Musa Anter’in, Namık Tarancı’nın, Hüseyin Deniz’in ve nicelerinin cenazelerini ailelerine bile göstermekten korkup gizlice gömenler, şimdi Mumcu’nun ölüsü başında en ucuzundan demokrasi kahramanlığı yapabiliyor. Milyonlarca insanın, laiklik ve demokrasi yandaşlığını, karşı devrimci suikastlar karşısındaki nefretini, devlet politikalarının kanalına aktarmak için parçalanmış bir cesedin arkasına saklanıyorlar.
“Ucuz Devlet”, proletarya mücadelesinin tarihinde, devletin toplumsal hayat içindeki bürokratik etkisinin, merkezi yönlendirme ve tek iktidar organı olarak taşıdığı fonksiyonların en aza indirilmesini talep eden bir slogandır.
Günümüzde ise, bu devrimci anlamından çok, burjuva devletin genel tutumunu dile getirmek bakımından uygun bir tanımlama gibi görünüyor. Özellikle kirli sırlarla dolu devlet hayatının, tümüyle ve biçimsel olanları da dâhil olmak üzere, toplumsal denetim mekanizmalarının dışına çıkarılmış olması, sloganın öngördüğünün tersine bir “ucuzluk” görüntüsü vermektedir. Bu deyim, diğer yandan, burjuva devletin kendi kuruluş ilkelerinden biri olarak ilan ettiği “sosyal devlet” kavramı söz konusu olduğunda, iyice mizahi bir içerik kazanmaktadır.
Bu devlet, “ucuz” olmak için, milyonlarca insanın sağlığını ölümcül boyutlarda ilgilendiren radyasyon yüklü çayları imha etmeye eli titrer ve milyonlarca ton zehirli çayı halka içirebilir; ama halkın hiç bir biçimde çıkarına olmadığı halde, Afrika çöllerine “vatanseverlik” nutukları atarak asker gönderirken, olağanüstü “pahalı” olabilmeyi kabul edebilir. Burjuvazinin ihtiyaçları gerektirdiğinde, teşvikler, gümrük fonları, özel vakıflara hizmet için kurulmuş bakanlıklar aracılığıyla trilyonlar akıtabilir, “pahalı” olmaktan hiç kaçınmaz; ama sınıf çıkarları gerektirmedikçe, kentlerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, tarım girdilerinin düşürülmesi, ucuz kredi dağıtılması söz konusu ise, “en ucuz” yolu bulur.
Burjuva devlet, kendi çıkmazları karşısında da daima en “ucuz” yolu seçer ve bu çıkmazın faturasını, halka “pahalı” ödetir. Hiç bir zaman faili bulunmayan kitle katliamları, askeri darbeler, aydınlara karşı düzenlenen suikastlar, ev baskınlarında ve sokak ortasında işlenen resmi cinayetler, Kürdistan’daki kirli savaş, onun bu “alacağına şahin, vereceğine karga” tavrının açığa çıktığı başka örneklerdir. Tek cümleyle, Kenan Evren’in ünlü sözünde belirtildiği gibi, “beslemek pahalı, öldürmek ucuzdur”. Bu, tam bir tefeci ikiyüzlülüğüdür. Kürt ulusal hareketini bastırmak için, en gelişmiş silah teknolojisinin ürünleri için milyarlarca dolar harcanabilir, “Olağanüstü hal bölge tazminatı” adı altında, hiç yoktan icat edilmiş devlet kadrolarına dağıtılmak üzere, bütçeye trilyonlarca lira eklenebilir, gerici koruculuk sisteminin ayakta tutmak için, yoksul köylülüğü aşağılamak, ahlaki olarak çökertmek, hainleştirmek pahasına milyarlarca lira dökülebilir. Bunlar söz konusu olunca devlet gözünü kırpmadan “pahalı” olabilir.
Bugün, alçakça bir cinayete kurban gittiğine kuşku olmayan Uğur Mumcu’nun ölüsü üzerinde aynı ikiyüzlülükle oynanıyor. Basın mensuplarına saldın ve cinayetler sanki bu ülkede ilk kez işleniyormuş gibi, öldürülen ilk ve tek gazeteci Mumcu’ymuş gibi, devlet, düne kadar en “ucuz” tavırla görmezlikten geldiği katillere, bugün “pahalı” lanetler yağdırıyor. Devrimci, ilerici gazetecilerin bizzat kendi elleriyle ve en “ucuz” yoldan yok edilmesini örgütleyenler, bugün, katili ihbar edene “emniyet tarihinin en büyük ödülünü”, vereceklerini gösterişli bir biçimde açıklıyorlar. Musa Anter’in, Namık Tarancı’nın, Hüseyin Deniz’in ve nicelerinin cenazelerini ailelerine bile göstermekten korkup gizlice gömenler, şimdi Mumcu’nun ölüsü başında en ucuzundan demokrasi kahramanlığı yapabiliyor. Milyonlarca insanın, laiklik ve demokrasi yandaşlığını, karşı devrimci suikastlar karşısındaki nefretini, devlet politikalarının kanalına aktarmak için parçalanmış bir cesedin arkasına saklanıyor. Sorumlu olduğu bir cinayeti, yeni cinayetler işleyebilmek için kendisine açılmış bir kredi kaynağı haline getirmek istiyor. Uğur Mumcu’yu kullanarak, “milli birlik ve beraberlik” temasını işlemeye ağırlık veriyor. Ne var ki, bunun o kadar kolay olamayacağı görülüyor. Cinayeti protesto eden kitleler, aynı zamanda faşizmi, devlet terörünü, dinci gericiliği, kısacası devletin temel dayanaklarını da protesto ediyorlar. Bu, bütün “ucuz”lukların, eninde sonunda burjuvaziye “pahalıya” patlayacağının işaretidir.
Şubat 1993