Fransa’da Sınıf Savaşımları

Sosyalizm mücadelesine, Doğu Bloğu’nun çökmesinden sonra giderek güçlenen ve bazı “sosyalistler” arasında da yankı bulan bir burjuva saldırı var:
“Sosyalizm insanlık için uygun bir toplumsal sistem değildir. Bunun böyle olduğu, sosyalist sistemin çökmesiyle kanıtlanmıştır.”
Böyle bir yaklaşımın teorik arka planı, ifadesini tarih anlayışında buluyor. Bu anlayışa göre tarih, doğrusal olarak işleyen, geri dönüşlere asla olanak tanımayan ve toplumun organik yapısından bağımsız bir olgudur. Bu yaklaşım, sadece burjuva bir iddia olarak kalsaydı eğer, sorun olarak değerlendirilmezdi bile; ancak, pek çok “sosyalist’le farklı biçimlerde hayat bulup Marksizm’i “aşma”nın bir argümanı yapıldı mıydı durum değişiyor. Ve böyle bir durumda, dönüp Fransa’da Sınıf Savaşımları’nı okumak, gereklilik oluyor.
Eser, Karl Marx tarafından 1850 yılında yazılmıştı. 1848-1850 yılları arasında Fransa’da yaşanan sınıfsal mücadeleleri derleyip toparlayan eser, diyalektik-materyalist metodun, tarihsel bir dönemin incelenmesinde ilk defa kullanılması ve daha önce Komünist Partisi Manifestosu’nda teorik olarak yapılmış saptamaların, somut örnekleriyle ilk kez burada buluşmuş olması açısından son derece önemlidir.
1848-1849 yılları, bütün Avrupa’da devrimci çalkantıların ve ihtilalleri yaşandığı bir dönemdi. Esas köklerini henüz hüküm sürmekte olan mutlak monarşilerle gelişmekte olan kapitalizm arasındaki çelişmelerden alan bu ihtilaller, içerdikleri sınıflar ve ihtilalin gelişim özellikleri bağlamında, bir ülkeden diğerine özgünlükler de göstermekteydi. Ancak 1848 ihtilallerini klasik burjuva ihtilallerinden ayıran temel özellik, yeni bir sınıfın, proletaryanın, kendi sınıf talepleriyle siyaset sahnesinde belirmiş olmasıydı. Ekonomik olarak ise durum şöyleydi:
Kapitalizm, bütün Avrupa’da henüz gelişme halindeydi. İngiltere dışta tutulacak olursa, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde bir sanayi burjuvazisi ve proletaryasından söz edilemezdi. Mutlak monarşi, pek çok ülkede ya fiilen iktidarda olarak ya da ayrıcalıklı mali aristokrasi sayesinde hâlâ hüküm sürmekteydi. Başta Fransa olmak üzere birçok ülkede, ülkenin kamu zenginliği, borsanın sömürüsü altındaydı ve bunun ekonomik sonuçları ise, proletarya, köylülük ve küçük-burjuvazinin omuzlarındaydı.
1848 ihtilalleri, işte bu koşullarda oluyor; çok kısa periyotlarla statüko bozuluyor; yenilmiş bir sınıf, kısa bir süre sonra en güçlü sınıf konumuna gelebiliyordu. Bu temelde gelişen sınıf mücadelelerinin en çarpıcı örnekleri ise Fransa’da yaşanıyordu. Marx’in Fransa’ya verdiği önem de bundan kaynaklanıyordu.
Bu yoğun mücadele ve ihtilaller, Marx ve Engels’i kapsamak üzere, birçok sosyalistte proleter bir devrim beklentisi yaratmıştı. Oysa böylesi bir devrim, gerek proletarya gerekse burjuvazinin gelişmişlik düzeyi göz önüne alındığında henüz olanaklı değildi. Avrupa’da devrim döneminin kesintiye uğradığı bir dönemde, 1850’de yazılan bu eserin en önemli tarihsel sonuçlarından birisi, bu türden yanılgılara son vermesiydi. Proleter bir devrimin, en azından, bir sanayi proletaryası ile sanayi burjuvazisinin yaratılmış olmasını ve bunların siyaset sahnesinde karşı karşıya çıkmış olmalarını gereksindiği, bu eserle birlikte artık biliniyor olacaktı.
1848’e kadar Marx ve Engels için birinci öneme sahip olan şey, Marksist felsefenin oluşmasıydı. 1848-1849 yılları ise, Marksizm’in siyasal düşüncesinin, strateji ve taktiklerinin olgunlaştığı dönemdir. Aslında komünist taktiklerin genel ilkeleri, 1847-1848 yıllarında Marx ve Engels’in birlikte yazdıkları Komünist Partisi Manifestosu’nda formüle edilmişti. Ancak sorun, gelinen aşamada, bu ilkelerin somut olarak formüle edilmesiydi. 1848-1849 yılları, bu bağlamda Marksizm için doğal sınav olanağı oldu; ve Marx, “bütün tarihin sınıf çatışmalarından ibaret olduğu” biçiminde özetlenebilen diyalektik bakış açısını, ilk kez bu eserde somut bir olayın analizi için kullandı. Fransa’da Sınıf Savaşımları, bu bağlamda Marksist diyalektiğin hem bir ürünü hem de onun gelişmesinin bir unsuru olmuştur.
Engels kitabın önsözünde toplumsal olayları incelemekte kullanılabilecek tek bilimsel yöntemin, diyalektik yöntem olduğunu belirtiyor ve kavramın içeriğini, “bütün tarihin, sınıf çatışmalarından ibaret olduğu ‘biçiminde dolduruyor. Tarihi, sınıf mücadeleleri temelinde incelemek, ilk kez bu eserle gerçekleşmiştir ve bu eserle birlikte, tarihsel ve toplumsal süreçleri sınıf mücadelesinin dışında değerlendiren bir yaklaşım, bilimsel olma iddiasını baştan yitirmiştir. Bu bilgilerden sonra artık Marksist (ya da bilimsel) yöntemle, sınıf çatışmalarından arındırılmış bir yöntemin bir arada yaşama şansı kalmamıştır; birinin bulunduğu yerde diğerinin adı geçemez.
Toplumsal devinimin olağanüstü yoğunlaştığı ve tarihin muazzam hızlandığı 1848-1850 Fransa’sı, içerdiği zengin sınıf mücadeleleri açısından Marksizm için adeta doğal bir laboratuar işlevi görür.
Şubat 1848’de büyük burjuvazi, başta proletarya olmak üzere köylülük ve küçük burjuvazinin desteğini alarak Şubat Devrimi’ni gerçekleştirir ve Louis-Philippe krallığını yıkarak “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik!” temelinde cumhuriyeti kurar (!). Ancak çok değil, dört aylık bir süreçte, Şubat müttefiklerine özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin ne anlama geldiğini gösterir: Köylüler vergi sisteminde yapılan bir değişiklikle sefalete sürülür; küçük-burjuvazi tekellere yem yapılır; proletarya ise Haziran’da sokakta katledilir.
Şubat Devrimi’nden sonra zaferin sarhoşluğuna kapılan ve cumhuriyetten kurtuluş uman, ak ile karayı ancak Haziran yenilgisinden sonra ayırt edebilen proletaryaya Karl Marx sitem ediyor ve 1848 koşullarının proletaryanın kurtuluşu için neden yetersiz olduğunu açıklıyor: Fransa’da ne sanayi burjuvazisi iktidardadır, ne de sanayi proletaryası ve onun kurtuluşunu sağlayacak modern üretim araçları yaratılmıştır. Proletarya Paris’te az-çok bir güce sahipse de diğer bölgelerde yok denecek kadar azdır; ülke çapında bir proleter sınıfından ve onun birliğinden söz etmek olanaksızdır. Köylülük ve küçük-burjuvazinin talepleri henüz mali aristokrasiye karşı verilen savaşımın içinde gizlidir ve proletaryanın çıkarları henüz bütün toplumun çıkarları değildir. Bu koşullarda proletaryanın kurtuluşu olanaksızdır ve yaşanan süreç mantıklıdır.
Marx açısından Haziran yenilgisinin olumlu bir sonucu da vardır: Haziran’dan önce proletarya için kurtuluş, devlet biçiminin yıkılmasıydı; oysa kurtuluş artık burjuva sınıfın yıkılması ve proletarya diktatörlüğünün kurulması anlamına geliyordu.
Burjuvazi proletaryayı büyük bir yenilgiye uğratmış olsa da iktidara bir türlü hâkim olamıyor ve mali aristokrasi giderek güçleniyordu. 10 Aralık 1848’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini, büyük bir farkla Napoleon kazandı. Köylüler için “vergilerin kalkması” anlamına gelen Napoleon’un cumhurbaşkanı seçilmesini Marx, “köylülerin hükümet darbesi” olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Cumhuriyet bu sınıfa kendini icra memuru ile haber vermişti; o, cumhuriyete kendini bir imparatorla bildirdi.”
Napoleon’un cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra cumhuriyetçi küçük-burjuvazi ile düzen partisi arasında sürekli, ancak sönük bir mücadele başlıyor ve 13 Haziran’da ‘Yasasın Anayasa!’ sloganı ile sokağa dökülen 30.000 kişinin çil yavrusu gibi dağıtılmasından sonra tükeniyor. Karl Mare, 13 Haziran 1849’u, Haziran 1848’in komedisi olarak tanımlıyor ve ekliyor: “23 Haziran 1848, devrimci proletaryanın başkaldırısı olduysa, 13 Haziran 1849 da demokrat küçük-burjuvazinin başkaldırısı oldu; bu iki başkaldırının her biri, onu yaratan sınıfın salt, katıksız ve klasik bir ifadesiydi.”
Demokrat küçük-burjuvazinin düzen partisine karşı mücadelesini anlattığı sayfalarda Kari Marx, doktriner sosyalizmin bir eleştirisine onu proleter sosyalizmden ayıran farklılıklara yer veriyor ve gerçek kurtuluşun neden proleter sosyalizmde olduğunu anlatıyor.
Hatırlanacağı gibi Napoleon başta köylüler olmak üzere proletarya ve küçük-burjuvazinin ortak taleplerinin bir ifadesiydi. Öyle ki, bu son iki sınıf, seçimlerde kendi adaylarını değil, Napoleon’u desteklemişlerdi ve onlar için Napoleon, diğer anlamlarının yanı sıra “vergiden kurtulmak” demekti. Ancak durum hiç de “öyle olmadı. Napoleon, defalarca konulup kaldırılmış olan içki vergisini yeniden yürürlüğe koydu. İçki vergisi Fransız Köylüsü için hayati bir önem arz etmekteydi ve bu kez mülkiyetin, ailenin, düzenin ve dinin yanında beşinci tanrısallık olarak tanımlanmış ve bu gerekçeyle konmuştu. Karl Marx bu durumu alaylı bir üslupla anlatıyor:
“Köylü şeytanı hayal ettiği zaman, onu, icra memuru kılığında düşünür. Eh, Montalembert, vergiyi bir tanrı yapar yapmaz, köylü de dinsiz ve tanrıtanımaz oldu ve şeytanın yani sosyalizmin kollarına atıldı. “
Gerçekten de gerek köylülüğün gerekse küçük-burjuvazinin talepleri giderek proletaryanın talepleriyle birleşiyordu. Ancak Avrupa’da 1848’den itibaren ticaret ve sanayide bir iyileşme dönemi başlamıştı ve bunun etkileri Fransa’ya da ulaşmıştı. Fransa, devrimci bir durumun, yöneten sınıf için koşullarım ortadan kaldırıyordu ve muhalefetteki sınıf ve katmanların ekonomik ve siyasal talepleri, devrimci birer etken olma potansiyellerini giderek yitiriyorlardı. Düzen partisinin yapması gereken tek şey, statükoyu korumaktı. Aralık 1848’de Napoleone cumhurbaşkanlığına getiren koşullar, bu kez ona krallığın yollarını açıyordu. Genel oy sisteminin kaldırılması, bunun somut ilk adımıydı. Devrimci yükseliş felce uğramıştı ve yakın gelecekte önemli bir yükseliş potansiyeli gözükmüyordu; ancak süreç içinde oluşacağı kesindi: Yeni bir devrim, ancak yeni bir bunalımın ardından gelecektir, ama biri ne kadar kesinse, öteki de o kadar kesindir.’
Kitabın diğer iki bölümü, F. Engels’in 6 Mart 1895’te yazdığı Giriş ve yine Engels’in Haziran sonu ve Temmuz (1848) başında yazdığı Ekler’i içeriyor. Bunlardan ilki savunulan doğru düşüncelerden öte, bugün üzerinde tartışılması gereken fikirler içerdiği için son derece önemlidir. İkinci bölüm ise Haziran ayaklanmasının üç gününü anlatıyor. Bu bölüm, kazanacağı ve kaybedeceği şeyler arasındaki derin uçurumun yarattığı motivasyonla ayağa kalkmış proletaryanın neler yapabileceğini, yaşanmış bir örnek üzerinde göstermesi bakımından oldukça önemlidir:
Tarih, sınıf mücadelelerinden başka bir şey değildir ve bu mücadelede proletaryanın, zincirlerinden başka kaybedeceği bir şeyi yoktur!

(Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol Yayınları, 3. baskı (1988) Çeviren: Sevim BELLİ)

Mart 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑