Burjuva Siyasette Tıkanma Ve Tükeniş

Birbirine eşitlenen ve burjuva sistem, içinde bile alternatif siyasetler üretme yolları kapanan burjuva partilerinin karmaşık yurt ve dünya sorunları karşısında çıkarabileceği çözümler tükenmiş, parlamento ve siyasi partiler, yönetim süreçlerinin dışında, tamamen arpalık yaratma kurumları haline gelmiştir. Yönetim, temel aygıtları olması gereken kurumların devrede olmadığı bir tarzda çalışmaktadır. Siyasi partiler, dar anlamda, devlet yönetimi demek olan siyasetin dışına düşmüşler, ticari ve mali aracılık kurumları haline gelmişlerdir.

Önce Turgut Özal’ın ölümü, ardından da Demirel’in Cumhurbaşkanı seçilerek en azından görünüşte aktif siyasi hayattan ayrılması, Türkiye’de burjuva siyasetin gittikçe tıkanan ve işlevsiz kalan yapısıyla ilgili bazı gerçeklerin apaçık görülmesi için fırsatlar sağladı.
Bunların içinde en önemlisi, siyasi hiyerarşinin düzenlenmesinde gözetilen kıstaslar ve hiyerarşinin gereklerinin yerine getirilmesi sırasında geliştirilen ilişkiler konusundaki gerçeklerdir. Türkiye’de burjuva siyaset, görünüşteki “genel oy sistemi” dayanağının tamamen dışında, esas olarak devletin iç işleyişine ilişkin kurallara göre düzenlenmektedir. Seçim ilkesi, yalnızca Meclis’in oluşturulması sürecinde geçerli kalmakta, onun ötesinde, bu ilkenin sonuçlarının geçerli olması beklenen bütün alanlar, olağan politik kurumlara kapalı tutulmaktadır. Bir başka deyişle, Meclisin egemenlik sınırları, -başta MGK olmak üzere- devletin legal ve illegal kurumları tarafından belirlenmektedir. Faşist diktatörlük, başlıca bu çekirdek Kurumlar etrafında örülmüş bulunmakta, parlamento ve siyasal partiler, egemenliğin ikinci dereceden araçları halinde tutulmaktadır. Bu sistemde hiyerarşinin içinde yükselmek, özellikle Cumhurbaşkanlığı gibi bir makama oturmak için, Meclis’ten belli sayıda oy almak yeterli değildin esas olarak çekirdek kurumların onayını almak zorunludur.
Böylece, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiyi, bir seçme-seçilme ilişkisine indirgeyen klasik burjuva anlamda demokrasi bile, TC’nin işleyişi içinde temel anlamım ve işlevini yitirmektedir. Yönetilenler, kendilerinin oyuyla işlediğini sandıkları süreçlerin tümüyle dışına itilmekte, yönetim kademesi, adeta emir-komuta zinciriyle belirlenmektedir. Bu zincir, yalnızca yüksek rütbeli askerlerden değil, tekelci burjuvazinin asker, sivil, her türden temsilcisinden oluşmaktadır.
Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesinde izlenen yöntemler, diğer yandan bu sistem içinde siyasal partilerin durumunu ve işlevini de açığa çıkarmıştır. Siyasal partiler, özellikle 12 Eylül’den sonra, farklı program ve yönetim anlayışlarını yansıtmaktan tümüyle uzaklaşmış, programları birbirine eşitlenmiştir. Örneğin, iktidardaki koalisyon ortakları arasında, ayrı parti amblemlerine sahip olmaktan öte bir fark bulma imkânı yoktur. Partiler arasındaki farklılıklar ve çatışmalar, siyasi olmaktan çok, “malı kimin götüreceği” gibi aşağılık deyimlerle tanımlanan dolaysız, kısa vadeli maddi çıkar çatışmalarının ifadesi haline gelmiştir. Örneğin, Demirel’in seçilmesinde en büyük kolaylığı ve oy desteğini sağlayan SHP, bunun karşılığında, koalisyon hükümeti içindeki yerini korumaya devam etme garantisi almakla yetinmiştir. Eğer partiler arasındaki görece program farklılıklarının devam ettiği bir dönemde olsaydı, böyle bir pozisyonda, koalisyon ortaklığının başka programatik pazarlıkların konusu olması kaçınılmazdı. Ne var ki, Amerikan tipi iki partili siyasal sisteminin yerleştirilmeye çalışıldığı bu dönemde, artık partiler arasındaki program farklılıklarına ve bundan doğacak olan çekişmelere yer kalmamıştır. Siyasi partiler arasındaki çekişme, partiler etrafında yuvalanan ve hemen hemen tamamıyla üretim dışı yollarla (ihale yolsuzlukları, hayali ihracat, rüşvet komisyonculuğu vs.) para toplayan grupların kavgasına dönüşmüş durumdadır. Tekelci burjuvazi, kendi eteklerinde yer alan ve sermayenin dolaşımını bir biçimde hızlandırarak aşırı paralar çarpan bu grupların varlığından rahatsız değildir ve bir bakıma siyaseti bunların hâkim olduğu örgütler aracılığıyla yapmakta özel yararlar görebilmektedir.
Ancak bu genel yapı, şimdi tam bir tıkanma ve kısır döngü içinde kıvranma sürecine girmiş bulunmaktadır. Birbirine eşitlenen ve burjuva sistem içinde bile alternatif siyasetler üretme yolları kapanan burjuva partilerinin karmaşık yurt ve dünya sorunları karşısında çıkarabileceği çözümler tükenmiş, parlamento ve siyasi partiler, yönetim süreçlerinin dışında, tamamen arpalık yaratma kurumları haline gelmiştir. Yönetim, temel aygıtları olması gereken kurumların devrede olmadığı bir tarzda çalışmaktadır. Siyasi partiler, dar anlamda, devlet yönetimi demek olan siyasetin dışına düşmüşler, ticari ve mali aracılık kurumları haline gelmişlerdir.
Bütün bu gerçeklerin artık halktan gizlenebilmesinin, “çok partili demokratik sistem” palavrasının yutturulabilmesinin olanağı kalmamıştır. Bu durumda, basın-yayınıyla, resmi propaganda araçlarıyla, artık gerçeğin gizlenmesine değil, olduğu gibi kabul edilip boyun eğilmesine yönelik propagandaya yönelinmiş bulunmaktadır: Yalan bile gereksiz hale gelmektedir. Şimdi bütün sorun, bu durumu halka, bile bile kabul ettirmekten ibarettir. Çürümenin, hırsızlığın ve yalancılığın olağan, başka türlüsü olamaz olduğunu kabul edebilmesi için kamuoyunun da aynı derecede yozlaşmış, çürümüş ve çaresiz olması gerekmektedir.
Tıkanıklık, yalnızca siyasi yapılar düzeyinde değil, bütünüyle hayatın yeniden üretilmesi süreçlerinde yaşanmaktadır. Türkiye’de her şey, ancak köklü bir alt-üstün temizleyebileceği kadar tükenmiştir.

Haziran 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑