Barzani ve Talabani kuvvetlerinin, Türk Genel Kurmayı ve Türk Ordusu ile işbirliği içinde, PKK’ya karşı 5 Ekim’de başlattığı saldırı, zaman zaman şiddetlenerek devam ediyor. Türk savaş uçakları, helikopterleri ve kara ordusunun da aktif olarak katıldığı bu saldırı savaşının hazırlıkları aylardır devam ediyordu. Körfez Savaşı sonrasında ABD’nin Ortadoğu’da sahnelemeye çalıştığı senaryoların bir parçası olan bu saldırı planının, MİT, Genel Kurmay ve Barzani ve Talabani arasında yapılan görüşmeler sırasında hazırlandığı bilinmekteydi ve gelişmeler şaşırtıcı olmadı. Her ne kadar, hazırlanan “ortak” plan gereği Barzani-Talabani güçlerinin başlattığı saldırının, kamuoyunda “Koca devlet bu işi çözemedi de, Peşmergeler mi çözecek?” türünden düşüncelerin dile getirilmesi üzerine Türk devlet ve hükümet yetkilileri, “ortak harekâtın söz konusu olmadığı” açıklamalarına ihtiyaç duyuyorlarsa da; Genel Kurmay’ın “iyi bir planının olduğu” ve sorunun “bu kez çözüleceği” biçimindeki sözleri ile bizzat Demirel, bir süre Önce bu saldırı planını haber vermişti. Yine, Dışişleri Bakanı Çetin, harekât planının “yedi-sekiz ay öncesinden hazırlandığını” söylerken, bilineni bir kez daha açıklamış oluyordu.
Barzani ve Talabani kuvvetlerinin, Kuzey Irak’taki PKK kamplarına ve PKK şahsında Kürt halkına karşı başlattığı saldırı, beklenmeyen bir gelişme olmamakla birlikte, bu saldırıyla aynı tarihe denk düşürülen “Federe Kürt Devleti” ilanı ile bir yönüyle, Kürt halkı arasında bilinç bulanıklığı yaratılması hedefleniyor ve emperyalistlerin ve Türkiye gericiliğinin elinde, kullanılıp bir kenara atılma ihtimali güçlü olan kukla devletin, “Kürtlerin rahat yaşaması yönünde” atılmış bir adım olduğu propagandasıyla hain saldırıya destek sağlanmaya çalışılıyor.
Bu eşzamanlılık, bir başka yönüyle de, Amerikan senaryosunun, Türk devletinin tepkisini minimuma indirecek bir düzenleme inceliği olarak da nitelendirilebilir. Hazırlanan emperyalist planın, başından beri TC ile koordineli oluşturulduğu bilinmekle birlikte, aynı şekilde bu planın içerdiği federe devlet ilanının, yine Türk Hükümeti için sürpriz olduğu da kuvvetle muhtemel. Fakat tüm bu ayrıntıların ötesinde, kesin olan bir şey var ki; ‘Kürt Federe Devleti” resmen tanınmasa da, Türk egemen sınıflarının, politikalarda, böyle bir oluşumu hesaba kattıkları ve onu muhatap kabul edip karşı çıkmadıkları görülmektedir.
EMPERYALİZMİN BÖLGE PLANI VE BUGÜNE UZANAN POLİTİKALAR
Bugünkü gelişmelerin doğru bir değerlendirilmesinin, bugüne getiren politikaların bilinmesiyle mümkün olacağı açıktır. Yine, yaşananlar, emperyalizmin bölgeye yönelik senaryolarıyla doğrudan bağlantılıdır. Başta ABD olmak üzere emperyalizmin bir Ortadoğu planı ve bu planın önemli bir bileşeni olarak da bir Kürt planı vardır.
ABD’nin Kürt planının, Ortadoğu planına bağlı olduğu, bunun her şeyden önce ve her koşulda emperyalist çıkarlar üzerinde şekillendiği, Kürt sorununun, Ortadoğu ve Kafkasya, Balkan ve Battık ülkelerine yönelik emperyalist hegemonya hesapları içinde bir anlama sahip olduğu, Kürt senaryolarının emperyalist çıkarlar kapsamında düzenlendiği, tüm diğer ezilen halkların olduğu gibi Kürtlerin köleliğinin sürdürülmesinin de bu senaryoların esasını oluşturduğu, ulusal çelişkilerin, tüm bölgenin ekonomik, politik ve askeri olarak kontrol altında tutulması ve yeraltı-yerüstü kaynaklarının sömürülüp yağmalanması amacıyla kullanıldığı biliniyor. Bölgenin, hem emperyalist çıkar çatışmalarının yoğunluk merkezlerinden biri, hem de Kürt, Filistin ve diğer ulusal sorunların ağırlıkla gündemde bulunduğu bir alan olması, emperyalistlerin, tek yönlü ve tek biçimli değil, değişken özellikler içeren çok boyutlu bir bölge politikası izlemesini koşullandırmaktadır. Bu bakımdan ABD emperyalizminin, hem Kürt sorununa doğrudan taraf olan bölge ülkelerinin “toprak bütünlüğünden yana olduğunu” propaganda etmesi ve hem de Irak’ın “fiilen bölünmesi”ne yol açan organizasyonları el altında tutması, çıkartan gerektiğinde, kendine bağlı sözde bağımsız, özerk ya da federe bir Kürt devleti kurdurtması şaşırtıcı olmamalıdır.
Emperyalizm için, Ortadoğu ve bugün yeni bir pazar olan eski Doğu Bloğu ülkeleri vazgeçemeyecekleri sömürü ve hegemonya alanlarıdır. Bu alanlarda emperyalist çıkarlara aykırı gelişebilecek her durum, emperyalist müdahaleyi “hak etmektedir”! Batılı emperyalistler, ekonomik ve siyasi güçleri oranında bu bölgelerde bir çıkar dalaşı içindedirler ve ulusal çelişkileri, bölge ülkeleri egemen sınıflarını “hizada tutmak” için kullanmaktan da kaçınmamaktadırlar. Onlar, esas olarak halkların mevcut kölelik koşullarının devamından yanadırlar. Bugünkü statükonun sarsılmasına yol açacak esaslı değişiklikler olmaksızın, “yeni oluşumları” devreye sokma ihtiyacı duymaları, emperyalist politika gereğidir. Emperyalistler için, Kürt sorunu ve “Kürt devleti’nin kurulmasının ancak bu çerçeve içinde bir anlamı vardır.
Bugün, hala Ortadoğu’nun esas patronu olan ABD’nin “Kürt politikasının, bölgedeki işbirlikçilerinin, bölge ülkeleri egemen sınıflarının konum ve çıkarlarını gözetmesi doğal ve kaçınılmazdır. Propagandası çokça yapılan, emperyalist “yeni dünya düzeni” politikasında, ABD’nin, bölge ülkeleri egemen sınıflan ve gerici rejimlerinin konum ve çıkarlarını gözetmeyen yeni oluşumlara yer vermesi ancak emperyalist çıkarlar açısından yaşamsal değişikliklerin gündeme gelmesi veya böyle bir ihtimalin güçlenmesi durumunda söz konusu olabilir. Emperyalist hegemonya sınırlarını zorlayan bir ulusal ya da sosyal kurtuluş harekeli bu tür değişikliklerin başlıca nedenleridir.
Kuzey Irak’ta ilan edildiği belirtilen “Federe Kürt Devleti”ni (bu “devlet”in, emperyalistler ve bölge gericiliklerinin yeni bir manevrasıyla “gayri meşru” ilan edilmesi ihtimal dışı değil, güçlü bir ihtimaldir) emperyalist politikanın ürünü saymak için yeterli neden mevcuttur. Bu “devlet ilanı”, Küt halkına karşı saldırı ilanıyla birlikte gündeme gelmiş, Kürt halkının, emperyalist-gerici boyunduruktan kuruluşu mücadelesinin yozlaştırması, düzen kanallarında boğulması politikası üzerinde yükselindir.
Kukla federe devlet ilanının, Kürt halkının ulusal baskı ve boyunduruktan kurtuluşuyla ve ulusların kaderlerini tayin hakkının kullanılmasıyla bir ilgisi yoktur. Ulusal kurtuluşun her şeyden önce emperyalizmden kurtuluş olması, anti-emperyalist bir içerik taşıması zorunludur. Kuzey Irakta yapılan seçimlere, oluşturulan parlamentoya ve ilan edilen federe devlete yön veren politika, ABD emperyalizminin özellikle Körfez Savaşı’yla birlikte izlemeye başladığı, Ortadoğu’da “yeni düzen” politikasıyla birleşmekte, ona dayanmaktadır. ABD emperyalizminin kontrolünde ilan edilen federe Kürt devletinin, Kürt ulusal hareketinde devrimci kurtuluşçu çizgiyi tasfiye, burjuva-reformist, işbirlikçi karşı-devrimci çizgiyi dayatma ve egemen kılma politikasının bir ürünü olduğunu bilmek gerekiyor.
Feodal-burjuva işbirlikçiler, yönlendirdikleri Peşmerge kuvvetleriyle, yıllarca dağlarda savaşmalarının sis perdesi ardına sığınarak, emperyalizm işbirlikçisi çizgilerini gizlemeye çalışsalar da, uzun süredir -özellikle Körfez Savaşı’ndan itibaren- ABD ve Türk devletinin aleti olarak, bölgede, Kürt halkının çıkarlarına aykırı gerici bir rol oynamaktadırlar. Onlar, ABD başta olmak üzere, emperyalistler ve TC ile kendi gerici çıkarları “gözetilmek” kaydıyla işbirliği içinde oldular. Körfez Savaşı sırasında emperyalist koalisyon ordularının Irak’ı harabeye çevirmesini bekleyerek ve gerici koalisyon cephesinin destek ve kışkırtmasıyla, sözde, Kürtlerin özgürlüğü için bir ayaklanma örgütlediler. ABD emperyalizmi, tüm tarafların güçten düşürülerek etkisiz kılınmasını çıkarlarına daha uygun gördüğü için Saddam’ın Kürtlere saldırısına örtülü bir izin verdi. Büyük Kürt katliamı ve yüz binlerin topraklarından sürülmesi, emperyalist planın ikinci bölümünün uygulamaya sokulmasını birlikte getirdi. Başta ABD olmak üzere emperyalistler ve ABD’nin bölge politikasının jandarmalığına, taşeronluğuna soyunan TC, “Kürt hamiliği” ve “koruyuculuğu” demagojisiyle Irak’a müdahale ettiler. “Koruyuculuk” gösterileri içinde Amerikan askeri birlikleri Kürdistan’a yerleşti.
Barzani ve Talabani, “Çekiç Güç”ü koruyucu olarak gördü. Ve bu gücün denetiminde Güney Kürdistan’da seçimler yapıldı. Bir “Kürt parlamentosu” oluşturuldu ve ardından “federe devlet” ilanı geldi. Bu işbirlikçiler, emperyalizmin bölge politikasının piyonları olduklarını gizlemek için, oluşturdukları “devlet”in “egemenlik alanında” güvenliği sağlamak gerekçesiyle “huzur bozucu” PKK’ya savaş ilan ederek saldırıya geçtiler.
Bu tablo, Türk devletinin Kuzey Irak’taki PKK güçlerini yok etme ihtiyacının yaşamsallığıyla tamamlanıyordu.
İKDP ve YNK’nın PKK’ya saldırısı, işte bu safhalardan geçip gelen, emperyalistlerin üzerinde konjonktürel bir uzlaşma içinde oldukları bütünsel politikanın sonucudur.
Türk Genel Kurmayı’nın yönlendiriciliğinde PKK’ya karşı girişilen ortak saldırı, aynı zamanda devrimci başkaldırıya, mücadeleci tutuma karşı girişilen bir saldırıdır.
Şu çok açık bir gerçek ki, Kürt ulusal hareketi içinde yer alan tüm “ayrı örgütlenme”ci gruplar arasında, PKK, uzlaşmaya açık, anti-Marksist anlayışları ve onaylanamayacak kimi yöntemlerine karşın, bütün ötekilerinden farklı olarak devrimci-radikal bir konumdadır; mücadele ve direniş çizgisini temsil etmektedir. Yüzlerce ve binlerce Kürt köylü, yoksul köylü ve öğrenci genci, Kürt halkının ulusal kölelikten kurtulması için faşist diktatörlüğe karşı mücadeleye seferber etmiş ve yüzlercesi bu mücadelede halkının özgürlüğü uğruna toprağa düşmüştür. İdeolojik-siyasi çizgisinin reformist ve uzlaşmaya açık özelliğine rağmen, onun bu pratik direnişçi tutumu, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde bir kazanımı ve olmazsa olmazı ifade etmektedir. Gericiliğin, işbirlikçi burjuva-feodal çevrelerin, ezip etkisiz klimaya çalıştıkları, aynı zamanda bu direniş çizgisidir.
PKK’nın ezildiği yerde, devredeki işbirlikçilik, reformizm ve statükocu kölelik güç kazanacak, emperyalizm ve bölge gerici rejimlerinin çıkarlarıyla uyumlu bir Kürt politikası hayat bulacaktır. Beklenti ve hedef budur.
BÖLGE ÜLKELERİ EGEMEN SINIFLARININ VE GERİCİ-FAŞİST REJİMLERİN KÜRT POLİTİKASI ESASTA DEĞİŞMEDİ
Halkçı-devrimci çizgide bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması, bölge gericiliklerinin ve onların efendileri emperyalistlerin istemediği bir şeydir. Bu bir yana, Kuzey Irak’taki kukla devlet karşısında dile getirdikleri düşünceler bile onların yüz yıllık geleneksel Kürt politikalarında dikkate değer bir değişim olmadığını gösterir. Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki Kürtlerin durumu farklılıklar göstermekle birlikte, bir Kürt devleti ihtimali tüm bu çevreleri telaşa ve yeri geldiğinde işbirliğine yöneltebilmektedir.
Kuşkusuz bu ülkeler egemen sınıflarının farklı çıkar ve hedefleri de vardır. İran-Irak Savaşı sırasında tarafların birbirlerine karşı Kürt kartını kullanmaya çalışması tutumuyla, Türk devletinin Barzani-Talabani çizgisini kullanma çabalarının benzer ve farklı yanları vardır. Türk egemen sınıflan, Kerkük, Musul gibi bölgelere yönelik emeller taşımakta, yanı sıra, Kürt ulusal varlığının inkârı ve Kürtlerin asimilasyonu politikasını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu durum, İran, Irak ve Suriye Kürtleri açısından bir farklılığa denk düşmektedir.
Ancak Kürtlerin “ayrı devlet kurma ihtimali” tümünden toprak isteneceği, ya da taraf ülkelerdeki Kürtleri ayrılığa özendireceği endişesi, onları ortak tutum almaya yöneltmektedir. Irak Kürdistan’ındaki son gelişmeler üzerine Türk devlet ve hükümet yetkililerinin aldığı tutum bunu açıklıkla ortaya koymaktadır. Özal, “Türkiye istemeden ayrı devlet olmaz, Türkiye Irak’ın parçalanmasına, yeni devlet oluşumlarına müsaade etmez.” derken, Demirel’in, “Federe Kürt devleti” ihtimali karşısında, “Irak parçalanmaya gidiyor, bu durumda Bağdat rejiminin kendini savunma hakkı doğar, Bağdat idaresinin, gücünü kullanma hakkı meşrulaşır.” sözleriyle Saddam yönetimine göz kırpması bunun bir göstergesidir. Tam da “Federe Devlet”in ilan edildiği günlerde, Irak Meclis Başkanı’nın Türkiye’ye gelmesi ve “Çekiç Güç”ün çekilmesi durumunda, Kürt sorununu “birlikte çözebileceklerini” açıklaması, bu durumda PKK’yı kendilerinin söküp atabileceklerini söylemesi, Kürt halkına karşı birlikte hareket tutumunun diğer bir göstergesidir. İşbirliğinin geçmişteki çok sayıdaki örneği ise biliniyor.
Kuşkusuz, emperyalizmin uşağı egemen sınıfların Kürt politikaları, emperyalizmin Kürt politikasından da bağımsız değildir. Körfez Savaşı sonrası gelişmelerin bu politikada esaslı değişikliklere yol açtığı saptaması da doğru değildir. Kürdistan’da gelişen mücadelenin Kürt emekçi yığınlarını giderek genişleyen bir biçimde sarması ve direnişin yaygınlaşması, uluslararası burjuvazinin deneylerine sahip olan emperyalistleri, “Kürt kültürü, folkloru ve kimliği” sorununu, Kürt sorunu yerine ikame etme anlayışını egemen sınıflara empoze etmeye yöneltti. Onlar, böylece, ulusal kurtuluş mücadelesini güçten düşürme ve etkisizleştirme hedefine ulaşmak istiyorlar.
ABD’nin, askeri-siyasi stratejisine uyarlanmış politikalarıyla Türk egemen sınıfları, kendilerine rağmen Ortadoğu’da gelişebilecek güç dengesi değişikliklerine ve oluşumlara ayak uydurabilmek için de çaba göstermektedirler. Özal başta olmak üzere Türk devlet yetkililerinin Körfez Savaşı sırasında ve sonrasında izledikleri politikalardaki zig-zaklar, esasen emperyalist politikaya uyum çabasından kaynaklanmaktadır. Türk devlet ve hükümet yetkililerinin son gelişmelerle birlikte, bir yandan geleneksel politikaya uygun olarak, “Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız… Bağımsız Kürt devletini tanımayız” gibi açıklamalarda bulunurken, öte yandan, Irak Kürdistanı’nda kendilerine rağmen bir kukla devlet oluşumu gerçekleştiğinde, ondan yararlanma, onun aracılığıyla Musul-Kerkük petrollerinden pay alma hesapları yapmaları, yine emperyalist politikayla uyum çabasında içine düştükleri güçlüğün ifadesi sayılabilir.
Türk egemen sınıflarının Musul-Kerkük emellerinin tarihsel bir geçmişi vardır ve bölgede meydana gelen olaylar, bu yöndeki düşüncelerin sesli olarak ifadelendirilmesini olanaklı kılmaktadır. Özal’ın “Musul ve Kerkük üzerinde hakkımız var… Bizim boru hattı Kerkük’ten geliyor. Tek başına bu bile bizim ilgilenmemizi haklı kılar.” sözleri, yine Demirel’in, aynı doğrultudaki düşünceleri “Irak-Türkiye sınırı zamanında yanlış çizilmiştir. Kuzey Irak, Osmanlı’nın Musul eyaletidir.” biçiminde ifade etmesi, bu emellerin açığa vurulmasıdır. “Gerektiğinde işbirliği yap ve ez!” politikası devam ediyor. Türk devleti, Kürt sorununu, emperyalizm ve bölge devletleri yardımıyla çözmeye çalışıyor. Kuşkusuz kendi usulünce; terör ve katliamlarla…
BARZANİ VE TALABANİ ADAYLARI “BOŞLUĞU DOLDURMAK” İÇİN BEKLİYOR
Ulusal kurtuluş mücadelesini emperyalizme ve gericiliğe peşkeş çekme temelinde Kürt halkını temsile soyunanlar, Türkiye Kürdistanı’nda da eksik değildir. Türk devlet ve hükümet çevrelerinin, burjuva politikacı, yazar-çizer takımının, “akıllı” ya da “ılımlı Kürt aydınları” dedikleri bu çevreler, devletin Kürdistan’da giriştiği saldırı ve katliamların yoğunlaştığı, Türk Genel Kurmayı’nın Kürt halkına karşı “topyekûn mücadele” çağrısıyla harekete geçtiği, Kara Kuvvetleri’nin bütün insan potansiyelinin % 54’ünün, yetişmiş komando birliklerinin neredeyse tamamının, 10 kobra ve 110 diğer tür helikopterin, üç kolordunun, 32 bin kişilik mobil kuvvetin, polis, MİT ve korucuların Kürt emekçilerinin üzerine ölüm yağdırdığı bir dönemde, “her türlü şiddete karşıyız” demagojileriyle işbirlikçiliğin aktörlüğüne soyunmaya hazır olduklarını gösteriyorlar.
Yine bugün, “Kürt Marksist’i” olduklarını söyleyen ve fakat Barzani-Talabani çizgisinin işbirlikçi ve hain olmakla suçlanmasına karşı çıkan çevreler, Kürt halkının özgürlük mücadelesine zarar vermektedirler. “Yurtsever” dedikleri Kürt burjuva-feodal gericiliğinin, emperyalizmin aleti olarak, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini arkadan hançerlediği tüm çıplaklığı ile ortada iken, Newroz Ateşi yazarları gibileri, hala, “Türkiye Solu ve Kürdistan Solu’nda, PKK ve bazı çevreler tarafından, Güney Kürdistan ulusal direnişinde dün ve bugün ağırlıklı bir yeri olan KDP ve YNK işbirlikçi ve hain ilan edilmektedir” diyerek, bu tutumu gösterenleri eleştiriyorlar. Bu dergi yazarlarının da içinde bulunduğu çevreler, farkında olmaksızın, Kürt toprak ağaları ve işbirlikçi Kürt burjuvazisinin savunuculuğuna soyunabilmektedirler. Barzani ve Talabani, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele çizgisinde bir federe devlet kurmuş değildirler. Bütünüyle emperyalist politikaya uygun bir konumda bulunmaktadırlar. Bir eylemin ya da toplumsal bir oluşumun kime yaradığının göstergesi, onun hangi politikanın ürünü olduğuna, kime karşı ve kimden yana durduğuna bağlıdır. Sınıflı toplumlarda ve ulusal kurtuluş mücadelesinde, emperyalizme ve onunla bağlantılı olarak işbirlikçi yerli gericiliğe yönelmeyen bir hareketin halktan yana olması mümkün değildir. Barzani ve Talabani, kime saldırıyor? Kürt ulusunun özgürlüğü için mücadele eden ve bu mücadelede yüzlerce gerilla ve taraftarını kurban veren bir Kürt örgütüne, bu örgütü destekleyen Kürt halkına. Bu saldırıyla eşzamanlı oluşan “Federe Devlet’i, “Kürtlerin bağımsızlığının kurumlaşmış ifadesi” saymak için, Kürt halkına karşı bir konumda duruyor olmak gerekir. İlan edilmiş, bulunan “Kürt devleti”nin ne ölçüde inisiyatifli bir devlet olduğu da, TC’nin bitmek bilmez Kuzey Irak operasyonlarıyla ispatlanmış oluyor!
Yaşananlar, sınıflı toplumlar tarihinin sayısız kez kanıtladığı bir gerçeğin, Kürdistan’da da yeniden ve yeniden kanıtlanacağını gösteriyor. Ulusal hareket, proletarya ve burjuvazinin “ortak” hareketi olma görüntüsü verse de, gelişme sürecinde, her sınıf ve kesim, sınıf çıkarları doğrultusunda tutum almaktadır. Kürdistan’da, burjuva-feodal sınıfların, uzlaşmacı-işbirlikçi bir çizgi izlediklerinin yeterince örneğini göstermek mümkündür. Kürt halkının özgürlüğü, Kürt ulusal hareketinin bir işçi-köylü hareketi olarak gelişmesi ve ona önderlik eden politik gücün, bu sosyal temel üzerinde yükselmesi, onun çıkarlarını temel alması zorunludur. Egemenlerin esas korkusu, ezilenlerin başkaldırısının onları da hedeflemesidir. “Yurtsever toprak ağası”, nihayetinde toprak ağasıdır ve köylünün toprak talebine karşı mülkünü koruma mücadelesinden geri durmaz. Ezilen ulusun burjuvazisi için, sömürücü konumunun devamı, bütün öteki “idealler”den önce gelir. Emperyalizmle işbirliğinin kaynağı buradadır.
Kürt işçi ve köylülerinin ulusal baskı ve zulme karşı mücadelesi yükselip yaygınlaştıkça ve bu mücadelede radikal yöntemlere yöneliş eğilimi güçlendikçe, mücadeleyi saptırmaya yönelik reformist ve işbirlikçi eğilimler de, “mücadeleci” maskesini fırlatıp açık kimlikleriyle ortaya çıkıyorlar. Ezen ulus egemen sınıfları da, baskı ve terörün yanı sıra, bu işbirlikçi güçlere dayanarak başkaldırıyı ezmeye çalışıyorlar.
Ancak, geçmişe göre bugün Kürt halkı, gerçeği görmeye, dost ve düşmanını tanımaya daha yakındır. Yakılan özgürlük ateşinin söndürülmesine kolay izin vermeyecek bir deney ve birikime sahiptir.
Kasım 1992