının kıskaçlarındaki emekçi halk kitleleri için bir çıkış yolu, yeni bir umut ışığı bulunabildiği oranda, o, yeniden anlamlı bir gerçekliğe dönüşebilecektir.” (Agy)
“Devrimciler”in kim olduğu sorununu bir yana bırakıp durumlarına dönersek, tanımlanan, yerelliği, birbirinden kopukluğu, amatörlüğü ve merkezi birleştirici bir örgütün yokluğuyla, Lenin’in Ne Yapmalı’da tanımladığı 1901-1902 Rusya’sındaki durum gibidir. Devrimci Yolcuların “bir devrimci hareketin geliştirilmesi temel sorundur” önermesinden, Lenin’le yakınlık içinde bulundukları sanılabilir. Ama Lenin, benzer verilerden Rusya çapında bir gazete ve bir profesyonel devrimciler örgütünün gerekliliği sonucunu çıkarırken, Dev Yolcular “geniş” bir yasal parti sonucunu çıkarmışlardır.
Böyle bir örgüt türü önerisine varmaları, kuşkusuz, ideoloji ve siyaset alanında içinde bulundukları acıklı durum (liberalizm ve reformculuk, sosyalizme uzaklık) ve araya şöyle bir sıkıştırdıkları “işçi” sözcüğünün ötesinde, ne teori ne de pratikte işçi sınıfı ile bir ilişkileri kalmış olmasıyla bağlantılıdır. Çalışma sektörlerini art arda sıralayışları bile sınıfla ve sınıf perspektifiyle ilişkisizliklerinin ve üzerinde bulundukları platformun çevre, barış, insan hakları vb. platformu olduğunun kanıtı olmaktadır. Topluma ve sınıf mücadelesine yerel inisiyatif, doğrudan demokrasi, insan hakları gibi geri bir platformdan yaklaşmakta; demokrasi ve demokratlık iddialarına rağmen, çıkış yolu olarak kararlaştırdıkları yasal parti önermesiyle demokrasi davasına bile ihanete yönelmekte, demokrat dahi olamamaktadırlar. Parti vb. gibi örgütler de içinde olmak üzere demokratik kurumların ya da geniş anlamda söylemek gerekirse siyasal özgürlüğün genel temelinin ne olduğunu ve Türkiye’de böyle bir temelin bulunmadığını, tersine elde edilmesinin devrimin temel hedeflerinden olduğunu, vaktiyle “sömürge tipi faşizm” tezlerini geliştirmiş olanlar elbette bilirler. Faşist diktatörlük ve tekelci bürokratik militarist dikte edicilik ve ayrıcalıklar koşullarında, demokrasi ve siyasal özgürlüklerden, en başta örgütlenme özgürlüğünden söz etmenin olanaksızlığı ve bunları kazanmak için devrimin zorunluluğu ortadayken, devrimci bir hareket geliştirmenin, devrimcileri toparlamak ve “ortak bir politik mücadele hattı” örgütlemenin yolu ve örgüt türü olarak yasal parti önermenin, Türkiye’de henüz bir devrim sorunu olan demokrasi savunuculuğuna uzaklıkla karakterize olacağı anlaşılır bir şeydir. Faşist diktatörlük koşullarında ya devrimci kalınacak ve bunun olmazsa olmaz koşulu olarak örgütün yasadışı türü vazgeçilmez bir araç olarak sahiplenilecektir ya da sistem içi ve gerici faşist egemenlik koşullarına boyun eğilecek, onun “demokratik” liberal maskelerinden biri olunacak ve yasalcılık oyunu oynanacaktır. İkisinin ortası yoktur. Ve Devrimci Yol, eski -örgüt olmadığını söylediği-örgütünü, aldığı yaraları tımar ederek ve başına gelenlerden dersler çıkararak derleyip toparlama ve yeniden düzenleme yerine, uzun yıllar sonra, kendisini ifade etmek üzere, eski örgütü yerine geçirdiği bir yasal parti girişimiyle ortaya çıkmaktadır. Bu, faşist diktatörlük koşullarında örgüt konusunda tasfiyecilik olmanın ötesinde (aslında, Devrimci Yol, yıllar öncesinden, Eylül saldırısının hemen sonrasında tasfiye edilmiş, toparlanma çabaları, onu, bugün, içine girdiği tasfiyeci yolu noktalama durumuna getirmiştir), ibret alınması gerekli bir liberalizm ve oportünizmin, reformcu küçük burjuva sosyalizmi platformunun kanıtını oluşturmaktadır.
Türkiye’de proleter örgütün, nihai zaferin vazgeçilmez aracı partinin, faşist diktatörlük koşulları, siyasal özgürlüğün yokluğu ve devrimin temel hedefleri arasında bulunması dolayısıyla yasadışı türden bir örgüt olmasının zorunluluğunu yadsıyan başka yasalcı tasfiyeci örnekler yok değildir. Ama bunları tek tek incelemenin yeri burası değil. Yine de, 12 Eylül gericiliğine ilave olarak, Sovyet modern revizyonizminin çöküşünün de yarattığı moral sıkıntısı ve dünya çapında (ve Türkiye’ye de yansıyan) yoğunlaştırdığı gericilik koşullarında pek çok örgüt, hareket ya da grup olarak örgütlenmiş burjuva ve küçük burjuva sosyalist akımın, örgüt konusunda, ya TİP, TSİP gibi ezelden yasalcı tasfiyeci ya da Kurtuluş ve Emek gibi yakın geçmişte yasalcılığa ve tasfiyeciliğe yönelmiş konumlarda bulunduğu; bunun da, amaç ve hedefleri ve çalışmalarının ideolojik siyasal içeriğiyle bağlantılı ve uyum içinde olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur.
Örgütün, amaç ve hedefleriyle uyum içinde var olabilmesi ve devrimci kalabilmesi, içinde hareket ettiği ve amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştığı nesnel temel; toplumsal siyasal koşulların, mevcut düzen ve egemenlik sistemi biçiminin zorunlu kıldığı türden bir örgüt olarak örgütlenmiş olmasına bağlıdır. Faşist ya da otokratik diktatörlük koşullarında türsel olarak yasal örgütlenmiş bir proletarya partisinin, ne amaçlarına uygun davranması ve onları gerçekleştirebilmesi ve dolayısıyla ne de devrimci kalabilmesi olanaklıdır. Böyle bir örgüt, örneğin Türkiye’de, kesinlikle devrimci olamaz ve ne tür iddialarda bulunursa bulunsun devrimci bir çalışma yürütemez. Yapabileceği, ancak, Bayram Meral’in bir “işçi önderi” olma ve “işçi davası” gütmesi misali, aldatıcı içerikli göstermelik devrimci laflar sarf etmek ve burjuva işçi siyaseti izlemek olabilir. Üstelik göstermelik devrimci söylevlerinde fazla ileri gittiğinde, Aydınlıkçıların ‘71 tecrübesinde olduğu gibi, bu gibi söylevlere bile izin olmadığı kendisine hatırlatılacaktır. İyi niyetle kurulacak yasalcılık hayallerineyse, siyasal özgürlüğün geçerli olmadığı Türkiye’de yer yoktur. Bunu denemenin anlamı da yoktur. Ve zaten sınıf mücadelesi iyi niyetlerle hiç yürümemiştir, yürümez. Mücadelenin koşullarını ve akışını belirleyen, son derece katı toplumsal siyasal gerçeklerdir. Siyasal özgürlük koparılıp alınmamış ve kazanılması devrimin hedefi olarak belirlenmişse -ki Türkiye’deki durum budur-, yasalcılığın tek bir anlamı vardır: Devrimci örgütü tasfiye etmek ve faşist diktatörlüğün sınırlamalarına boyun eğerek onun izin verdiği türden faaliyetlerde bulunmak üzere yine izin verdiği türden örgütlenmek. Program ve taktiklerinden, devrimci geleneklerden vazgeçmek, örneğin insan hakları platformuna gerilemek, liberal işçi siyaseti ile yetinmek, reformculuk. Parti kendisini yasal olarak örgütleyebildiğine göre, kendi şahsında “gerçekleşmiş” örgütlenme vb. özgürlüğü gibi siyasal özgürlüklerin en azından esas olarak varlığını savunarak demokrasi için savaşmaktan vazgeçmek, en çok onu “genişletme” ve bunun için anayasal düzenlemeler platformuna sürüklenmek! Ama bu durumda devrimcilik iddiasında bulunma sahtekârlığı yapılmamalıdır.
Burjuvazi ve gericilik, faşist diktatörlük, en çok, doğrudan kendi temellerine yönelmiş, örgütlenme özgürlüğü dâhil siyasal özgürlüğü kazanmak için savaşan, hiçbir yasayla sınırlanmamış yeraltının yıkıcılığından korkar. Başka türden bir örgütün kendisi için bir tehlike teşkil etmediğini bilir. Özgürlüklere izin vermeyerek, veriyor göründüklerini de işlemez kılarak, kıyıcılık ve zorbalıkla, binlerce güvenlik gücünü yeraltının peşine takarak, en küçük bir şüphe duyduklarını cezaevlerine doldurarak, kaybederek, yargılayarak ya da yargılamadan infaz ederek zorla ayakta kalmaya çalışır. Ama bu, kendisine karşı nefreti geliştirip, egemenlik koşullarını berhava edecek patlayıcı madde stoklarının birikimini artırarak kendisine karşı mücadeleyi yükseltmezlik, mücadeleye katılanların sayısını artırmazlık ve sonuç olarak yeraltını güçlendirmezlik edemez. Ama böyle bir diktatörlük ve siyasal özgürlükten yoksunluk koşullarında, aynı Lenin’in otokratik Rusya için söylediği gibi, “… Bizim ‘yeraltı’nın yerine koyacağımız başka herhangi bir şeyimiz yok”tur. (Tasfiyecilik Üzerine, sf.329, a.ç. Lenin.)
Sorun, kuşkusuz, Aydınlıkçılar ya da benzeri yasalcı tasfiyecilerin koydukları gibi, yasal olanaklardan yararlanma, yasal örgütler kurma ya da kurulu olanlar içinde faaliyet yürütme ve yasal çalışmayı kabul ya da ret sorunu değildir. Bu konuya geleceğiz. Ama altı kalın bir çizgiyle çizilmesi gereken, yasal olanaklardan yararlanıp, yasal örgütler kuracak ya da kurulu olanlar içinde çalışıp onlar aracılığıyla etkisini yayacak ve uygun araçlarla yasal çalışmayı da örgütleyip yürütecek yeraltının kabul edilip edilmemesi; onun yerine bir başka “şey”in geçirilip geçirilmemesi, siyasal özgürlüklerden yoksunluk ve faşist diktatörlük koşullarında, proletaryanın partisinin ancak yasadışı türden bir parti olabileceği fikrinin benimsenip benimsenmemesi ve bunun pratikte kanıtlanıp kanıtlanmaması sorunudur.
Sözü edilen koşullarda, proletarya partisinin varoluş halinin ve “… Tek doğru örgüt türünün, yasal ve yarı-yasal işçi kuruluşları ağıyla çevrelenmiş parti çekirdeklerinin toplamı olan yasadışı bir parti örgütü olduğunu…” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, sf.297) savunup bu yönde bir pratik içinde olmadan ne sosyalist ve devrimci ve hatta ne de tutarlı demokrat olunabilir.
Yalnız bu da değil. Lenin’in dediği gibi, “Sosyal-demokrat parti hem ‘bir bütün olarak’, hem de her çekirdeğinde yasadışıdır ve -en önemlisi- devrim için propaganda yapma ve yolu hazırlama çalışmasında, yani çalışmasının tümünde yasadışıdır. Bu nedenle sosyal demokrat partinin en açıkta olan çekirdeğinin yaptığı en açık çalışma bile ‘açıkça yürütülen parti çalışması ‘ olarak görülemez.” (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 284–85)
Ancak kuşkusuz, tüm çekirdekleriyle ve bir bütün olarak yasadışı olan proleter parti, çalışmasının belirli bir bölümünü uygun yasal, yarı-yasal biçimler altında yürütmenin yol ve yöntemlerini bulmak zorundadır, bulacaktır. Ama bilecektir ki, toplumsal etkinliğin bütün alanlarında eylemde bulunmak ve örgütlenmek, yasal, yarı-yasal ve yasadışı bütün çalışmayı birleştirmek, bütün örgüt biçimlerini birlikte kullanmak ya da başka bir deyişle, yasal olanaklardan yararlanmak, yasadışı temelin önemi ve rolünün küçümsenmesine karşı uzlaşmazlıkla savaşmayı zorunlu kılar. “Burjuvazi ve çarlığın uşakları için hiçbir şey, sosyal demokrasinin devrimci amaçlarından ve sloganlarından daha nefret edilesi değildir. Her ikisini de savunmak boynumuzun borcudur.” diyen Lenin şöyle devam eder:
“Yasadışı ve yasal çalışmaların birbiriyle bağlantılı oluşu, özellikle yasadışı partinin ‘rolünü ve önemini küçümseme’ girişimleriyle çarpışmamızı gerektiriyor. Partinin tutumunu daha küçük sorunlarda, mütevazı ölçüler içinde, belli olaylarda, yasal çatı çerçevesinde savunma gereksinmesi, söz konusu devrimci amaçlarla sloganların baltalanmamasını; savaşım biçimindeki değişikliğin, savaşımın içeriğini bozmamasını; onu daha az uzlaşmaz yapmamasını; proletaryanın tarihsel görüş açısını (perspective) ve tarihsel amacını, yani sömürüler tüm çalışan insanları, tüm halk yığınını, kapitalizmi devirecek bir proleter devrime götürmek üzere demokratik bir cumhuriyeti gerçekleştirecek bir dizi burjuva devrimin amacını yolundan saptırıp çarpıtmamasını sağlamamızı zorunlu kılıyor. ” (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 79)
Yasal olanaklardan yararlanma, ancak, proletarya partisinin yasadışı türden bir parti olarak varlığı koşullarında mümkündür; ancak böyle bir parti tarafından gerçekleştirilebilir ve ancak bu durumda ele alınabilir bir sorundur. Lenin’in söyledikleri yeterince açıktır: “Yalnızca yasadışı RSDİP, kendi çevresinde yasal olarak ortaya çıkmış bir örgüt ağı kurabilir -kurması gerekir-, var olan her türlü yasal örgütten yararlanabilir ve bu tür örgütlerin çalışmalarının tümünü, devrimci ilkelerimizin ışığında yöneltebilir.” (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 202, a.ç. Lenin) Yasal olanaklardan yararlanma adına, proletarya partisini yasal bir parti olarak kurma ya da yeraltının yerine herhangi başka bir örgüt koyma girişimi, tamamen tasfiyeci bir tutuma işaret eder ve işçi sınıfının kölelik koşullarına mahkumiyeti demek olduğu gibi, tüm emekçilerin siyasal özgürlük ve demokrasiden yoksunluğa boyun eğmeye yöneltilmesi anlamına gelir. Yasadışı temelde örgütlenmemiş herhangi bir partiyle ne demokrasiyi kazanmak ve ne de sosyalizm için savaşmak ve onu gerçekleştirmek olanaklıdır. Yasal türden bir proletarya partisiyse, toplumsal siyasal koşullardaki dalgalanmalar ve değişmelere değil -bu değişmeler ancak örgütün biçimini etkiler-, ancak, faşist diktatörlüğün devrilmesi ve siyasal özgürlükler ve demokrasinin kazanılmasına bağlıdır.
Bu olmadan, yasal olanaklardan yararlanma türünden gerekçelerle proletarya partisinin yasallığı için çabalamak ve yasadışı partinin yerine yasal bir parti koymak, işçi sınıfını en temel silahından yoksun kılmak ve elinden zaferin garantisini almak demektir. Bu, tasfiyeciliktir.
RSDİP’in 1908 Aralık Konferansı Kararı’nda belirtildiği gibi, “Tasfiyeciliğin özü, ‘yeraltı’nın reddedilmesi, tasfiyesi, onun yerine her ne pahasına olursa olsun, yasal olarak çalışan, biçimden yoksun bir örgüt konmasıdır. Bu nedenledir ki, partinin reddettiği şey, yasal çalışma, ya da yasal çalışma gereği üzerinde ısrar değildir. Parti, eski partinin, adına parti denemeyecek, biçimden yoklun ‘açık’ bir şeyle değiştirilmesini kınamaktadır -hem de hiçbir açık kapı bırakmaksızın kınamaktadır. ” (Tasfiyecilik Üzerine, sf.311, a.ç. Lenin)

BOLŞEVİK PARTİSİ’NİN YASALLAŞMA DENEYİ
Siyasal özgürlüklerden yoksunluk ve otokratik diktatörlük koşullarında partinin yasadışı türde örgütlenmesi ve çalışmasının içeriğinin yasadışı olmasından hiçbir şekilde ödün vermeyen ve yasalcılığı tasfiyecilik olarak tanımlayan Lenin’e, tarih, örgüt türünün koşula bağlılığını Rusya’da pratik olarak kanıtlama olanağı da sağlamıştır. Hiçbir zaman dogmatik olmamış ve somut koşulların somut çözümlemesinden yola çıkmış olan Lenin, toplumsal siyasal koşullardaki dalgalanma ve değişmelerin gereğine uygun görevleri saptayıp uygulamada proleter uyanıklık ve kararlılıkla davrandığı gibi, partinin çalışma koşullarının köklü değişimlere uğradığı temel toplumsal siyasal değişiklikler karşısında da aynı şekilde davranmış ve hemen gereğini yerine getirmeye yönelmiştir.
1905 Devrimi’nin, ülkeyi baştan sona saran ayaklanmalarla, henüz çarlık otokrasisi devrilmeden kalsa da, onun yönetsel mekanizmasını açtığı gediklerle işlemez kıldığı ve henüz bir garantiye bağlanamamış ve ciddi tehdit altında bulunmuş olsa da siyasal özgürlüğün fiilen kazanıldığı koşullarında, Lenin’i, partinin yasal olarak örgütlenmesine girişmiş görüyoruz. Kuşkusuz, işini sağlama bağlamaktadır; fiili durumun henüz yerleşik hal almadığını ve varoluşunun garantisini yaratamadığını, kısacası işlemez hale gelse de otokrasinin henüz devrilmediğini bilen Lenin, yasadışı aygıtın dağıtılmasını değil korunmasını öngörmektedir. Ama bir yandan da, harekete katılan ve milyonlarla sayılabilecek yeni güçlerin zaferi elde edebilmek üzere örgütlenişini olanaklı kılabilmek üzere, partinin yasal olarak örgütlenmesini de gündeme getirmektedir. Çağrısı şudur: “Gizli aygıtın yanı sıra legal ve yarı-legal parti örgütleri ya da partiye sempatizan örgütler kurmak kesinlikle gereklidir. Bunlar olmadan, çalışmamızı yeni koşullara uydurmamız ve yeni sorunları çözmemiz kesinlikle mümkün değildir.” (Örgütlenme, Aydınlık Yay. sf. 125; Aynı konuda bkz: Örgütlenme Üzerine, İnter Yay. sf. 73)
Lenin’de, bu yeni yönelimin çıkış noktası nettir:
“Partimiz çalışma koşulları köklü bir değişim geçiriyor. Toplantı, örgütlenme ve basın özgürlüğü kazanılmıştır. Elbette bu özgürlükler son derece eğretidir ve bunlara güvenmek delilik, hatta cinayet olur. Belirleyici mücadele henüz verilmedi, bu mücadeleye hazırlık ön planda ele alınmalıdır. Partinin gizli aygıtı korunmalıdır. Aynı zamanda, bugün sahip olduğumuz nispeten daha geniş özgürlüklerden mutlaka mümkün olduğu kadar çok yararlanmamız gerekir.” (Agy, sf.125) “
Lenin’in bu önerisinin, siyasal özgürlüklerden yoksunluk ve otokratik gericiliğin karanlığı koşullarında partinin örgütlenmesinin biçimine ilişkin olarak ileri sürdüğü, yasal olanaklardan yararlanma ve yasadışı çekirdeklerin yasal ve yarı-yasal işçi örgütleri ağı ile çevrelenmesi, bu örgütler içinde “müstahkem mevkiler tutulması” ve bu yoldan yasal çalışma yürütülmesi önerisinden temelde farklı olduğu ortadadır. Siyasal özgürlüğün olmadığı koşullarda yasallık sorununu yasal olanaklardan yararlanmak ve örgütü biçimde bu olanaklara uyarlamak olarak ele alan, örgüt türünü yasala uyarlamayı ise tasfiyecilik olarak suçlayan Lenin; siyasal özgürlüğün eğreti ve yarım yamalak da olsa kazanıldığı koşullarda, eğretilik nedeniyle gizli aygıtı korumakla birlikte, örgütün, türü bakımından da yasal olarak örgütlenmesine girişilmesini gerekli görmektedir. Önerisinin, örgütün biçimlerinde değişikliğin ötesinde olduğu; gizlilik koşulları için savunduğu atama ilkesi yerine yeni koşullarda örgütün kendisinin de köklü bir şekilde demokratikleştirilmesini ve seçim ilkesini savunmaya geçmesiyle de belirginleşmektedir. (Bkz: Agy, sf. 126)
Lenin’in önerişinin çıkış noktası net olduğu gibi, amacı ya da önerisinin nedeni de nettir:
“Şu halde sorun açıktır: Şimdilik gizli aygıtı korumak ve aynı zamanda legal bir aygıt kurmak gerekiyor… Partimiz fazlasıyla uzun bir zaman gizlilik şartlarında çalıştı. Üçüncü Kongre’de bir delegenin çok doğru bir şekilde belirttiği gibi, son yıllarda bu şartlar içinde partimiz neredeyse boğulacaktı. Bugün gizlilik çökmektedir. (Burada, gizlilikten nefret eden ve sözcüklerini de bu nefretiyle seçen bir Aydınlıkçı tercümecilikle karşı karşıyayız. Aynı makalenin, dili kötü olmakla birlikte, ideolojik kaygı gözetilmeden İnter Yayınları tarafından basılan çevirisinde bu cümle şöyledir: ‘”Yeraltı dönemi’ sona ermektedir.” -Ö.D.) Öyleyse daha da cesaretle ileri atılın! Yeni silahlar ele geçirin, onları yeni gelenlere dağıtın, dayanak noktalarınızı çoğaltın, bütün sosyal demokrat işçileri safınıza çağırın, onları yüzlerle, binlerle parti örgütlerine katın. Onların delegeleri bizim çok sayıda merkezimize canlılık kazandırsın, buralara devrimci genç Rusya’nın taptaze soluğunu getirsin… Öyleyse, mutlaka gerekli olan parti reformuna girişerek her türlü tutuculuğu reddedelim, yeni yolda derhal ilerlemeye koyulalım. Bu, bizim (tartışılmaz yararı hayatın kendisi tarafından ve devrimin akışı içinde bütün resmi kararlardan yüz kat daha fazla bir güçle doğrulanan ve gene tartışılmaz yararı sosyal demokrat işçiler tarafından da kabul edilen ve onaylanan) eski gizli aygıtımızı ortadan kaldırmayacaktır. Bu, bize gerçekten ve sonuna kadar devrimci biricik sınıfın, Rusya’da özgürlüklerin yarısını elde etmiş, tamamını da elde edecek olan ve Rusya’yı özgürlük yolundan sosyalizme götürecek olan sınıfın derinliklerinden gelen genç ve yeni güçler kazandıracaktır!” (Agy, sf. 127,128)
Örgüt türünün yasallaştırılmaya girişilmesinin çıkış noktası, özgürlüklerin fiilen kazanılmış olması; amacı ise, devrimin binlerle, on binlerle ortaya çıkardığı yeni ve taze güçlerin kazanılması ve örgütlenmesi, devrim içinde hazırlığın tamamlanarak, devrimci saldırının sistemli ve örgütlü hale sokulabilmesi ve zaferin garanti edilmesidir. Ama yasadışı aygıt “şimdilik” korunsa da, yeni kurulmakta olan yasal aygıt, örgütlenmesinde yeniliklere ihtiyaç göstermektedir. Sosyalist işçileri sadece partiye davet etmek, ama bunu, partiyi, işçilerin ulaşabileceği ve onları kucaklayabilecek biçimde örgütlemeden yapmak, bir iyi niyet ortaya koymaktan başka anlama gelemezdi. Lenin, partinin yeni örgütlenme biçimi için hemen yeni ölçütler koymadı, çünkü daha her şey yeniydi ve işe yeni girişiliyordu. Uygun yeni biçimler bulmak üzere, bütün parti üyelerinden azami inisiyatif ve yaratıcı ruhla dolu kolektif bir çalışmaya girişmelerini istedi. Partinin taban örgütü hücresinin eskisinden daha esnek ve gevşek, daha serbest bir biçimde örgütlenmesi gereğini vurgularken; bir yandan siyasal özgürlüğün fiilen kazanıldığı, ama bir yandan da onun henüz eğreti olduğunun bilinciyle, hem kazanılmış siyasal özgürlüğü kullanmak ama hem de yalnızca kazanılmış özgürlük alanını genişletmek de değil, çarlığı devirerek elde edilen kazançları tamamlamak ve sağlam temeline oturtmak gereği üzerinde durdu:
“Halkın yurttaşlık haklarının tamamen güvence altına alındığı, tam bir örgütlenme özgürlüğünün var olduğu koşullarda elbette her yerde sosyal demokrat birlikler (sadece sendikal değil, aynı zamanda siyasi birlikler) kurmamız gerekecektir. Bugünkü koşullarda ise, her yoldan ve elimizdeki bütün imkânlarla bu amaca yaklaşmaya çalışmalıyız.” (Agy, sf. 130)
RSDİP, yakaladığı bu fırsattan, kuşku yok ki, yalnızca seçim çalışmaları vb. için yararlanmakla sınırlamıyordu kendisini. Amaç, devrimin güçlerini geliştirmek olduğu kadar, nihai hesaplaşma için hazırlamak ve bu hesaplaşmayı en örgütlü şekilde karşılamaktı da. Lenin şöyle konuşuyordu:
“Özetle biz sosyal demokratlar eylem özgürlüğünün bugünkü boyutlarından her bakımdan yararlanmalıyız; bu özgürlük ne kadar sağlamlaşırsa, biz de, ‘halka gidelim!’ şiarını o kadar canlı bir şekilde ileri süreceğiz. İşçilerin kendi inisiyatifi, şimdi gizli çalışma yapan ve ‘ufak çevreler’e üye bizlerin daha dün hayal etmeye bile cesaret edemediğimiz boyutlara ulaşacaktır… Biz bugün ‘halka’, en ücra köyler dâhil, bütün herkesin katılacağı seçimler için olduğu kadar, taşra Vande’sinin (Fransa’da, 18. yy. sonunda köylülerin cumhuriyete karşı isyana giriştikleri bir eyalet. -Ö.D.) gerici zihniyetini felce uğratmak ve büyük merkezlerden gelen şiarların bütün ülkeye, proletaryanın bütün kitlelerine yayılmasını sağlamak için açık mücadele amacıyla da (ki bu daha da önemlidir) gitmeliyiz.” (Agy, sf. 132)
Devrim yenilgiye uğradığında, kazanılmış özgürlükle birlikte, işçi sınıfı ve emekçi kitleler amansız bir saldırıya maruz kaldığında, RSDİP’in “parti reformu” ve yeni örgütlenmeye geçme denemesi son buldu; eskinin yeni örgüt biçimleri eskidi ve parti yeniden, zaten dağıtmadan koruduğu yasadışı aygıtını sağlamlaştırma görevine döndü. Eğreti de olsa siyasal özgürlükler olmadan, partinin yasallığı üzerinde konuşulamazdı bile. Bunun anlamı tasfiyecilikten başka şey olmazdı.

MENŞEVİK TASFİYECİLİK VE LENİN
Devrim döneminin ardından, yenilgi ve karanlık gericilik yılları geldi. İşçi ve köylü hareketi gerilemeye başlamıştı. 1905’te 2.863 bin olan grevci işçi sayısı, 1907’de 740 bine; 1908, 1909 ve 1910’da ise, sırasıyla, 176, 64 ve 47 bine düşmüş, siyasal grevler görünmez olmuştu. Devrimin gerilemesi ve inisiyatifin otokrasinin eline geçmesi, karşıdevrimci terörün tırmanmasıyla at başı gitti. Sonunda tam birleşip örgütlenememiş, bilinç ve örgüt düzeyi devrimin zaferi için yeterli olmamış işçi sınıfı ve onunla birleşme düzeyi yetersiz kalmış köylülerin ayaklamaları bastırıldı. İşçilerin grevleri ve devrimci hareketi -köylülerinkiyle birlikte- gerileme sürecine girip çarlık inisiyatifi ve kendine güveni yeniden kazandıktan sonra, işçi hareketinin gerileme ve gerilemenin dağılmaya dönüşmesi süreci hızlandı. Moral bozukluğu gelişti ve gerileme hemen bütünüyle bozguna dönüştü. Gelişmelerden, en az, geri çekilme taktiğine başvurarak düzenli bir geri çekilmeyi gerçekleştirmeye çalışan Bolşevik Partisi etkilenmesine rağmen, gerileme ve dağılmadan, o da etkilenmezlik edemedi. Lenin, “Sol Komünizm”de gericilik yıllarını şöyle tanımladı:
“Çarlık yenmiştir. Bütün devrimci partiler ya da muhalefet partileri ezilmişlerdir. Siyaset yerine, yılgınlık, moral kırıklığı, bölünmeler, dağılma, davayı yadsıma, ahlaksızlık, felsefi idealizme doğru artan bir eğilim; mistisizm, karşıdevrimci bir ruh halini izlemeye yaramaktadır.” (sf. 16)
Otokrasi, öteden beri tarım politikası vb.nin gösterdiği gibi burjuvalaşma yolunu tutmuştu; ama devrimle birlikte bu açıdan ileri adım atmaya zorlanmış bulunuyor, eski toprak düzeninden ve bazı eski dayanaklarından vazgeçmek durumunda kalıyordu. Eskiden de büyük burjuvazi feodal aristokrasinin yanında iktidar mevkiindeydi. Ama şimdi şehirlerin proleterleriyle kırsal bölgelerin emekçi yığınlarına karşı liberal burjuvazi de, zengin köylülerden destek aramaya yönelmişti. Salt eski yöntemleri kullanarak ayakta kalamazdı. Devrim sırasında yığınları yatıştırma ve mücadelelerini saptırma amaçlı olarak gündeme soktuğu güdük “halk temsili” ve Duma, 3 Haziran Stolypin Darbesi’yle tümden güdükleştirildi, işçi ve köylülerin katılımı iyice kısıtlanırken devrim karşısında duyduğu korkuyla çarlıkla uzlaşmasını derinleştiren karşıdevrimci liberal burjuvaziye “temsili organ”da tanınan olanaklar genişletildi ve otokrasi, tamamen burjuva yolu tuttuğunu kanıtlamak istercesine, aristokratlarla oktobrist burjuvaziyi dengelemeye ve Duma’da bu sınıflar arasında bir ittifak sağlamaya zorlandı. Otokrasi burjuvalaşma yolunu tutar, sahte anayasal kurumlarla örtünmeye çalışır ve dayanaklarıyla birlikte kendisini yeniden düzenlemeye yönelirken; gericilik, aşağı sınıfların ve örgütlerinin dağınıklığını geliştirmek üzere bütün saldırganlığıyla yürürlükteydi. Lenin 1908 Martı’nda şöyle yazdı:
“3 Haziran’daki gerici darbeden bu yana altı aydan fazla zaman geçti ve hiç şüphe yok ki bu ilk altı ay boyunca, sosyal-demokratların örgütü de içinde olmak üzere bütün devrimci örgütlerin büyük ölçüde gerilediği ve zayıfladığı görüldü. Yalpalama, dağınıklık ve parçalanma; işte bu ilk altı ayın genel özellikleri bunlardı. Aslında başka türlü olması beklenemezdi; çünkü gericiliğin son derece şiddetlenmesi ve geçici bir zafer kazanması ve dolaysız sınıf mücadelesinin zayıflamasının devrimci partilerde bir buhrana yol açması kaçınılmazdı.” (Örgütlenme, sf.135)
Gündelik pratik çalışma içindeki Stalin’in 1908 Aralık Konferansı sırasındaki durumu yansıtan gözlem ve saptamaları, tahmin edilebileceği gibi daha somuttur:
“Partimizin şiddetli bir kriz geçirmekte olduğu kimse için bir sır değildir. Partinin üye kaybı, örgütlerinin küçülmesi ve zayıflığı, birbirinden tecrit durumunda olmaları ve ahenkli parti faaliyetinin yokluğu -bütün bunlar partinin sıkıntı içinde olduğunu ve ölümcül bir kriz geçirdiğini gösterir.
“Partiyi özellikle zayıflatan ilk şey, parti örgütlerinin geniş kitlelerden tecrit olma durumudur. Bir zamanlar örgütlerimizin saflarında binlerce insan vardı ve bunlar yüz binlere önderlik ediyorlardı. O zamanlar partinin kitleler için de sağlam kökleri vardı. Şimdi durum böyle değil. Binlerce insanın yerine örgütlerimizde onlarca veya en fazla yüzlerce insan kaldı. Yüz binlere önderlik etmeye gelince, bunun lafını bile etmeye değmez… Krizin tam çapını hemen görebilmek için 1907″de 8000 üyemizin olduğu fakat şimdi 300-400 insanı zorlukla toparlayabildiğimiz St. Petersburg’a bakmak yeterlidir. Benzer durumlarda olan Moskova’dan, Urallar’dan, Polonya’dan Donetz Havzası’ndan vb. söz etmeye gerek yok.
“Dahası var. Parti sadece kitlelerden tecrit olmanın sıkıntısını çekmekle kalmıyor, kendi örgütlerinin birbirleri ile ilişkide olmamasının, aynı parti hayatını yaşıyor olmamasının ve birbirinden kopuk olmasının sıkıntısını da çekiyor. St. Petersburg, Kafkasya’da ne olduğunu bilmiyor, Kafkasya’nın Urallar’dan haberi yok vb; her küçük köşe kendi hayatını yaşıyor. Aslını söylemek gerekirse, 1905–07 döneminde gururla bahsettiğimiz aynı ortak hayatı yaşayan tek bir partimiz artık yok.” (Stalin, Parti İçindeki Kriz ve Görevlerimiz, Aktaran. Tony Cliff, Lenin: Partinin İnşası, sf. 193–94)
Dağınıklığa ve partide “kriz”e yol açan temel koşul, otokrasinin zaferi ve devrimin kana boğulması ertesinde yaşanan gericilik dönemiydi. Ama nedeni ve sınıfsal temeline ilişkin açıklaması neydi? Aydınların dönekliği, kaçaklık ve tasfiyecilik ve partiye, küçük burjuva aydınlar üzerinden gerçekleşen burjuva etkisinin yayılması. Şubat 1909’da Lenin şunları söylüyordu:
“Bir çözülme yılı, bir ideolojik ve siyasal ayrılık yılı, parti açısından bir sürükleniş yılı gerimizde kaldı. Tüm parti örgütlerimizde üye sayısı düştü. Bazıları -özellikle üyeleri en az proleterce olanlar parça parça oldular. Partinin devrim tarafından yaratılan yarı-yasal kurumları arka arkaya dağıldı. İşler öyle bir noktaya geldi ki, parti içindeki bazı unsurlar, genel parçalanmanın etkisi altında, eski sosyal demokrat partiyi korumanın, onun çalışmalarını sürdürmesinin, bir kez daha ‘yeraltına girmenin’ gereği olup olmadığını ve bunun nasıl yapılacağını sormaya başladılar. Aşırı sağ (tasfiyeci eğilim denen eğilim) bu soruya, her ne pahasına olursa olsun, hatta parti programını, taktiklerini ve örgütünü açıktan açığa bir yana koyma pahasına, kendimizi yasal duruma sokmamız gerektiği yolunda karşılık veriyordu. Hiç kuşku yok ki, bu, örgütsel olduğu kadar, ideolojik ve siyasal bir bunalımdı…
“Partideki bunalımın ana nedeni… yalpalayan aydın ve küçük burjuva unsurlardır. İşçilerin partisi bu unsurlardan kurtulmak zorundaydı. Bu unsurlar işçi sınıfı hareketine, daha çok, burjuva demokratik devriminin çabucak utku sağlayacağı umuduyla katılmışlardı, tepki dönemine dayanabilecek durumda değildiler. Kararsızlıkları, parti örgütünde olduğu kadar, teoride (devrimci Marksizm’den gerileme: bugünkü durum hakkında karar) ve taktiklerde (‘sloganların budanması’) kendini ortaya koymaktaydı. Sınıf bilincine ermiş işçiler bu kararsızlığı reddettiler, azimle tasfiyecilerin karşısına dikildiler, parti örgütlerinin yönetimini ve yöneltilmesini kendi ellerine almaya başladılar. ” (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 27-28)
Kaçaklık ve dönekliğin teorisini yaparak partiden ayrılan küçük burjuva aydın unsurlar ve onlarla birlikte davranan küçük burjuva kafalı az sayıda işçi, sınıfın saflarında burjuva liberal etkinin yayıcıları olarak, kooperatifler, işçi birlikleri, eğitim dernekleri ve Duma grubunun danışma kurulları gibi değişik yasal örgütlerin başına çöreklendiler ve “… Oralarda sadece parti siyasetini uygulamamakla kalmadılar, üstelik partiye karşı savaş açtılar ve bu örgütleri partinin elinden koparmaya, partiye düşman etmeye çalıştılar. Yasallığı bir fetiş durumuna sokarak ve işçi sınıfı içindeki geçici çöküntünün ve dağınıklığın getirdiği dar eylem biçimlerini bir ilke haline getirerek bu öğeler -partinin, kendilerini açıkça ortaya koymuş tasfiyecileri- gayet belirgin bir biçimde teorik ve taktik revizyonizm temeli üzerinde yer tuttular.” (Age, sf. 44)
Tasfiyeciler 1912’de topladıkları konferanslarında, proletaryanın yasadışı partisinin “açık bir işçi partisi” ile değiştirilmesini açıkça ve resmen karara bağlayarak “sorunu çözdüler”. Lenin’in de haklı olarak belirttiği gibi, konferans kararları, “Parti kuruluşunun örgütsel biçimleri” başlığını taşıyor ve görünüşte partinin örgütlenme biçimine ilişkin karar alıyorlardı; söz konusu olanın, partinin türünün değiştirilmesi olduğu hemen anlaşılıyordu. Kararlarının birinci maddesi, “Sosyal demokrat partinin, sosyal demokrat proletaryanın, kendi kendini yöneten bir örgüt haline dönüştürülmesi, ancak sosyal demokrat örgütün işçi yığınlarını, her türlü açık toplumsal ve siyasal eyleme çekme girişimi çerçevesinde biçimlenmesiyle gerçekleştirilebilir.” diyordu. (Age, sf. 278)
Parti, dönüştürülecekti! Açık ya da yasal eylem içinde dönüştürülecekti! Yani eski, bilindik partinin, yasadışı örgütün yerine yasal eylemin örgütü geçirilecekti.
Kararın ikinci maddesi ise şöyleydi: “Devrim öncesi döneme bakışla, toplumsal ve siyasal koşullardaki değişiklikler karşısında, daha önceden varolan ya da doğmakta olan yasadışı parti örgütleri, kendilerini, açık işçi sınıfı hareketinin yeni biçimleri ve yöntemlerine uyarlamalıdırlar.” (Age, sf.281)
Önceden belirtmiştik; siyasal özgürlüklerin kazanılması sonucunu veren köklü toplumsal siyasal değişiklikler olmaksızın, toplumsal siyasal durum ve güç ilişkilerindeki dalgalanma ve nispi değişmeler, ancak örgütün biçimini etkiler ve yenilenmesini gerektirir; ama türünü asla. Karar maddesinde “toplumsal siyasal değişiklikler” den söz etmekle, tasfiyeciler, aslında örgütün türünde değişiklik gereğini, yasadışı partinin ve örgütlerinin kendilerini açık ya da yasal harekete uyarlamaları gereğini haklı göstermek istemişlerdi; ama bunu da çok açık söyleyemiyorlardı.
“Aslında ‘koşullardaki değişiklikler karşısında’ kendini yasadışı örgüte uyarlaması gereken örgüt, yasal örgüt olmalıdır” diyen Lenin, tasfiyecileri şöyle eleştiriyordu:
“Durumu bizim değerlendirişimizden -partinin değerlendirişinden- çıkarılacak temel sonuç, devrimin gerekli olduğu ve yaklaştığı sonucudur. Devrime götürecek olan gelişme biçimleri değişmiştir, ama devrimin eski hedefleri yerli yerinde duruyor. Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Örgütlenme biçimleri değişmelidir; ‘çekirdek’lerin biçimi esnek olmalıdır, bu çekirdeklerin genişlemesi, çekirdeğin kendisinde değil, ama genellikle onların yasal ‘çevresinde’ olacaktır vb… Ama yasadışı örgütün biçimlerindeki bu değişiklik, hiçbir zaman yasal harekete ‘uyarlama’ formülüyle ifade edilmemiştir. Bu tamamen farklı bir şey. Yasal örgütler, yığınlar arasında yasadışı çekirdeklerin fikirlerini yaymak için kullanılan müstahkem mevkilerdir. Başka deyişle, eski etkimizin yasadışı doğrultuda sürüp gitmesini güvence altına almak için etkileme biçimini değiştirmekteyiz.
“Salt örgüt biçimi olarak, yasadışı, kendini yasal olana ‘uyarlamaktadır’. Ama partimizin çalışmalarının içeriği açısından, yasal eylem kendini yasadışına uyarlamaktadır’.” (Age, sf.282–3, a.ç. Lenin)
Lenin, toplumsal koşullar değiştikçe örgüt biçimlerinin değişmesi sorununda nettir, koşullar değiştikçe biçimler değişecektir; üstelik “salt örgüt biçimi olarak” yasadışının kendisini yasala uyarlamasının doğru ve gerekli olduğunu belirtmektedir. Yani parti, kendisini, biçimsel olarak, yasal harekete “uyarlamalı”, yasal hareketi kucaklayacak uygun örgüt biçimleri geliştirmelidir. Ama bir şey kesindir: Örgüt türü ya da çalışmanın içeriği yasadışı olmalı ve bu bakımdan yasal eylem kendisini ona uyarlamalıdır. Bu, aynı zamanda, örgütün, türsel olarak, açık bir işçi partisi ile değiştirilmesinin ret ve mahkûm edilmesidir. Lenin, yasadışı partinin açık ya da yasal bir partiye dönüştürülmesini, yasadışı partinin yerine açık partinin geçirilmesini tasfiyecilik olarak mahkum eden bu yaklaşımıyla, yasalcı tasfiyecilerin “açık parti” ve “açık parti için savaşım” sloganlarını oportünizm olarak suçlamaktadır:
“Açık bir parti sözü, aydınların partiyi yadsımalarını örtülemek için kullandıkları bir sözden başka bir şey değildir, ikincisi, parti, tasfiyeciliği, yani açık bir parti sloganını birçok kez mahkûm etmiştir. Ama parti, açık eylemleri mahkûm etmek şöyle dursun, tam tersine, onları savsaklayan ya da yadsıyanları mahkûm etmiştir. Üçüncüsü, 1904’ten 1907’ye kadar açık eylemler, özellikle, tüm sosyal demokratlar arasında geliştirilmiş bir şeydir… O sıralarda sosyal demokratlar arasında böyle bir slogan neden ortaya atılmadı? Çünkü o zaman, sosyal demokratların bir kesimini aşırı oportünizme çekecek bir karşıdevrim fırtınası henüz esmemişti. O sıralarda ‘açık bir parti için savaşım’ sloganının oportünist bir ifade olduğu, ‘yeraltının’ yadsınması niteliğinde olduğu çok çabuk belli olurdu… 1905 dönemi boyunca, açık eylemlerin olağanüstü bir biçimde geliştiği sıralarda, ‘açık bir parti için savaşım’ sloganı diye bir şey yoktu. Karşı-devrim döneminde, açık eylemlerin daha yavaş gelişme gösterdiği sıralarda, sosyal-demokratların bir bölüğü (burjuvaziyi izleyerek), ‘yeraltını’ yadsıyan ‘açık bir parti için savaşım’ sloganını ortaya attı.” (Age, sf.326–27)
Siyasal özgürlükten yoksunluk koşullarında, Lenin’in temel kaygısının, örgütün türü ve çalışmasının içeriğinin yasadışı niteliği olduğu anlaşılmış olmalıdır. Bunu yadsıyanları tasfiyecilikle tanımlamakta; siyasal özgürlüğün hemen hiç bulunmadığı, liberal burjuva Kadet partisinin bile yasa dışılığa zorlandığı karanlık gericilik dönemindeyse, açık eylemi mümkün ve gerekli görürken, yasadışı partinin yerine konmak üzere ileri sürülen “açık parti için savaşım” sloganını oportünizmle nitelemektedir. Lenin’in “açık parti”ye ilişkin görüşlerinin iyice anlaşılır olması için, onun açık eylem üzerine söylediklerini de aktararak bölümü tamamlayalım:
“Birbiriyle taban tabana karşıt iki tür açık eylem olasıdır (ve görülecektir) – biri tamamen eskinin ruhuyla onun sloganları ve taktikleri adına eskiyi savunan, ikincisi eskiye karşı, onun rolünün ve sloganlarının küçümsenmesi için eskiyi reddeden iki tür açık eylem… Tartışma noktası şu, sayın bayım: Bu eylemler ‘yeraltı’nı savunma doğrultusunda ve onun ruhuna uygun mu yürütülmeli, yoksa yeraltını küçümsemeli, ona karşı çıkmalı, onun ruhuna karşıt mı olmalı? Anlaşmazlık, sadece -sadece!-, bu belli başlı açık eylemin liberal bir ruhla mı yoksa tutarlı demokratik bir ruhla mı yürütüldüğü noktasındadır. Anlaşmazlık, ‘sadece’ insanın açık eylemle yetinmesinin mümkün olup olmadığı noktasındadır…” (Age, sf. 327-28, a.ç. Lenin)

YASAL ÖRGÜT BİÇİMLERİNİ YADSIMAK, BİR TASFİYECİLİK TÜRÜDÜR

Tasfiyecilik, özgürlükten yoksunluk koşullarında yasadışı örgüt türünün yadsınması ve onun yasal bir örgüte dönüştürülme çabasından ibaret değildir. Yasadışı örgütün, koşulların gerekli kıldığı yasal örgüt ve mücadele biçimlerini kullanmaktan, böylece yasal örgütler içinde elde edeceği “müstahkem mevkiiler”den yararlanarak kendisini perdeleyip korumak ve aynı zamanda, başka türlü mümkün olmayan işçi ve emekçi hareketinin geliştirilmesi ve ilerletilmesini, bu olanaklardan yararlanarak sağlamaktan uzak tutulması da, tersyüz edilmiş bir tasfiyecilik türüdür. Bu tür tasfiyecilik, yasal olanaklardan yararlanılmasının yadsınması yoluyla, yasadışı örgütün korunması, pekiştirilip sağlamlaştırılması ve işçi hareketinin gelişmesiyle birlikte geliştirilmesinin olanaksızlaştırılması yoluyla, onun, “sol” bir görüntü verilerek yok oluşa mahkûm edilmesidir. Bu tasfiyecilik türü, Türkiye’de ’71küçük burjuva devrimciliğiyle ortaya çıkmış, şimdi kalıntılar halinde varlığını sürdüren küçük burjuva sosyalizminin yasa dışılığı tek örgüt ve eylem biçimi gören ve yasal olanaklardan yararlanmayı reddeden anlayışında yaşanmıştır; örnekleri oldukça boldur: Devrimci Sol ve TKP/ML gibi…
Rusya’da, özellikle Duma’ya katılmayı reddetmeleri dolayısıyla Lenin’i uğraştıran Otzovizm olarak ortaya çıkmıştır. Lenin, Menşevik tasfiyecilikle tek bir ortak temele sahip bu “sol”dan tasfiyeciliği, otzovizmi şöyle tanımlayıp eleştirdi:
“En önde gelen ödevimiz, RSDİP’i korumak ve pekiştirmektir. Bu büyük ödevin başarılması, çok önemli bir öğeyi içerir: Tasfiyeciliğin iki türüyle -sağdaki ve soldaki tasfiyecilikle- savaş. Sağdaki tasfiyeciler yasadışı bir RSDİP’e gerek olmadığını, sosyal demokrat eylemlerin özellikle ya da olabildiği ölçüde yasal olanaklar çerçevesinde toplanması gerektiğini söylüyorlar. Soldaki tasfiyecilerse öteki aşırı uca gidiyorlar: Onlara göre, parti çalışmalarının yürüyebileceği herhangi bir yasal yol yoktur. Onlar için salt yasadışı eylemler vardır, her ne pahasına olursa olsun yasadışı eylemler. Her ikisi de, aşağı yukarı aynı ölçüde, RSDİP’i tasfiye edici eğilimlerdir. Çünkü tarihin bize zorladığı bugünkü durumda yasal ve yasadışı çalışmaları, belli bir yöntem çerçevesinde, birbiriyle akıllıca bağdaştırmaksızın, ‘RSDİP’in korunması ve pekiştirilmesi’ aklın alabileceği bir iş olamaz.” (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 40)
İki tür tasfiyeciliği birleştiren temel, yasal ve yasadışı çalışmanın birleştirilmesinin yadsınmasıdır; bunu biri sağdan, yasallığı; diğeri “soldan” yasa dışılığı tek örgüt ve mücadele biçimi olarak ileri sürerek yapar. Sonuç ise aynıdır: Partinin korunup pekiştirilememesi ve devrimin hazırlanamaması. Lenin, Otzovizmin şahsında, bu iki sonucu çok açık ortaya koyuyor:
1- “İçyüzü ortaya dökülen Menşeviklik, yani otzovistlik ve ültimatomculuk da tasfiyeciliğin güçlenmesine yol açıyor: Duma ve yasal eylemler konusunda ‘çekişmeyi’ sürdürmek, eski örgütü, yeni tarihsel döneme göre değişen koşullara uyarlamaksızın korumaya çalışmak, gerçekte devrimci durağanlık ve yasadışı örgütün yıkılması demektir.” (Age, sf. 69)
2- “Öte yandan -şimdi burada ikinci sapma üzerinde duracağız -gündelik devrimci sosyal demokrat çalışmaları, her bir yeni tarihsel dönemin kendine özgü niteliklerine uyarlayarak biçimini değiştirmeyi bilmeksizin bu çalışmaları yürütmek uygulamada olanak dışıdır. ‘Duma’da sosyal demokratik çalışma yapmayı ve yasal olanakları kullanmayı reddetmek, her ikisinin önemini kavrayamamak’, uygulamada sosyal demokrat bir sınıf siyaseti gütmeyi olanaksızlaştıran sapmanın ta kendisidir. Rusya’nın tarihsel döneminin yeni aşaması, karşımıza yeni ödevler çıkarıyor. Bu, eski görevlerin yerine getirildiği, onların artık bir yana bırakılabilir olduğu anlamına gelmez. Demek istediğimiz şu ki, bu yeni ödevleri dikkate almak, yeni savaşım biçimleri bulmak, bu ödevleri yerine getirmeye elverişli taktikler ve örgüt hazırlamak gereklidir.” (Age, sf. 80)
Önceden temelleri ortaya koyulmaya çalışılan şu fikir, şimdi belirgin biçimde karşımızdadır: Toplumsal siyasal koşullardaki değişiklikler, mücadele ve örgüt biçimlerini etkileyip belirler; komünistler, devrimi gereğince hazırlayabilmek için, bu koşullardaki değişmelerin gerekli kıldığı görevleri üstlenmek, yasal ve yasadışı çalışmayı uygun yöntemlerle birleştirmek, yasadışı partiyi, biçimde, yeni dönemin koşullarına ve dayattığı görevlere uyarlamak, yeni örgüt ve mücadele biçimleri geliştirmek ve böylelikle hem işçi ve emekçi hareketinin önünü ve gelişme kanallarını açmak ve hem de ancak bu yolla gerçekleştirebilecekleri yasadışı örgütü koruyup pekiştirmeyi başarmak zorundadırlar. Başka türlü, tasfiyecilik yapılabilir, devrimcilik oynanabilir, ama asla devrimci olunamaz ve devrimcilik yapılamaz. Devrimin hedefleri ve amaçlarının (dolayısıyla temel toplumsal siyasal koşulların) değişmeden kalmasına bağlı olarak sadece örgüt türünün değişmez kalmasını ve yasadışı partinin vazgeçilmezliğini savunmak mutlaka gerekli, ama yeterli değildir. Değişen toplumsal siyasal koşulları dikkatle irdeleyip, bundan, devrimi hazırlamak ve partiyi koruyup güçlendirmek üzere gerekli sonuçları çıkarmak, uygun mücadele ve örgüt biçimleri geliştirip hazırlamak ve yasal çalışmayla yasadışı çalışmayı belirli bir yöntem çerçevesinde birleştirmek, devrimci kalmanın koşuludur.

Nisan-Mayıs 1995

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑