Almanya’da faşizmin yükselişi yabancılara bağlanabilir mi?

Aşağıdaki yazı, Almanya’da yaşayan bir okuyucumuz tarafından yazıldı. Okuyucumuz A. GÜNDÜZ, yazısıyla, faşizm sorunu ile “yabancılar” arasında kurulan ilişkiyi ele alıyor. Diğer okuyucularımızdan da bu türden katkılar beklediğimizi hatırlatmak isliyoruz.

Faşist hareketin Almanya’daki yasal örgütlülüğü, çok öncelere uzanmasına rağmen, bu örgütlerin son bir yıl içinde yoğunlaşan periyodik saldırıları (son 9 ay içinde 16 kişi faşist saldırılar sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir.) kamuoyunu “umulmadık” bir tedirginliğe sürükleyip endişelendirirken, sürüp giden tartışmalarla birlikte, “yabancılara” saldırılar da aralıksız devam etmektedir. İlk dönemlerde saldırılar karşısında duyarsız davranan kamuoyu, saldırıların dünya ölçeğinde yankılar yaratması sonucu, kendisini toparlayıp sokaklara dökülerek ırkçılığa, Nazi örgütlerinin saldırılarına karşı “yabancılar”la dostluğunu dile getirdi.
Sistematik bir biçimde yoğunlaşan saldırılar karşısında Alman devletinin (polisiyle, yasalarıyla, vs.) takınmış olduğu tavır, hükümetin kamuoyu karşısında gülünç duruma düşmesinin ötesinde, Bonn partilerinin “ciddiyetini” gündeme getirdi. Daha düne kadar bu faşist örgütlerin ve partilerin program, tüzük, propaganda ve faaliyetlerinin anayasa ve demokrasi çerçevesi içinde olduğunu belirten yetkililer, bugün birden bire bu partileri “programlan birazcık milliyetçiliğe kaçıyor” gibi gerekçelerle yasaklamaya yöneldiler. Dünya kamuoyunun, Almanya’daki gelişmelere kuşkulu bakmaları, buna paralel olarak ülke içinde gelişen huzursuzluk, Bonn yetkililerini alelacele üç beş Nazi’yi yakalamaya zorlarken, diğer yandan bir faşistin ceketi üzerine dikilmiş, faşist içerikli bir pulu yırttığı gerekçesiyle, bir anti-faşistin 8 aydan beri tutukluğu sürmektedir.
Faşist örgütlenmelerin ortaya ilk çıkış dönemlerinde, Alman anayasası gereği, eyalet mahkemelerine yapılan yasaklama başvuruları, “Bu örgütlenmelerin Nasyonal sosyalizmle bir bağlantısının bulunmadığı ve tehlikeli örgütler olmadığı” gerekçesiyle, “geri çevrildi. Bu örgütlerin politikalarını, pratik saldırılara dönüştürmeleri karşısında “Bu saldırılan kendini bilmez, çalışmak istemeyen, aile terbiyesinden uzak kalmış üç beş serseri düzenlemektedir” şeklindeki propaganda ile kamuoyu, gelişmelerin ciddiyeti karşısında aldatılmaya çalışıldı. Son gelişmeler karşısında oyalama politikalarının iflas etmesi sonucu “Bu saldırıları şiddetle kınıyoruz; yabancılar bizim dostlarımızdır. Ama ilticacılar yasası değişmeden, sorunlara çözüm bulunamaz”‘ diyen Bonn yetkilileri, bu politikalarıyla, Nazi faşistlerinin gece sokaklarda uyguladıkları politikanın, gündüz parlamentoda devamını sağladılar. Anayasanın 16. maddesinin, (ilticacılık hakkı) değişiklik önergesinin hükümet ve muhalefet partilerinde kabul edilmesinden sonra, bir basın açıklaması yapan Alman faşistlerinin en ünlü simalarından Christian Vorch’in; Nazi örgütlerine, “Saldırıları durdurun, politik olarak istenilen hedeflere varılmıştır. Bundan sonra yapılacak saldırılar bugüne kadar ağlanan kazancı, rizikoya sokabilir…”çağrısında bulunması, (anayasasının 16. maddesinin değişiklik önergesinin kabulünden sonra, saldırılar göreceli olarak azalmış; devam eden saldırılar ise, günlük basının haberleri arasından çıkarılmıştır.) gece evlere yapılan molotof kokteylli saldırılarla, gündüz parlamentoda alınan kararları yazan “kalemler” arasındaki paralelliği bütünüyle ele veriyor. Bu paralellik, Brecht’in şu cümleleriyle ifade edilebilir:
“İnsan bir parça et ister, gaddar kasap gidip bir dana keser.” İlk etapta “danayı kesen” kasap gaddar olarak gözükse de, esas gaddar, “et isteyen Bonn müşteriler”dir.
Alman devleti ve onun Bonn sözcülerinin bir yanda Nazi örgüt ve partilerin gelişmelerine göz kapayarak destek verirken, diğer yanda, saldırıları protesto etmek amacıyla sokaklara dökülen yüz binlere (bu tür eylemlerin niteliği, içeriği ve yöneltilmek istenen hedef ayrı bir yazının konusudur) çağrı yaparak “saldırıları kınamaları” bir çelişki gibi görülebilir; doğrudur da. Ancak bu çelişki, kapitalizmin doğasıyla çelişmez.
Alman burjuvazisinin bugünkü tutumu, Hitler faşizmi dönemindeki tutumundan farklılıklar göstermektedir. O dönemde, her alanda NSDAP (Nasyonal-Sosyalist) ile ortak kararlar alan, görüşmeler yapan endüstri temsilcileri, bugün “yabancılar”^ yapılan saldırıları “kınayarak” farklı bir tutum içindedirler. Fakat olaylar kapitalist yasalar çerçevesinde, diyalektik bir perspektifle analiz edildiğinde, burjuvazinin faşizme her dönem ihtiyaç duymadığı görülecektir. Bu, aynı zamanda kapitalist emperyalist sistemin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi duruma bağlı olarak devletin alacağı biçim hakkında da fikir verecektir.

ALMAN ENDÜSTRİSİ VE UCUZ İŞ GÜCÜ OLARAK “YABANCILAR”
Kapitalist inşa sürecinin her aşamasında, Alman ekonomisinin “yabancı” işgücüne ihtiyacı olmuştur. Alman ekonomisinde yabancı işgücü tarihi, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemine kadar uzanır. Daha 1870’lerden önce İngiltere’den makine teknisyenleri, İtalya’dan inşaat işçileri Polonya’dan tarım işçileri getirilerek çalıştırılmışlardır.
Yıllar     Getirilen “yabancı” sayısı
1871      207.000
1890      453.000
1900       779.000
1905       1.029.000
1910       1.260.000

1914 yılına gelindiğinde, sadece Ruhr bölgesinde 400.000 Polonyalı işçi madenlerde çalışıyordu. Sadece, Kral Wilhem Kanalı ve Teltow-Kanalı inşaatlarında çalışanların % 60’ını “yabancı” işçiler oluşturuyordu.
Almanya’da çalıştırılan “yabancı iş gücü”sadece başka ülkelerden getirtilen işçilerden oluşmuyordu. Milyonlarca savaş tutsağı zorla üretime sokulmuştu. Örneğin;1914-1918 arası, Almanya’da tutulan 2.520.983 savaş esiri çalıştırılmıştır. ‘Yabancı” işçiler, Almanya’da işsizlik sayısının 6 milyonu aştığı dönemlerde de var olmuştur. Bunun nedenini şu başlıklar altında toplayabiliriz:
1. “Yabancılar” en zor ve en kötü işlerde düşük ücretle çalıştırılabilmesi;
2. Bu ülkelerde gelişecek olan “yerli” işçilerin grev vb. hareketini yabancı işçilerin varlığı ile tehdit ederek, susturmaya çalışılması.
3.”‘Yabancı” işçileri, özellikle ekonomik krizin yaşandığı dönemlerde, işten atmanın, “yerli” işçilere göre daha kolay olması.
“Yabancı” işçilerin çalıştırılmasını değerlendiren, Prusya İş İdare Heyeti’nin 1910 yılında Bremen’de toplanan “Alman İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun 4. Kongresinde tutanaklara geçirilen şu cümleler, “yabancı” işgücü getirilmesinin, “yabancılara” saldırıyla çelişmediğini açıklamaya yetiyor;
“Alman sanayisinin özellikle gelişim döneminde, yabancı işçileri getirebilme imkanı, iç ve dış pazarı memnun edebilme açısından önemlidir. Bu durum aynı zamanda ekonomideki düşüş döneminde işsizliği hafifletmek için, yabancıların geri gönderilmesi, yerli işçilere iş sahası yaratabilme güvenliğinin olması açısından da önemlidir.”
Daha 1910 yılında, bu tespiti yapan Alman ekonomisinin sözcüleri, 1914’lere doğru baş gösteren ve derinleşen bunalımın sorumlusu olarak o dönem Almanya’da çalıştırılan İtalyalı işçileri göstererek milliyetçiliği örgütlemeye yönelmişlerdir.
Bütün bu olgular göz önünde tutulduğundu, bugünkü gelişmelerin, özü itibarıyla değişmediği görülür.
Bugün Almanya’da var olan ve her gün giderek büyüyen işsizler ordusuna rağmen, Alman ekonomisi “yabanclar”ı bütünüyle yurtdışı etme politikası uygulamıyor ve uygulayamaz. Çünkü olay sadece kâr sağlama olayı olmaktan çıkmış; Almanya’da gelişebilecek işçi hareketini çeşitli yol, yöntem ve ayak oyunları ile durdurarak, sosyalizmi mümkün olduğu kadarıyla “çıkmaz ayın son çarşambasına” atarak; dünya emperyalist sisteminin ömrünü uzatma ülküsü ile de bütünleşmiştir. Eğer olay kapitalizmin tekelci aşamasında sadece sermaye ihracı ile sınırlı ele alınırsa, Alman emperyalizminin, buraya “yabancı” işgücü getirmesi, yeterli düzeyde anlaşılamayacağı gibi, tekelci kapitalizmin aşırı kâr politikasıyla çeliş bir görünüm de alabilir. Çünkü bugün Alman emperyalizmi, işin boyutunu sadece azami kâr düzeyinde ele almış olsa, ‘yabancı” işçileri getirtmeden, geldikleri ülkelere sermaye yatırım yoluyla bu işçileri “kendi” ülkelerinde çalıştırarak, daha fazla kâr sağlayabilir. Ama tekelci burjuvazi, “ülkesinde” sosyalizme karşı barikatı güçlendirerek devrimci bir yükselişe meydan vermemek için bu yola başvuruyor. Devrimin sadece istek ve niyetlerle gerçekleşmediği, devrimin gerçekleşmesi için devrimci bir durumun gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, kapitalist-emperyalist ülke halklarının geri kalmış, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin halklarından, çok daha yüksek bir yaşam seviyesine sahip olmasının, sadece bu ülkelerin “zenginlikleriyle” ifade edilemeyeceği görülecektir.
“Yabancı” işçilerin, büyüyen işsizler ordusuna rağmen yurtdışı edilmemeleri bir çok etkenle bağlantılıdır. Örneğin, -resmi rakamlara göre- buradaki yabancıların Alman ekonomisine yıllık katkıları 60 milyar DM iken, işsizlik parası, sosyal yardım, hastane masrafları çocuk parası vs. olarak aldıkları ise; (daha doğrusu yıllık masrafları) 15 milyar DM civarındadır. (Bu rakamlar, 1992 senesi için açıklanan rakamlardır.) 1993 devlet bütçesinin 43 milyar DM civarında olduğundan hareket edersek, Alman sermayesine 45 milyar DM’lik katkıyla “yabancıların”, 1993 bütçesini kapattıkları gibi, 1994 bütçesi için 2 milyar DM’yi, şimdiden ödedikleri görülmektedir.
Başka önemli bir etken ise; Almanya’daki nüfus sorunuyla ilintilidir. (Konuyu dağıtmamak için sadece değinip geçeceğiz.)
Alman endüstrisi (II. paylaşım ve sosyalizme saldırı savaşında) savaşta propagandası yapıldığı gibi büyük hasar almamıştır. 1944 yılı (savaşın sonuna doğru) yazında Alman silahlanma endüstrisi en yüksek üretimi sağlamış, 1945 yılının ilk 4 ayındaki üretim; 1941 yılındaki bütün üretimi ikiye katlamıştır. 1944 yılındaki silah endüstrisi üretimi, bütün makinelerin sadece % 6,5 civarında tahrip edildiğini göstermektedir.
Endüstrinin bu derecede ayakta kalmış olmasına karşılık, insan gücündeki zayiat, büyük bir iş gücü ihtiyacını doğurmuştur.
Alman endüstrisi, bu ihtiyacı savaştan sonra altı aşamayla gidermeye çalışmıştır. Bunların en önemlileri 1945-1955 ile 1955-1961 yılları arasındaki dönemlerdir. Eğer Almanya bu dönemde iş gücüne olan ihtiyacı “yabancı” iş gücüyle karşılamamış “olsaydı, ne Almanya’da yüksek öğrenim görenlerin sayısı bu günkü düzeyde olabilirdi, ne de (en önemlisi) Alman emperyalizmi tekrar ordu ve polis teşkilatını bu düzeyde örgütleyebilirdi.
Sadece ana hatlarıyla ele aldığımız verilerden anlaşılacağı gibi, “yabancı” (ucuz) işgücü, kapitalizmin her evresinde Alman endüstrisinde önemli bir yer tutmuştur. Fakat ucuz iş gücü olarak “yabancılar”ın var olduğu her dönemde, faşizm denen bir olgu var olmamıştır. Bu bakımdan faşist örgütlenmeler ve faşizm olgusu “yabancılara varlığına bağlanamaz.
Almanya’da güçlenen faşist örgütlenmeler, “yabancılar”ın varlığından kaynaklanıyorsa “yabancılar”ın gelmiş oldukları ülkelere geri dönmeleri veya gönderilmeleri durumunda, faşist örgüt ve partilerin -sorunu, beyinlerde taşman ideolojiden bağımsız, sadece yasal örgütlenme sorunu olarak ele almanın yanlışlığı ve sahteliği bir yana- kendi örgütsel varlıklarına son vermeleri gerekmez mi?
Bir ülkede faşist örgütlenmelerin ortaya çıkışı, gelişip güçlenmeleri, bu ideolojinin gerek aşağıdan yukarıya kitle tabanı kazanarak, gerekse yukarıdan darbe vb. biçimde iktidara hükmetmesiyle, devletin faşist bir karakter alması, o ülkede “yabancılar” veya mültecilerin var almasına bağlı tutulursa, “yabancıları” veya mültecileri olmayan ülkelerde faşizmin iktidarda olmasına ne demeli?
Şu söylenebilir ki, faşistler, kitle tabanı yaratmak için yığınların su yüzüne çıkmış hoşnutsuzluklarını, kendi amaçlarını gerçekleştirecek tarzda, yanlış yerlere yönlendirmeye, hoşnutsuzluğun nedenini bir zaman yabancılara, bir zaman Yahudilere, başka uluslara ve her zaman komünistlere bağlamaya çalışırlar. Dimitrov’un, faşizmi “en gerici, en şoven ve en emperyalist” bir devlet biçimi olarak tanımlaması boşuna değildir.
Faşizmi ve onun kaynağını o ülkede bulunan yabancıların varlığına bağlı kılanlar Brecht’in belirttiği gibi ya “Faşizmin sınıf kavgasını ırk kavgasına dönüştürme yöntemini hiç kavramamışlar.” ya da gelişmeleri ırk ayrılığından kaynaklanıyormuş gibi göstererek, faşizmin sınıf karakterini ve esas kaynağı olan finans kapitali gizlemeye çalışıyorlar. Alman burjuvazisinin ve onun Bonn görevlilerinin -Cumhuriyetçilerinden CDU-CSU, FDP, SPD, Yeşiller ve PDS’ne kadar- yapmak istedikleri “kavramama” değil; hedef şaşırtma çabalarıdır.
Biz, Almanya’da yaşayan Türkiyeli işçi ve emekçiler olarak, bu saldırganlıkta Alman sınıf kardeşlerimizin hiç bir çıkarı olmadığını biliyor ve sermaye egemenliğine ve faşizm tehlikesine karşı birlikte mücadele etmek için bütün enerjimizi ortaya koyuyoruz.
Yazımı, Dimitrov’un faşizm üzerine söylediği son derece açıklayıcı sözlerle bitirmek istiyorum.
“Çok iyi bilinmelidir ki faşizm, yerel ya da geçici bir olay değildir. Faşizm emperyalizm ve sosyal devrim döneminde kapitalist burjuvazi ve diktatörlüğünün sınıf hâkimiyeti sistemidir. Burjuvazi emperyalist savaştan, Rus Devrimi’nden (…) sonra eski parlamenter demokrasi yöntemleri ile halk kitlelerini sınıf egemenliği altında tutamayacak ve kapitalist istikrar ve rasyonalizasyon görevlerini yerine getiremeyecektir.”
“Burjuva demokrasinin bağrında yetişen faşizmi, kapitalistler, kapitalizmin çökmekten kurtarılmasını sağlayacak bir araç olarak görmektedirler.” Bu nedenle “Burjuvazinin tek çıkar yolu kitleleri faşizm ile zapt etmektir.”
“Burjuvazinin bir takım tarihsel, ekonomik ve politik sebeplerle elinde olmadan faşizme sürüklenmesi gerçeği”, “bütün burjuva devletlerini eninde sonunda ya bir hükümet darbesi ile ya da barışçı bir yolla, ya gaddarca ya da tatlı sert bir biçimde faşizme” geçmeye zorlar; “geçiş yöntemleri önemli değildir ve belirli bir ülkenin özel şartlarına, sosyal yapısına, politik güçler ve sınıflar arasındaki dengeye bağlıdır.”
“Burjuvazi egemenliğini korumayı, kitlelerin devrimci çıkısını bastırmayı, kapitalist istikrara ve rasyonelliğe ulaşmayı ancak halk kitlelerinin zararına olacak bir faşist diktatörlükle başarabilir.” Bu anlamda “Faşizm burjuvazinin sınıf egemenliğinin son aşamasıdır.”
“Faşizmin püskürtülmesi imkânı, mücadele eden proletaryanın gücüne bağlıdır. Ki, bu güçler ” bugün Almanya ve Avrupa ülkelerinde “genellikle sosyal-demokrasinin parçalayıcı etkileri sonucunda felç edilmektedir.”

KAYNAKLAR
1. Dimitrov, Georgi; Faşizme Karşı Birleşik Cephe, May yayınları
2. III. Enternasyonal 1919-1943 Belgeler, Belge yayınlan
3. Brecht, Bertolt; Faşizm Üzerine Yazılar, Ortam yayınları
4. Herbert, Ulrich; Geschichte der Auslöncler beschöftığung in Deutschland 1880 Sis 1980, Verlag: J.H.M Dietz Nanht.
5. Thaelmann, Ernst; Konuşma ve Makaleler (Almanca) 1930-1933 U. Verlag: Role Fahne (Kızıl bayrak yayınları)

Mart 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑