İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini yakından takip eden hemen herkes, sendikal harekette ortaya çıkan, yaygınlaşan ve giderek çeşitlenen platform ve kurultaylar hakkında çeşitli düşünceler öne sürüyor. Bu tür oluşumların işçi sınıfı ve emekçilerin sendikal hareketinde yol açtığı olumluluklar göz ardı edilerek, taşıdığı zaaf ve eksiklikler öne çıkartılarak eleştiri bombardımanına tabi tutuluyor. Ortaya çıkış koşulları, şekilleniş süreçleri ve bağrında taşıdığı olumlu nitelikler göz ardı edilerek yapılan bu tür eleştiriler, yapıcı olmaktan çok yıkıcı, güç biriktirici olmaktan çok dağıtıcı bir işlev görüyor.
Öte yandan, tarihi boyunca olmadık bir kapsamda sermayenin saldırısıyla yüz yüze bulunan işçi sınıfı, bu saldırıları sendikalarının başına çöreklenmiş bulunan burjuva bürokrat sendika yönetimleriyle karşılamak durumunda bulunuyor. İşçi sınıfının örgütlülük ve mücadele potansiyelini önemli oranda dumura uğratan bu olgu, günümüzde işçi sınıfı hareketinin en önemli dezavantajı durumundadır. Fakat işçi sınıfı açısından yakın dönemde önemli tehlikelerden birini de, mevcut koşullarda önemi on kat daha artan işçi platformlarına sorumsuzca yaklaşan tutumlar oluşturuyor.
PLATFORMLAR VE ORTAYA ÇIKIŞLARI
Bugün ülkemizde var olan platformlar yalnızca işçilerin ve kamu emekçilerinin oluşturduğu platformlardan İbaret değildir. İçlerinde kitle örgütleri, meslek kuruluşları, sanatçı ve aydınlar tarafından yaratılan çeşitli oluşumların yer aldığı ve ilk anda sayılamayacak çoklukta “platform” ve “kurultay” bulunmaktadır. Mevcut platformları sınıflandırmaya tabi tutarsak, bunları, aynı kategoriden güçlerin oluşturduğu platformlar ve farklı güçlerin bir araya gelerek oluşturdukları platformlar olmak üzere başlıca iki başlık altında toparlayabiliriz. Örneklemek gerekirse şekillenişleri itibariyle, işçi sendikaları şubeleri platformu, Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu (KÇSP) ve Kamu Çalışanları Sendikaları Şubeler Platformu aynı kategoriden güçlerin oluşturduğu platformlar olarak nitelendirilmelidir. Bunun dışında kalan, “Demokrasi Platformları” ya da “kurultaylar” benzeri platformlar, ikinci tür platformları oluşturmaktadırlar. Platformlar arasındaki farklılıklar göz önüne alınmadan yapılan değerlendirmeler, kuşku yoktur ki kişiyi yanılgıya götürecektir. Elbette ki bu durumda ortaya çıkan her platform ya da kurultay kabaca olumlanacak, sınıf hareketinin ihtiyaçlarını ve alacağı olası biçimleri göz ardı eden, platformları oluşturan güçlerin sınıf niteliğinin ve çıkarlarının platformları ne yönde etkileyeceğini hesaba katmayan bir bakış açısı egemen hale gelecektir. Platformların değerlendirilişinde sıkça düşülen hataların başında, platformlara bu tür yaklaşım tarzları gelmektedir.
Hemen belirtelim ki, işçilerin, kamu emekçilerinin, düzene muhalif demokrasi güçlerinin oluşturdukları hiç bir platform ya da kurultayın karşısında değiliz. Ancak bir koşulla; hangi tür platformların, işçilerin, emekçilerin, halk yığınlarının, ne tür taleplerini karşılayabilecek mücadeleleri örgütleyip, yürütebilecekleri konusunda hiçbir tereddüt ve muğlâklığın olmaması koşuluyla.
Platformların gelişim süreçlerini incelemeye, en rafine örneklerini Ankara ve İstanbul’da farklı güçlerin oluşturduğu demokrasi platformlarında gördüğümüz örnekler üzerinde kısaca durarak başlayalım. Daha sonra, üzerinde ağırlıklı olarak duracağımız işçi sendikaları şubeleri platformuna geleceğiz.
Demokratik bir mücadele konsepti oluşturmada oldukça olumlu roller oynayabilecek bu tür platformları bekleyen esaslı tehlike, niteliği dikkate alınmadan bu oluşumlara, çeşitli çevrelerce yüklenmek istenen misyonlardır. İradi olarak bu platformlara dayatılmak istenen kimi talepleri, burada yer alan güçlerin bazıları benimseyip savunurken; diğer bir kesim güçler karşı çıkabiliyor. Bu dağıtıcı bir rol oynuyor. Kapsamı bu çapta olmasa da, benzer onlarca “platform” ciddi bir işlev görmeden sönüp gitmiştir. Hâlbuki bu tür platformlarda yer alan güçlerin talepleri demokratik, ortak asgari bir mutabakat zemininde birleştirilebilinirse devrimci bir rol oynayabilecektir. Öte yandan bu tür platformların en büyük zaaflarından birisi, özellikle kitle bağlarının hemen hiç yok denecek bir seviyede olmasıdır. Yer alan güçlerin (örneğin sendika, kitle örgütü ve meslek örgütü yönetimleri) örgütsel güçleriyle değil temsili nitelikleri ile bu tür oluşumlarda yer aldıkları sürece muhalif bir tutum deklare etmenin ötesine geçen fiili eylemlilikler yaratılamayacağı bilinmelidir. Ancak bu haliyle dahi, demokrasi mücadelesi açısından sınırlı da olsa olumlu bir işlev göreceği gerçeği yadsınamaz. Hal böyleyken birçok küçük burjuva oportünist çevre ve örgütün bu tür platformları her türden oluşumun önüne koyma tavırları dönemin özellikleri göz önüne alındığında oldukça manidardır. Bilinçli ya da “bilinçsiz” yapılsın, bu gibi abartılı yaklaşımların, işçi sınıfı ve emekçilerin oluşturdukları mücadele platformlarını gölgeleyen ve bu yönüyle de ona zarar veren tehlikeli bir eğilim olduğu gerçeğinin altını çizelim.
Kısaca değindiğimiz bu tür platform ya da kurultay oluşumlarının sınıf mücadelesi açısından nasıl bir yer tuttuğu, tutabileceği üzerinde durduk. Belirtelim ki, “platform” sorununda ana problemleri bu tür oluşumlar oluşturmuyor. Ülkedeki platform enflasyonunu bir yana, bırakırsak üzerinde en çok tartışılan platformlar, başta İstanbul şubeleri olmak üzere çeşitli illerde oluşturulan yerel işçi platformları, Kamu Çalışanları Sendikaları, Platformu (KÇSP) ve Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in içinde yer aldığı platformlardır. Elbette ki buna Türk-İş’in düzenlediği “işçi kurultayları”nı da eklemek gerekiyor.
KÇSP gerek oluşumu ve gerekse de memur mücadelesinde oynadığı roller itibariyle başlı başına incelenmesi gereken bir oluşumdur. Bu nedenle biz burada işçi sendikaları platformlarını, en gelişkin örnek olması açısından İstanbul Sendika Şubeleri Platformunu ele almakla yetineceğiz. Önce bu platformun ortaya çıkış nedenlerini oluşum süreçlerini ortaya koyup, yeri geldikçe bu oluşumlara yönelik eleştirileri incelemeye çalışalım.
İSTANBUL SENDİKA ŞUBELERİ PLARFORMU
İstanbul Sendika Şubeleri Platformu’nun kuruluşuna kaynaklık eden temel olgu; örgütlü bir sendikal harekete duyulan ihtiyaçtı. 12 Eylül Cuntasının yasa ve yasaklamalarıyla tam bir örgütsüzlük ve dağınıklığın içine itilen işçi sınıfı, bizzat işçi sendikaları ve konfederasyonlarının yönetiminde bulunan burjuva-bürokrat sendika ağalan eliyle de örgütsüz kılınmaya çalışıldı. Bu durumu kabullenemeyen, öncü işçi ve sınıftan yana dürüst sendikacıların, örgütlü bir sendikal hareket yaratmak için girdikleri arayışın bir sonucu olarak İstanbul Sendika Şubeleri Platformu işçi sınıfının gündemine girdi. Bir başka ifadeyle o, işçi sınıfının örgütlenme ve direniş merkezleri olması gereken sendikaların burjuva işbirlikçisi bürokrat sendika yönetimleri aracılığıyla burjuvazi tarafından siyasi ve ideolojik olarak gasp edildiği koşullarda (bu durum ağırlıklı olarak günümüzde de devam etmektedir), birçok eksiklikler taşısa da olabildiği kadarıyla işçi sınıfı cephesinden bir karşı çıkıştı. O, ortaya çıktığı anda, taşıdığı nitelikler dolayısıyla, işçi sınıfını sendikal düzeyde temsil etme özelliğini içinde barındırıyordu. Böyle bir oluşumun örgütlü sendikal yapılar ve konfederasyonlar karşısındaki konumunun ne olması gerektiği konusunda, birçok siyasi çevre ve bizzat bu oluşum da yer alan sendikacı açısından muğlâklığını koruyor. Bazı kesimler şubeler platformlarını salt Türk Iş’e öneri götüren oluşumlar olarak nitelerken, diğer bazı kesimler de bu merkezleri var olan sendika ve konfederasyonlara alternatif bir sendikal örgüt olarak niteleyebiliyor. Oysaki sendika şubeleri platformlarının “alternatif olma yönü, ayrı bir sendikal örgütlenme merkezi okra yönü değildir. O, ancak mevcut burjuva sendikal akım ve anlayışlara karşı, sınıf sendikacılığı cephesinden, yeni bir sendikal akım ve anlayış geliştirebildiği ölçüde “alternatif olabilecektir. Yine sendikal çevrelerde sıkça dile getirilen ve bu oluşumların varlık nedenlerini, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in görevlerini yerine getirememiş olmasına bağlayan düşünceler ise, oldukça dar bir yaklaşım tarzını ifade etmektedir.
Günümüzde, çeşitli çevrelerce şubeler platformlarına sıkça yöneltilen, “Türk-İş’in uydusu olmak”, “sınıfın sendikal birliğini bölücü girişimdir”, “Tabanı temsil etmekten uzaktır” vb. türünden eleştirilerin, anlaşılacağı gibi bir bölümü “sol”dan yapılırken, diğer bir bölümü bizzat sendika bürokrasilerinden gelmektedir. Bu eleştirilerin bütününü ele alıp incelemek böyle bir yazının kapsamını oldukça aşmaktadır. Ancak önemli gördüğümüz birkaç nokta üzerinde durmaya çalışalım. İddia; 1991 Sendika şubeleri platformlarının yalnızca Türk-İş üyesi sendikaları kapsadığı ve DİSK ve Hak-İş karşıtlığı temelinde sınıfın sendikal birliğini bölücü bir rol oynadığı üzerinedir. DİSK savunucusu bu iddia sahipleri acaba bu oluşumun (İstanbul Sendika Şubeleri Platformu) ilk olarak ortaya çıktığı 1986 yılında, bugün kendi üyeleri olan Birleşik Metal İşçileri Sendikası, (o günkü adı Bağımsız Otomobil-İş’tir.) Hak-İş’e bağlı Özgıda-İş Sendikası ve bugün yine Hak-İş’e bağlı bulunan Özçelik-İş Sendikası (ki o günlerde adı bağımsız Çelik-İş Sendikası’ydı) üyesi şubelerini de kapsadığını; bugün de, Özgıda-İş 2 Nolu Şube ile Birleşik Metal İşçileri Sendikası Topkapı 2 Nolu şubelerinin hâlihazırda İstanbul Sendika Şubeleri Platformu’nda yer aldığını bilmiyorlar mı? (!) Ayrıca şubeler platformunun defalarca DİSK ve Hak-İş üyesi sendika şubelerine yaptığı çağrıları acaba neyle izah edeceklerdir? Öte yandan bugün şubeler platformu üzerine çarşaf dolusu yazı yazıp platformlara “şunu yapın”, “bunu yapmayın” türünden talimat vermeye kalkanlara, geçmişten günümüze onlarca kere platformun ölümünü ilan edenlere ne demeli?
Diğer bir eleştiri konusu ise, şubeler platformunun işçi tabanıyla olan ilişkisinin olmadığıdır. Elbette ki şubeler platformunun, aldığı kararların ne kadarını hayata geçirebildiği, tabana ne kadar yakın olduğu ve ne kadar işçiyi kucaklayabilip eyleme sokabildiği, bütünlüklü bir taktik eylem planına ne oranda sahip olduğu, tartışılır eleştirilir bir konudur. Bu soruların tamamına olumlu cevaplar verebilmek mümkün değildir. Fakat tüm bunlar, bu oluşumların taşıdığı dinamikleri ve sınıf hareketi üzerinde oynadığı olumlu rolü kabaca görmezden gelerek inkâr etmeye kadar götürülmemelidir. Özellikle İstanbul Sendika Şubeleri Platformu’nun, birçok ilde bu tür oluşumların yaratılmasında bir esin kaynağı olduğu ve bu yönüyle de işçi sınıfı içinde boydan boya mücadeleci ve örgütçü bir eğilimin ortaya çıkmasına hizmet ettiği gerçeği gözler önündedir. Birçok devrimci-demokrat “sol”un göremediği bu olguyu deneyimli sendika bürokrasisi çok iyi gördü. Özellikle 26 Eylül ‘93’te Zafer Sineması’nda yapılan ve 2 bin 500 öncü işçinin seferber edilebildiği toplantının ardından, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in zevahiri kurtarma amacıyla da olsa, bir araya gelip platform oluşturma çabalarına yönelmeleri bu tür oluşumlardan duydukları kaygının boyutlarını göstermesi açısından önemli bir örnektir. Peşinden Türk-İş’in bölgesel “işçi kurultayları” düzenlemeye başlaması, şubeler platformlarına karşı bir girişim olarak değerlendirilmelidir.
Buraya kadar söylediklerimize bakarak, sendika şubeleri platformlarını, sınıf sendikacılığının bütün görevlerini tam olarak yerine getiren merkezler olarak nitelendiren bir düşünceye sahip olduğumuzu iddia edecek olanlara karşı cevabımız şöyle olacaktır: Şubeler platformlarını olumlamamızın nedeni, bu oluşumların taşıdığı bütün zayıflık ve zaaflara rağmen işçi hareketi açısından bir çıkış noktası olabilecek potansiyel ve dinamikleri bağrında taşıyor olmasıdır. Belirtelim ki, bir olgu ortaya çıkar çıkmaz eleştirel bir yöntemle incelemeye tabi kalmadan her yönüyle olumlamak ne kadar idealist sağcı bir yaklaşım tarzıysa, aynı olgunun, hareket üzerindeki yapabileceği olumlu yöndeki etkileri göz ardı eden sözüm ona “sol” eleştiride en az o kadar idealist bir yaklaşım tarzını ifade eder.
Vurgulamalıyız ki, bu tür platformların taşıdığı hatalardan arındırılıp işçi sınıfı, hareketinde olumlu bir gelişmeyi daha da derinleştirebilmesinin yolu öncelikle bağımsız varlıklarının garanti altına alınmasından geçmektedir. Bunun ilk adımı da, çok büyük çaba ve özveriyle gerçekleşen bu oluşumların çeşitli siyasi çevrelerin bir çekişme alanı haline getirilmesine izin vermemektir. Sınıf mücadelesinin sendikal harekette ortaya çıkardığı, karmaşık sorunlar karşısında, sabırlı olmak ve inatla olumluluklara sarılarak onu daha da ilerletme tutumu biricik doğru tutum olacaktır.
Ocak 1994