Metal sanayisi, sanayinin az çok gelişmeye başlamasın-dan bu yana hep en önemli sanayi kolu olmuştur. Metal işçileri de, işçi sınıfı mücadelesinin en mücadeleci işçileri olagelmişlerdir. Sadece gelişmiş sanayi ülkeleri için değil, gelişmemiş olanlarında da, işçi sınıfı mücadelesi içinde metal işçileri rol almışsa, o mücadele radikal bir karakter kazanmış, işçi sınıfı mücadelesinde iz bırakan bir mücadele olmuştur. Çünkü metal işkolu, bir yandan ağır sanayinin ağırlık teşkil ettiği bir işkolu olması, öte yandan çoğunluğu kalifiye işçilerden oluşan bir işkolu olarak işçi sınıfı hareketinin en mücadeleci “müfrezesi” olma potansiyelini taşır.
Türkiye, işçi sınıfı tarihi içinde de en eski olmasa da, en büyük, kalıcı özellikler taşıyan eylemler metal işçileri tarafından yapılmıştır. 1967-70 yılları arasındaki büyük işçi eylemlerinin, fabrika işgalleri ve sokak çatışmalarının en önemli bölümü, 70’lerdeki uzun, MESS grevleri olarak bilinen grevler metal işçilerinin eylemleridir. Dahası, işçi sınıfımızın sadece en mücadeleci değil, en deneyimli, en örgütlü kesimi de metal işçileridir.
Son yıllarda da, Bahar eylemleri içinde, metal işçileri oldukça önemli bir yer tutmuştur. ’90 yılı sonunda başlayan büyük metal grevine 100 bini aşkın metal işçisi katılmış, her ne kadar metal işçilerinin eylemi Zonguldak direnişiyle birleşme yeteneğini gösteremeyip onun gölgesinde kalmışsa da, 100 bini aşkın işçinin aynı anda grevde olması bile tek başına metal işçilerinin gücünü gösteren bir şeydir, Burjuvazi açısından da metal işkolu önemlidir. Çünkü özel sektörün en büyük sermaye sahipleri metal işkolundadır. Beyaz eşya ve otomotiv sanayisi gibi en karlı ve en yaygın işyerlerinin bu işkolunda olması, işkolunun önemini ayrıca artırmaktadır. Bu yüzden işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çatışmada metal işkolundaki çatışma belirleyici bir öneme sahip olmaktadır, Nitekim MESS, bütün öteki işveren sendikaları içinde kamuoyunda en çok bilineni olduğu kadar, en uzlaşmazı, işçi sınıfı karşısında en gerici, en uzlaşmaz burjuva tavrı takınanı olagelmiştir. Burjuvazinin işçi sınıfını geri adım attırdığı her konuda, (grup sözleşmesinin kabul ettirilmesinde, işyerinin yönetiminde patronun yetkisini sınırlayacak idari maddelerin 70’lerin sonunda TİS’lerden çıkarılmasında, seyyanen ücret yerine işe göre ücretin geçirilmesinde, Anayasa ve son çıkarılan İş ve Sendika yasalarının böylesi işçi düşmanı nitelikte çıkmasında MESS hep başrolü oynamıştır) saldırının koçbaşı olarak MESS vardı. Bugün de vardır.
Kuşkusuz, diğer işkollarında da pek çok konuda işçi ve işveren sendikaları arasında didişmeler olmakta, direniş ve grevlerle patron hizaya getirilmeye, ya da patronların entrikalarıyla işçiler bölünmeye çalışılmakta, çoğu zaman da işçiler hak kayıplarıyla çıkmaktadır mücadeleden. Ama MESS’in tutumu bir başkadır. Bu sefer de bu başkalığı ortaya koymuş, bırakalım işçilerin ücretlerinde gerçek bir yükselmeyi pazarlık etmeyi, “Ne ücret yükseltmesi, 1989’da zaten enflasyonun çok üstünde ücret vermiştik, onu bu sefer geri alacağız” diyerek yüz kızartıcı bir tutumu benimsemekte, bunu da işçiler ve kamuoyu karşısında savunmaktadır. Bugüne kadar da, süren görüşmeler de ücret, olarak hiç bir teklif getirmemiş, idari maddelerde ise bir önceki sözleşmede, Körfez savaşı nedeniyle ertelenen grev koşullarında imzalanan sözleşmedeki idari maddeler aynen geçmiştir. Anlaşmazlık sadece ücretle ilgili maddelerde olup, MESS bu konuda, henüz bir teklif yoktur ama en iyimser tahminle bile “resmi enflasyon” kadar bir ücret zammının üstüne çıkmamak eğilimindedir.
Şu anda, burjuvazi ve proletarya açısından böylesi bir işkolunda yaklaşık 125 bin işçiyi kapsayan bir TİS görüşmesi yürümektedir ve MESS/Türk- Metal arasındaki görüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlanmış olup, kısa bir süre sonra MESS ile Öz Çelik-İş ve Otomobil-İş arasında yürütülen görüşmelerinde aynı sonuca varması kaçınılmazdır. Yani bu en önemli işkolunda, önemli sayıda işçi greve gidecektir, ama ne devrimci demokratik kamuoyunda bir dalgalanma, ne de sınıfın öteki kesimlerinde metal grevine kulak kabartma vardır.
Kuşkusuz, bunun başlıca nedeni, metal grevinin, varolan sendikaların niteliğinden dolayı, salt ekonomik çerçevede yürüyeceği gibi, nihayet grev gözcülerinin grev yerinde olup, diğer işçilerin işyerine gelmemesinden ibaret resmi bir grev olacağı, belirli bir süre devam edip sonra “uygun” bir anlaşmayla grevin biteceği önceden bilindiğinden, diğer işçiler metal grevine kendilerinin de grevi olarak bakmamaktadır. Ama metal grevi, önceki örneklerinde de görüldüğü gibi, sendikaların ve birer birer işçilerin niyetlerinden bağımsız olarak, işçi sınıfı için bir başka işkolundaki grevden daha çok öneme sahip olacaktır. Çünkü metal işçilerinin kazançları, bir süre sonra öteki işçilerin de kazançları olurken, kayıpları da bir süre sonra diğer işkolları içinde kayıp olacaktır. Örneğin, metal sözleşmesi, resmi enflasyon düzeyinde bir ücret artışıyla bağıtlanırsa, diğer işkollarındaki ücret zamlarının da resmi enflasyondan daha yüksek olması pek beklenemez. Bu yüzden de metal işçileri ile MESS arasındaki mücadeleye devrimciler, demokratlar, ileri işçiler, işçi sınıfından yana sendikacılar gereken önemi göstermek, metal işçilerinin başarısı için üstlerine düşeni yapmakla yükümlüdürler. Ne var ki; metal işkolunda örgütlü bulunan her üç sendika da, bugün işkolunun işçi sınıfı mücadelesi için önemini bilmelerine karşın sınıfın başarısı; bunun için mücadelenin zemininin genişletilmesi, diğer işkollarındaki mücadelelerle dayanışma, kapitalistleri dize getirmek için bırakalım sınıfı, kendi üyelerinin enerjilerini harekete geçirme gibi bir niyet içinde bile değillerdir. Dahası üç sendikanın da tekliflerinde öze ilişkin bir farklılık yoktur, ama bu üç sendika patron sendikası karşısına, birlikte oturamamakta, oturmamaktadırlar. Tersine her üç sendika da işi, işçilerin tepkisini asgariye indirecek yol ve yöntemlerle bağıtlama çabası içindedirler. Grevsiz, masa başında bu iş bitirilse iyidir, ama ‘illa greve çıkarsak da, kazasız belasız bu işi bitirmeliyiz’ hesabı içindedirler. Tek çekindikleri, işçilerin karşılayamayacakları kadar büyük bir tepki göstermesi, ya da sendika değiştirmeye varabilecek hoşnutsuzluktur.
Bugün metal işkolunda TİS mücadelesinin böylesi sessiz bir biçimde sürmesinin nedenlerinin en önemlilerinden birisi de, iki yıl önceki mücadele içinde öne çıkan işçi önderlerinin işten çıkarılması, son on yıl içinde mücadelenin yetiştirdiği önderliğin tırpanlanmış olmasıdır. Dahası işten çıkarmaların hedefini genişletilerek, keyfilik boyutuna çıkarılması, işten çıkarma kamçısının işçiler içinde terör estirecek boyutlarda kullanılmasıyla, “iş güvencesi olsun da ücret önemli değil” düşüncesinin işçiler içinde egemen düşünce haline getirilmesi için baskıdan propagandaya her yolun kullanılmasıdır.
İşçiler, yeni bir işçi kıyımı beklentisi içine itilmek istenmiş, bunda da başarılı olunmuştur. Ücret isteklerini aşağı çekmek isteyen sendikacı ve patronlar da bu beklentiyi kullanarak işçilerin karşısına “ya ücret artışı, ya işçi kıyımı” diye “Kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemiyle çıkmaktadır. Nitekim MESS patronları, “yüksek ücret”in karşılığının yüzde 20 işçi çıkarılması olarak tarif ederek, işçi istekleri üstünde baskı kurmaktadır.
Son iki yıl içinde metal işçileri, ERDEMİR’den Pancar Motor, Pakcart’dan, Beko’ya kadar pek çok işyerinde mücadele ettiler. Ama her yerde sadece işverenle değil, işverenle tam bir Uzlaşma içindeki sendikacılarla da savaşmak zorunda kaldılar. Bugün sözleşmeye oturan ve bir çırpıda idari maddelerde MESS’in “ricasını” kabul eden sendikacılarla yürütülen bu sözleşme ile belki de uzun sürecek bir greve çıkmaya hazırlanıyorlar.
Metal işçileri, (tabi diğer işçiler de) son 5-6 yılda gördüler; sendikal kazananların geri alınması ve yeni hakların elde edilmesi, doğrudan sınıfın eylemiyle olanaklıdır.(Direniş, grev, gösteri, sokak çatışmaları vb. gibi) Sermayedarlar doğaldır ki, koşullar kendileri için uygunsa, işçilere hiçbir hak vermemeyi, olanaklıysa verilenleri de geri almayı isterler. Bunun için örgütlenirler. İşçiler de, hem işverenlere, hem de kendilerini sık sık arkadan hançerleyen sendikalara dayatmacı bir tutumla taleplerini kabul ettirmek için, en az işverenler kadar örgütlü ve ısrarcı olmak zorundadır. Ama bu yetmez. Çünkü işverenler, aynı zamanda, düzenin egemen sınıfı olarak düzenin maddi (devlet güçleri, bankalar, diğer işverenler vb.) ve manevi (gelenekler, yasalar, burjuva ideolojisinin ve politikasının işçi sınıfı içinde etkinliğinden) yararlanırlar. O halde işçi sınıfının mücadelesi de, ekonomik çıkarlar için bile olsa, genel devrim mücadelesine bağlanamadıkça, sınıfın kendi ideolojisi ve partisinin politikası sınıf hareketini kucaklayamadıkça; işçi sınıfı hareketi burjuvazinin çizdiği sınırlar içine hapsolup kısırlaşmaya, giderek toplum içinde yarattığı heyecanı yaratamaz olmaya başlar. Bugün metal işçilerinin greve yaklaştığı şu günlerdeki durgunluğunu, diğer şeylerin yanı sıra, önderliğin mücadeleye damga vurmada yetersizliğinde, bir başka söyleyişle işçi hareketiyle sosyalist hareketi, işçi hareketiyle ulusal hareketi birleştirmede yetersiz kalmasıdır. Nitekim bu yüzden işçi hareketiyle son yıllarda yüksek bir performans gösteren ulusal hareket, birbirinin yükselişlerini basamak yapıp daha da yükselecekleri yerde birbirinin “rakibi” gibi, alçak olan yüksek olanın gölgesinde kaybolmaktadır. Örneğin Zonguldak sırasında Kürt mücadelesinin geride kalması gibi, sonraki aylarda da işçi mücadelesi, ulusal mücadelenin gölgesinde kalmıştır. Bugün metal işçilerinin greve doğru giden mücadelesinin kamuoyu gündemine gelememesinin bir nedeni de Kürt mücadelesinin yükselen eğilimi karşısında gölgede kalmasıdır. Bu iki mücadele demokrasi mücadelesi olarak birleşemedikçe de yığın hareketinin bu zaafı sürüp gidecektir.
Öte yandan son yıllardaki gelişmeler içinde, MESS içinde de ayrılıklar baş göstermiş, (Son iki yıl içinde MESS’e bağlı 100 işyeri, bu çelişki sonucu ayrılmışlardır. Bugün MESS’e bağlı 350 işyeri vardır ama ayrılan 100 işyerindeki işçi sayısı, ancak MESS’e bağlı işyerlerindeki işçilerin onda biri kadardır.) daha çok tekellere fason iş üreten, ya da bağımsız çalışan orta ölçekli işyerleri MESS’ten ayrılarak, sendikalarla kendileri görüşme yolunu tutmuşlardır. Bu tür kuruluşların MESS’ten kopmasında, MESS’in kasıtlı olarak, taşeronlaştırma vb. yoluyla sendikalaşmasında büyük patronlar için çıkar gördüğü tekellere fason üretim, yapan işyerleri olduğu gibi, sendikayla tek başına pazarlık yaptığında daha düşük ücret ve sosyal hak vereceğini, ya da sendikayı hepten aradan çıkararak işçilerle anlaşabileceğini uman patronlar da var elbette. Ama sorunun bu yanı kapitalistler arası çatışmayla ilgili olduğu için bu yazının konusunu ilgilendirmiyor. Ama burada şuna değinmeliyiz ki; sendikaların umursamazlığı ve sendikacılığı, işçi sınıfının örgütlenme eylemi değil, ticari bir iş gibi düşündüklerinden “masrafını kurtarmayan” işyerlerini örgütlemeye yanaşmamakta, ya da bir biçimde sendikasızlaşan işyerlerini yeniden kazanmak için çaba (sendikacının gözünde bu “masraf” demek) göstermemektedirler. Bunun sonucu olarak pek çok küçük ve orta düzeyde işyeri sendikasızlaşmaktadır. MESS’in de, küçük işyerlerini gözetmeyen, asıl olarak tekellerin çıkarım esas alan politikaları, bir yandan küçükleri ortadan kaldırmayı amaçlarken, öte yandan sendikaların da üye kaybederek güçsüzleşmesine neden olduğundan, MESS iki yönlü kazançlı çıkmaktadır.
Tek işveren sendikası MESS karşısında, işçilerin üç ayrı sendikayla çıkması, böyle bir konuda bile sendikaların ortak hareket etmeye yanaşmamaları (geçmiş yıllarda sendikalar daha yakın ilişki içindeydiler) MESS karşısında işçi tarafım zayıf düşüren, mücadeleyi zayıflatıp etkisizleştiren unsurlardan birisi olarak görülüyor. İster dinci-faşist, ister reformist, isterse “sözde sosyalist” olsun, bu üç sendikanın başına çöreklenen bir avuç bürokrat ağa da, şu andaki tutumlarıyla kendi çıkarlarım düşünmekten öte bir kaygı gütmedikleri anlaşılıyor. Onların tek kaygıları, işçilerin onların imza attıkları metne, bir başka sendikaya geçecek ya da yönetimi değiştirmeye kalkacak kadar tepki göstermesi. Bu tepki engellenecek gibiyse bir sorun yok demektir onlar için. Bu, bugün, politik görüşü hangi burjuva doğrultuda olursa olsun tüm sendika ağalan ve bürokratları için tek kaygıdır. Türk Metal’in, Öz Çelik-İş’in ağa ve bürokratlarının gözüne uyku girmez eden kaygı budur. Ama işçiden, emekçiden yana olduğunu söyleyen, iki lafın başı toplumsal refah, adalet, eşitlik, sömürüsüz bir dünyadan söz eden Otomobil-İş’in utangaç Çağdaş sendikacıları için (Önceki utanmaz Çağdaş sendikacılar bu çağdaş sendikacılık sevdası yüzünden devrildiklerinden olacak, çağdaş sendikacılığa karşı çıkan bir ekip olarak işbaşına gelen yöneticiler birden çağdaş sendikacı kesildiler. Ama şimdilik utangaç çağdaş sendikacılar) kaygı bir değil iki. Onlar sadece işçileri, ‘nasıl, imza atacağımız TİS’e razı ederiz’in yanı sıra patronların da TİS koşullarını nasıl yerine getireceğini düşünüp, kaygılanıyorlar.
Çağdaş sendikacılık, işçi sınıfının birliği için değil, onun burjuvazi ile uzlaşması temelinde burjuva ideolojisinin kitlelerin içinde yayılmasının bir biçimi ve en tehlikelisi olarak karşımıza çıkıyor. Burjuvazi, çağdaş sendikacılığın temellerini, Avrupa’da çağdaş sendikacılığın temellendiği toplumsal ilişkilere bakarak, hisse senetlerinin satışı ile KİT’lerin sermayesinin “tabana yayılması” demagojisiyle oluşturmaya çalışıyor. Sınıfın, sadece üretimi gerçekleştirmek ve ücret talep etme ötesinde, işletmelerin sorumluluğunu da üstlenmelerini isteyen burjuvazinin, bu talebine çağdaş sendikacılar kulak veriyor. Çağdaş sendikacılarımız Avrupa’daki fikirdaşları kadar uygar olmadıklarından sınıfın “sorumluluğu”nu onları bile hayrete düşürecek noktalara götürüyorlar. Örneğin META sanayisi patronlarının, işletme mallarım satamıyor, zarar ediyor gerekçesiyle ücretleri ödeyememesi karşısında sendikacılar araya girerek şirket mamullerinin satışım işçilere yaptırıyor. Üretilen mallar işçilerin bulduğu müşterilere satılarak işletme “pazarını genişletiyor”, böylece işçilere, işletmenin mali sorumluluğuna da ortak olma zihniyeti aşılamakla kalmıyor, işçiler pratikte de sermayenin hizmetine koşuluyor. (Üretenler, sözde yönetenler durumuna getiriliyor.) Bizzat üretimi yapan işçi, aynı zamanda satış da yaparsa ve bununla da kalmayarak işverenin tüm banka borçlarını da kapatırsa, ücretini alabilecek! İşçi, bu durumda, sadece ideolojik olarak kapitalizme uşaklığa yöneltilmiş olmuyor, aynı zamanda “serbest rekabetçi pazarın” azgın sularında her gün can çekişen küçük ve orta kapitalistin yaşantısının olumsuz yanlarına da ortak ediliyor. Her işletmenin işçisi bir diğerinin rakibi olarak birbiriyle çekişecek ve sınıfsal birlik sorunu da, (çağdaş sendikacılar sınıfın birliğinden değil ama sınıflar-arası birlikten çok hoşlanıyor zaten) sınıflar-arası birlik, sınıf dayanışması sınıflar-arası dayanışma uğruna feda edilmiş olacak. Dahası sınıf ideolojisi ve sınıf siyasetini benimsemenin maddi koşulları tahrip edilmiş olacak böylece. Öyle görünüyor ki; META işyeri bu uygulamanın bir başlangıcıdır ve bundan böyle işleri iyi gitmeyen, ya da işleri iyi gitse de işçileri bu yönden de sömürmek isteyen patronların META’nın yoluna başvurmaması için bir neden yoktur. Otomobil-İş, daha şimdiden, işçi sınıfı adına ihanetini utanmazca geliştirerek, işçilere ait kooperatiflerde ve diğer sendika şubelerinde ve diğer işyerlerinde tüm işçilerin bu uygulamaya özendirilmesi yönünde geniş bir propagandayla birlikte bu girişimi destekliyor. Sendika, tüm şubeleriyle, işverenlerin pazar ağım oluşturma ve böylece işyerlerine bir anlamda “ortak” olmayı, işçi sınıfının çıkarı gibi göstererek, “modern sosyalizminin” yüzünü açıkça sergiliyor. İşçi sınıfı cephesinden olaya bakıldığında, işçiler, iş güvencelerini sağlayabilmek ve ücretlerini alabilmek için, daha çok çalışmak yanında, bir de, daha çok satmaya zorlanacak, ama buna rağmen dünya metal eşya piyasasının durumu eğer işletmenin devamım sağlamaya elvermezse, işçi, yine işinden olacak. (Burjuvaziyle bu “al gülüm ver gülüm” usulü mücadele aslında Paşabahçe direnişi sırasında Kristal-İş’in çağdaş sendikacıları tarafından sahnelendi. İşten atılanların geri alınması karşılığında dört vardiya çalışılması teklifi, aslında burjuvazi için sınıf uzlaşmacılığının olduğu kadar, bunalımın yükünün işçinin sırtına yıkılması için işçilerin gönüllü olmasının da yolunu açan bir girişimdi bu yüzden de Paşabahçe’nin deneyimli yöneticileri biraz nazlandıktan sonra, teklifin üstüne atladı. Ne var ki; Paşabahçe’nin gerçekten büyük işçi direnişlerinden birisi olması, en önemlisi de atılan işçilerin ilk kez geri alınıyor olmasının heyecanı içinde uzlaşmanın arkasındaki hinlik fark edilmedi. Bugün de benzer şeyler META’da yapılıyor. Patron borçlarını ödesin de işi düzelsin diye isçiler ve sendika elbirliğiyle bir kapitalist işletmenin pazarlamacılığına soyunmuş durumda. Patronların zor günlerinde arayıp da bulamayacağı sendika ve sendikacılık böylesi.)
Evet, 100 bini aşkın metal işçisi, büyük olasılıkla uzun bir grevle yüz yüze. Üstelik de oldukça olumsuz koşullar altında bir mücadeleye atılacaklar. Olumsuzluk sadece son 10 yılın işçi önderlerinin yakın geçmişte işten atılması sonucu önderlik eksikliğinden değil, bunun yanı sıra sendikacıların grevi yasalara uygun hale getirmek için, işçileri elden geldiği kadar grev ve grevin sorunlarından uzaklaştırarak onları kahve köşelerine itmesinden de gelecek.
Olumsuzlukların aşılması için her iş kolundan ileri işçilerin sendikacıların, devrimcilerin, komünistlerin metal işçileriyle dayanışmasına ihtiyaç vardır. Elbette bu ihtiyaç, bütün işkollarında vardır, ama koşullarım göz önüne aldığımızda metal işçilerinin bugün bu dayanışmaya daha çok ihtiyacı vardır. Her şeyden önce işçiler, işyerlerinde oluşturulacak grev komiteleriyle kendi birliklerini sağlamanın yolunu bulmak durumundadırlar ve grev komiteleri, işyeri ve işyeri dışında her yerde grevin heyecanı içinde tutmak zorundadır. Bunu başarmak içinde grev komitelerinin sadece işyeri çevresinde değil, bütün kente yayılmış işçilerle bağ içinde olması için yaygın ilişkilere sahip olması için, bölgedeki devrimci demokrat güçlerle de ilişki içine girmesi gerekecektir. Böylece on binlerce işçinin grev heyecanının birleşmesi ve bugünkü sessizliğin ve sendikacılara boyun eğmenin yerini mücadele isteği alabilecektir.
70’li yıllardaki MESS grevlerinin de, o günün koşulları çok uygun olmasına karşın, sendikacıların grevci işçileri köylerine kentlerine göndererek, limon satmaya teşvik ederek grev yerinden uzaklaştırdığı, grevi sadece bir çalışmama eylemine indirgemeyi başardığı göz önüne alınırsa, bu gün bu tehlike çok daha fazladır. Ama bugün komünistlerin sınıf hareketine yaklaşımının o günküne göre daha farklı ve bugünkü sendika bürokrasisinin o günküne göre sınıfla birleşmenin önünde daha az engel teşkil ettiği düşünülürse, büyük sanayisi kentlerindeki metal grevinin gerçek bir greve benzeme olanağı vardır. Dahası, metal işçilerinin komünizme, kendi partilerinin çizgisine kazanılması için de geniş fırsatların çıkacağı unutulmaması gerekir.
Gelişmeler bir metal grevinin ihtimalinin yüksek olduğunu göstermektedir, ama bu grev hemen yarın başlamayacağına göre bugünden de yapılacak pek çok şey vardır. İş yerlerinde TİS komitelerinin oluşturulması ve bunların grev komitelerine dönüştürülmesine yönelinmesi; grev olsun ya da olmasın ortaya çıkan ve çıkabilecek sorunların göğüslenmesi için işçilerin hazırlanması ve en önemlisi de bir grev durumunda bütün işçilerin grevi tüm heyecan ve sıcaklığı ile yaşaması, grevin gerçek bir savaş okulu olması için gerekli hazırlığın yapılması. Bütün bunlar az çok yerine getirilmeden günümüz koşullarında bir grevin başarı şansı yoktur. Ama on binlerce işçinin gücünü bir araya getiren bir grevin de aşamayacağı engel yoktur.
Ekim 1992