Komünist Gelişmenin Sürekli Ve Etkin Bir Silahı: Özeleştiri

Bir parti militanının gerçek niteliği, devrimin ve devrimci siyasal eylemin en zor ve en önemli koşullarında ortaya çıkar. Komünist çalışmanın en zor ve en önemli anlarında parti militanının tutumu ne olacaktır? Yığın eylemleri patladığında, durgun dönemlerdekinden onlarca kat daha fazla bir çalışma temposuyla, komünist bir yaratıcılık ve devrimci sınıf ruhuyla ileri mi atılacaktır; yoksa gelişen sınıf hareketinin dışına düşecek ölçüde yeteneksizlik mi gösterecektir? Ülkenin her yanında yığınların eylemi; grevler, sokak direnişleri, barikat savaşları biçiminde gelişirken kabaran dalgaya kapılıp ileri fırlayacak; ama burjuvazinin, hareketi ezmek için, ilk güçlü vuruşlarını yapmaya, dizginlerinden boşanmışçasına saldırmaya başladığında paniğe kapılarak beklenti ve umutsuzluk içine mi düşecektir? İşçi ve halk hareketinin aldığı ağır bir yenilginin ardından önce şaşkınlığa kapılacak, sonra kapitalizmin ebediliğine yeniden ve “bilinçli” bir inancın eşliğinde, olabildiğince geriye çekilecek ve giderek bir “düzen adamı” mı olacak; yoksa örgütünden, yoldaşlarından ayrı düştüğünde bile, komünist kişiliğini koruyup her koşulda sebat ve komünist bir inançla mücadeleye devam edecek bir “dava adamı” mı olacaktır?
Dünya proletaryasının büyük öğretmeni Josef Stalin, proletarya hareketiyle bağlantılı olarak gerçek devrimci militanı tarif ederken şunları söylüyordu:
“Proletaryanın mücadelesi baştan sona bir saldırı, kesintisiz bir başarılar zinciri değildir. Proletaryanın mücadelesinde zaferler de vardır, yenilgiler de vardır. Gerçek devrimci; muzaffer ayaklanma döneminde yiğitçe savaşan kişi değil, tersine, devrimin muzaffer saldırısı sırasında iyi savaşmasını bilen, ama aynı zamanda devrimin geri çekilme döneminde, proletaryanın yenilgisi döneminde de yiğit olan, şaşkına dönmeyen ve devrim, darbeler aldığında, düşman başarı kazandığında da işi yarı yolda bırakmayan, devrimin geri çekilme döneminde paniğe kapılmayan ve umutsuzluğa düşmeyen kişidir.”
Stalin, bu sözleriyle, bütün devrimlerin ve devrimci mücadelelerin tanık olduğu gibi, kimi devrimcilerin, en zor koşullarda bile paniğe kapılmadan, umutsuzluğa düşmeden, umutla, inançla ve bilinçle mücadeleyi sürdüreceğini; kimilerinin ise tam tersine, muzaffer ayaklanma dönemlerinde yiğitçe savaşırken; devrim, darbeler aldığında, paniğe kapılarak, umutsuzluğa düşerek işi yarı yolda bırakabileceğini anlatır bize.
Burada ister istemez şöyle bir soru gelecektir aklımıza; neden aynı toplumsal ve tarihsel koşullarda, aynı devrimci örgüt ya da parti içinde omuz omuza dövüşen militanlardan kimisini, bu koşullar, ileriye doğru götürür ve neden kimilerini geriye doğru savurur?
Böyle bir soru üzerinde düşünmeye başladığımızda, devrimci militanın kendisini değiştirmesinin ve ilerletmesinin güçlü bir aracı olan kendi kendisini sürekli olarak eleştirme ya da aynı anlama gelmek üzere özeleştiri; mutlaka üzerinde durmamız gereken bir şey olarak karşımıza çıkar.
Kapitalizme karşı mücadelede, proletaryanın öncü örgütlü müfrezesi olan devrimci komünist partisi, yürüttüğü komünist çalışma içerisinde ayrı bir hayat, ayrı bir duyuş, düşünüş ve davranış tarzı olduğu gibi ayrı bir ilişki biçimini de yaratır. Bir yandan, kendisini, burjuva kapitalist hayat tarzı ve ilişki biçimlerinin karşısına diker, öte yandan da kendine özgü bir sistem yaratır. Bu yönüyle devrimci komünist parti; parti yaşantısı ve kolektif komünist mücadele, komünist kişilik özelliklerinin, komünist ahlakın ve erdemlerin ortaya çıkmasının ve bunların militanın yaşantısında, eyleminde ve bilincinde cisimleşmesinin olanaklarını yaratan devrimci bir ortamdır. Enver Hoca’nın şu sözleri bu bakımdan dikkat çekicidir:
Bir işçi, komünist olduğu zaman, o; kendisinde gelişmemiş olan bir şeyin açılıp serpilmekte olduğunu hisseder; bulanık biçimde bilgi sahibi olduğu bir kültürün onu aydınlattığını keşfeder, Marksizm’de kendisini açıkça ileri sürme olanağını bulur: bilinçaltında var olan bir şey hakkında bilgi sahibi olur. Böylece bir işçi, komünist olduğu zaman kendisini inşa eder ve pekiştirir.
Bir entelektüel, komünist olduğu zaman ise, olaylar önceki durumda olduğu gibi gelişmez. Sosyalist bilincin zaferinin her adımında entelektüel, geçmişinde bazı şeyleri yok etmek zorunda kalır. Bu yüzden o, tahrip eder ve inşa eder. Attığı her adımda kendini yaratma değil de, kendine karşı mücadele izlenimini edinir.
İşçi, komünist olduğu zaman, o; savaşacağını, greve gideceğini, kapitalizmle çatışmaya gireceğini ve hatta öldürülebileceğini bilir; ancak onun yalnızca tek düşmanı vardır ve bu düşman onun dışındadır, kapitalizmdir. Entelektüel, iki cephede birden savaşmak zorundadır: “kendine ve kapitalizme karşı.”
Bu bakımdan, söz konusu olan ister bir işçi olsun, ister ihtilalci bir aydın; partili mücadele insanı dönüştürür, bilincini ilerletir, bunun olanaklarını yaratır. İşte yukarıdaki sorunun cevabını aramamız gereken noktalardan birisi burada yatmaktadır. Bir parti militanı bilinç, yaşantı tarzı ve kişilik özellikleri bakımından, böylesi bir devrimci ortamda kendisini sürekli “yeniden inşa edebildiği”, “yıkıp inşa edebildiği” ve böylece komünist mücadeleyle, komünist ideoloji ve partiyle sürekli olarak birleşebildiği oranda, kendisini ilerletebilecektir. İşte bu açıdan bakıldığında, komünist bir militan açısından özeleştiri, ilerlemenin ve devrimci gelişimin vazgeçilmez koşullarından birisi olduğu gibi, aynı zamanda onun en önemli silahlarından da birisidir. Bu, militanın kendisine, kendi içindeki burjuva etkiye karşı yönelttiği özel türde bir silahtır.

ÖZELEŞTİRİ KONUSUNDA YANLIŞ ANLAYIŞLAR

Komünistler açısından devrimci değişim ve gelişimin vazgeçilmez koşullarından birisi olan özeleştirinin temel özelliklerine geçmeden önce, onun kimi yanlış ve eksik algılanış biçimleri üzerinde duralım.
Yürütülen kolektif mücadelede, komünistlerin birbirlerini eleştirmeleri ve bu yönüyle gelişimlerinde birbirlerine yardım etmeleri, parti yaşantısının düzenleyici ilkelerinden birisidir. Ama özeleştiri, çoğu kere eleştirinin bir karşılığı olarak algılanır. Kuşkusuz, bir komünist, yoldaşlarının kendisine yönelttiği eleştiriler karşısında kayıtsız kalamaz. Yoldaşları tarafından eleştirilen yanlarını gözden geçirmek, onların işaret ettiği eksikliklerini bulup çıkarmak ve gidermeye çalışmak, kendisine yöneltilen eleştirilerle birlikte kendisini eleştirmeye yönelmek, devrimci bir militan açısından hem bir görev, hem de bir ihtiyaçtır. Bu yönüyle, yoldaşları tarafından kendisine yöneltilen eleştiriler, devrimci militanın kendisini eleştiriye, özeleştiriye yöneltir. Ancak özeleştiriyi sadece bu yönüyle kavramak, yani onu sadece kendisine yöneltilen eleştirinin karşılığı olarak algılamak, özeleştirinin eksik bir kavranış biçimidir. Eğer özeleştiri sadece bu yönüyle kavranıyorsa, o, sadece bir militanla başka bir militan ya da militanla parti arasındaki ilişki olarak görülüyor demektir. Özeleştiri, eğer sadece bu yönüyle kavranırsa, devrimci militan ancak parti ya da yoldaşları kendisini eleştirdiğinde, özeleştiriye yönelebilecektir. Bu durumda, özeleştiri gerçek devrimci içeriğinden ve anlamından büyük oranda kopacaktır. Çünkü parti ya da birlikte mücadele ettiği yoldaşları, her durumda militanın eksikliklerini, yanılgılarını ve zaaflarını göremeyebilir. Ya da militanın bütün yaşantısı partinin gözü önünde cereyan edemeyeceği gibi, onun parti tarafından görülebilecek ve eleştirilebilecek yanlan genel olarak pratik parti çalışmasında ortaya çıkan eksikler, hatalar ya da yanlış düşüncelerdir. Böylesi durumlarda ne olacaktır?
Militanın devrimci değişimi ve gelişimi, sadece başkalarının eleştirisine bağlandığında, eksik ve düzensiz bir değişim ve gelişim olacaktır. Bilinmelidir ki, ancak sürekli olarak kendi yaşantısını ve eylemini eleştirebilen, her an kendi eksiklerini, hatalarını ve yanlış eğilimlerini cesurca ve samimiyetle kendi önüne koyarak yok etmesini bilen ve bu anlamda özeleştiriyi, devrimci kişiliğinin vazgeçilmez bir parçası haline getiren bir kişi, özeleştirinin devrimci anlamını kavrayabilmiş demektir. O halde, özeleştiri; bir komünist militan açısından, partinin ve yoldaşlarının kendisine yönelttiği eleştirilerle, kendi yaşantısını, eylemini, tutumunu sürekli olarak kendisinin eleştirmesiyle birleştirdiğinde doğru ve devrimci bir anlam kazanabilir.
Özeleştirinin bir başka yanlış ve biçimsel kavranışı da, özeleştiriyi eleştirilmemenin ve sözde kendisini eleştiriyor görünerek hata ve eksiklerini gizlemenin bir aracı olarak kullanmaktır. Böyle davranan birisi, özeleştiri karşısındaki bu tutumuyla sözde dürüst olarak görünmeye çalışır. Habire nerede ne hata yaptığını, hangi konularda eksiklikleri olduğunu sürekli olarak başkalarına anlatır. Ama ne o sürekli olarak tekrarlayıp durduğu hata ve eksiklerini gidermeye çalışır, ne de bulunduğu noktadan ileriye doğru bir adım atar. Wilhelm Busch bir şiirinde özeleştiri karşısında böylesine gevezece bir tutum takınanları şöyle anlatıyor:
“Özeleştiride çok şey var
Diyelim ki kendimi eleştiriyorum
Bu sayede, bir defa çok akıllı olduğum
düşüncesini yaratıyorum.
İkincisi, insanlara
Bu adam çok namuslu dedirtiyorum.
Üçüncüsü,
Eleştirmenlerden önce davranıyorum
Ve dördüncü olarak ayrıca
özeleştirime itiraz edilmesini umuyorum
Böylece de sonuçta
çok yaman biri oluyorum.”

Özeleştirinin bu kavranış biçimi, kaynağını burjuva ahlakından alır. Bu anlayış, proletaryaya ve komünizme yabancıdır. Çünkü samimiyetsizliğin bir ifadesidir. Hıristiyanların yüzyıllardır uygulaya-geldikleri günah çıkarmadan hiçbir farkı yoktur ve tam bir ikiyüzlülüğü ifade eder. Sürekli olarak yerinde saymanın, sürekli olarak aynı hataları “bilinçli olarak” yapmanın meşruiyetini sağlama çabasından başka hiçbir şeyi ifade etmez.
Bunun gibi, özeleştiriyi devrimci ve ilerici anlamından kopararak “Hıristiyanlara özgü bir davranış biçimi olduğu için” reddeden ve ona karşı çıkanlar da, bu tutumlarıyla küçük burjuva aydınının kibirli ruh halini ve tutumunu yansıtırlar. Özeleştiriyi böyle gören, Marksizm-adına yola çıkmış küçük burjuva aydını, kendisince, hiçbir zaman hata yapmaz, hiçbir eksik yanı yoktur ve her şeyi her zaman en iyi kendisi bilir. Bu yüzden de özeleştiriye ihtiyaç duymaz. Çünkü ilerleyebileceği kadar ilerlemiş, Marksizm’i de zaten hatmedip yutmuş ve çoktan “aşmış”tır. Bu noktada, özeleştiriyi devrimci ilerleme ve gelişmenin zorunlu bir aracı olarak kavramak istemeyen her iki anlayış tarzı da, devrimci değişim ve dönüşüme kapalılıklarıyla aynı noktada buluşmaktadırlar.
Gerçek komünistler açısından ise “…özeleştiri Bolşevizm’in gerçek özüyle, devrimci ruhuyla kopmaz bir biçimde iç içe geçmiş, Bolşevizm’in cephaneliğinin paha biçilmez ve sürekli etkin bir silahıdır,” (Stalin)
Özeleştirinin kimi yanlış ve eksik algılanış biçimleri üzerinde kısaca durduktan sonra, komünist militanın sürekli olarak gelişmesi ve değişmesinin en etkin silahlarından birisi olarak özeleştirinin bazı temel özelliklerine geçelim:

BÜTÜN BURJUVA İLİŞKİLERDEN TAM BİR KOPUŞU GERÇEKLEŞTİRMENİN ARACI OLARAK ÖZELEŞTİRİ
Kapitalist toplumda insan ilişkilerini belirleyen temel şey, özel mülkiyet ilişkileridir. Daha fazla özel mülkiyet sahibi olma, insana özgürleşebilmenin temel yolu olarak gösterilir. Kimi insan, özel mülkiyet sahibi olduğu için özgürdür. Kimisi ise, özel mülkiyet sahibi olabilmek için çalışma ve her türlü yola başvurma özgürlüğüne sahiptir. Bu koşullarda insan, ya özel mülkiyetini çoğaltarak başkalarından üstün bir konuma geçmek için ötekileriyle didişecektir; ya da bir başkasının yemi olmamak için çabalayacak, başkalarını kendisine yem etmeye çalışacaktır. Egemen sınıf olarak örgütlenmiş burjuvazinin yarattığı burjuva kapitalist yaşam tarzının daha az çalışarak daha iyi yaşayabilmek, zevkli ve renkli bir yaşam sürebilmek için insanlara gösterdiği yegâne yol, böyle bir çatışmanın içerisinde başarılı olabilmek için savaşmaktır. Burjuva kapitalist hayat tarzı; sevgi yerine nefreti, paylaşım yerine bencilliği, erdem yerine ahlaksızlığı (burjuva ahlakını); dürüstlük yerine ikiyüzlülüğü geçirir. Burjuva ahlak açısından, insanın kendisinden başkasını düşünmesi kadar anlamsız bir şey yoktur. Ahlaktan ya da dürüstlükten bahsetmek enayilik ve saflıktır. Namusluca çalışan insanlar olmasa zaten, başkaları için köşe dönmenin imkânı yoktur. Bütün bu burjuva kapitalist hayat tarzı, insan ilişkilerini ikiyüzlülük, tutarsızlık ve bölünmüşlük olarak belirler.
Kimi zaman birlikte mücadele ettiğimiz yoldaşlarımızda çeşitli küçük burjuva eğilimlere rastlarız. Bencillik, kendi kendini övme, hep kendini ön plana çıkarmaya çalışma, sahip olduğu bazı şeyleri yoldaşlarıyla paylaşmama, rahat bir yaşam ve konfor düşkünlüğü vb. Bütün bunlar ve benzeri alışkanlık, eğilim ve tutumlar, içinde yaşadığımız toplumdan edindiğimiz şeylerdir. Bir yönüyle, yeninin kendi içindeki eskinin unsurlarıdır.
Devrimci komünist parti, parti yaşantısı ve devrimci eylem ise, bütün bu burjuva kapitalist hayat tarzından kopuşun ve aynı zamanda komünist insan olabilmenin olanaklarını ortaya çıkarır. Ancak; komünist militan, sürekli olarak gösterdiği değişim ve arınma çabasını bu olanakla birleştirebildiği oranda eski ilişki ve alışkanlık biçimlerinden kurtulabilir.
“Bütün burjuva ilişkilerden kopuş” denilince, yalnızca burjuva ahlak anlayışından ve hayat biçiminden kopmak anlaşılmamalı. Bu kavram, aynı zamanda burjuva toplumsal örgütlenme biçimlerinin tümünden gerçek anlamda bir kopmayı da dile getirir. Özetle; mülkiyetle belirlenmiş bütün kurum ve ilişkilerden kopuş demektir. Burjuva toplumsal sistem, genel olarak, çalışmadan yaşayabilmenin mümkün ve güzel olduğunu, çalışmanın ayıp ve aşağı sınıflara özgü bir yaşama biçimi olduğu anlayışını yayar. Çalışmadan yaşamanın bir üstünlük olduğu inancı, değişik biçimlerde kendini gösterir. Örneğin, yalnızca emek harcamadan, çalışmadan geçinip gitmek biçimindeki bir asalaklık, bunun en görünür biçimidir, ama çalışır göründüğü halde verimsiz olmak da, asalaklığın bir türüdür. Diğer yandan, çalışma sırasında, disiplinsiz olmak da, çalışmayı küçük görmenin, emek harcamayı enayilik saymanın bir biçimidir, İş ve ürün arasındaki bütün süreçlerde, zamanı ve emeği en üretken biçimde kullanarak, kişiliğiyle ürünü bir bütün halinde ortaya koymak, emekçi ahlakının en eski ilkelerinden biridir. Proleter devrimci çalışma tarzı da bu ahlakın cisimlendiği en yoğun alanlardan biri olarak kavranmalıdır. Bir işçi, fabrikada üretilen üründe kendi kişiliğinin cisimlenmesini göremez. Parçalar üzerindeki çalışma, daha sonra bir bütünün içinde erir ve binlerce işçinin ortak emeğinin ürünü olarak ortaya çıkar. İşçiye; yaratıcılık, kişilik özelliklerini ürüne katma yolları, bu tür üretimde kapalıdır. Fakat bir parti işçisi, basit bir meta üreticisi değildir. Bir bildirinin hazırlanmasında, basılmasında, dağıtılmasında, kendisinden katabileceği çok şey vardır; bir grevin örgütlenmesinde, bir ajitasyon çalışmasında, “bu benim kendi ürünüm” diyebileceği ve yaratıcılığının ve çalışkanlığının sonuçlarını tanıyabileceği bir süreç içindedir. Diğer yandan, o; tıpkı bir fabrikada olduğu gibi, ürettiği her parçanın, büyük bir bütünün parçası olduğunu, partinin genel ve büyük üretim faaliyetinin içinde bir tezgâhın başında bulunduğunu da bilir. En küçük bir işin taşıdığı kalitenin, ya da kalitesizliğin, ürünün tümüne yansıyacağını aklından çıkarmaz. Böyle bir çalışma anlayışının, burjuva tipte bireyci ve mülkiyet tutkusuyla belirlenmiş çalışma anlayışından tam bir kopuş anlamına geldiği açıktır.
“Burjuva ilişkilerden tam bir kopuş” denilince, anlaşılması gereken bir diğer özellik daha vardır. Burjuva sistemin, en katı çekirdeği devlet örgütlenmesidir. Devlet; ordu, polis ve bürokrasiden oluşan bir aygıttır ve bütün bu kurumlar, burjuva örgütlenmenin en profesyonel kesimini temsil ederler. Dolayısıyla, burjuvazinin yönetme, yönlendirme ve seferber etme anlayışının en tipik, en katışıksız örneklerini devlet hayatında bulabiliriz. Zora dayanan hiyerarşi, astlarla üstler arasında soğuk emir-komuta ilişkisi dışında hiçbir insani ilişkinin bulunmadığı bir sıralanma, bürokratik bir mekanizma, bu hayatın örgüsünü oluşturur. Bir komünist için bütün bu özelliklerin en küçük bir belirtisi bile, kendi hayat biçiminin düşmanı olarak kabul edilmelidir.
Devlet ve burjuva siyasal kurumlar karşısındaki tutumun bir diğer yönü; bu kurumları toplumsal hayatın vazgeçilmez unsurları olarak kabul eden, dolayısıyla gene mülkiyet sistemiyle ilişkilerin tam olarak koparılmamış olmasına işaret eden uzlaşmacı ve sığınmacı eğilimlerden kurtulmaktır. Bir komünist; işçi sınıfının, genel olarak siyasi mücadelenin bütün alanlarında ustalaşmış bir unsuru olarak tanımlanır. Lenin, bunu daha kesin bir ifadeyle, “siyasi polise karşı mücadelede ustalaşmak” olarak tanımlar. Bir komünist, iyi bir ajitatör, iyi bir örgütçü, iyi bir gerilla olarak, ayrı ayrı alanlarda gelişmiş yeteneklere sahip olabilir ve bu yeteneklerine uygun bir görevi vardır. Fakat hangi alanda çalışıyor olursa olsun, ister bir örgütçü, ister bir ajitatör, ister bir gerilla olsun, “siyasi polise karşı mücadelede ustalık” özelliğini mutlak olarak taşımak zorundadır.
Bu, basitçe takip edilmeye karşı donanmış olmaktan, gizlilik kurallarını iyi bilmekten ibaret bir ustalık değildir. Bunun anlamı, burjuvazinin bu en profesyonel kurumunun karşısına, proletaryanın en profesyonel unsuru olarak karşı koyabilmek demektir. Bu ustalık, her şeyden önce kendi konumunun bilincine ulaşmakla elde edilebilir. Sağlıklı ve sürekli bir kendini gözden geçirme, bir anlamda sürekli özeleştirel bir tutum içinde bulunma, bu konumun ciddiyetini ve geniş kapsamını değerlendiren bir içerikte olmalıdır. Kimim ve ne yapıyorum? Karşılaşacağım güçlükler nelerdir? Düşmanımın donanımına karşı koyabilecek maddi ve manevi güçlere sahip miyim? Onun aldatma, satın alma, İcaba kuvvetle yıldırma ve çökertme yöntemlerine karşı mücadele edebilmek için kendimi daha ne kadar ve nasıl geliştirmeliyim? İşkencede, mahkemede ve cezaevinde, uğruna savaştığım değerleri eksiksiz savunabilmek için yeterli miyim? Bu en temel sorular, ancak kendini açıkça ve dürüstçe eleştirerek cevaplandırılabilir. Bütün bu sorulara, bir başka yoldaşımızın karşısında çok doyurucu cevaplar verebiliriz; yoldaşlarımızı “sağlam komünist” olduğumuza inandırabiliriz. Ama acaba burjuvazinin siyasi örgütünün karşısında, onunla teke tek kaldığımız bir yalnızlık anında da aynı cevapları verebilecek miyiz? Devrimci Komünist Partisi’nin birçok militanı, bu soruları büyük bir dürüstlükle ve açıklıkla cevaplandırdıklarını, dağlarda, işkence tezgâhlarında, mahkeme salonlarında, cezaevlerinde ve darağaçlarında gösterdiler. Önümüzde, devrimci mücadele hayatının her saniyesinde ne yapılması gerektiğini, yaparak göstermiş Erdal Eren gibi bir yıldız var. Erdal Eren’in ve diğer komünistlerin hayatı, bu konuda söylenebilecek her şeyi özetlemektedir.
Yalnızca devrimci pratik süreç içerisinde insan hem kendisini, hem de çevresini değiştirebilir. Komünist mücadeleye katılan kişi, bir yandan dünyayı değiştirme eylemine katılmış demektir; ama öte yandan da yıllarca içinde yaşadığı ve bir parçası olduğu ilişki ve alışkanlıklardan arınma, kopma ve aynı zamanda da kendi içinde yıkarak, yeni olanı inşa etme mücadelesiyle yüz yüzedir.
Bu yönüyle bakıldığında, devrimci militan, yaşantısının bütün alanlarında, eski ilişki, alışkanlık ve yaşam tarzıyla acımasız bir hesaplaşma içerisinde olmak zorundadır. Bir kişinin, komünist çalışmada yoldaşlarıyla bir araya geldiğinde bir komünist, bunun dışında ise bir küçük burjuva gibi olamayacağı son derece açık değil midir? Yaşantısında komünist olamayan, eyleminde de komünist olamaz.
Öyleyse gerçek bir komünist militan açısından özeleştiri, bir yönüyle kendi yaşantısında bütün eski ilişki ve alışkanlıklara ve burjuva etkilere karşı bir eleştiri anlamını taşır. Ona, sürekli temas halinde olduğu burjuva ilişkilere karşı direnebilme gücü verir.

BURJUVA DÜNYA GÖRÜŞÜNÜN ETKİLERİNE KARŞI MÜCADELENİN ARACI OLARAK ÖZELEŞTİRİ
“Davranış ve düşünüş arasında tutarlı, düzenli bir ilişkinin bulunması, ancak bilimsel bir dünya görüşüne sahip olmaya ve bu dünya görüşünü, hayatın her alanında sadakatle uygulamaya bağlıdır.”
Bir komünistin bütün eyleminde ve yaşantısında tutarlı davranabilmesi için, kendisini proletaryanın dünya görüşüyle donatması zorunludur. Çünkü burjuva dünya görüşüyle tam bir kopuşu gerçekleştiren tek dünya görüşü; proletaryanın dünya görüşü, Marksizm-Leninizm’dir.
Devrimci bir militanın, kendisini proletaryanın dünya görüşüyle donatma çabası, bir yandan sürekli olarak Marksizm-Leninizm’i öğrenme çabasıdır; öte yandan da partinin bütün yayınlarını titizlikle takip etme, inceleme ve özümseme faaliyetidir. Böyle bir çaba içerisinde olmayan bir militanın, partinin ortaya koyduğu yeni görevleri ve mücadele hattını anlayabilmesi, bütün yaşantısını ve eylemini buna göre düzenleyebilmesi oldukça güçtür.
Öyle militanlar vardır ki, devrimci eylemi ve çalışmayı, yalnızca yapılan pratik iş ve çalışma olarak görürler. Nasıl olsa Marksizm-Leninizm’e genel bir inanç vardır. Nasıl olsa devrimci mücadelenin içerisindedir. O halde sürekli olarak Marksizm-Leninizm’i öğrenmeye çaba göstermek, parti yayınlarını titizlikle incelemek o kadar da gerekli bir şey değildir. Oysa böylelerinin burjuva dünya görüşünden çeşitli düzeylerde etkilenmeleri ya da komünist mücadeleden kopmaları oldukça kolaydır. Çünkü her an geliştirilip ilerletilmeyen bir komünist bilinç olmadan komünist eylem de olamaz.
Böyle davrananlar, bu konudaki tutumlarından dolayı eleştirildiklerinde “pratik işlerin çokluğunu”, “gizli çalışmanın olanaksızlıklarını” vb. gerekçe gösteriyorlar. Oysa bir komünist militan açısından bunların hiçbirisi gerekçe olamaz. Ve militan, kendisini düşünce tembelliği konusunda acımasızca eleştirebildiği oranda, sürekli olarak Marksizm-Leninizm’i öğrenme, partinin ne dediğini anlayabilme ve yaptığı işi de bilinçli bir iş olarak yapma olanağına kavuşabilir. Yoksa bu konuda, alışılageldiği üzere yapılan sürekli eleştirilere karşı verilen sürekli özeleştirilerin hiçbir ilerletici yanı yoktur.
Gündelik ilişkiler içinde burjuvazinin ideolojik ve kültürel etkisiyle kuşatılmış bulunan militanın, bilincini, devrimci proleter bir içerikte ve zenginlikte tutabilmesi için, dünya proletaryasının deneylerinden, devrimci proletaryanın teorik cephaneliğinden yararlanması şarttır. Komünist militan, bu birikime dayanarak, karşılaştığı her burjuva özellik ve etkiye karşı yalnızca kendini savunmakla kalmaz, onları eleştirmek ve etkilerini en aza indirmek için mücadele gücü bulur.
Oysa eğer deyim yerindeyse, mücadeleyi sadece “iman gücüyle” sürdürmeye çalışan birçok devrimci militanın, çeşitli burjuva, küçük burjuva düşüncelerden etkilenmesi, sosyalizme yönelik saldırıların en çok yoğunlaştığı dönemlerde tökezlemesi ve devrimci mücadeleden kopması sıkça rastlanan bir durumdur.

YAPILAN PRATİK İŞTE DAHA YÜKSEK NİTELİKLERE ULAŞMANIN ARACI OLARAK ÖZELEŞTİRİ
Bir komünistin yaptığı pratik işte daha yüksek niteliklere ulaşabilmesi, kendi yaptığı işe eleştirel bir gözle bakabilmesine bağlıdır. Bu, parti çalışmasının bütün alanları için geçerlidir.
Kitle çalışması yürüten bir militanın yürüttüğü çalışmada daha da derinleşebilmesi, işçilerle ilişkiler kurabilmesi, var olan ilişkilerini geliştirebilmesi, sürekli olarak çalışma alanını genişletebilmesi attığı her adımda eylemine eleştirici bir gözle bakabilmesine bağlıdır, işçilerle kurulan ilişkilerde konuşmanın etkili ve çekici bir hale getirilmesi gibi kişisel yeteneklerin geliştirilmesi, propaganda ve ajitasyonun etkisini artıracak, komünist militanın önderlik özelliklerine katkıda bulunacaktır. Halkın ve işçilerin geleneklerini, dilini, yerel özelliklerini, folklorunu vs. bilmek de aynı nedenle önemlidir. Bütün bu konularda militanın eksiklerini görmesi ve hissetmesi, ancak eleştirel bir gözle kendisine bakabilmesiyle mümkün ve olanaklıdır. Kitle çalışmasında çokça tanık olduğumuz gibi, kendi eylemini, çalışma tarzını sürekli olarak eleştirel bir gözle incelemeyen, ama bunun yerine sürekli koşulların olumsuzluğundan yakınan, durmadan şu yoldaşın hatalarından, bu yoldaşın eksiklerinden bahsedenlerin kendi işlerinde ilerleyemedikleri de bilinen bir gerçektir.
Aynı şey, teknik görevlerde bulunan parti işçileri için daha çok geçerlidir. Örneğin, parti yayınlarını basan parti işçisini ele alalım. O, ancak bastığı gazetenin her sayısını eleştirici bir gözle inceleyebilirse, nerelerde eksik ya da yanlışlar yaptığını titizlikle incelerse ancak o zaman bir sonraki sayıyı daha mükemmel bir şekilde basabilir. Özeleştirinin, ya da yapılan işi eleştirel tarzda tekrar gözden geçirmenin en önemli sonucu, çalışma sürecine yaratıcı tarzda müdahale etme olanağım bulmak olacaktır. İş, nasıl daha kısa zamanda ve daha az enerji harcanarak, daha az imkân tüketilerek yapılacaktır? İş sürecindeki teknik araç ve gerecin kullanılmasında nasıl daha becerikli olunacak, aletler ve araçlar nasıl daha verimli hale getirilecek, daha uzun süre hizmet vermeleri için bakımları nasıl yapılacak, gizlilik koşullarında korunabilmeleri için hangi ek tedbirlerin alınması gerekecek gibi soruların yanıtı, çalışma sürecine eleştirel gözle bakmakla verilebilir.
Bu bakımdan özeleştiri; militanla, yaptığı iş arasında sürekli bir ilişki anlamını da taşır. Yaptığı iş ile kendi eylemi arasında böyle bir ilişkiyi kuramayan kişi, kendisine yoldaşları tarafından yapılan önerileri de samimi olarak dikkate almaz. Hep kendisine yöneltilen eleştirilere ve yapılan önerilere “hak vererek” geçiştirir.

DEVRİMCİ BİR İÇ HESAPLAŞMA ANLAMINI TAŞIYAN ÖZELEŞTİRİ
Sürüp giden, ama mutlaka değiştirilmesi gereken- toplumsal ilişkilerin, toplumsal sistemin eleştirilmesi kolaydır. Ya da yanı başımızdaki yoldaşımızın hatalarını eleştirmemiz, ona doğru olması gerekenin ne olması gerektiğini göstermemiz de kolaydır. Hatta kendi yaptığımız yanlışlarımızı görmemizde kolaydır. Çünkü bunun için sadece doğru olması gerekenin ne olduğunu bilmek yeterlidir. Ama bir kişinin kendi yanlışlarını kendisine itiraf edebilmesi ve onu mutlaka değiştirmek için harekete geçmesi bunun kadar kolay mıdır?
Diğer insanlar gibi devrimci militanlar da, günlük olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarında, ilişki ve yaşam tarzlarında tutarsızlıklar gösterebilirler. İçinde yaşadığımız toplumsal ilişkilerden edindiğimiz alışkanlıklar, egemen olan burjuva dünya görüşünün ve ideolojisinin farkına varamadığımız etkileri, buna yol açabilir. Militanı çürüten ve gerileten bu etkilenmeler, bazen karşımıza çıkan bir olay sırasında, bazen yaşantımızın belirli bir döneminde karşımıza çıkabilir. Bu yönden bakıldığında bir komünistin sadece, olaylar karşısında ne yapması gerektiğini, nasıl bir tutum takınması gerektiğini, yaşantısını nasıl düzenlemesi gerektiğini bilmesi yetmez. Sadece bilmek yeterli olsaydı, o zaman devrimci dönüştürücü eyleminin hiçbir anlamı kalmazdı.
Kimi zaman doğru olanın ne olması gerektiğini bile bile yanlışlar yaparız, hatalı tutumlar içerisine gireriz. Yanlışla doğru arasında bir yol ayrımına geldiğimizde, hemencecik ya da belirli bir düşünme döneminin ardından kendimize göre “gerekçeler” üreterek yanlış olanı seçtiğimiz zamanlar olur.
Öyle anlar vardır ki, devrimci bir militan, yerine getirmesi gereken devrimci bir görev karşısında gerekliliğine, doğruluğuna ve hatta kimi zaman zorunluluğuna inandığı böyle bir görevi yerine getirmekte tereddüt gösterir. Eylemin eşiğine gelmiştir. Ya ileriye doğru bir adım atacak ve eylemi gerçekleştirecek, ya da geriye doğru bir adım atarak eşikten geri dönecektir. İleriye doğru atılacak olan adım, militanın devrimci yaşantısında ileriye doğru bir gelişme anlamını taşırken, geriye doğru atılacak adım ise genel ilerleyiş içindeki bir duraksamaya ve gerilemeye yol açacaktır.
İki genç komünist militanın yaşadıkları şu olay ve bunun karşısında takındıkları tutum, bu açıdan öğretici bir örnek teşkil etmektedir: Komünist çalışmanın henüz yeni yeni başlayacağı bir sanayi sitesine parti materyallerini ve çağrılarını ulaştırmakla görevlendirilmiş bir grup militan, gerekli hazırlıklarını yaptıktan sonra yola çıkarlar. Ama her nasılsa yolda aralarından birileri kaybolur. İşçilere ulaştırılacak materyalleri taşıyan iki militan bir süre diğer yoldaşlarını ararlar, ama bulamazlar. Ardından, ellerindeki parti çağrılarıyla birlikte, önceden tespit edilen fabrikaların önüne gelirler.
Her ikisi açısından da böyle bir eylem, ilk olma özelliğini taşımaktadır. İşçilerin dağılma saati yaklaşmakta iken oturup düşünürler. Yoldaşlarını kaybetmelerine rağmen, görevlerini yerine mi getireceklerdir, yoksa bu işi başka bir zamana mı erteleyeceklerdir? Sonunda, yoldaşlarını kaybettikleri ve ellerindeki materyallerin sayıca çokluğu gerekçesiyle, eylemlerini başka bir zamana ertelemeye karar verirler. Gerçekte, önlerine koydukları bu gerekçeler birer bahanedir. Birisinin nişanlısı cezaevindedir ve ertesi gün tahliye olacaktır, diğeri ise o an taşıdığı korku ve çekincelere yenik düşmüştür. Her ikisi de verdikleri kararın devrimci bir karar olmadığını, görevlerini ertelerken ortaya koydukları gerekçenin hiç de engelleyici bir şey olmadığını bilmektedirler. Ve fabrikaların önünden gerisin geri dönerlerken yaptıkları yanlışın farkındadırlar, ama bu yanlışı kendilerine itiraf etme cesaretini gösterememektedirler. Daha fazla dayanamazlar ve cesaretle yaptıkları yanlışı birbirine itiraf ederler.
Kendileriyle girdikleri bu hesaplaşma ve yanlış tutumlarının üzerine yürümede gösterdikleri bu cesaret, iki militanı görevlerini yerine getirmek üzere tekrar fabrikaların önüne ve işçilerin arasına götürür. Bu olay karşısında iki militanın verdikleri ilk yanlış karar, ileride, yeni olaylar karşısında da onları yeni olumsuzluklara ve geriye sürükleyebilecekken; yanlışlarını itiraf edebilmelerinde gösterdikleri cesaret; onlara, devrimci eylemlerinde ve kişiliklerinde ilerlemenin yolunu açmıştır.
Birçoğumuza ilk bakışta sıradan bir olay gibi görünebilecek, yaşanmış olan bu olay; birçok devrimci militanın kendi yaşantı ve eylemlerinde çeşitli biçimlerde karşılaştıkları bir şeydir sanırız.
Örneğin o anda yapılması gereken bir işi “sonra bir şekilde hallederiz” diye geçiştirmek, sabahın erken bir saatindeki randevuyu “zaten çok önemli değildi, yarın tekrar görüşebilirim nasılsa” diyerek uykuya feda etmek vb. durumlar buna örnek olarak gösterilebilir.
Bu tip durumlarda, kendimizce ileri sürdüğümüz bahanelere yoldaşlarımızı da inandırabiliriz. Ama bu tip “bile bile yanlış yapma” durumlarında anında kendimizle hesaplaşmazsak, cesurca, yaptığımız yanlışı kendimize itiraf etmezsek, kendi ellerimizle kendimize, gerilemenin ve giderek yozlaşmanın yollarını açmış oluruz.
O halde sürekli olarak kendimizi denetlememiz ve her an yanlışlarımızı ortaya çıkarıp yok edebilmemizin de acımasız silahlarından birisidir özeleştiri.
Bugün, devrimci komünistlerin Türkiye ve dünya devriminin sorunlarına ilişkin olarak ortaya koyduğu platform üzerinde tökezlemeden ve şaşmaz adımlarla yürünecekse, bu her şeyden önce devrimci komünist militanların tutumuna bağlıdır. Unutulmamalıdır “siyaset belirlendikten sonra her şeyi belirleyecek olan kadrolardır.” Eğer bugün önümüze koyduğumuz zor ama onurlu görevleri başarmak için, pratik adımlar atacak ve ileriye atılacaksak her komünist militanın parti ve parti platformuyla hiç hesapsız, bilinciyle, eylemiyle ve yaşantısıyla birleşmesi zorunludur. Bunun için de her komünistin kendi yaşantısını, kendi eylemini, cesurca, içtenlikle ve acımasızca önüne koyması, bütün eksiklerine ve komünizme yabancı eğilimlerine karşı, devrimci bir savaş açması ve bu savaştan mutlaka devrimci bir tarzda çıkması gerekmektedir. Düşman; her militanın kendi içindeki zaaflarda, burjuva alışkanlık ve eğilimlerdedir. Bu düşmanı vurmanın, yok etmenin en etkili silahlarından birisi özeleştiri silahıdır. Bütün burjuva hastalıklardan arınarak gerçek komünist militanlar olarak ileri atılabilmenin biricik yolu bu silahı kendimize çevirmekten geçmektedir.
Proletaryanın büyük öğretmeni Stalin’in söylediği gibi “…Ama biz ilerlemek istiyoruz. Ve biz tam da ilerlemek istediğimizden dolayı, dürüst ve devrimci özeleştiriyi en önemli görevlerimizden biri haline getirmek zorundayız. Bu olmadan ilerleme olmaz. Bu olmadan gelişme olmaz.”

Aralık 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑