Pisliği temizleyecek tek güç, bu kan ve irin yığınından hiç bir çıkarı olmayan, Ergun Göknel’den de, bir başka hırsız burjuvadan da tek kuruş sus payı almamış ve alamayacak olan işçiler ve emekçilerdir. Pisliği temizlemenin yolu ise, düzenin şurasını burasını onarmak değil, onu coşkun bir devrim tufanının dalgaları içinde boğup yok etmektir. Böyle bir çağrı, böyle bir devrimi başaracak olan güçlere, işçi sınıfımıza ve yoksul emekçi yığınlarına yapılabilir: Temizleyin bu pisliği!
Ergun Göknel’in kimliğinde ortaya dökülen ve günlerdir burjuva basın ve yayın organlarında en şiddetli aşağılamaların, hakaretlerin ve felaket çığlıklarının konusu yapılan yolsuzluk, Türkiye’nin ekonomi-politiğinde olduğu kadar burjuvazinin siyaset ve ideolojisi hakkında da, görmek isteyen herkesin önüne gerçeği en çıplak haliyle koydu..
Göknel, aslında sistemin ve devlet içi ilişkilerin hiç de yabancısı olmadığı bir yöntemle, “para biriktiriyordu”! Bu yolu kullananların ilki değildi, o tutuklanınca kendisi gibi “çalışanların” sonu da gelmedi. Söz konusu yöntem, Türkiye’de özellikle 12 Eylül’den sonra azami ölçekte kullanılan bir “sermaye birikimi” tarzıdır. Spekülasyon, rüşvet, kaçakçılık, kambiyo işlemlerindeki kural dışı yollar, borsa oyunları, vs. sermayenin devrini hızlandıran, devir yolunu kısaltan, olağan kapitalist sermaye birikim ve merkezileşme yollarının dışında da olsa, eninde sonunda emek sömürüsünü katlayan yollar olarak itibar kazandı. Ekonomi, bir “kara para ekonomisi” olarak tescil edildi ve bu özelliğiyle genelleştirildi.
Ergun Göknel, olayların gelişmesinin gösterdiği gibi, karmaşık kara-para ilişkilerinin zinciri içindeki sayısız paylaşma alanlarından biri üzerinde, burjuvazinin içindeki siyasi ve sektörel çelişmelerin bir parçası olarak yer tutuyordu.
Basın, kara-para tekellerinin çıkar çelişmelerine göre parsellenmişti ve her tekel bir diğerinin kirli çamaşırlarını basına sızdırmayı rekabetin bir unsuru olarak kullanıyordu. Tabii, bu sızdırma, daima sistemin kendisini yaralamayacak sınırlar içinde tutuluyordu. Milliyet gazetesinin, aylardır sürdürdüğü “Temiz Toplum” kampanyası, bu yumuşak dokundurmaların bir koleksiyonunu veriyor, bir yandan tekeller-arası savaşta saf tutarken, diğer yandan da, halkta büyük bir nefret ve öfke doğuran pisliklerin, sistem içinde temizlenebilir olduğu mesajını yaygınlaştırmaya çalışıyordu. Ergun Göknel olayı, basının tümünün aynı ölçüde ve aynı saldırganlıkla ele aldığı bir olay olarak dikkat çekti. Burjuvazinin hiç bir fraksiyonu, Göknel’i görmezlikten gelmedi. Aksine, hepsi, alışılmamış bir biçimde gözünü dört açarak “olayın üstüne gitti”.
Bu “titizlik” ve “temizlik” çığırtkanlığı, Göknel’in üzerinden geçip, belli başlı tekellere uzanmaya başladığında ise, basın bunların kimini görüp kimini görmeyerek, bütünlüğünü kaybediyor. Bu noktada, hangi gazetenin hangi tekeli, Göknel’in harcanma sınırlarının dışında tutacağı, ilgiyle izleniyor. Göknel, tek başına ele alındığında, Gerçek dergisinin 28 Ağustos tarihli yayınının sloganlaştırdığı gibi, “hamamın namusunu temizlemenin” aracı olarak kullanılacak. Ama onun ilişkilerinin, aslında burjuvazinin sistematik hale gelmiş ilişkileri olduğunun açığa çıkabileceği her nokta, ustaca örtülecek. Böylece Göknel, “milli birlik ve beraberlik ruhu içinde” harcanırken, bu birlik ve beraberliğin sarsılabileceği ilişkilere, burjuvazinin temel ilişkilerine, dokunulmayacak. Fakat eğer bazı ipuçlarının açıkça gösterdiği gibi, Göknel olayı, “SHP’yi hükümet içinde etkisizleştirmek ve onun özelleştirme programına yönelttiği çok cılız ve ikiyüzlü itirazı da gidererek teslim almak için kotarılmışsa, belli noktalarda genişletilecektir. Göknel olayı, söylendiği gibi, MİT’in de devreye girdiği bir planla açığa çıkarılmışsa, bu apaçık, bütün burjuva fraksiyonların onayladığı bir devlet harekâtıdır ve özelleştirme, bu planın başlıca maddesidir. Şimdi kamuoyu, Göknel olayı kullanılarak, bütün pisliklerin temizlenmesi için başlıca aracın özelleştirme olduğuna inandırılmak isteniyor. Eğer her üç işçiden birinin işten atılması anlamına gelecek olan bu operasyon tamamlanırsa, ihaleler, devletin karışmadığı bir “serbest rekabet ortamında” gerçekleşirse, köylüler devlet destekli ürün alımlarından mahrum bırakılırsa, sağlık ve eğitim tamamen paralı hale getirilirse, bir daha böyle rüşvet, hırsızlık vs. olmayacakmış! Trilyonları çalıp çırpan Göknel, bunca yıldan sonra devletin aklına işte bu propagandaya temel malzeme yapılmak üzere seçilmiş bulunuyor.
Göknel olayı, burjuva basın tarafından özel bir amaçla daha, sürekli gündemde tutuluyor: Kapitalist sistem, irinli bir çıbanını patlattı, böylece bir ağrısını hafifletti. Ama daha önemlisi, yaradan fışkırtılan iltihapla, Kürt ulusal mücadelesinin etkilerinin, kirli savaş pisliklerinin, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Somali, Orta Doğu olaylarındaki ilişkileri bakımından tam bir çıkmaza giren dış politikanın çırpınışlarının üstünü örttü. Bütün gazetelerin manşetleri, günlerdir Türkiye’nin tek sorunun Ergun Göknel olduğu imajını yaratacak şekilde düzenleniyor. Halk, bu pislik temizlenirse, Türkiye ak-pak olacak sansın diye, elden gelen her hokkabazlık yapılıyor.
Burjuva basın, öfkeyle haykırıyor: “Temizleyin bu pisliği!” Bu çağrı, savcılara, polise, istihbarat teşkilatına, hükümete vs. yapılıyor. Pisliğin yarattığı ve beslediği bütün kurumlar, kendilerinin de sonu olacak böyle bir eyleme girişebilir mi? Bütünüyle, pisliği çoğaltarak ve yaygınlaştırarak ayakta kalma süresini uzatmaya çalışan sistem, bir-iki kurbanın dışında, kendi çocukları olan burjuvaziyi ve onun ilişkilerini ortadan kaldırabilir mi?
Pisliği temizleyecek tek güç, bu kan ve irin yığınından hiç bir çıkarı olmayan, Ergun Göknel’den de, bir başka hırsız burjuvadan da tek kuruş sus payı almamış ve alamayacak olan işçiler ve emekçilerdir. Pisliği temizlemenin yolu ise, düzenin şurasını burasını onarmak değil, onu coşkun bir devrim tufanının dalgaları içinde boğup yok etmektir. Böyle bir çağrı, böyle bir devrimi başaracak olan güçlere, işçi sınıfımıza ve yoksul emekçi yığınlarına yapılabilir: Temizleyin bu pisliği!
Eylül 1993