Devrim ve parti, Babuşkin’in kişiliğindeki işçi önderlerinin ve bu kişiliği örnek alan (hangi kökenden gelmiş olursa olsun) komünist militanların omuzlarında yükselecektir. ” (Konferans Belgeleri)
Komünist işçi İmran Aydın, Şubat ’90 tarihli Belgeler’de, devrimi ve partiyi geleceğe taşımakla yükümlendirilen “Babuşkin’in kişiliğindeki işçi önderlerinden biridir ve onun, Belgeler’in devrimci komünizmin ortak iradesi olarak ilanından bir yıl sonra, 3 Mart 1991’de öldürülmüş olması anlamlıdır. İmran, devrimci komünizmin ısrarla ve kesintisiz olarak yürüttüğü ve “örgütsel inşa faaliyetinin hayati önemdeki yönlerinden biri” olarak tanımladığı Leninist tipte kadrolar inşa etme mücadelesinin doğrudan ve kristalize bir ürünüdür. Ve aynı zamanda, devrimci komünizmin bu mücadelede kat ettiği mesafenin de bir göstergesi.
Mücadelede onu tanımış olan, onunla birlikte bildiri dağıtan, onun örgütlediği bir gösteriye katılmış olan, onun işçilerle ilişkisini gözlemiş olan; kısaca onunla bir şekilde kavga arkadaşı olma şansına sahip olan yoldaşları, İmran’ı, “Bizim Babuşkin” olarak nitelediler. Ve İmran’ın devrimci yaşamının kitaplaştırılacağını öğrendiklerinde sayısızca yazı ve şiirle anılarını kağıda döktüler. “IMRAN, bir isyan andı” adlı kitap bu anılardan ve anlatımlardan derlendi.
İmran’ın, yoldaşları tarafından Babuşkin örneğinde bir komünist olarak nitelendirilmesi, rasgele yapılmış abartılı bir sıfatlandırma değildir, İmran’ın devrimci yaşamında, onu, Lenin’in örnek bir Bolşevik militan olarak andığı Babuşkin’e yaklaştıran çokça belirti vardır. Bu nitelendirme, İmran’ın yiğitçe ölümünden yola çıkılarak yapılmış duygusal bir tanımlama değildir. İmran, sınıflar mücadelesinin keskin ve zorlu bir alanı olan işkence hanede, her komünistin göstermesi gereken bir tutum takınmış, komünizm davasını ve partiyi ağır fiziki koşullarda da savunarak son nefesini vermiştir. O, işkence tezgâhındaki tavrını, yürüttüğü dünyayı değiştirme mücadelesinin olağan bir parçası olarak algılamış, her sabah işine gittiği gibi, bir işçiye komünizmi anlattığı gibi, aynı sadelikle direnmiş, bir komünistin, karşısında başka bir seçenek yoksa nasıl ölmesi gerektiğini göstermiştir. İmran’a Babuşkin denmesinin nedeni sadece bu tutumu değildir, İmran’ın işkencedeki tutumu, onun yaşamındaki devrimci doruklardan yalnızca biridir.
İmran, bir işçidir. İşçilik, onun yaşamının önemsiz bir kesitini oluşturmaz, ilkokulun ardından çırak olarak çalışmaya başladığı Siteler’de, her çırak gibi sömürülmüş, dayak ve angaryayla büyümüştür, yaşamının sonuna kadar da kısa kesintilerle işçilik yaşamını sürdürmüştür. Böylece o, sermayenin baskısını ve sömürüsünü etinde kemiğinde duyumsayarak, parçası olduğu sınıfın özellikleriyle yoğruldu.
Ama buraya kadarı, onu, aynı kaderi paylaştığı milyonlarca proleterden farklı kılmaz, İmran, her proleterde içerili devrimci sınıf özelliklerini devrimci bilincin ışığında şekillendirdi. Partisinin elinde kendini yeniden inşa etti ve yüksek nitelikli özel türde bir işçi, bir parti işçisi oldu. Böylece o, sermayenin ezilen ve sömürülen bir tamamlayanı olmaktan çıkarak, sermaye düzeninin nasıl yıkılacağının ve emeğin dünyasının nasıl ve hangi esaslar üzerinde kurulacağının bilgisine sahip bir komünist oldu.
Yüksek kavrayış düzeyi, sağlam partili karakteri ve üstün örgütsel yetenekleriyle, alanındaki işçiler ve devrimci militanlar üzerinde derin etki bıraktı. Leninist örgüt çalışmasının ilkelerine uygun olarak, “bir şeyler vaat eden” bir işçi olarak yaşamının merkezine profesyonel devrimci faaliyeti yerleştirdi. Partinin taban örgütlerinden başlayarak yönetici organlara kadar örgüt kademelerinde çalıştı. Partideki işçi oranının (sadece taban örgütlerinde değil, yönetici organlarda da) yükselmesinin bir so-mutlanması oldu.
O, öğrenim görme olanağı bulamamış olmasına rağmen teorik düzeyini sürekli geliştirdi. “Zihinsel durgunluk” onun yanına bile yaklaşmamıştı. Devrimci yayın organlarına yazmayı asli faaliyetlerinden biri olarak gördü. Ama teoriyi, hiçbir zaman, kendini kanıtlamanın, karşısındakini alt etmenin aracına dönüştürmedi. Teori, onun için, Siteler üzerine yaptığı çalışmaya da açıkça yansıdığı gibi, devrimci eylemin yol göstericisiydi.
Devrimci karakter özelliklerini ancak kısmen anabildiğimiz İmran Aydın, devrimci komünizmin tarihinde anlamlı bir yere oturmaktadır. Onun karakter özelliklerini daha da anlamlı kılan, onun mücadele yürüttüğü koşullardır. İmran, yükseliş dönemlerinin değil, ağır gericilik yıllarının devrimcisidir. Hareketin dur durak tanımadığı, devrimci coşkunun kitleleri sardığı bir zamanda devrimci eylem nispeten daha kolaydır. Ama İmran’ın esas mücadelesi, parti örgütlerinin ağır yaralar aldığı ve gerçek anlamda bir merkezi yapıdan yoksun olduğu ağır gericilik ortamına ve bu ortamdan beslenen tasfiyeciliğin at koşturduğu yıllara tekabül eder. Çokları, devrimciliği sırtlarından atılması gereken ağır bir yük gibi görürken o, faaliyete dört elle sarıldı. Devrimci komünizmin, yıllarca süren dağınıklık ve tasfiye sürecinin ardından devrimci bir inisiyatifle yeniden örgütlendiği koşullarda, en çok sıkıntısı çekilen Leninist kadrolardı. Ve kadrolar, var olduğu kadarıyla, tasfiyeciliğin ağır etkisiyle zedeliydi. İşte böyle bir ortamda, gündelik yaşamın tüm kaygılarından uzak bir ruhla ileri atılan İmran, devrimci komünizmin inşa etme gayreti içinde olduğu Leninist militanın örneği ve bu dönemin simgesi oldu. Her kahramanın “toplam toplumsal koşulların ürünü” olduğu söylenir. İmran, ağır ve sancılı yıllardan silkiniş döneminin bir ürünüdür. Nasıl, 12 Eylül’ün gericilik yılları söz konusu olduğunda genç devrimci komünist E. Eren’in adı akla gelirse, ’87’den bu yana yaşanan süreç de İmran’ın parlak ışığıyla karakterize olur. Bu bakımdan, bu anma yazısında İmran’dan söz etmek, aynı zamanda Murtaza’dan, Engin’den, Namık’tan… söz etmek anlamı taşır. İmran, bu şehitlerin her birinden bir parça taşır ve onları temsil eden “bir çelik çekirdek” olarak karşımızda durur.
Ancak, sınıfın bağrından yüzler ve binler halinde yeni İmranlar kazanılabilirse, komünizmi ve partiyi geleceğe taşıyacak bir İmranlar kuşağı yaratılabilirse, işte o zaman sınıfın nabzı bütün hiddetiyle partide atar. Bu bakımdan İmran’ı anmak; yeni İmranlar, onun örneğinde kararlı komünistler yaratmaktan ayrı düşünülebilir mi?
Devrimci komünist hareketin temel metinlerinde çok ayrıntılı olarak işlendiği gibi, bu sorun, partiyi güçlenen temeller üzerinde inşa etme sorununun esas halkalarından biridir. Bunun için sadece, Leninist bir bakış açısına, Leninist ilke ve normlara sahip olmak yetmez. Özel bir faaliyetin konusu olan bu sorun, mevcut toplumsal koşullar üzerinde yeşeren “Parti çizgisi ile canlı parti organizması, teori ile eylem; ideolojik siyasal görevlerle kadroların konumları, yetenekleri, anlayışları ve ilişkileri” arasındaki çelişkinin aşılması için sürekli bir mücadeleyi zorunlu kılar. Ayrıca, Leninist tipte kadrolar yaratma ve dönüştürmenin, TKP ve Kemalist sol pratiğinin günümüze aktarılmış geleneğiyle mücadeleyi de zorunlu kıldığı unutulmamalıdır. Bu çok yönlü faaliyetin bir parçası da uluslararası proletaryanın tarihindeki proleter kahramanlık örneklerini, ülkemizin devrim tarihinde yaşamlarını feda etmiş devrimci örnekleri anlatmak, yaygınlaştırmak ve yeni militanlar kazanma ve dönüştürme mücadelesinde eğitim konusu yapmaktır. İmran, her yönüyle tanıtılması, taşıdığı devrimci özellikleri yaygınlaştırılması gereken komünistler içinde ön sırada yer alır.
Bu anlamıyla, Zeynep Özge tarafından yayına hazırlanan “İMRAN bir isyan andı” adlı kitap önemli bir işlev yüklenmiştir. Amacımız bunda, bu kitabı tanıtmak değildir ve kitap birçok yönüyle çeşitli yayın organlarında tanıtılmış, değerlendirilmiştir ve özellikle bunlar ırasında haftalık Gerçek dergisinde “Bir Başka Babuşkin” başlığıyla yayınlanan kitap eleştiricini anmak gerekir. Fakat kitabı okuyacak okuyucuya bazı hatırlatmalar yaparsak:
Okuyucu, kitapta, İmran’ın devrimci yaşantısının bütününü bulabileceği sanısına kapılmamalıdır. Kitapta, ancak onun devrimci eyleminin kesitleri vardır. Önsözünde de vurgulandığı gibi, “kitabın bütün malzemesi, İmran’ın değiştirdiği insanların anılarından ibarettir.” Ama bu malzeme, kitaba ham haliyle yansımaz; işlenmiştir. Kitap esas olarak, kitaba anılarını katan insanlarla İmran’ın değiştirici, dönüştürücü gücü arasında bir bağıntı üzerine kuruludur. Ve bu, kendilerini dünyayı değiştirme kavgasına adamış komünistlerin, bu değiştirme eylemine kopmazca bağlı olarak insanları da değiştirmekle yükümlü olduklarına özellikle vurgu yapmaktadır. Başkalarını değiştirebilendir komünist!
Kitabın anılar üzerine kurulu olması ve hatta yer yer anı sahibinin İmran’dan çok kendini anlatıyor olması, kitabı bitirdiğimizde, kafamızda, İmran’ın canlı bir portresinin belirmesini engellemez.
Kitabın bir diğer özelliği, devrimci bir kahraman olarak İmran’ı erişilemez bir yere yerleştirmiyor oluşudur. İmran elbette bir kahramandır; ama o tarihten ve mekândan soyutlanmış ya da eylemiyle tarihsel akışın yasalarını etkisiz kılmış, kurşun işlemeyen bir masal kahramanı değil, ayaklan proletarya hareketine basan, parçası olduğu sınıfın potansiyel devrimci özelliklerini kendinde içselleştiren ve bu bakımdan çoklarına imkânsız görüneni olağan bir iş yapar gibi gerçekleştiren gerçek bir proletarya kahramanıdır. Elimizi uzattığımızda değebileceğimiz bir yerde durur. İmran, örgütlü mücadele içinde, bireyin kolektifin bir parçası olduğunu ve tarihi yapanın büyük kahramanlar değil, “çalışan, dövüşen kitleler” olduğunu bilir ve bildirir. Ve bize, her birimizin bir İmran olabileceğini gösterir.
Kuşkusuz kitabın eksikliklerinden söz edilebilir. Sanırız başlıca eksiklik, İmran’ın yaşamına ilişkin, büyük eğitici önem taşıyan birçok ayrıntıya ulaşılamamış olmasıdır. Bu eksiklik de ancak bu ayrıntıların bilgisine sahip arkadaşları tarafından giderilebilir. Her şeye karşın kitap, devrimci kuşakların eğitilmesinde ve Leninist militanlar olarak yetiştirilmelerinde başvurulması gereken önemli bir kaynaktır.
Şimdiye kadar, tarihimizin büyük önemdeki toplumsal hareketlilikleri ve bu hareketliliğin bir parçası olarak devrimci kahramanlar, çoğunlukla bu hareketin dışında olanlar ya da ancak harekete kıyısından köşesinden bulaşanlar tarafından romanlaştırılmıştır. Ve olaylar tersyüz edilmiş, devrimciler, burjuva bakış açısından bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Devrimci militanlar, nevrotik, ruhsal doyumsuzlukları yüzünden şiddete yönelmiş karanlık tipler olarak gösterilmişlerdir. Zeynep Özge’nin yayına hazırladığı bu kitabı değerli kılan bir diğer özellik de, sayısı yüzlerle ifade edilen Şubat şehitlerinden birinin yaşamını anlatmaya çalışması ve bu yönde bir geleneğin oluşmasına katkıda bulunmasıdır. Bu kitap, çok daha ayrıntılı ve iyi işlenmiş çalışmalarla aşılması gereken olumlu bir örnektir.
…VE KÜRT KOMÜNİSTLERİ
Devrimci komünizmin tarihi, her zaman büyük direnişlerin, zaferlerin, bu direnişlerin ateşinde cenkleşen sağlam komünistlerin varlığıyla karakterize olmaz; bu tarihte acılar, ihanetler, yenilgiler de vardır. Ama aslolan, bütün ihanetlerin, yenilgilerin yaralayıcı etkisinden arınmak, zaferleri, direnişleri ve proletarya kahramanlığının örneklerini, tarih yapma eyleminin temeli kılabilmektir. Bu bakımdan İmran, sınıfın hafızasına kazınmış ve nasıl savaşılması ve nasıl ölünmesi gerektiğini yalnızca sözle değil, bedeli ölüm olan yoğun bir eylemlilikle ortaya koyabilmiş bir kızıl meşaledir. İmran’ı yaratan kolektif, eğer yeni İmranlar yaratabiliyorsa, o zaman, Leninist tipte kadrolar yetiştirme çabasının bir somutluk ve süreklilik kazandığı, öne konan hedeflere ulaşılmakta olduğu söylenebilir. Tarih, kendini tekrarlamaz; kahramanlar da öyle. Her yeni kahramanlık örneği yeni özgünlüklerle, bir öncekinin deneylerini özümsemiş ve kendinde içselleştirmiş olarak yaşanır.
Devrimci komünist hareket, son birkaç ay içinde yaşanan çatışmalarla, kahramanlığın kendini tekrarlamayan yeni ürünlerini verdiğini ortaya koymuştur. Bunlar, ezilen bir ulusun ve onun en yoksul tabakalarının eylemini proletaryanın büyük davasına bağlamayı kalkış noktası yapmış Kürt komünistleridir.
Onlar, proletarya ile burjuvazinin, çatışma hangi biçimler altında gelişirse gelişsin, namluları birbirine yöneltilmiş iki düşman cephesi olduğunu bilince çıkarmış komünistlerdi. Burjuvazinin dünyasıyla sadece düşünsel değil, bütün fiziki köprüleri de bir kenara atmışlardı.
Kimisi okulunu bırakarak, kimisi rahat koşullarını elinin tersiyle bir kenara iterek, bir yangına atıldılar. Onların hayatında, ev yaşantısı, mülkiyet, para gibi kavramların bir anlamı yoktu. Kuşatıldıklarında, akıllarından küçük de olsa bir uzlaşma düşüncesi geçmedi. Devrim ve karşıdevrimin nabzı, o an, birbirine yöneltilmiş ateş kusan namlularda atıyordu. “Her şey Devrim İçin, Her şey Parti İçin!” Dersim’in dağlarında yankılanan, makineli tüfeklerin cayırtısını bastıran onların bu haykırışıydı. Elleri silahlarının kabzasında sıkılı, bedenleri toprağa devrildiğinde, dipçik ve postalla parçalanmış yüzlerinde, bir komünist olarak layıkıyla ölmenin vakurluğunu okuyabilirdiniz.
Bu, artık yeni bir militanlar kuşağının canlı örneğidir. Köklerini, Nurluklardan, Düztepe direnişinden alır. Onlar, büyük bir çoğunlukla işçi kökenli değillerdi. Ama “Babuşkin’in kişiliğini örnek alan (hangi kökenden gelmiş olursa olsun) komünist militan”ın örneğiydiler.
Komünist bir militanın sahip olması gereken özellikleri, tereddütsüz direnişleriyle ortaya koyan bu devrim şehitleri, direnişin gelenekselleşmesinde yeni bir kilometre taşı oldular.
Onlar, dağ doruklarında isyan meşaleleri yaktılar ve onların adları ağızdan ağza yayılarak kent varoşlarında İmran’la ve diğerleriyle buluştu. İsyan andı, şimdi artık, bizlere nasıl savaşmamız gerektiğini öğreten ve parlak ışığında arınmamızı sağlayan bir çağrıdır.
Devrimci militan, güzel bir dünya kurmanın, ölümüne bir kavgayı gerektirdiğini bilmek ve bu şekilde davranmak zorundadır.
Onların yaşamlarının ayrıntılarını bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz:
Adlan; Cengiz’di, Yusuf’tu, Haskar’dı, Hidayet’ti, Erdal’dı ve onların her biri sözcüğün en yüce anlamıyla insandı. Direnişleri, nasıl yaşamamız ve savaşmamız gerektiğini öğreten anlamlı bir çağrı değil mi?
Geriye son bir söz kalıyor:
“Yüreklerinde parti idealini taşıyanlar, elleriyle ateşi kavrama cesareti gösterebilmelidirler.”
Mart 1994