19. Milli Eğitim Şurası üzerine

Bir ülkenin eğitim gerçeğinin temel zeminini eğitim felsefesi oluşturur. Her sistem kendi insan tipini yetiştirir. İnsanlar, hangi bilgiler, gerçekler ve değerler üzerinden biçimlendirilecekse, eğitim politikaları da ona uygun olarak oluşturulur. Eğitim sistemine yön verilirken, açık ya da örtük olarak önceden belirlenen hedeflere ulaşmak üzere, 4+4+4 sürecinde olduğu gibi dayatmalar yapılabildiği gibi, kimi zaman da eğitim şuraları üzerinden toplumsal rıza mekanizması geliştirilebilir.
19. Milli Eğitim Şurası 2-6 Aralık tarihleri arasında Antalya’da yapıldı. Dört yılda bir yapılan ve eğitim politikalarının temel yönelimlerinin ana hatları ile belirlendiği Şura’da; “Öğretim Programları ve Haftalık Ders Çizelgeleri”, “Öğretmen Niteliğinin Arttırılması”, “Eğitim Yöneticilerinin Niteliğinin Arttırılması” ve “Okul Güvenliği” konularında oluşturulan ihtisas komisyonlarında yürütülen tartışmalar üzerinden Şura Genel Kurulu’nda bir bütün olarak eğitim sisteminin ve ülkenin geleceğini yakından ilgilendiren kararlar alındı.
Eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanması sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın da üzerinde bir oluşum olan Milli Eğitim Şurası’nda alınan kararlar, her ne kadar tavsiye niteliğindeymiş gibi yansıtılsa da, Türkiye’de eğitim politikalarının oluşturulmasında ve uygulanmasında her dönem belirleyici bir rol oynadığı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve dolayısıyla iktidarların kararlarında temel dayanaklardan birisi olduğu biliniyor.
Bugüne kadar düzenlenen bütün Milli Eğitim Şuraları, özellikle 1980 sonrası yapılanlar, eğitim sistemi üzerinden yürütülen politikaların sürekliliği ve kırılma noktalarını görmek açısından önemli veriler sunmuştur. Her ne kadar Şura kararları hemen uygulamaya geçmese de, siyasal iktidarların ve içinde bulunulan dönemin koşullarının eğitim sistemini ve topyekûn toplumsal yaşamı nasıl biçimlendirmek istediğini yansıtmaktadır. Eğitimin dayanacağı felsefenin ne olduğu ya da olacağı, eğitim sorunlarının nasıl ele alındığı ve çözüm olarak ileri sürülen önerilerin ne anlama geldiğini anlamak açısından Eğitim Şurası’na ve alınan kararların ne anlama geldiğine bakmak yararlı olacaktır.

İKTİDARA “PARALEL” ŞURA
19. Milli Eğitim Şurası’nın açılış konuşmasında Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Şura’da, bugüne kadar yapılanlar içinde ilk kez bu kadar geniş ve toplumun farklı kesimlerinden katılımcıların olduğunu özellikle vurguladı. Bu vurguya rağmen, komisyonlarda yer alan katılımcılar ve Şura Genel Kurulu katılımcılarının seçiminde büyük ölçüde iktidara paralel kişi ve kurumların davet edildiği kısa süre içinde anlaşıldı. Şura ihtisas komisyonlarında yer alan MEB bürokratları, rektörler, öğretim üyeleri, okul müdürleri, öğretmenler, öğrenci ve veli temsilcileri ve elbette hükümet sendikasının temsilcilerinin yaptıkları konuşmalar, gündeme getirilen öneriler ve çıkan kararlar, kimi zaman MEB ile hükümet sendikasını karşı karşıya getirmiş gibi görünse de, her iki taraf da amacına ulaştı. Eğitim Bir Sen’in bir şube avukatının veli temsilcileri içinde yer alması, veli temsilcileri içinde emniyet istihbarattan kişilerin bulunduğu yönündeki iddialar, özel okul temsilcilerinin sayısının fazla olması, iktidara yakın kimi dini vakıf temsilcilerinin Şura’ya çağrılmış olması, Şura katılımcılarının nasıl ve hangi kriterlere göre belirlendiğini gösteriyordu.
19. Milli Eğitim Şurası açılış konuşmalarında, hem Cumhurbaşkanı hem de Milli Eğitim Bakanı, eğitimin sorunlarından çok, “milli” ve “manevi” değerlere, özellikle ecdatları Osmanlıya özel vurgular yaptılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tanzimat Fermanı sonrasını kapsayan Osmanlı’daki modernleşme adımlarını da hedef tahtasına yerleştirerek, “200 yıldır çocuklarımıza eğitim üzerinden format” atılıyor diyerek, yine “millet iradesi”ne özel vurgu yaptı. Bilginin önemli olduğunu, ancak “hikmet”i dışlayan, çocuklara “ecdad”ını ve  “manevi değerleri”ni öğretmeyen bir eğitim sistemi kabul etmediğini belirterek, Şura üyelerine doğrudan mesajını verdi ve Şura’nın millet için “hayırlı kararlar” alacağı üzerinden Şura gündemini belirleyen bir konuşma yaptı.
Şura açılışında Milli Eğitim Bakanı’nın ve Cumhurbaşkanı’nın Şuraya doğrudan ödev ve görev veren siyasal mesajları sırasında kullandıkları dil ve yaptıkları vurgular, Şura çalışmalarının dini muhafazakar bir atmosferde ve siyasi iktidarın eğitime yönelik politika ve uygulamalarına paralel bir içerikte süreceğini gösterdi.

EĞİTİM ŞURASI MI, DİNİ EĞİTİM ŞURASI MI?
19. Milli Eğitim Şurası, başından sonuna kadar laik, bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine açıkça meydan okuma üzerinden şekillenirken, bilinen anlamda bir eğitim şurasından çok, karma eğitim tartışmalarının öne çıktığı, eğitimin bütün kademelerinde zorunlu din derslerinin, dini ve manevi değerler eğitiminin temel gündem olduğu bir “dini eğitim şurası” olarak gerçekleşti.
19. Milli Eğitim Şurası sürecinde bazı komisyonlarda yürütülen tartışmalar, 12 Eylül ile başlayan, AKP iktidarı ile sürdürülen ve toplumsal yaşamı kuşatan dinsel söylem ve ritüellerin etkisinin eğitim sistemini nasıl kuşattığının net bir şekilde görülmesini sağladı.
19. Milli Eğitim Şurası’nda, özellikle Öğretim Programları ve Okul Güvenliği komisyonlarında yürütülen bilimsel eğitime ve pedagojiye açıkça meydan okuyan tartışma ve söylemlerle, eğitimde 4+4+4 dayatmasını bile gölgede bırakacak öneriler gündeme getirildi. Özellikle Eğitim Bir Sen’in karma eğitimi tartışmaya açması, Şura’nın işleyişini ve gündemini baştan sona etkiledi. Eğitim Sen’in komisyonlardaki temsilcilerinin kişisel müdahaleleri, Anadolu Ajansı dışındaki basına yasak getirilmesine rağmen içeriden yapılan haberler ve oluşan kamuoyu tepkisi sonucunda, Eğitim Bir Sen’in militanca savunduğu karma eğitim zorunluluğunun kaldırılması önerileri , gündeme getirildiği her iki komisyonda “gündem dışı” olduğu gerekçesi ile reddedildi.
Şura’da, din eğitiminin okulöncesi, ilkokul 1. 2. ve 3. sınıflarda zorunlu olması, eğitimin bütün kademelerinde dini ve manevi değerler eğitimi dersi getirilmesi, Osmanlıcanın bütün liselerde zorunlu olması, liselerde din derslerinin 2 saate çıkarılması, hafızlık eğitimi için ortaokula ara verme süresinin 1 yıldan 2 yıla çıkarılması, Turizm Meslek liselerinde renkli sularla yapılan alkollü içecek ve kokteyl hazırlama dersinin kaldırılması ve öğrenci stajlarının içkisiz mekanlarda yapılması gibi bir eğitim şurasının gündemi olmaması gereken kararlar alındı. Eğitim Sen’in hazırlamış olduğu alternatif şura raporu üzerinden yaptığı laik, bilimsel eğitime yönelik bütün öneriler büyük bir çoğunlukla reddedildi. Örneğin Eğitim Sen’in ortaokuldan itibaren bütün bilimlerin temeli olan Felsefe dersi getirilmesi önerisinin reddedilmesi, Şura’da bilimin değil, dinin ve dini eğitimin referans alındığını gösterdi.
6 Aralık Cumartesi günü yapılan Şura Genel Kurulu’na başkanlık eden Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Şura yönetmeliğinde yer almamasına rağmen, Genel Kurul’a yazılı olarak değişiklik önergeleri verilebileceğini, bunun için delegelerin 10 dakikası olduğunu söyleyerek yeni bir uygulamaya imza attı. Böyle bir adım atılmasının ardında yatan ise, komisyonlarda alınan ve kamuoyunda ilk kez bu kadar yoğun tartışılan Şura kararlarının en azından bazılarını yumuşatmaktı.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Genel Kurul’da, ilk önerge olarak, Eğitim Sen’in din eğitiminin ilkokul 1. 2. ve 3. sınıflarda zorunlu olması önerisinin geri çekilmesi ve AİHM kararına uyularak eğitimin bütün kademelerinde zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesi yönündeki değişiklik önergesini okudu ve önergeyi “en radikal önerge” olarak belirterek, Eğitim Sen’e söz hakkı verildi. Genel Kurul’a hitaben yapılan konuşmada, devletin bütün inançlar karşısında tarafsız olması gerektiği, ancak Türkiye’de yıllardır İslam’ın Sünni-Hanefi inancının öğretildiği, Aleviliğin bile Sünni inancının bakış açısıyla öğretildiği vurgulandı. AİHM kararının Hükümet açısından bağlayıcı olduğu, Hükümetin kararı uygulamama gibi bir tercihinin olamayacağı, bu nedenle hem ilkokul 1., 2. ve 3. sınıflarda getirilen zorunlu din dersleri önerisinin geri çekilmesi, hem de AİHM  kararına uyularak, eğitimin bütün kademelerinde zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesi gerektiği belirtildi. Şura Genel Kurulu’nun zorunlu din derslerini yaygınlaştıran uygulamasının bilime ve pedagojiye açık bir darbe anlamına geldiği söylemi, Şura Genel Kurulu’nda büyük bir uğultunun yaşanmasına neden oldu.
Eğitim Sen’in önergesi, 600 delegenin katıldığı Şura Genel Kurulu’nda sadece 8 kişinin olumlu oy vermesi sonucunda büyük bir oy çokluğu ile reddedildi. Oylama sırasında bu düzenlemeden rahatsız olan ve aralarında sendika temsilcileri, öğretim üyeleri, öğretmen ve velilerin de bulunduğu geniş bir kesimin çekimser kalması dikkat çekiciydi. Aynı konuda, MEB Din Öğretimi Genel Müdürü’nün maddeyi yumuşatma yönündeki önergesinin, Milli Eğitim Bakanı’nın salonu yönlendirmeye çalışmasına rağmen, delegeler tarafından oy çokluğu ile reddedilmesi, Şura’da başından sonuna etkisini hissettiren dini muhafazakar havayı daha da pekiştirdi.
Şura Genel Kurulu’nda Osmanlıcanın bütün liselerde zorunlu olması kararının değiştirilmesi yönündeki önerge ise az farkla kabul edilerek, Anadolu liselerinde seçmeli, Anadolu İmam Hatip Liselerinde ise zorunlu olması kararı alındı. Eğitim Bir Sen’in bu karara itiraz etmesi ve bakanlıkla aynı düşünmediklerini açıklaması, aralarındaki gizli işbirliğini gizleme gayreti olarak yorumlandı.

OKULLARA KIŞLA MODELİ
Şura’nın en tartışmalı geçen ikinci komisyonu olan Okul Güvenliği ihtisas komisyonunda alınan kararlar, okullarda güvenlik önlemlerinin kışla ya da cezaevi mantığına uygun bir şekilde ele alındığını gösterdi. Şura’nın en çok tartışılan kararlarının başında çocukları potansiyel suçlu, okulları da birer cezaevi gibi gören ve eğitime kışla düzeni getirmeye çalışan kararlar oldu.
Emniyet’ten “riskli” öğrenciler hakkında istihbarat istenmesi, okul duvarlarının yükseltilmesi, öğrenci disiplin yönetmeliğinin ağırlaştırılması, okullara turnike ve kameranın takılması, öğrencilerin dedektörle aranması, tuvaletlere duman sensörü takılması gibi, eğitim bilimi ve okul iklimi ile temelden çelişen karar önerileri, Eğitim Sen’in Şura’nın temel insan hak ve özgürlüklerine, özellikle çocuk haklarına aykırı kararlar alamayacağı yönündeki itirazlarına rağmen kabul edildi.
Okul güvenliği başlığı altında gündeme gelen “sendikal faaliyetlerin okul ve mesai saatleri dışında yapılması” şeklindeki bir karar önergesi Genel Kurul salonunda büyük tartışmalara neden oldu; Eğitim Sen‘in Şura’nın yasa, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan sendikal hak ve özgürlüklerin aleyhine karar alamayacağı belirtilmesine rağmen, Bakan’ın Şura üyeleri ile sendikaları karşı karşıya getirme girişimi ve önerinin kabul edilmesi üzerine, Eğitim Sen tepki göstererek salonu terk etti. Eğitim Sen konu ile ilgili dışarıda basına açıklama yaparken, kabul edilmiş bir madde üzerinde değişiklik yapılarak, sendika ifadesinin çıkarıldığı bilgisinin verilmesi ve Eğitim Sen delegasyonunun salona geri çağrılması, Şura’nın ne kadar ciddi yürütüldüğünü gösteriyor.

PİYASA VE DİN EKSENLİ EĞİTİM
Türkiye’nin eğitim sistemi, özellikle 1980 sonrasından başlayarak, her alanda benimsenen piyasa ve din eksenli politikaların da etkisiyle büyük ve köklü bir dönüşüm yaşıyor. Bu süreçte eğitim sistemi, eğitimin anlamı, işlevi ve çocukların yetiştirilmesindeki belirleyiciliği bakımından bir yönüyle tamamen piyasacı, diğer yönüyle de dini muhafazakar ideolojiyi eksen edinmiş bir eğitim sistemi olarak oluşturulmak istenmektedir.
19. Milli Eğitim Şurası kararları ile laik ve bilimsel eğitim anlayışına açıkça meydan okunması, eğitim bilimine ve çocukların yetiştirilmesi sürecine aykırı kararlar alınması ve özellikle öğretim programlarının ve haftalık ders çizelgelerinin “dini eğitim” merkezli olarak yeniden düzenlenmesi, bu alandaki çelişki, çatışma ve karşılıklı mücadelenin önümüzdeki dönemde daha da keskinleşeceğinin işaretlerini vermiştir.
İnsan aklının –şüphesiz yine kendi ürünü bir kavramsallık ve siyasal toplumsal örgütlenişin bir yönü ve biçimi olan– laisizmin de katkısıyla dogmatizmden kurtulmasından sonra bilimlerde büyük bir gelişme yaşandığı bilinmektedir. Dogmatik değerlerin belirlediği toplumların tutucu olması ve bilimsel ilerleme karşısında statükoyu savunması kaçınılmazdır. Böylesi bir yaklaşımın herkesin “birilerinin” istediği şekilde eğitim alması, onların yaşadığı gibi yaşaması, inandığı gibi inanması ve düşündüğü gibi düşünmesini istemesi ve bunu tüm topluma dayatması olağandır ve bunda hayrnet edilecek bir yan olamaz.
19. Milli Eğitim Şurası, Türkiye’de eğitim politikalarını belirleyen zihniyetin ve onun neoliberal-dini muhafazakar ideolojisinin, eğitimde yaşanan dönüşüm sürecini ileriye değil, geriye doğru işletmekte ne kadar ısrarcı olduğunun bir kez daha görülmesini sağlamıştır. Eğitim sistemindeki mevcut merkezi, otoriter ve statükocu yapının giderek güçlenmesi ve eğitimin her alanında “biat” ve “itaat” kültürünü yerleştiren laiklik ve bilim düşmanı zihniyet ve yönelimler/tutumlar, bilimsel eğitime adeta savaş açıldığının ilanı olmuştur.
Dünyanın her yerinde eğitim sistemi, toplumların temel değerlerinin çocuklara ve gençlere aktarılması üzerine kurulmuştur. Bu haliyle de eğitim sistemi ve okullar, aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerlerin yeniden üretim yerleridir. Okulun kültürel üretimdeki özgün yanı, var olan toplumsal farklılıkların sınırlarını yeniden çizerek doğallaştırmasında odaklanır. Diğer taraftan okullar söz konusu farklılıkların sorgulanması ve eleştirisi için de ortam ve olanaklar sağlamaktadır. Bu anlamda okullar, aynı zamanda bilimsel eğitimi savunanların ve bilim karşıtlarının sık sık karşı karşıya geldiği alanlardır.

SONUÇ

Eğitim hizmeti, bir uçta egemen sistemle uyumlu standart birey yetiştirme alanı olarak ortaya çıkarken, diğer uçta bireyi özgürleştirici, yeteneklerini ortaya çıkaran ve yaratıcılığını ve kişiliğini geliştiren ve dönüştüren bir üretim alanı olarak görülebilir. Açıktır ki, birinci model eğitimin kapitalist tipini, ikinci model ise sosyalist tipini yansıtmaktadır. Eğitim sisteminin dayandığı ilke ve değerler ve eğitimin hangi ilkeler çerçevesinde yapılacağına yönelik olarak yapılacak sınıfsal tercihin, en az eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanması kadar önemli olduğu asla unutulmamalıdır.
Tek başına eğitim sistemi, elbette sadece mevcut sistemi yeniden üreten okullar, öğrencileri, öğretmenleri ve velileri sistem karşısında zayıf, çaresiz, pasif varlıklara dönüştüren yapılar olarak görülüp değerlendirilemez. Aksine, eğitim sistemi ve okullar, birçok siyasal-ideolojik mücadele ve çatışmaların, eğitimin özneleri tarafından (öğretmen, öğrenci, veli vb.) gerek eğitim içinde gerekse de okul dışındaki bazı örgütlenmeler tarafından pratiğe aktarıldığı, bu anlamda önemli birer mücadele alanı olarak görülmek ve değerlendirilmek zorundadır.
Eğitimde 4+4+4 dayatması ile başlayan, 19. Milli Eğitim Şurası kararları ile daha da belirginleşen eğitimi dini kurallara göre biçimlendirme yönündeki politika ve uygulamalara somut ve güçlü yanıtlar verebilmek için egemen sınıfın ideolojik hegemonyasını kıracak çok yönlü bir mücadelenin örgütlenmesinin gerektiği açıktır.
Eğitim sistemini sermayenin ve onun siyasal temsilcilerinin dünya görüşüne göre değil, işçi sınıfının, emekçi halkın çıkarları doğrultusunda dönüştürmek; laik, bilimsel eğitim anlayışına meydan okumak anlamına gelen 19. Milli Eğitim Şurası’nda alınan bilim dışı kararlarının uygulanmaması için yürütülecek mücadelenin seyri ile doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle öğretmeni, öğrencisi, velisi ve diğer toplum kesimleri ile birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim mücadelesinin güçlendirilmesi, günümüzde, bugüne kadar olduğundan çok daha fazla önem kazanmıştır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑