Tarihten Güncele Kronstadt 1921

-Materyalist tarih anlayışının temelinde, çok sade ve basit bir gerçek vardır: Tarihsel olaylar, hareketler, kendilerini kuşatan toplumsal-maddi koşullardan soyutlanarak incelenemezler. Aksi, yani tarihe salt olgucu bir bakış, konu olan olayları, gerçek anlamda tarihselliğinden soyutlamakta ve böylece olayın üzerine oturduğu maddi-toplumsal örgünün anlaşılmasını imkânsız kılmaktadır.
Tarihselliği sağlayan toplumsal-maddi süreçlerin belirlediği ölçüde “kendine özgülükleri vardır olayların. Böyle olunca, tarih içinde karşılaştığımız birçok “aynı”nın, aslında “ayrı” olabildiğini, “aynı biçimlerin”, “ayrı içerik”lere sahip olabildiğini görebiliyoruz. Örnekler verilebilir. NEP dönemi önlemleri, kapitalizmi yeşertme programı olduğu halde, sosyalist inşanın geçlek bir aracı işlevi (S. Birliği özgülünde) taşıyor. Sosyalist iktidarın, devrimi korumak ve geliştirmek için başvurduğu zorunlu bir araç! Salt olgucu düşünmezsek eğer, devrimci bir araç olmadığı söylenebilir mi? Tıpkı Brest-Litovsk anlaşmasının büyük ödünler pahasına kabullenilmesi gibi,
Örnekler tersinden de çoğaltılabilir. Görünüşte devrimci talepler, sosyalist argümanlarla biçimlendirilmiş politik program ve hareketler, toplumsal-maddi koşulların terazisine vurulduğunda, karşı-devrimci bir içeriğin ifadesi olabiliyorlar. “Sovyet İktidarı” sloganıyla sahnelenmiş, Mart 1921’deki Kronstadt Ayaklanması gibi…
Yine, bir hareketin veya bir eylemin hangi sınıfın hanesine yazılacağı, direkt ona katılan, yükünü çeken kitlenin hangi sınıftan olduğuyla belirlenemez. Bu, işçi sınıfı için özellikle geçerlidir. Burjuva ideolojisinin, tüm “kendiliğinden”liklere nüfuz ettiği, nitelediği burjuva dünyada, işçilerin geliştirdikleri her eylem “işçi eylemi” sayılabilir ama, işçi sınıfının tarihsel eylemi olan sınıfsız dünya savaşımının bir unsuru olmayabilir, bilanço dışı kalabilir. Tıpkı Kronstadt ayaklanmasının emekçilerin tarihsel hanesine yazılamayacağı ve bu ayaklamanın bastırılmasının “işçi sınıfına karşı işçi iktidarı” gibi Bolşevik iktidara karşı çok kullanılmış burjuva argümanına kanıt sayılmasının olanaksız oluşu gibi…

KISACA DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ
İngiliz yazar H.G.Wells, 1920 sonbaharında yaptığı Sovyet Rusya gezisindeki izlenimlerini aktardığı “Gölgelerdeki Rusya” adlı kitabında “Bir İngiliz ya da Amerikalı okurun, Rusya’yı etkileyen yoksulluğu ve perişanlığı göz önüne getirmesine olanak yok” diyordu. Evet, Dünya savaşı ve iç savaştan yeni çıkmış ülkede, 20 milyonluk bir nüfus azalışı gerçekleşmişti. 1920’de ağır sanayi üretimi, 1913’tekinin sekizde biri kadardı. Demir-döküm 200 yıl önceki düzeyine düşmüştü, ulaşım harabeydi. Tarım üretimi eskisinin yarısı düzeyindeydi. En basit ihtiyaç maddelerinde bile kıtlıklar görülüyordu.
İç savaş henüz son bulmuştu fakat, kapitalist dünyanın da desteklediği beyaz generallerin karşı-devrimci direnişinin kesin olarak bittiği söylenemezdi, Gürcistan’ın Karadeniz kıyılarında, Sibirya’da, beyaz birlikler hala vardı. Wrangel’in elinde ordusunun geri kalanı ve Tunus’taki Rus filosunu Fransızların sayesinde kullanabilme olanakları vardı. Sovyet hükümetinin dışarıdaki barış girişimleri, mülksüzleştirilmiş göçmenlerce önlenmeye çalışılıyordu. Bu durumda Bolşevikler, iç savaşın sürebileceği ve temkinli davranmak gerektiği inancındaydılar.

VE AYAKLANMA…
Böylesi bir ulusal ve uluslararası konjoktüre denk düşen Kronstadt olayları, 28 Şubatta Petropavlosk savaş gemisindeki karışıklıklarla başlıyor. 1 Mart’ta, bir bildiriyle taleplerini açıklayan ayaklanmacılar, 2 Mart’ta devlet binalarını ve stratejik noktaları ele geçirerek ayaklanmayı başlattılar. Baltık filosu komiseri Kuzmin ve Kronstadt Sovyet’i Başkanı Vasiliev ve başka sorumlular tutuklanıyor. Yönetim, “Geçici Devrimci Komite”dedir artık. Ve programları Kronstadt’ı, Bolşevik hükümetin ve Sovyet devletinin otoritesi dışına çıkarmak anlamına geliyordu.
Talepler:
-Şimdiki Sovyetler, işçi ve köylülerin iradesini yansıtmıyor.
-Köylü ve zanaatçının kiralık emek, kullanmadan üretim özgürlüğü,
-Kırdan şehirlere ticaret (satmak) için gelenlerin alışveriş özgürlüğü,
-Hükümet komiserlerinin fabrikalardan geri çekilmesi,
-İsçilere maaşlarının kağıt para olarak değil de altın olarak ödenmesi,
-Anarşistler ve sol-sosyalist devrimciler için basın ve ifade özgürlüğü,
-Tutukluların serbest bırakılması,
-Hiçbir Parti, ideolojik propaganda yapma imtiyazına sahip olmamalıdır.
-Köylü öğütleri ve işçi sendikaları için toplantı özgürlüğü,
Başlıca saydığımız taleplerle örülü bu programın dönemin nesnelliği içerisinde ne anlam taşıdığına geçmeden önce, ayaklanmanın nedenleri üzerine yapılmış tartışmalara değinelim.
Özellikle ilk yorumlarda, Bolşevikler arasında, ayaklanmayı doğrudan doğruya kapitalist dünyanın bir kışkırtması, bir komplosu olarak açıklama eğilimi yaygındı.
Kronstadt Ayaklanmasını, ayaklanmadan hemen önce Kronstadt’ta yapılan konferansta, Baltık Filosunun komünist komiseri Kuzmin’in aşırı sert konuşmasının kışkırttığı yolunda açıklamalara da rastlıyoruz. (Lawrence)
Troçki, Şubat ortalarında, Kronstadt’ta henüz bir karışıklığın olmadığı günlerde, Fransız gazetelerinde, Kronstadt’ta bir, ayaklanmanın olacağı haberinin verilmiş olmasının “karşı-devrimci komplo merkezlerinin yurtdışında bulunuyor” oluşunun kanıtı olarak sunuyor.
Kronstadt ayaklanmasının karşı-devrimci mültecilerle organik işbirliği ile hazırlanmış bir komplo olup olmadığı ve bu işbirliğinin rolü üzerine yapılan tartışmalara girmeyeceğiz. Karşılıklı iddialar mevcut. Sadece, önemli olması nedeniyle P. Avrich’in aktardığı ve Colombia Üniversitesi arşivlerinde bulunmuş olan “Rus Ulusal Komitesi” adlı mülteci örgülün arşivinde bulunan “Kronstadt’da bir ayaklanma örgütlendirilmesi üzerine memorandum-1921” başlıklı belgenin okunması gerektiğini söylemekle yetinelim. (P.Avrich. “Kronstadt Trajedisi” Aktaran Pierre Frank “Kronstadt” Ataol Yay.) Bu belge, yazarlarının Kronstadt’daki en azından belirli güçlerle işbirliğini açıklamaya yetiyor. Ama bir bütün olarak ayaklanmanın kendiliğinden başladığı da olasıdır. Önemli olan da bu değil zaten…
Ayaklananların gazetesi olan Kronstadt İzvestia’sında 3 Mart’ta yayınlanan bir bildiri şöyle gerekçelendiriyor ayaklanmayı: “Ülkemiz zor bir durumdan geçiyor Üç yıldan beri açlıktan, soğuktan ve ekonomik karışıklıklardan kırılıyoruz.”
Anarşisi yazar İda Mett, Kronstadt incelemesinde açlığın, sefaletin, haksızlıkların boy verdiğini yazıyor ama bu durumu yaratan nesnel zemini kavrayamıyor ya da kavramak istemiyor. Önemli olan Kronstadt olaylarının toplumsal ve siyasal niteliğini, devrimin gelişimi ve sosyalizmin inşa süreci içerisindeki önemini saptamaktır. Bunun dışındaki yaklaşımlar “barışçı türden duygusal sızlanımlar” olmaktan öteye geçemezler. Bu anlamda, anlatılan hikâyelerden derlenmiş olan Ida Mett’in incelemesinin tarihsel hiç bir değeri yoktur. Sadece “iyiler” ve “kötüler” vardır ve Bolşeviklerin payına tabii ki “kötülük” düşmüştür; hepsi o kadar!
Peki, bahsedilen bu ekonomik yoksunluğun, açlığın, sefaletin nedeni Bolşevikler midir?
Daha önce sözünü ettiğimiz H.G.Wells, Bolşevik değildi, ama bir gözlemciydi. İzlenimlerinden şu sonuca varıyordu:
” Bu perişanlığın ve yıkıntıya uğrayan ekonominin, Bolşevik yönetiminin bir sonucu olduğunu söyleyebilirsiniz! Ben buna inanmıyorum… Bolşevik hükümet, ne bu felaketlerin ne de onların var olmaya devam etmesinin sorumlusudur. Bu çatırdayan ve iflas eden büyük imparatorluğu, altı yıllık nefes tüketici bir savaşın içine sürükleyen komünizm değil, fakat Avrupa emperyalizmiydi. Yine, acı içinde can çekişen bu ülkeye bir seri akınlar düzenleyen, müdahalede bulunan, onu istila emelleri taşıyan ülkedeki ayaklanmaları Körükleyen ve ülkeyi zalim bir abluka altına alan da Komünistler değildi. Kinci Fransız tefecileri, jurnalci İngiliz düzenbazları, bu öldürücü perişanlıktan, herhangi bir Komünistten çok daha fazla sorumludurlar” (Aktaran “Yakın Çağlar Tarihi” Konuk Yay,)
İç dinamiğin belirleyiciliğini Lenin’in yorumlarında görüyoruz. Durumu yaratan kaynağı, sadece dış güçlerin kışkırtması olarak belirlememek gerekiyordu. Nitekim Lenin: “Baş düşmanın, niçin Yudeniç, Kolçak ya da Denikin değil de kendi koşullarımız olduğunu görmek” gerektiğini anlatıyor.
Krizin asıl maddi kaynağı ülkenin yaşadığı olağanüstü ekonomik geriliktir. Üretim, kentleri beslemeyi ve “asgari bir toplumsal örgütlenme” sağlamayı olanaksız kılacak bir kritik durum arz ediyordu.
Savaş komünizmi dönemi, üç yıl boyunca, müsadereye, ürün fazlasına karşılıksız el konulmasına razı olabilen köylülük -ki bu tavrıyla devleti kurtarmak zorunda olmuştur- artık sıkıntılara katlanamamaktadır. Bu üç yıl boyunca kent, köye hemen hiçbir şey vermedi, hep aldı. Bu durum, köylüler arasında Bolşevizm düşmanlığını kışkırtıyordu. İşte Beyazların, Uralların belli bölgelerinde, yarı-köylü, yarı-işçileri kazanabilmesi, anarşist Makhno hareketinin gelişmesi, sosyalist devrimcilerin Tambov’daki hareketi, hepsi de bu nesnel zeminde boy veriyordu.
Burada,” aynı zamanda “1917’nin Kahraman Kronstadt Denizcileri” söylemine de cevap olabilecek bir parantez açalım.
Petersburg’dan uzaklığı 20 mil olan Kranstadt,- 1700’ler Rusya’sının en önemli ticaret merkezlerinden biriydi. 1893’te Petersburg’a ulaşan kanalın açılmasıyla ticari önemini yitiren kent, siyasi ve stratejik önemini tüm Rus devrimleri boyunca hissettirmiştir. Ülkenin iç bölgelerinde değil de, Baltık Bölgesinde Avrupa’ya yakın bir noktada bulunması ve Petrograd’ın Baltık kıyılarını koruyan kalesi olması, Kronstadt’ın stratejik önemini arttırıyordu.
1905’te kara ve deniz erlerinin Çar’a karşı ayaklandıkları görülüyor. 1917’de Kerensky Hükümetine karşı yürüyen en seçkin, en güvenilir birlikler 1921’de Bolşeviklere karşı ayaklananlarla aynı Kronstadt’lılar mıdır?
Hayır, 1917 Kronstadt’ı ile, 1921 Kronstadt’ı aynı değildir. Nitelik olarak değişik bir kitledir artık. İç savaş süreci, Troçki’nin deyimiyle “Kronstadt ve bütün Baltık filosunda sistematik bir nüfus erimesine yol açtı.” Kronstadt devrimcileri, Ekim günlerinde bile, Petrograd’a, Don’a, Ukrayna’ya, kritik cephelere gönderildiler.
Ayaklanmanın lideri Petricherko’nun bir açıklamasından: “Kronstadt garnizonunun dörtte üçü, bazıları Sovyet deniz kuvvetlerine girmeden önce, güneyde anti-Bolşevik kuvvetlerle birlikte çalışmış olan Ukraynalılardan oluşuyordu.”
Zor yılların yarattığı yılgınlık ve tükeniş ruh hali, devrimci unsurlar arasında ve özellikle küçük burjuvazi içinde anarşizmi besliyor, olayların kaynağını bilen karşı devrimci kapitalist güçler durumu kışkırtmak için elinden geleni yapıyordu.
İşte Kronstadt’daki bu bileşim, geri kitle bilincinin, daha da kolay boy vermesinin ve kışkırtılmasının zeminini oluşturmada önemli bir faktör sayılmalıdır.
“Kötüleşen Durum”, 24 Şubat’ta yapılmış bir konuşma metni. Kronstadt’daki olaylardan hemen önce, Lenin, bu konuşmasında, özellikle ülke kırlarındaki üretim yetersizliğinin ve genel olarak ekonomik durumun kötüye gidişini, kuraklıktan, kulakların direnişine kadar çeşitli nedenleri ayrıntılarıyla sayıyor ve hoşnutsuzluğun genel bir karakter haline geldiğini vurguluyor, bir saptamada bulunuyordu:
“Bu hoşnutsuzluğu temelde kavramak gerekir; eğer bu, Sovyetler aygıtı aracılığıyla süratle yapılmazsa, doğrudan Parti aygıtı aracılığıyla yapılmalıdır.
Olağanüstü bir dönem yaşanmaktadır. Ekonomik yoksunluklardan kaynaklanan hoşnutsuzlukların belirlediği ve karşı-devrimci güçlerce de kışkırtılan kitlelerin geri bilincine teslim olmamak gerekiyor. Sosyalist iktidarın korunması ve bu kritik dönemin atlatılması belirli bir istikrarın sağlanmasını gerektiriyor. Ve hoşnutsuzlukların bilince çıkartılarak kavranması, bu istikrarın sağlanmasında önemli oluyor. Sovyetler bunu gerçekleştirmede başarısızsa, Partinin bu açığı kapatmaya çalışması, bu görevi üstlenmesi reddedilemezdi,

AYAKLANMA PROGRAMININ NESNEL ANLAMI

Daha önce sıraladığımız talepler, dönemin zorluklan ve sınıflar arasındaki siyasal denge ve iktidar mücadelesi hesaba katılmadan derlen, dirilirse, basit birer ekonomik-demokratik talepler olarak görünür.
Oysa savunulan program, esasen, başlıca iki talepte yoğunlaşarak gerçek anlamını buluyordu:
-Sınırlandırılmamış ticaret özgürlüğü;
-Yeni Sovyet iktidarı ya da “Bolşeviksiz Sovyetler!”
“Ticaret Özgürlüğü” Üzerine: Ayaklanmanın küçük burjuva karakteristiğini “sınırlandırılmamış ticaret özgürlüğü” talebi oluşturuyordu. Proletaryanın azınlıkta olduğu, köylü mülkiyetinin yıkım yaşadığı bir ülkede, bu küçük burjuva karşı-devrimi dikkatle incelenmeli ve teorik sonuçlar çıkarılmalıdır. Lenin, “bu küçük burjuva karşı devrim, hiç kuşkusuz ki; birleşmiş Denikin, Yudeniş ve Kolçak’tan çok daha tehlikelidir” diyor. Çünkü “sınırlanmamış ticaret” Beyaz Muhafızlar için bir atlama taşı, burjuvazi içinse, restorasyon yolu ve kesin bir zaferdir.
Kronstadt’ta savunulan “ticaret özgürlüğü”, Lenin’e göre “Proletaryanın, küçük çiftçilerle ilişkilerinde halen çözme(si) gereken zor sorunları ve görevleri bulunduğu anlamına geliyor.” Bu durumda asıl çözüm, sadece Kronstadt ayaklanmasının vb.lerinin bastırılması ile sağlanamayacaktır. Lenin bunu biliyor ve asıl görevin “kitlelerin koşullarını hafifletmek ve proleter önderliğini korumak” olduğunu vurguluyor.
Kronstadt pratiğinden çıkarılan dersler, parti içindeki bir süredir yapılan NEP tartışmalarını da bir anlamda yatıştırdı. “Ticaret özgürlüğü” talebi vardı ve bu soruna Partinin de yönelmesi, bu olağanüstü sıkıntılı koşullarda “özgün” geçici araçlar kullanmayı reddetmemesi gerekiyordu. Bu, zorunluluktu. Kronstadt, biraz da bu zorunluluğun kavranılmasında, Parti içi tartışmaların durulmasında hızlandırıcı bir etki yaptı. Hatta ayaklanmayla eş zamanlı toplanan X. Parti kongresinde, bağımsızlaşan ve kendi iç disiplinine sahip muhalefet gruplarının üyelerinin -M.K. üyesi olsa bile- bu tutumlarına son vermemeleri halindi Partiden ihraç edileceği yolunda bir karar alındı.
Marksist teoride, tartışılmayacak bir teorik doğru vardır; “proletaryanın rolü, küçük tarım üreticilerinin toplumsallaştırılmış kolektif çalışmaya geçişini yönetmektir.”
Ama teorik çerçeveyle, pratik-nesnel zorunluluklar arasında belirli bir mesafenin yaşandığı, teorinin öngörmediği bir pratik zorunluluğun kendini dayattığı bir dönemden bahsediyoruz.
Şöyle diyor Lenin: “… mevcut koşullar, sorunlarımızın çözümünü inanılmaz ölçüde zorlaştırdı. Geniş çaplı üretimin bütün faydalarını göstermeyi başaramadık. Çünkü üretim enkaz halinde ve varlığını güçlükle sürdürüyor.”
Kronstadt değerlendirmelerinde, farklı eğilimleri barındıran Troçkist cepheden, Victor Serge gibilerinin iddia ettiği gibi, NEP’in Kronstadt ayaklanması dönemi yürürlüğe sokulması ve Kronstadt programının taleplerine bir ölçüde cevap verir oluşu, bu hareketin haklılığını ispatlamış olmaz. NEP’le; toprak sahibi köylünün, spekülatörün, kulakların burjuva eğilimlerine bazı ödünler verilmiştir, ama bu, Bolşeviklerin programının, küçük burjuvazinin programıyla özdeş olduğu anlamına gelmez. En önemlisi de, bu ekonomik ödünleri, sosyalist iktidara, karşı-devrimci cephenin asıl amacı olan Politik iktidarı korumak zorunluluğu dayatmıştır.
“Her şeye katlanmak gerek, buna da katlanacağız; herhangi bir özgürlük ya da herhangi bir demokrasi sözü vermiyoruz.” diyordu Lenin ve köylülüğün önünde, burjuvazinin ya da Bolşeviklerin yönetimi arasında tercih yapma sorunu olduğunu, eğer bu tercih Bolşevikler yönünde kullanılırsa, “yönetimi elde tutmanın sınırları içinde mümkün olan her tavizde bulunuruz ve onları sosyalizme götürürüz” diye devam ediyor, ekliyordu; “Bizim bakış açımız şöyledir: İçinde bulunduğumuz dönemde, esasta, birleşik düşmanlarımızdan daha zayıf olduğumuz için ve ekonomik zeminimiz çok zayıf olduğu ve güçlü bir zemine ihtiyaç duyduğumuz için, büyük tavizler ve azami dikkat!” (Rus Kom. Partisinin Taktiği Üzerine-5 Temmuz)

“BOLŞEVİKSİZ SOVYETLER!” ÜZERİNE
Ayaklanmanın asıl karşı-devrimci niteliği, içerdiği politik iktidar hedefiyle, “Bolşeviksiz Sovyetler!” sloganında yoğunlaşıyordu.
İsyancıların gazetesi olan “Kronstadt İzvestia”sı, 14 Mart’ta şöyle yazıyordu: “Serbest ticaret değil, gerçek Sovyet İktidarı!” Asıl olan buydu. NEP’in sınırlandırılmış ticareti ile sorun çözülemezdi. Eğer soyut sloganlarla değil de gerçek toplumsal özlerle ilgiliysek, “gerçek Sovyet iktidarı” ile kastedilenin, “Bolşeviksiz Sovyetler” yani Sovyetleri Bolşeviklerin yönetiminden koparmak, onları tahrip etmek ve işlevsiz kılmak olduğu açıktır.
Deneyim vardı; Rus Sovyetlerinin, Menşevikler ve sosyalist devrimcilerin yönetiminde nasıl işlevsiz kaldıkları deneyimi, “komünistsiz Sovyetlerin proletarya diktatörlüğünden, kapitalist restorasyona geçişte, sadece bir ara-süreç anlamı taşıyacağını kanıtlıyordu.
Ayaklanmanın, karşı-devrimci rejim düşmanlarıyla bir organik ilişkisinin olmadığı varsayılsa bile, niyetlerden bağımsız bir nesnellik söz konusudur. Ülke içinde ve dışındaki Bolşevik düşmanlarının ortak heyecan ve tepkileri, yine hep bir elden Kronstadt isyancılarına desteğe dönüşmüştür kısa sürede. Önemli olan, kendilerinin başaramadığı, sosyalist iktidarın devrilmesiydi. Nasıl ki Bolşevik hükümetin NEP programı karşısında -kapitalizmi belirli ölçülerde yeşertme aracı güttüğünden dolayı- pek sevinemedilerse, Kronstadt denizcilerinin görünüşte devrimci “gerçek Sovyet İktidarı” sloganı karşısında da üzülmediler, sahiplenmekte tereddüt etmediler, Zira, Bolşeviklerin tasfiyesinden sonra işler kolaydı; Kronstadtlıların iyi niyetleri (!) halledilemez bir şey değildi!
“Bolşeviksiz Sovyetler” Sovyet iktidarının tüm düşmanlarını -Kadetlerden Menşeviklere kadar-bir araya getiren karşı devrimci bir cephe sloganıydı adeta. Varolan ekonomik yoksunlukların kışkırttığı geri kitle bilincine hitap eden bu tepkileri, Bolşevik düşmanlığıyla yoğurup, karşı-devrimci hareketin önemli bir unsuru haline getirme amacının üstü örtülü formülüydü; “Bütün İktidar Sovyetlere!” ama “Bolşeviksiz Sovyetler”e.
Kronstadt olayları, her türden karşı-devrimciliğin, proletarya diktatörlüğünün yıkılması adına, politik esnekliğinin sınırlarının bizzat “Sovyet rejiminin sloganlarını kullanmayı kabule dahi hazır olmaya” kadar genişletilebildiğini göstermiştir. Şubat 1917 sonrasındaki ikili iktidarın “Sovyetler” ayağının tasfiyesiyle ilgilenen karşı-devrim, Kronstadt’la birlikte “Sovyetler” argümanına sahip çıkmakta bir sakınca görmüyordu.
Lenin şunları söylüyordu: “… genel olarak burjuva karşı-devrimcileri sözüm ona Sovyet iktidarı adına Rusya’daki Sovyet hükümetine karşı ayaklanma çağrısı içeren sloganlara başvurdular.” (Parti Birliği Üzerine,-5 Mart 1921)
Burjuvazi ve toprak ağalarının temsilcisi olan Kadet Miliyukov’un değerlendirmeleri, burjuvazinin sınıf bilinçli tutumunun bilinçli örneği olması açısından söz edilmeye değerdir.
Sosyalist Devrimci Chernov’un, Kronstadt isyancılarına salık verdiği “Kurucu Meclis” önerisine karşı Miliyukov, acele edilmemesi gerektiğini, Bolşeviksiz bir Sovyetler iktidarının da desteklenebileceğini ve mevcut duruma göre asıl bunun savunulması ve desteklenmesi gerektiğini vurguluyordu.
“Poslednie Novosti” isimli gazetesinde, 11 Mart 1921’de şöyle yazıyordu Miliyukov: ” ‘Kahrolsun Bolşevikler! Yaşasın Sovyetler…’ sloganı, büyük olasılıkla, iktidarın Bolşeviklerden Sovyetlerde çoğunluğu kazanacak olan ılımlı sosyalistlere geçeceğini gösterir. Ilımlı sosyalistleri, Bolşeviklerle aynı doğrultuda değerlendiren pek çok insan vardır elbette. Bu bakış açısını paylaşmayışımız bir yana, bizim Kronstadt’ın sloganını protesto etmemek için başka nedenlerimiz de vardır. … İktidara sağın ya da solun yerleşmesini bir kenara bırakırsak, elbette geçici olacak olan bu onayın (yeni iktidarın onayının) ancak Sovyet tipi kurumlar aracılığıyla gerçekleşebileceği bizim gözümüzde çok açıktır. Geçiş ancak bu yolla sancısız biçimde gerçekleşebilir ve bir bütün olarak ülke tarafından kabul edilebilir.”
Burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin sahiplendiği “Bolşeviksiz Sovyetler İktidarı”nın, nasıl bir işçi iktidarı olacağı açık değil midir artık? Bu tavrı Lenin, Miliyukov’un şahsında, büyük burjuvazinin “olayların sınıfsal özünün ve siyasal güçler dengesini, küçük burjuvazinin liderleri Chenov ve Martov’lardan daha açık biçimde görüp anlaması” olarak değerlendiriyor. “Çünkü burjuvazi, kapitalist rejim koşullarında… demokratik cumhuriyet altında da kaçınılmaz olarak egemenliğini sürdürür.”
Miliyakov’un, Chermov’un “Kurucu Meclis”i karşısında “Sovyet iktidarı”nı savunması paradoks değildir. Siyasal dengeleri gözeten bir siyasal taktiktir. Sınıf mücadelesinin pratiği içerisinde öğrenilmiş “pratik diyalektik” bunu dayatmıştır, Şimdiki görev, Bolşeviklere karşı savaşmaktır. Tarihsellik kazanabilecek işçi iktidarına karşı savaş, bu olağanüstü dönem, Bolşeviklere karşı savaş olarak yoğunlaşmıştır. Kadetler, Menşevikler, Sosyalist Devrimciler, Anarşistler, hepsini karşı devrimci bir koalisyona mahkûm ve muhtaç eden bu gerçekliktir.
Aslında ayrıntılı olarak üzerinde durulması gereken ve yine o güne kadar teoride ayrıntılı olarak öngörülmemiş, pratiğin dayattığı bir durumla karşı karşıyayız. Sovyet-Parti ilişkisinin o günkü durumundan bahsediyoruz. Kısaca değinmeye çalışalım.
Sovyet düzeni üzerine söylenenler “Bolşeviksiz Sovyetler” sloganında ifadesini buluyordu. Bu ise, dönemin olağanüstülüğünde -daha sonralarının ünlü muhalifi, “Stalin’in parti diktatörlüğünün” düşmanı Zinovyev’in deyimiyle, zaman zaman parti diktatörlüğüne yoğunlaşan- proletarya diktatörlüğünün sonuydu. Evet, Zinovyev, Sovyet iktidarının, Partinin diktatörlüğü olmadan, değil üç yıl, üç hafta bile dayanamayacağını belirtiyor ve “sınıf bilincine sahip her işçinin proletarya diktatörlüğünün işçi sınıfının öncüsü olan Komünist Parti’nin diktatörlüğü dışındaki bir biçimde gerçekleştirilemeyeceğini bilmesi gerektiğini” söylüyordu. Ona göre, Parti’nin Sovyet organları ve sendikalar üzerindeki kontrolü proletaryanın çıkarlarını gerçekleştirmesinin tek güvenceciydi Mevcut durum, Sovyetler acısından, Lenin’in “Devlet ve İhtilal”de öngördüğü, bürokrasinin gereksizleştiği bir “doğrudan sınıf yönetiminin gerçekleşme biçimi”nden farklılıklar arz ediyordu. Yetkililerin, yürütme kurullarında yoğunlaşmaya başlandığı gözleniyordu. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi’nin fiili siyasal gücünün Merkez Yürütme Kumlu ve Halk Komiserleri Konseyi elinde toplandığını, Kamanev, 1919’da toplanan VII. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi’nde kabul ediyor ve bunu dönemin olağanüstülüğüne bağlıyordu. Aynı durum yerel Sovyetlerin işleyişine de yansıyordu. Lenin, bu olağanüstülüğü, emekçi kitlelerin yönetimi değil, fakat proletaryanın ileri kesimlerinin yönetimi anlamına geldiğini söylüyordu.
Türkiye’de de son yıllarda parti ile Sovyetleri karşı karşıya konumlandıran ve bunda, partinin rolünü asgariye indiren, Sovyetlerin rolünü ise tam tersine abartan anlayışlar kendilerine referans olarak Kronstadt olaylarını alabiliyorlar. Yani öngördükleri durum gerçekleşmezse, Kronstadt’ta olduğu gibi “işçi düşmanlığı” ve giderek “proletarya adına proletaryanın katliamlarına” tanık olunacağını söylüyorlar, önderlikten azat edilmiş kitleler veya işçi sınıfı! Bu, uvriyerizm, popülizmdir.
Parti ve devlet aygıtının yozlaşmasının, bürokratlaşmasının alternatifi -elbette geçiş dönemi ve o dönemin olağanüstü konjonktürleri için konuşuyuz- öncüsüz kitlelerin kendiliğinden bilincinin, komünist bilincin, kitle örgütlerinin ise parti aleyhine güçlendirilmesi midir? Bu, ileri işçilerin yerini, geri işçilerle ve de Sovyetler köylülüğü ve küçük burjuva aydınları da kapsadığı için köylü ve küçük burjuva unsurlarla ikame etmek olmaz mı? Bu anlayış Leninist önderlik faktörünün reddedilmesi
değil midir? Sosyalizmin güvencesi, kitle örgütlerini partiye karşı güçlendirmekte değil, kitlelerle kaynaşan, onlardan güç alan gerçek anlamda Leninist partidir.
“Katılm”, sosyalistlerce ahlaki bir zorunluluk olarak algılanmamalı. Sonra “katılım” her koşulda kararların ve belirleyiciliğin tabanda olması anlamına gelmemelidir. Başlı başına bir “amaç” haline getirilmemelidir. Önemli olan katılımın niteliği ve konusudur.
Öncüsüzlük anlayışını savunanlar, Paris Komünü’nü de örnek veriyorlar. Oysa Marx’ın da bu deneyimden çıkardığı önemli derslerin başında, önderlik eksikliği ve fazla “ahlakî” davranıldığı gelmez mi? “Ama olsun” deniliyorsa, “İktidar kaybedilse de, onurlu doğruyu yaparak yenilmiş olur” deniliyorsa, toplumsal devrimlerin ve dönüşümlerin tarihi önemleri kavranılmamış demektir. “Toplumsal alt-üst oluşlar yaşansın yeter, onun sürekli kılınması ve tarihsel olarak kalıcı kazananlara vardırılması, nitelik verdirilmesi önemli değildir.” anlayışıdır bu.
Öncüsüz bir sosyalizmden “Bir gün geriye dönüş söz konusu olduğunda bu, şanlı, şerefli bir dönüş olur, Paris Komünü’ndeki gibi…” deniyor. Hayır, Paris Komünü tam da öncüsüzlük ve bilinçli önderlik eksikliğinin yol açtığı sınıf tavrındaki zaaflar nedeniyle “geriye dönüş” olumsuzluğunu yaşama şansını bile yakalayamamıştır!
Sınıfsızlaştırılmış bir “kitle demokrasisinin, sınıf karşıtlıklarının, savaşımın sürdüğü geçiş dönemleri ve hele bu dönemin olağanüstü konjonktürlerinde savunulmasının pek bir anlamı yoktur.

AYAKLANMANIN SONU
Bolşevik hükümet 7 Mart’ta saldırı kararı aldı ve Kronstadt ayaklanması Mart’ın sonuna doğru bastırıldı. Bu, bazı iddiaların aksine büyük bir şevk ve heyecanla gerçekleşmedi ve yine bu isteksizlik Ida Mert’in göstermek istediği gibi yapılanın yanlışlığına olan inançtan kaynaklanmıyordu.
Zorunluluklar bazen trajik olabiliyor. Bolşevikler bu zorunluluğun sıkıntısını yaşıyorlardı.
Yapılan bir eleştiri de, “Hükümetin, ayaklanmayı kendi haline bırakması sorunu çözerdi” yolundadır. Oysa böyle bir durum yine de karşı-devrimci cephenin ve kapitalist dünyanın bu işe bulaşmasını önleyemezdi. Karşı-devrim cephesi, olaya “kan dökülmesinin önlenmesi” gibi salt ahlakçı bakmıyordu. Yani Kronstadt ayaklanması, isyancıların hiç bir eğilime angaje olmadıklarının, olmayacaklarının kabulü gibi en iyimser bakışla bile politik olmaktan kurtulamıyordu. Diyelim ki ayaklanma bastırılmadı, Kronstadtlılar yaşamı yeniden üretmek ve yeniden örgütlemek anlamında kimlere dayanacaklardı? Örneğin, yiyecek ihtiyacını nasıl karşılayacaklardı? Sovyet hükümetinden değil herhalde!
Ayaklanma sırası, Batı’daki borsa hareketliliği de, kapitalist dünyanın olaya duyarlılığının ilgi çekici bir örneğidir. Troçki, “Kronstadt ve Borsa” adlı makalesinde örnekleyerek açıklıyordu. Kronstadt olayları, Batı’daki borsalardan, Sovyet iktidarının yıkılacağı ve Rusya’daki Batılı sanayi işletmelerinin pek çoğunun eski durumlarına kavuşacağı beklentisiyle canlılık yaratmıştır. En çok ilginin, Rus hisse senetleri üzerinde yoğunlaştığını kaynaklarından aktarıyor Troçki.
Kapitalist borsadaki hareketliliğin de gösterdiği gibi, ulusal ve uluslararası karşı-devrimci koalisyonun tarihsel ortaklığının asıl zemini, kapitalist dünya sistemi içindeki kapitalist üretim ilişkileridir. Sokağın çıktığı alan burasıdır. Kronstadt ayaklanması, yine belirtelim, en iyimser anlamda bile kendiliğinden politikliğe yazgılıydı. Bolşevikler isyanı bastırmaktan başka ne yapabilirlerdi? İktidarı terk edebilirler miydi? Bu ne anlama gelirdi?
Anarşist yazarlar tek yolun Kronstadt ayaklanmasının zaferi olduğunu veya daha uzun bir sürece yayılmasının sağlanması gerektiğini söyleyerek aynı zamanda Bolşeviklerin tutumlarının da ne olması gerektiğini tersinden açıklamış oluyorlar. Taleplerin yerine getirilmesi müzakerelerle mümkün değildi. Bu, müzakerelerle iktidarın bırakılması anlamına gelirdi. Oysa ayaklanmanın bastırılışına karşı olan Troçkist Victor Serge’nin söylediği gibi “Devlet içinde embriyonik bir devlet oluşturacak kadar silahlandıklarında, muhaliflerini bastıramayan her devrim, bölünmüş durumda, kendini düşmanların darbelerine karşı savunmasız bırakır” (Rus Devriminin Bir Yılı)
Bolşevik iktidar devrilince ne olacaktı? Sorun, anarşistler için basittir: “Devletsizlik”, “iktidarsızlık”. Onlar için, kapitalizmin yıkılmasının, sosyalizmin inşasının, bir strateji ve sınıflar-arası güç ilişkilerine göre belirlenen taktikler gereksindiğinin bir önemi yoktur.
Ama bu boşluk doldurulmaz mıydı? Karşı-devrimcilerin, bu iktidar boşluğu için yıllarca çaba sarf ettikleri, Rus toplumunun yıllarca içinde bulunduğu, yaşadığı alt-üst oluşun sınıflar-arası iktidar savaşından başka bir şey olmadığı unutulmamalıdır. Anarşistlerin aksine, diğer karşı-devrimcilerin “iktidar” diye bir sorunları vardı ve yine, Kronstadt ayaklanmasının anarşist yazarların gösterdiklerinin aksine, ahlakî boyutu ötesinde, bu sınıflar-arası iktidar savaşımı bağlamında önemi vardı. Tekrar vurgulayalım ki, “işçilere karşı işçi iktidarı” gibi “etik” bir argüman ancak üçüncü sınıf bir tarih filminin senaryosuna konu olabilir, sınıflar savaşının nesnelliği açısından bir önemi yoktur.
Sonlarken; devrimlerin diyalektiği, devrimi yapan sınıf ya da sınıflar ittifakının iç çelişkilerinin ortadan kalkmadığını, devrimin doruğunda keskinliğin azaldığını, ancak yeni safhalarda, yeniden bütün keskinliğiyle ortaya çıktığını gösteriyor Bu durum, “devrim evlatlarını yer” gibi, olgunun nesnel zeminine vurgu yapmayan burjuva düşüncelerle açıklanamaz. Temelde yatan nesnellik, emekçi sınıflar veya proleterlerin bile “siyasal açıdan olduğu gibi, toplumsal açıdan da türdeş (homojen)” olmamasıdır.
Devrimin bu genel yasası, Kronstadt özgülünde de işledi. Ayaklanmanın bastırılışı, bazılarınca, Ekim Devrimi’nin ve Bolşeviklerin aşırılığı olarak nitelenmiştir. Aşırılıklar yapıldığı kabul edilse bile, bu durum eylemin tarihsel haklılığını gölgelemez. Kaldı ki, aşırılıkların yaşanmadığı bir devrim gösterilebilir mi? Aşırılıklar yüzünden, devrimin yol açtığı büyük tarihsel dönüşümleri yadsımak burjuva hümanizmasının türevidir. Bizzat devrimin doğasından kaynaklanır; neştersiz ameliyat yapılamıyor!
Devrim, öncesiz ve sonrasız bir “donmuş an” değildir. Devrim, süreçtir. Devrimin sürdürülmesi, iktidarın korunmasına içkindir. Toplumsallık niteliği ile süreklilik arz eden iktidar savaşı, devrimcilere, devrimden sonra, toz konmamış, dezenfekte pratiklere bulaşmamalarına, manastırlara kapanmalarına ne yazık ki imkan tanımıyor.

KAYNAKLAR
– Pierre Frank, “Kronstadt”, Ataol Yay.
– “Yakın Çağlar Tarihi”, Konuk ray,
– İda Mett, “Kronstadt 1921”, Sokak Yay.
– Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 2-3

Nisan 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑