Uluslararası Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Konferansı’mız Türkiye’de toplandı.
Bir araya gelişimizin 20. yılında kapitalizme, uluslararası burjuvazi ve emperyalizme karşı mücadele kararlılığımızı bir kez daha vurguladık. Sınıf mücadelesinin güncel durumunu ve dünya işçi sınıfının önündeki görevleri belirleyerek, kararlar aldık.
***
Kapitalist-emperyalist sistemin savunucuları krizsiz, savaşsız, demokratik ve refah içinde bir dünyanın olanaklı olduğunu ileri sürdüler. Bütün insani amaç ve özlemlerin gerçekleşmesinin tek yolunun kapitalizm olduğunu iddia ettiler. Ancak sayısız delille yeniden ve yeniden görülüp pratik olarak kanıtlanıyor ki, kapitalizmin işçi sınıfı ve emekçi halklara sunabileceği bir gelecek yoktur.
Üretici güçlerle, sınai ve hizmet üretimi dünya ölçeğinde hiç olmadık ölçüde gelişmiştir. Ancak gelişen üretici güçler, kapitalist üretim ilişkilerinin oluşturduğu kabuğa sığmamaktadır.
Günümüzde, üretimin toplumsallaşmasıyla, mülk edinmenin özel (kapitalist) niteliği arasındaki çelişki tarihteki tüm örneklerini geride bırakan düzeydedir. Asalaklığı ve çürümeyi koşullayan –kapitalist metropollerde büyük sermaye fazlalıkları oluşmasına neden olan– mali sermaye büyümüş, egemenlik ağları dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılmıştır.
Başta taşeronlaştırma olmak üzere, emek süreçlerinin zaman ve mekân olarak parçalanmasıyla, esnek çalışma biçimleri yaygınlaştırılmıştır. Bununla birlikte örgütsüzlük dayatılmış, düşük ücret, ilkel çalışma koşulları, işsizlik ve iş cinayetleri artmış, kapitalist sömürü yoğunlaşmıştır. Tekelci sermayenin sömürü ve kâr oranlarının aşırı yüksekliğiyle, çalışma ve geçim koşullarının tahammül edilemez düzeyde kötüleşmesi, emek ve sermaye arasındaki kutuplaşmanın başlıca etkenidir.
Varlık içinde yokluk olan kapitalizmin gelişmesi bölüşümde uçurumun derinleşmesiyle atbaşı gidiyor. Yoksullaşma ve sefalet yayılıyor. Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde bile evsizler, dilencilik ve çöp toplayıcılığı yaygınlaşıyor. Açlık, Afrika’nın kuraklık ve kıtlık bölgelerinin dışına genişledi.
Kapitalizmin bir ürünü olarak çevre sorunu çözümü ertelenemez pratik bir sorun olarak gündeme geldi. Kâr hırsı uğruna toprağın, suyun ve havanın aşırı kirletilmesi ve doğanın tahribi insanlığın geleceğini tehdit eder boyutlara ulaştı, iklim değişikliklerini beraberinde getirdi.
Sosyal adaletsizlik, ücretlerin düşürülmesi, vergi ve zamlarla tekellere burjuva devlet eliyle birikim olanağı yaratılması, devlet harcamalarının halkların sırtına yıkılması ve hükümetlerin yoksulluğu derinleştirici uygulamaları karşısında başta işçiler olmak üzere emekçi halk kitlelerinin tepki ve öfkesi büyüyor.
***
2008’de ABD merkezli olarak patlak veren kapitalist krizin girdabına çekmediği ülke neredeyse kalmadı. Üretici güçlerin ciddi ölçüde tahribine neden oldu. Büyük kapitalist devletler ve hükümetleri trilyonlarca dolarlık fonlarla şirket kurtarmalara giriştiler. Şirket kurtarmaları övgüyle karşılayan burjuvaziyse, işçi sınıfı ve emekçi halklar karşısındaki tutumunu kriz vesilesiyle bir kez daha ortaya koydu. Şirketlere aktarılan fonlar emekçi halkların sırtından karşılanmakla kalmadı, krizin bütün faturası işçi sınıfı ve emekçilere kesildi: Çeşitli ülkelerde 10 milyondan fazla işçi işten çıkarıldı, ücretlerde üçte bire varan kesintiler oldu, emeklilik yaşı yükseltildi, emeklilik maaşları düşürüldü.
Yaşananlar, kapitalizmin insani hiçbir mantıklı açıklaması ve gerçekliğinin olmadığını kanıtladı. Sermayenin merkezileşmesini artırırken, tüm yükünü işçilerin ve ezilen halkların sırtına yıktı. Bu yıkım, başta işsizlik olmak üzere en ağır sonuçlarını kadınlar ve gençler üzerinde gösterdi.
***
2009’un ardından görece bir canlanma ve toparlanma sürecine giren ABD ve belirli Batı Avrupa ülkelerinin ekonomileri bunu fazla sürdüremedi ve bugün yeni bir krizin belirtileri görülmektedir. 2008’in şirket kurtarmaları ve borçlanmalarıyla şişen devlet borçları kapitalist ülkeler bakımından ciddi yük oluştururken, Çin dışında borçsuz ülke kalmadı. Birçok ülke ekonomisinde büyüme rakamlarında düşüşler, durgunluk belirtileri, hatta negatif büyüme gündemde.
İşsizlik ve yoksulluk rakamları alarm vericidir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) rakamlarına göre, dünyada toplam 202 milyon işsiz var. 2013 yılı yoksulluk oranları, bir milyar insanın günlük gelirinin 1 doların altında olduğunu gösteriyor. 2.8 milyar insanın günlük geliri ise 2 doların altında. 448 milyon çocuk, olması gereken ağırlığın altında ve her yıl bir yaşın altında 30 bin çocuk tedavi edilebilir hastalıklardan dolayı ölüyor.
Bugün dünyada benzeri görülmemiş oranda bir göç yaşanıyor. Bağımlı ülkelerden –özellikle de emperyalist yağmalar sonucu en yoksul durumda olanlarla bölgesel savaşlara konu olanlardan– milyonlarca kişi gelişmiş ülkelere ulaşma, geçinebilecek bir iş ve katlanılabilir bir yaşam fırsatı yakalayabilme umuduyla göç ediyor. Bunların büyük bir kesimi istediği yere varamadan yollarda ölüyor. İstedikleri yere varanlar da ayrımcılığa, düşük ücretle, en kötü yaşam koşullarında çalışmaya, ırkçı ve yabancı düşmanı saldırılara maruz kalıyor.
***
Uluslararası burjuvazi ve kapitalist devletler arasında çelişkiler keskinleşmekte ve rekabet büyümektedir. Dahası bu durum, günümüzün ileri ölçülerde iç içe geçmiş dünya ekonomisi koşullarında gerçekleşmektedir.
Emperyalistler arası çelişkiler ve rekabet soncu ekonomik-ticari ittifaklar da yenileniyor. Asya Pasifik Bloğu, Çin ve Rusya öncülüğünde BRICS, ABD-AB Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı gibi oluşumlar, işçi ve emekçilerin yaşamını doğrudan etkileyecek yeni saldırıları da gündeme getiriyor.
“Küreselleşme” taraftarlarının dünya ekonomisindeki entegrasyon eğiliminin gelişmesini çekiştirerek ileri sürdükleri “eski emperyalizm kalmadı”, “emperyalizm tahlilleri eskidi ve aşıldı” içerikli iddialar, sadece kapitalistlerin, emperyalistlerin bir güzellemesidir.
Ağları tüm dünyayı saran mali sermaye egemenliği, devlet olanaklarından en ileri ölçüde yararlanmayı da kapsayan ve ulusal sınır tanımayan tekelci yağma ve asalaklığın doruğu olarak finansal spekülasyonlar gerçektir ve varlığı kanıt gerektirmemektedir. Bir yanda sayıları artan dolar milyarderleri ve banka ve yatırım tekellerinin bilânço ve kârları vardır. Diğer yanda ise nicelik olarak durmaksızın büyüyen, çalışma koşulları kötüleşen, sefaleti derinleşen işçi ve emekçi kitleler vardır. Bunlar da gerçektir ve varlıkları kanıt gerektirmemektedir.
Öte yandan, emperyalist müdahale ve bölgesel savaşları da kapsayarak, tekeller ve emperyalist devletler arasında rekabet ve hegemonya mücadelesi keskinleşerek sürmektedir. Emperyalist ve gerici burjuva devletlerin yalnızca ülke dışına, yayılmacılığa yöneldikleri, ama “cephe gerileri”ni sağlamlaştırmaya önem vermedikleri düşünülemez.
Dünya, gelinen yerde, işçi hareketinin yenilgiye uğraması ve sosyalizmin püskürtülmesinin ardından iyice gericileşen burjuva politik ilişkiler ve devlet yapılanmalarının alanı oldu. “Sosyal devlet” uygulamalarına gerek görülmedi ve doludizgin “neoliberal” politikalar izlendi. Dağınıklık ve yenilgi ruh halinden güç alan burjuvazi bütün ülkelerde daha da saldırganlaştı ve gericileşti.
Eşitlik ve özgürlük konusundaki ikiyüzlülüğü ve biçimselliği tartışmasız olan burjuva demokrasisi, bu “neoliberal süreç”te iyice güdükleşti. Gericileşme ideolojik, politik, kültürel, ahlaki, hukuksal tüm alanları kapsadı. Ortaçağ değerleriyle muhafazakârlığın yükselmesi, güncel gelişmenin belirgin niteliği oldu. El Kaide ve IŞİD türü örgütler bu koşullar içinde yükseldiler ve uluslararası burjuvazi ve emperyalizmin kullanışlı maşaları oldular. Emperyalizm ve mali sermaye, başta Ortaçağ gericiliği olmak üzere her türden gericiliği destekliyor ve onu egemenliğinin temel dayanağı yapıyor.
Burjuva demokrasisinin gelişkin olduğu ileri kapitalist ülkelerde bile antidemokratik, faşist eğilimler ve polis devletine gidiş dikkat çekiyor. Son dönemde sadece Ukrayna’da yaşananlar bile burjuva demokrasisinin sınırlarını göstermesi bakımında oldukça öğreticidir. Emperyalist güçler arasındaki çatışmanın ortasında kalan Ukrayna’da, “demokrasinin beşiği” ileri kapitalist ülkeler neo-Nazi, faşizan güçleri açıkça desteklemekte sakınca görmediler.
***
Bütün bunlar madalyonun bir yüzüdür. Tekelci gericiliğin iktisadi-sosyal saldırganlığı ve politik alanı kapsayan zulmü sonucu biriken öfke ve hoşnutsuzluk büyük patlamalara, halk hareketlerine ve kitlesel mücadelelerin yaşanmasına neden olmuştur. Son birkaç yıl, uluslararası burjuvazi, emperyalizm ve gericiliğin saldırganlığının çok sayıda ülkede halk hareketleriyle yanıtlanmasının örnekleriyle doludur. Bu halk hareketleri, yaygın grev ve gösteriler, ayaklanma ve isyanlar burjuva gericiliğini püskürtemese bile, gelecek açısından önemli bir mücadele birikimi oluşturmuştur.
Emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından cetvelle çizilmiş yapay sınırlarla bölünerek halkların kendi geleceklerini belirleme haklarının tanınmadığı Ortadoğu’da ise, yüz yıl önce biçimlendirilen statüko parçalanıyor.
Suriye, ülke bütünlüğünü kaybetmiş, geleceğini iç savaşın sonucunda arıyor. Zaten birleşik bir ülke olarak örgütlenmesi kararlı bir biçimde sağlanamamış olan Irak’ın, üstelik Suriye iç savaşından da etkilenerek, bugüne kadar geldiği gibi gidemeyeceği görülüyor. Ülkenin geleceği, emperyalistler, bölge devletleri ve etnik ve mezhebi bölünmelerle çatışmaya zorlanan farklı ulus ve inançtan Irak halkının mücadelesiyle belirlenecektir. Mısır’ın geleceği, ulusal ve uluslararası gericilikle halk arasındaki mücadelenin sonucuna bağlanmıştır. Kürt halkı, Rojava’da çeşitli milliyetlerden halklarla da birleşerek, üç kantonda demokratik yönetimler oluşturmuş, kendi kaderini belirlemek üzere somut adımlar atmıştır. İsrail Siyonizmi’nin saldırganlığı karşısında Filistin halkının kendi kaderini belirleme ve devlet olarak örgütlenme mücadelesi de sürmektedir.
İspanya, Güney Afrika, Portekiz, İtalya, Fransa, Belçika ve Yunanistan’da yaşanan grev ve gösteriler yeni mücadele dinamikleri ortaya çıkarmıştır. Tunus’ta hak ve özgürlükler mücadelesi ilerlemiş ve Halk Cephesi güçlenmiştir. Burkina Faso halkı Afrika’nın bir diktatörünü daha yıkarak kendi geleceğini ellerine alma yolunda devrimci bir mücadele içine girmiştir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun Arap ülkelerinde halklar emperyalizmin işbirlikçisi yönetimlere ve dinci gericiliklere karşı mücadele içerisindedir. Türkiye’de Gezi ve Haziran Halk Direnişi, Brezilya’da ulaşım zammı protestoları, Şili’de öğrenci eylemleri, demokrasi ve özgürlük talep edenlerin özgüvenini artırmıştır. Ekvador, Dominik Cumhuriyeti ve Meksika başta olmak üzere Latin Amerika da yaşanan mücadeleler güçlenerek sürmektedir.
Bütün bu ülkelerde yaşanan grev, direniş ve halk hareketlerinde emekçi kadınların kitlesel olarak mücadeleye katılımı ve direngen tutumu dikkat çekicidir. Bu, aynı zamanda işçi sınıfı ve halkların mücadelesinin ilerlemesinde kadınların belirleyici rolünü bütün somutluğuyla göstermiştir.
***
Açıktır ki, bu yaşanan grev ve direnişler, halk hareketleri, işçi sınıfı ve halkların mücadelesinde umut ve güç kaynağıdır. Ancak bütün bu kitlesel işçi ve halk hareketleri, bilinç ve örgütlenme düzeylerinin yetersizliği ve işçilerin bağımsız bir sınıf olarak bu hareketlere katılma ve öncülük etme düzeyleri açısından önemli bir zayıflık taşımaktadır.
Son birkaç yılın halk hareketleri, işçi sınıfının yenilgisinin neden olduğu dağınıklık ve örgütsüzlükten henüz kurtulamadığımızı gösteriyor. Bugünkü acil ve somut görevimiz bu durumu değiştirmektir. Çünkü örgütsüz ve kendi bağımsız talepleriyle devrimci bir programa sahip olmayan hareketler, belirli ilerlemeler sağlayıp, burjuva gericiliğini ürkütseler bile kesin başarı elde edemiyorlar.
Bu konuda asıl sorumluluk parti ve örgütlerimize düşüyor. İşçi ve emekçiler arasında kitleselleşmek; bunun için iktisadi, sosyal ve demokratik acil talepleri sahiplenmek ve bu mücadeleyi devrim ve sosyalizmin zaferine bağlamak tek çıkış yoludur. Sosyalizmin maddi önkoşulları şimdiye kadar olmadık ölçüde olgundur. Ancak, devrimin, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlülüğü ve birliğini zorunlu kıldığı da tartışmasızdır.
***
Dün olduğu gibi, bugün de, devrimin stratejik ittifaklara ihtiyacı vardır. Bu ittifaklar sınıf ittifaklarıdır ve masa başında değil, eylem içinde ve mücadelenin pratik siyasal ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulurlar ve zengin biçimlere sahip olurlar. İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar, saldırıları püskürtmek için kısmi ve geçici ittifaklar kurarak mücadelelerini ilerletirler. Esas olan, bu ittifakların işçi sınıfı ve ezilen halkların acil ve somut taleplerini içeren mücadele programları etrafında oluşmasıdır.
Dün faşizme karşı birleşik cepheler örneğinde olduğu gibi, bugün de çeşitli biçimler altında birlik, ittifak ve Halk Cepheleri kurulması görevinden kaçınılamaz. Bu, özellikle işçi sınıfı ve partilerimizin ideolojik ve politik etki gücünü artırmak ve tarihin tekerleğinin ileri doğru döndürülmesine katkıda bulunacak halk örgütlenmeleri yaratıp, geliştirmek açısından önemlidir.
***
Birçok ülkede reformist, oportünist ve revizyonist parti ve örgütlerin ideologları, sözcüleri, her gün “yeni” bir iddiada bulunuyor ve sınıf mücadelesini saptırmaya çalışıyorlar. Brezilya’da Lulacılık ve liberal hükümet, İspanya’da Podemos, Yunanistan’da SYRIZA “solculuğu” vb. bunların güncel örnekleridir. Öte yandan “Sol-liberal” hükümetler, özellikle ortaya çıktıkları Latin Amerika’da kendilerini tüketmiş ve itibar kaybetmeye başlamışlardır. Yaşananlar bir kez daha gösteriyor ki, reformizm ve liberalizmin işçi sınıfı ve halklara verecek hiçbir şeyi yoktur.
Bir başka saptırıcı iddia ise, ABD emperyalizmi ve batılı ortakları karşısında, Çin ve Rus emperyalizminin ilericiliği üzerine ortaya atılmaktadır. Bu görüş saçmadır. Kapitalist emperyalizmi ve burjuva gericiliğini şirinleştirmekten başka bir anlamı yoktur.
Bütün bu reformist, revizyonist ve liberal akımlara karşı, parti ve örgütlerimiz uzlaşmaz ve kararlı bir ideolojik-politik mücadele yürütmeye devam edecektir.
***
Bütün sapkın iddialara karşın sınıf mücadelesi tarihin başlıca itici gücüdür ve işçi sınıfı, devrim ve sosyalizmin temel ve öncü gücü olmaya devam ediyor.
Bu gerçeğe olan inancımızla, bütün dünya halklarının kadın ve erkek işçilerini, emekçilerini, gençlerini, bilim insanlarını ve aydınlarını birleşmeye, uluslararası burjuvazi, gericilik ve emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.
“Uluslararası Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Konferansı” olarak bu yolda üzerimize düşen hiçbir görevi üstlenmekten kaçınmayacağımızı ilan ediyoruz!