1993 1 Mayıs’ında, Çağlayan-Abidei Hürriyet Meydanı’ndaki mitingde yaptığı konuşmada, sınıf hareketinin karşı karşıya bulunduğu sorunları sıralayan Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, sorunlarla başa çıkabilmek için bir “işçi partisinin kurulması gerektiğine özel bir vurgu yaptı. Böylece, aylardır Türk-İş’te kapalı kapılar arkasında tartışılan, ya da özel sohbetlerde dile getirilen “işçi partisi” kurma düşüncesi ilk kez resmen ve Genel Başkan’ın ağzından da kamuoyuna açıklanmış olda
Türk-İş’te bir “çalışanlar partisi” ya da “işçi partisi” kurma fikri yeni değil. Bu düşünce ilk kez 1961’de ortaya atılmış, TİP, sendikacılar tarafından kurulan bir parti olarak doğmuştu. Ama daha sonra aydınların da TİP’e girmesi ve TİP’in “sosyalizme” yönelmesiyle, kurucu sendikacılardan bir bölümü TİP’ten ayrılmıştı; böylece TİP giderek aydınların ağırlıkta olduğu, içinde sendikacıların da bulunduğu bir parti olarak politik yaşamdaki bilinen yerini almıştı. Türk-İş ise; TİP’in faal olduğu yıllarda, politikada TİP’i değil daha çok AP, kısmen de CHP’yi destekleyen, ama resmi görüşü partiler-üstü politika” olarak ifade edilen bir politik-sendikal tutumu benimsemişti.
Türk-İş’li sendikacıların parti kurma girişiminin ikincisi 1970’li yulardadır. Zamanın Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, partilerin işçi sorunlarına duyarsızlığından yakınarak Türk-İş’in bir “çalışanlar partisi” kurması gerektiğini öne sürmüş, bu düşünce aydınlar ve Türk-İş’i kendi av alanı olarak gören AP ve CHP’nin tepkilerine yol açmıştı. Sonuçta “çalışanlar partisi” sadece bir süre tartışılan, ama Tunç tarafından bile ciddiyetle üzerinde durulmayan bir öneri olarak unutulup gitmişti.
Son yıllarda ise; Türk Metal Genel Başkanı Mustafa Özbek ve bazı eski MHP’li sendikacılar, kendi sendikaları içinde bir “işçi partisi” kurma önerisini gündeme getirmişlerdi. Geçtiğimiz yıl Türk Metal’in Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada M. Özbek, konu üstünde uzunca durmuştu. Yine Özbek, Türk-İş’in 16. Genel Kurulu’nda da konuyu gündeme getirmişti. Öneri, kimi sendikacılar ve kendi kurduğu partinin bir işçi partisi olacağından umudunu kesmiş olan Doğu Perinçek tarafından da hararetle karşılanmıştı. Nihayet aradan geçen sürede Türk-İş Başkanlar Kurulu, konuyu gündemine almış, 1 Mayıs’ta da “işçi partisi”nin gereği Bayram Meral tarafından kamuoyuna açıklanmıştır.
Gelişmelerden öyle anlaşılmaktadır ki; önümüzdeki günlerde Türk-İş’in bir parti kurup kuramayacağı, kurarsa nasıl bir parti olması gerektiği tartışılacaktır.
Kurulmak istenen partinin “işçi partisi” olacağı iddiası, üstelik bu partinin sendikacılar ve sendikalar tarafından kurulacağının ilan edilmesi, öneri sahiplerinin kişilikleri ve niyetlerinden bağımsız olarak konuya ciddiyet kazandırıyor. Çünkü girişim sendikaları ve milyonlarca işçi ve emekçiyi doğrudan ilgilendirdiği gibi, ideolojik bir kargaşanın yaşandığı günümüz koşullarında, sınıfın bilincini çarpıtacak spekülasyonlara son derece açıktır. Bu yüzden de sendikacıların “işçi partisi” kurması “iyidir” ya da “kötüdür” demekle yetinilemez; tersine önerinin ortaya konduğu koşullan ve öneriyi getirenlerin politik tutumlarını ve amaçlarını incelemek gerekir.
PARTİLER-ÜSTÜ POLİTİKA VE PARTİ KURMA DÜŞÜNCESİNİN İLİŞKİSİ
Kuruluşundan itibaren Türk-İş’in üst yönetimleri, aynı anda iki politik tutumu bir arada sürdürmüştür. Bunlardan birisi, Türk-İş ağa ve bürokratlarının işçilere yönelik politikası, daha doğrusu işçilere öğütlediği ve kamuoyunda öyle bilinmesini istediği tutumdur ki; bu, Türk-İş’in “resmi politikası” olarak günümüze kadar sürdürülen “partiler-üstü” politika adını verdikleri tutumdur. Onların gerçek tutumlarım ifade eden ikincisi ise, her dönemde Türk-İş yöneticilerinin çok büyük bir çoğunluğu çeşidi dinci, gerici, faşist düzen partileri ile doğrudan ya da dolaylı bir ilişki içinde olmalarıdır. Bu sadece kişisel bir destekleme ilişkisi olarak da kalmamış, sendikacılar, sendikaları yandaşı oldukları partinin çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır da. Sadece birer birer sendikalar ve yöneticiler de değil; bir bütün olarak Türk-İş, hükümet ve her türden düzen partisiyle tam bir uyuşma halinde devlet ve düzen savunuculuğu yapmış, düzene karşı en ılımlı muhalefet eğilimlerine karşı bile sert ve düşmanca bir tutum takınmıştır. Anti-emperyalizm, devrim, sosyalizm gibi düzene radikal çizgide muhalefeti çağrıştıran sözcükler ise Türk-îş literatüründe küfür olarak kullanılmıştır.
Gerçekte her kademesinde çeşitli düzen partileriyle içli-dışlı olan Türk-İş bürokrasisi; işçilere dönüp, “Türk-İş’in hiç bir partiyle ilişkisi olmadığını”, olamayacağını, çünkü sendikaların politikayla uğraşmasının “kötü” olduğunu söylemişlerdir. İşçilere böyle söyleyen, onları bu anlayışla eğitmeye çalışan sendikacılar, “yeri geldiğinde” sendikaların parti kurarak politik yaşama katılması gerektiğini savunmuşlardır.
Yukarıda, hangi tarihlerde sendikacıların parti kurmaya soyunduklarına kısaca değinmiştik, ama bu dönemlerin, sendikacıları parti kurmaya zorlayan koşullarını ana çizgileriyle belirlemeden sadece parti kurmaya işaret etmek yetersiz kalacaktır. Bu yüzden de Türk-İş yöneticilerinin parti kurmaya giriştikleri dönemlerin özelliklerine kısaca da olsa değinmekte yarar vardır.
İlk parti girişiminin yapıldığı dönem 1960 27 Mayıs darbesinden sonradır ve dönemin iki özelliği vardır. Birincisi; darbe ile bazı partiler kapatılmış, kapatılmayanların ise ciddi bir etkinliği kalmamıştır. Burjuva düzen partileri işlevsizdir; sendikacıların dayandığı partiler işlevsiz kalmıştır, ikincisi ise; işçi sınıfı grev ve toplusözleşme hakkını yasalara geçirtmiştir, ama sendikacılar bu hakkı, ne, nasıl kullanacaklarını doğru dürüst bilmektedirler, ne de kıpırdanan işçi yığınlarına yeni açılımlar getirecek politikalar üretebilecek durumdadırlar, içinde bulundukları krize çare bulmak için işçi partisi girişiminde bulunurlar ve 12 sendikacı Türkiye İşçi Partisi TİP’i kurar. İçlerinde İbrahim Denizcier gibi, sonradan AP çizgisinde politika yapacak olan sendikacılar da vardır. Ne var ki; düzen partilerinin politik arenada yeniden etkin olmaya başlamasıyla, başka bir söyleyişle geleneksel partilerin sendikacılara çengel atacak kadar canlanmalarıyla birlikte sendikacılar arasında birlik bozulmuş, birkaçı dışında kurucu sendikacılar partiler-üstü politikaya yeniden avdet ederek, (buna eski partilerine yeniden dönerek demek daha doğru) işlevlerini yerine getirmeye koyulmuşlardır.
Sendikacıların ikinci parti kurma girişimi 1970’li yıllardadır. 12 Mart darbesi burjuva düzen partilerini önemli ölçüde darbelemişti. Anayasa ve yasalarda yapılan değişikliklerle hak alma mücadelesi engellenmeye çalışılmıştır. Ama Türk-İş’in bu yıllarda mücadele ve hak almayla pek bir ilişkisi yoktur. Ama ’67’den sonra üyelerinin önemli bir kısmını DİSK’e kaptırmıştır. DİSK’in daha aktif bir sendikacılık çizgisi izlemesi ve DİSK’in yanı sıra devrimci-demokrat politik çevreler ve aydınların partiler-üstü politikaya yönelttiği sert eleştiriler Türk-İş tabanı ve sendikacılar arasında ciddi hoşnutsuzluk yaratmıştır. Vehbi Koç gibi kapitalistler bile işçi gözünde hiç bir itibarı kalmamış Türk-İş’in işyerlerinde yetki almasını istememektedir.
Kısacası Türk-İş sadece işçilerin, ilerici kamuoyunun değil burjuvazinin gözünde de itibarını yitirmiş bir durumdadır. Grevleri bile anarşi sayacak kadar şaşkınlaşmış olan Türk-İş, hükümetin sendikal alanda getirmek istediği kısıtlamaların destekçisi olacak kadar sendikal mücadelenin ve işçilerin uzağına düşmüştür. Bu koşullarda Genel Başkan Halil Tunç, bir “çalışanlar partisi” kurularak politik alanda etkili olunması gerektiği önerisini dile getirmiş; ancak sendikalar üstündeki etkilerini kaybetmekten çekinen AP, CHP, MSP ve sendikalarda bir militan kesimle etkili olan MHP’nin karşı çıkması üst yöneticiler arasında daha partinin nasıl bir parti olacağı tartışmasının yapılmasına bile fırsat bırakmadan Halil Tunç’un önerisi ortada kalmıştır.
Türk-İş’in son parti kurma girişimi ise; uluslararası burjuvazinin sendikalara ve işçi sınıfına karşı tarihte görülen en büyük saldırı kampanyasının yürütüldüğü koşullarda gündeme geldi. Dahası burjuva düzen partileri, emperyalizmin yeni dünya düzenine ayak uydurmak için öylesine birbirine benzediler ki; sıradan işçinin gözünde bile biri ötekine seçenek olarak görülmez oldu. Bu partilerin itibar erozyonuna uğraması, sendikacıları şu ya da bu partinin arkasında ya da içinde yükselme koşullarını zorlaştırdı. Sorunları çözmede aciz kalan sendikacıların itibarsızlaşması partilerin itibarsızlaşmasıyla birleşince; kendisine yeni “oy” getirmeyen sendikacı parti aday listelerinde arka sıralara düştü. İşçinin gözünde itibarı kalmamış partilerde politika yapmak da sendikacıya yeni bir güç imkânı vermez oldu. Bu gelişmenin sendikacıların kendi partilerini kurma girişimine neden olan etkenlerden birisi olarak sayılması gerekir.
Sendikacıların parti kurma fikrinin kimlerden çıktığına gelince; daha önce de belirtildiği gibi, yakın geçmişte, bir “işçi partisi” kurulması gerektiğini ilk kez Türk Metal Sendikası Genel Başkanı M. Özbek ortaya atmıştı ve son bir kaç yıldır kendisine yakın sendikacıları da bu fikre alıştırıyordu. Öyle anlaşılıyor ki; Türk-İş üst yönetiminin “işçi partisi” fikrine “ikna” olması 16. Genel Kurul’dan sonraki süreçtir. 16. Genel Kurul sonrasında Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda ilginç sayılacak tartışmalar yaşandı. Belki de tarihinde ilk kez Türk-İş yöneticileri sendikal hareketin sorunlarını, Türk-İş’in ve sendikal hareketin geleceğinin ne olacağını tartışmaya açtılar. Daha doğrusu, burjuvazi ve hükümetin sendikalara ve sendikal harekete karşı aldığı açık düşmanca tavır, sendikaların sürekli kan kaybetmesinin bir türlü önlenememesi, sendikaları bölmek için girişilen manevralar, kitle halinde işçi kıyımları vb. gibi, varolan politikalarla karşılanamayan saldırılar karşısında Türk-İş Başkanlar Kurulu, gündemine “yeni dünya düzeni”nde sendikaların geleceği ve partiler-üstü politikayı da almak zorunda kalmıştır.
Emperyalizmin yeni dünya düzeninde sendikaların pek bir yerinin olmadığı artık Türk-İş yöneticilerince de görülmüş olmalı ki; Türk-İş, sendikaların ayakta kalabilmesi için çareler aramaya yönelmiştir.
Öte yandan Türk-İş tarafından on yıllardır bir erdem olarak savunulan partiler-üstü politika’nın şu ya da bu düzen partisinin peşine takılmaktan başka bir anlama gelmediği bugün Türk-İş yöneticileri tarafından da kabul edilmiştir, “işçi partisi” kurma gereğinin ifade edilmesi bu tarihsel yanlışın açıkça ve resmen kabul edilmesidir.
Ve yine; sendika-siyaset ilişkisinde, hangi partiden olursa olsun işçi ve sendikacı adayları destekleyerek “siyaset yapma” biçimindeki kasaba tutumuyla (ki; Türk-İş’in partiler-üstü politikasına karşı bu ‘yeni açılım’ bir çıkış olarak sunuluyordu) bir yere varılamayacağı da “işçi partisi” önerisiyle resmen kabul edilmiş olmaktadır.
Son altı aydır, Türk-İş’in Başkanlar Kurulu ve öteki üst kurullarındaki “işçi partisi kurulmasına” ve yeni dünya düzeninin ne olup olmadığına varan tartışmalardan çıkan sonuç şöyle özetlenebilir: Türk-İş bugün izlediği politikalarla sendikal hareketin karşılaştığı dev sorunları çözecek durumda değildir. Sendikal harekete uluslararası ve ulusal düzeyde yöneltilen saldırılar karşısında ne sendikalar, ne de konfederasyon politika üretmemektedir. Bugün politik arenada boy gösteren düzen partileri de, ne sendikal harekete ilgi duymaktadır, ne de onun sorunlarına çare olacak politikalar geliştirme çabasındadır. Öyleyse sendikalar; sendikal hareketin sorunlarına çözüm getirecek politikalar üreten bir parti kurup hem politika üreten bir merkeze kavuşmalı, hem de bu parti aracılığı ile “iktidar ya da ana muhalefet partisi olarak”, politik yaşama ağırlık koymalıdır. İşte, 1 Mayıs’ta, Bayram Meral tarafından ilan edilen bir “işçi partisi”nin kurulması gerektiğine ilişkin saptamanın gerekçesinin özü bundan ibarettir.
Türk-İş’te yapılan tartışma ve varılan sonuçlardan ikisi elbette doğrudur: Bu doğru sonuçlardan birincisi, yeni dünya düzeninde uluslararası burjuvazinin sendikalara rol tanımamasıdır ve buna bağlı olarak da, sendikaları güçsüzleştirmek için akla gelen her yöntemi uygulamasıdır. Varılan ikinci doğru sonuç ise; Türk-İş’in geleneksel tutumuyla değil sendikal harekete yöneltilen saldırıları püskürtmek, sendikaların varlığını garantiye alacak politikalar üretmekten bile yoksun bir durumda olmasıdır. Başka bir söyleyişle varılan sonuç; partiler-üstü politika, ya da aynı anlama gelmek üzere, şu ya da bu düzen partisiyle flört ederek bir yere varılamayacağıdır.
Bu doğru saptamalardan kalkan Türk-İş yöneticileri, yanlış bir sonuca varıyorlar. Bu yanlış sonuç, Türk-İş’li sendikacıların kuracağı bir “işçi partisi”nin, içinde bulunulan açmazlara çare olacağıdır.
TÜRK-İŞ AMERİKAYI YENİDEN KEŞFETMEYE ÇALIŞIYOR
Türk-İş yöneticileri, kendileri farkına varmazdan önce” sorun yokmuş gibi davranıyorlar. Sanki yeni dünya düzeninin sendikalara karşı tutumu ve yol açtığı sendikal sorunlar hiç yokmuş gibi… Oysa devrimci komünistler bu sorunları çok daha ayrıntılı olarak yıllardan beri tartışıyor, sınıfın ileri unsurlarını, sendikacıları uyarmaya çalışıyorlardı. Türk-İş, bütün bu tartışmaları yok sayarak kendince yeni tespitlerde bulunuyor. Yine aynı yaklaşımla Türk-İş, parti ve politika denildiğinde burjuva düzen partilerini ve bu partilerin politikasını anlıyor. Ve bu ülkede yaklaşık 20 yıldan bu yana işçi sınıfının sorunlarını kendi sorunu yapan devrimci mücadele ve bu mücadele üstünde yükselen devrimci komünizmin çözümlemelerini görmezden gelmeyi tercih ediyor.
Türk-İş’in üst yöneticilerinin büyük çoğunlukla daha bir kaç yıl öncesine kadar “sınıf’, “işçi sınıfı” sözcüklerini bile ağızlarına almadıkları kendilerinin de bugün itiraf ettikleri bir gerçektir. Bugün de bu sözcükleri, gerçek anlamıyla değil, sadece “tabana yakınlaşmak” ihtiyacından dolayı “ticari” amaçlı olarak kullanıyorlar. Çünkü sınıf, işçi sınıfı sözcüğü gerçek anlamıyla kullanıldığı zaman, bu sözcüğü izleyen içi doğru olarak doldurulmuş başka kavramların izlemesi gerekir; sınıf mücadelesi, devrim, sosyalizm gibi. Ve tabii sınıf mücadelesinde işçi sınıfının üstün gelebilmesi için sınıfın öncü partisi, bu parti ile sınıfın kitlesel örgütleri arasındaki ilişkinin de açıkça ortaya konması, bütün sınıf örgütlerinin sınıf partisinin çizgisinde bir mücadeleyi benimseyip o çizgide mücadele edilmesi gereğinin de kabul edilmesi zorunludur. Ne var ki; Türk-İş’in işçi partisi önerisi böyle bir içerik ve amaçtan uzaktır. Ve bu nedenle de, böyle bir “işçi partisi”nin tek işlevinin sendikacıları işçilerin sırtında parlamentoya taşımak olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
TÜRK-İŞ’İN KURACAĞI “İŞÇİ PARTİSİ” NASIL BİR PARTİ OLACAK?
Türk-İş’e bir işçi partisi kurma zorunluluğunu hissettiren nedenlere ve tartışma sürecindeki gerekçelere bakıldığında ‘işçi partisi’ Türk-İş’in bugün karşı karşıya olduğu tüm sorunları çözecek, her derde deva bir parti olarak görülüyor. Ama Türk-İş’in işçi partisi gerçek işçi partisi olabilecek midir? İlk soru budur.
Açıklamalardan ve kulislerde ifade edilenlerden öyle anlaşılıyor ki; Türk-İş üst yönetimi için sorun basittir; sendikacılar bir araya gelecek, yasaların elverdiği koşullara uygun bir biçim bulunarak bizzat sendika yöneticileri ya da onların belirlediği kişiler tarafından verilecek bir dilekçeyle işçi partisi kurulacaktır.
Daha somut ifade edelim: Bugüne kadar işçi sınıfının ideolojisi ve politikasıyla hiç bir ilişkisi olmamış, tersine büyük çoğunluğu çeşitli türden burjuva partileriyle içli-dışlı olmuş, onlar tarafından biçimlendirilmiş sendikacıların başında olacağı bu işçi partisi, nasıl bir işçi partisi olacaktır? Bu parti, hangi sendika başkanının doğrultusunda politika yapacaktır? Kendi sendikalarının başındayken politika üretemeyen sendikacılar bir partide birleşince nasıl politika üreteceklerdir? Her kafadan ayrı bir sesin çıktığı, herkesin kendi politik ve ideolojik kaygılarıyla davrandığı, sendikal hareketin en temel konularında bile fikir birliğinin olmadığı bir gerçek olduğuna göre; partide herkesin üstünde birleşeceği (en azından çoğunluğun birleşeceği), kronikleşmiş sorunlara çözüm getirecek radikal politikaları nasıl üretecektir?
Sorular çoğaltılabilir ama Türk-İş ve bağlı sendikaların yöneticilerinin politik tutumlarındaki farklılıklar ve bunların işçi sınıfı ideolojisi ve politikasına uzaklıkları göz önüne alındığında, yukarıdaki temel bir kaç soruya bile mantıklı yanıtlar vermek çok zordur. Bu bileşimi ile Türk-İş yöneticilerinin kuracağı partinin adı ister işçi partisi, ister komünist partisi olsun sonuçta kurulacak parti, bugünkü düzen partilerinden hiç de farklı olmayan bir burjuva partisi olacaktır. Partiye yön veren dünya görüşü işçi sınıfının dünya görüşü değilse, partinin politikalarının temelinde burjuvazinin siyasal iktidarını yıkarak yerine işçi sınıfının iktidarını, sosyalizmi kurmak yoksa partinin tüm üyeleri işçi de olsa, bu parti bir burjuva partisi olmaktan kurtulamaz.
Toplumsal mücadeleler tarihi açıkça gösteriyor ki; bir partinin niteliğini belirleyen unsur, üyelerinin çoğunluğunun hangi sınıftan oldukları değil, partinin program ve dünya görüşünün hangi sınıfın çıkarlarının ifadesi olduğu, dünyayı hangi sınıfın dünya görüşü doğrultusunda değiştirmeyi amaçladığıdır. Nitekim bugün en gerici düzen partilerinin üye çoğunluğu işçi ve emekçilerdir, ama üye çoğunluğunun işçi ve emekçi olması bu partilerin emekçi sınıfları temsil etmesine yetmiyor. Tam tersine bu partiler, program ve dünya görüşleri gereği emekçilerden aldıkları oyların verdiği gücü yine emekçilere karşı kullanmayı başarıyorlar ve burjuva üyelerin küçük oranına karşın burjuva sınıfına hizmet ediyorlar.
Öte yandan unutmamak gerekir ki; siyasi bir parti demek, her şeyden önce, en temel konularda fikir birliğine varmış kadrolar demektir. Hele bu işçi sınıfı partisiyse; adına layık olabilmesi, Marksizm-Leninizm’i benimsemeyi ve sınıfları ortadan kaldırıp sömürüşüz ve baskısız bir topluma, komünizme varmayı bütün görevlerinin merkezine koymayı ön koşul olarak varsayar. Türk-İş’in işçi partisi ise; bırakalım işçi sınıfı ideolojisi ve siyasal iktidarı fethetme konusunda ortak bir görüşe sahip olmayı, sınıfın günlük talepleri etrafında bile ortak görüşlere sahip değildir. Örneğin 1 Mayıs’a, Türk-İş sendikalarının, içinde en büyük olanları da dâhil çok büyük bir bölümü kerhen evet demiş, gösteriye işçileri katmamak için ellerinden gelen çabayı göstermişlerdir. “İşçi partisi”nin “fikir babası” sayılabilecek olan M. Özbek, kendisi. 1 Mayıs’a katılmadığı gibi, İstanbul’daki 38 bin üyesi yerine, törene “temsili olarak” 100 kişilik bir özel grup göndererek yasak savmıştır. 1 Mayıs’ın ne olduğu ve kutlanması gerekip gerekmediğinde bile anlaşamayanların kuracağı işçi partisi nasıl işçi partisi adına layık olacaktır?
Burada, Avrupa’daki işçi partilerinin de benzer özellikteki sendikalara dayandığı şeklinde bir itiraz gelebilir. Elbette ilk bakışta bu soru haklıdır! Alman Sosyal Demokrat Partisi, İtalyan ve Fransız Sosyalist partileri, İngiliz İşçi Partisi birer işçi partisidir; Türk-İş’in kuracağı parti de diğerleri kadar işçi partisidir.
“İşçi partisi” yanlılarını haklı, karşı tarafı haksız konuma düşürecek gibi görünen bu soru, gelişmelere yakından bakıldığında Türk-İş’in açmazını da açıklar. Birincisi, bu partiler 19. yüzyılın sonlarında işçilere dayanarak kurulmuş, Marksizm’i dünya görüşü olarak benimseyen devrimci partilerdi. Ve kelimenin gerçek anlamıyla işçi sınıfı partileriydi. Ne var ki; zamanla yozlaşan bu partiler kitle olarak işçilere ve sendikalara dayansa da, oluşan sendika bürokrasisi ve işçi aristokrasisi tarafından işçi sınıfının ideolojisinden uzaklaştırılmışlardır. Bu partilerde zamanla burjuva dünya görüşü egemen olmuş, reformcu birer düzen partisine dönüşmüşlerdir. Bu dönüşümün sonucu olarak da iktidara geldiklerinde, sınıfın sorunlarının çözülmesi için sınıf hareketine destek olmak bir yana, onları ertelemenin, sınıf hareketinin düzen sınırlarını aşmasının engeli olmuşlar; kapitalist düzen sıkıntıya girdiğinde, işçileri ve emekçileri teskin eden papaz rolüne soyunarak kapitalizmin dayanağı partiler haline gelmişlerdir. Bu haliyle de, bir işçi partisi değil, işçileri yanıltmanın partisi rolünü oynamaktadırlar. Ne yazık ki; bugün Türk-İş’in kurmayı amaçladığı partinin de bunlardan eksiği olacak fazlası olmayacaktır. Çünkü Türk-İş içinde reformculardan çok, dinci ve faşist eğilimler vardır ve bunların politik eğilimlerinin Türk-İş’in “işçi partisi” içinde ağırlık kazanması kuvvetle muhtemeldir.
GERÇEK BİR İŞÇİ PARTİSİ NASIL BİR PARTİDİR?
İşçi sınıfının partisi Marksizm-Leninizm’i kendisine kılavuz edinmiş, sınıfın en savaşkan, en deneyimli, en fedakâr unsurlar bağrında toplamış, devrim savaşını yürütecek yeteneklerle donatılmış bir savaş örgütüdür; devrimci komünist partidir. Sınıfa sendikalardaki ve sınıfın diğer kitlesel örgütlenmelerindeki etkinliği ve üretim birimlerindeki hücreleri ile bağlanan devrimci komünist parti, sınıfı sömürüden ve tüm emekçileri kapitalizmin zulmünden kurtarabilecek niteliklere sahip tek partidir.
Bu, sınıfın öncü partisidir. Ama çarpıtılarak yaygınlaştırılmaya çalışıldığı gibi devrimci komünist parti kitlelerden kopuk, sınıfın kitlesini dıştalayan bir parti değildir. Bu yüzden de öncü parti, kitle partisi ikilemi sahte bir ikilemdir. Çünkü sınıfın iki partisi değil tek bir partisi vardır. Başlangıçta, kaçınılmaz olarak, sınıfın çok dar, en ileri kesimlerini çatısı altında toplayan bu parti, sınıf içindeki etkinliğinin artmasına bağlı olarak kitleselleşip, sınıfın kapitalizm koşullarında olabilecek en geniş kesimlerini de çatısı altında toplayabilir, toplar. Ekim Devrimi’ne doğru Bolşevik Partisi (500 bini aşkın üyesi vardı), 20. yüzyılın başında Avrupa’daki sosyal demokrat partiler, 1920 sonrasında Alman ve Fransız komünist partileri milyonlarca üyeye sahip, kitleleri de çatısı altına toplamış, Marksist işçi sınıfı partileriydi. Hem öncü partilerdi hem de kitleseldiler. Kitleselleşmeyen bir öncü partinin sınıfa önderlik etmesi de zaten olabilir bir şey değildir.
Ebette ki kitlesel bir işçi partisinin, her koşulda, zamanla, devrimci komünist partinin kitleleri çatısı altına toplamasıyla gerçekleşeceği söylenemez. Yükselen işçi sınıfı mücadelesi öyle bir gelişmeye yol açar ki; aralarında partili olmayan işçi önderleri ve partisiz ama dürüst, sınıftan yana sendikacıların yer aldığı kesimlerin sınıf partisiyle ortak bir girişim içinde kitlesel bir işçi partisi kurulabilir ve öncü partiyle belirli bir paralellik ve uyum içinde sınıfın çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirebilir ve böyle bir işçi partisi, elbette işçi sınıfı mücadelesi içinde güç ve mücadele merkezi olarak rol oynayabilir. Böyle bir parti, sınıf partisinin kendisine tam tekabül etmese de ondan ayrı, onun dışında, ya da ona karşı bir parti de değildir. Tersine, sınıf partisinin o koşullarda kendisini, kendi faaliyetini ortaya koyuş biçimlerinden birisidir.
Günümüz dünya koşulları (ki; işçi sınıfı ve sosyalizme karşı burjuvazinin azgınca saldırdığı ve Marksizm’in, işçi sınıfı partisinin ilkelerini savunmanın her şeyin önünde olduğu koşullarda yaşıyoruz) Marksizm’e sımsıkı sarılmamış partilere sınıf partisi olma şansı tanımayacak kadar serttir. Bu yüzden de, ideolojide her uzlaşma eğilimi, politikada her belirsizlik burjuvazinin hesabına yazılacaktır.
Burjuvazi, bir yandan bütün dünya ölçüsünde proletaryaya karşı tam bir kampanya sürdürerek onu ideolojik ve politik olarak teslim alma amacındadır. Ama öte yandan burjuva parlamentosu ve burjuva partileri de işçi ve emekçiler için seçenek olmaktan çıkmaktadır. Bu yüzden de bir çelişki gibi görünse de eski işçi partileri ve sosyal demokrat partilerden işçilerin uzaklaşması bir yanıyla da burjuvazinin kaybıdır. Özellikle Türkiye’de, yığınların düzen partilerinden kopma sürecinin daha hızlı olması ve devrimci radikal bir mücadele platformuna çekilme imkânının oldukça fazla olması vb. koşullar; Türk-İş partisini işçi sınıfının sendikacılar üstünden düzene bir kez daha bağlanmasının aleti de yapıyor.
Bugünkü yaşanan koşullarda, Türk-İş’in kuracağı partinin işçi partisi olması için hiç bir şans yoktur. Çünkü Türk-İş üst yönetiminin bileşimi, sınıf partisi platformuna gelinmesinin önündeki başlıca engeldir. Elbette her kademede dürüst, namuslu sendikacılar, son yıllardaki mücadelelerin yetiştirdiği ileri işçiler, doğal işçi önderleri vardır. Ama üst yönetimin başını çekeceği bir işçi partisi girişiminin özellikle ileri işçilere imkân tanıma, dürüst sendikacılar doğrultusunda bir platformda politikalar üretmesi, sınıfın partisiyle birleşmesi beklenir bir şey değildir. Türk-İş’in asıl handikabı da budur. Çünkü bugün büyük ölçüde sendikaların üst yönetimini tutmuş olan sendika bürokrasisi, her şeyden önce Türk-İş’in ve işçi sınıfının sendikal hareketinin içine düştüğü açmazların başlıca müsebbibidir. Bunların kuracağı parti de, aynı yanlışları yapmaya adaydır. Çünkü Türk-İş’te sağlam ve geleceğe açık yön, geleneksel sendika bürokrasisi değil, gerçekten bugünkü sorunları çözmeye niyetli, dürüst, ilerici sendikacılar ve sınıf hareketi içinde bugüne kadar yetişip öne çıkmış ileri işçilerdir. Bir işçi partisi de ancak bu dürüst sendikacılar ve ileri işçilerin omuzları üstünde ve onların tarafından belirlenmiş bir platformda hareket edebilirse, ileriye atılmış bir adım olma şansını yakalamış olacaktır. Aksi halde, sendika bürokrasisinin egemen olduğu bir işçi partisi’nin içinde işçilerin yer alması dışında (Türk-İş bürokrasisinin kuracağı «partide işçilerin ne kadar yer alacağı da çok tartışmalıdır), sıradan burjuva partilerden hiçbir farkı olmayacaktır.
Türkiye koşullarında, Türk-İş üst yöneticilerinin öne sürdüğü gibi bir işçi partisinin gerçekleşme olasılığı yoktur. Tersine, sınıf hareketinde genel bir yükselişi ya da bir bölgede belli başlı fabrikalarda burjuvazinin saldırılarını püskürtmek için girişilecek ve sınıf hareketine damgasını vurabilecek bir ileri atılışın devrimci komünist sınıf partisiyle birleşmesi, sınıf partisinin kitleselleşmesini getirecek en güçlü olasılık olarak görünmektedir. Sınıfın bir kitle partisinde birleşmesi, ya da aynı anlama gelmek üzere sınıf partisinin kitleselleşmesi Türk-İş bürokrasisinin partileşmesinden değil, sınıfın ileri kesimlerinin düzen sınırlarını zorlayacak girişimlerinden çıkabilir. Bu yüzden de, dürüst sendikacılara, ileri işçilere, sınıftan yana herkese düşen görev, sınıf hareketinin atılımına yardımcı olmaktır.
İleri işçiler ve sınıftan yana sendikacıların gözden kaçırmaması gereken şey; bugün Türkiye’de sınıfın ileri unsurlarının tümünü henüz kucaklamamış olsa da, sınıfın ideolojisini özümsemiş, sınıf hareketinin karşılaştığı sorunlara çözüm getirecek kadar politik deneyim birikimine sahip sınıf partisi vardır. Bu yüzden de sorun sınıf partisinin kurulup kurulmaması değil, partinin işçi yığınlarını çatısı altına toplamasının engellerinin aşılmasıdır. Bugünkü koşullarda, işçi sınıfının mücadelesi üstünde ortaya çıkabilecek bir açık yığın partisinin tek anlamlı biçimi devrimci komünist partinin kendisini açık alanda ifade etmesi olacaktır. Yoksa Türk-İş yöneticilerinin düşündükleri gibi, sendikacıların kuracağı bir parti, sıradan bir burjuva partisi olmanın ötesinde bir şansa sahip değildir.
Haziran 93