Sendikalar, Resmi İdeoloji Ve Yeni Dünya Düzeni

Sınıflara ayrılmış her toplumda, her sınıfın kendine has bir dünyaya bakışı, bir ideolojisi vardır. Ama egemen olan sınıf nasıl ekonomi ve politikaya egemense, ideolojisi de egemen ideolojidir. Bu yüzden de, bir emekçi de, bir işçi de dünyaya, egemen sınıfların gözüyle bakar.
Bu genel görünüşe daha yakından bakıldığında, egemen sınıfla mücadele içinde olan emekçi sınıfların sadece ekonomik ve siyasi mücadele alanında değil, ideolojik mücadele alanında da bir mücadele içinde olduğu görülür. Elbette bu mücadele, en azından görünüşte, egemen ve ezilen sınıfların seçkin temsilcileri arasında yürüyen bir mücadele olması bakımından diğer alanlardaki mücadeleden ayrı bir özelliğe sahiptir. Ekonomik mücadeleye, sömürülen sınıfların en geri kitlesi bile katılabilirken, iş ideolojik mücadeleye geldiğinde, sınıfın ancak aydınlanmış unsurlarının ön cephede savaştığı, sınıf ideolojisinin sınıfın kitlesi içinde benimsendiği ölçüde bir kitlesellik kazandığı görülür.
Öte yandan, ekonomik ve politik mücadele alanında olup bitenler herkesçe nispeten kolayca görülebilir. Örneğin, işçi için kapitalist sömürüyü görmek, patrona karşı birleşme ve mücadele etme ihtiyacı kimsenin ayrıca açıklamalar yapmasını gerektirmeden görülebilir bir şeydir. Ya da burjuva partilerinin burjuvazinin hizmetinde olduğu, parlamelo’ve hükümetlerin burjuvazinin çıkarları için çaba harcadığı da nispeten görülebilir. Dolayısıyla da sömürü ve burjuva hükümetlerin politikalarına karşı işçiler tepki gösterebilirler. Ama işçi ve emekçiler, daha doğdukları andan itibaren, gelenekler, göreneklerden okula, askerliğe, dine, basın yayına kadar pek çok yolla egemen burjuva ideolojisinin etkisiyle biçimlendiklerinden, dünyada ve olup bitenlere bakışta burjuva ideolojisinin etkisinde olduklarını fark edemezler. Tersine, olağan ve tek doğru yaklaşımın, küçüklüklerinden bu yana içinde biçimlendikleri bu yaklaşım olduğu sanısındadırlar. Burjuvazinin egemenliği de, asıl olarak, bu yanlış sanı üstüne oturur. Elbette egemen sınıfın kendi düzenini ayakta tutmak için, ordu, güvenlik güçleri, mahkemeler, cezaevleri gibi emekçi sınıfları “hizaya getirecek” şiddet üreten kurumları, bir baskı mekanizması olarak devleti vardır ama bütün bu kurumların toplum üstünde otorite sağlamaları için herkes için meşru olarak kabul edilmesi gerekir. Toplumun gözünde meşruiyetini yitirmiş bir kurumun işlevini yerine getirmesi olanaksızdır. Bu meşruiyeti sağlayan da, egemen ideolojinin yığınlarca benimsenmiş olmasıdır. Çünkü egemen ideolojinin somut ifadesi, varolan düzen ve onun kurumlarının, olabilecek en iyi düzen ve kurumlar olduğudur. Bir kez bu temel kabul edildikten sonra, bu kurumların işleyişinin şöyle ya da böyle olduğunun tartışması düzene zarar vermez. Zaten burjuva partileri ya da ideologları arasındaki tartışma, zaman zaman çok sertleşse de bu platformda kalarak yürütülen bir tartışmadır. Bu platformda kalındığı sürece, tartışılan, düzenin kendisi değil, onun işleyişinin şöyle ya da böyle olmasıdır.
Kapitalist bir toplumda iki temel sınıf ve iki karşıt ideoloji vardır. Temel sınıflar; burjuvazi ve proletarya, karşıt ideolojiler ise, burjuva ideolojisi ve proletarya ideolojisidir. Bu temel sınıflar dışında kalan toplumsal sınıf ve kategorilerin ideolojisi, burjuva ideolojisinin, işçi sınıfı ideolojisinin etkisiyle bozulmuş çeşitli versiyonlarıdır. Bu yüzden de kapitalist toplumda, ideolojik alanda süren asıl mücadele, burjuva ideolojisi ile proletarya ideolojisi arasında süren mücadeledir. Çünkü bu iki mücadele platformu bir birine karşıt iki ayrı platformdur. Ara sınıfların tutumunu belirleyen de bu iki karşıt ideoloji arasındaki savaştır.
Kapitalist dünyada, proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadele nasıl ki evrenselse, ideolojik mücadele de ülke ve zamana göre değişik motifler taşısa da, evrensel bir özellik gösterir. Bu yüzden de, diğer mücadele alanlarında olduğu gibi, ideolojik mücadele alanında da iki karşıt sınıf, ellerindeki bütün kurum ve olanaklarla savaşırlar. Proletarya açısından da bu kurumların en önemlilerinden birisi sendikalardır. Kuşkusuz ideolojik mücadeleyi yönlendiren, proletaryanın en bilinçli unsurlarını bağrında toplayan partisidir ve partisi olmayan bir sınıfın sistemli, kesintisiz bir ideolojik mücadele yürütmesi olanaksızdır. Ama işçi sınıfının en kitlesel örgütleri olarak sendikaların içinde yer almadığı bir ideolojik mücadelenin sınıfı etkilemesi, ideolojinin maddi bir güce dönüşmesi de beklenemez. Bu yüzden de sendikalar sadece işçilerin ekonomik yaşama koşullarını iyileştiren, politik mücadelede sınıf partisini izlemenin ötesinde, burjuva ideolojisine karşı savaşa dolaysız bir biçimde katılan kurumlar olmakla yükümlüdürler. Ne var ki; son yüz yıldan bu yana burjuvazi de sendikaları kendi dünya görüşünün yaygınlaştırıldığı kurumlar olması için, işçi aristokrasisi dâhil, kullanabileceği her olanağı kullanmaktadır, İki-buçukuncu Enternasyonal’in sendikaları, Hıristiyan Sendikalar Konfederasyonu, Amerikan Sendikalar Konfederasyonu, ya da günümüzün ASK’ı (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu), aralarındaki bütün farklılıklara karşın, burjuva ideolojisini sınıf içinde yayma merkezleri olarak işlev görmüşlerdir, bugün de görmektedirler. Dahası, bu konfederasyon merkezleri sadece burjuva ideolojisini yaygınlaştıran merkezler olarak rol oynamamakta, aynı zamanda bu ideolojiyi yeniden üreten, onu sınıf için kabul edilebilir hale getirecek Çabalar harcayan faaliyete de dolaysız bir biçimde katılmaktadırlar. Türkiye’de Türk-İş, DİSK gibi konfederasyonlar da bu alanda burjuvazi için küçümsenemeyecek katkılar yapmışlardır. Bugün de bu katkılarını sürdürmektedirler.

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE SENDİKALAR
Burjuva ideolojisi, elbette burjuvaziyle ortaya çıkmış ve burjuvazi var olduğu sürece özü değişmeyen bir ideolojidir. Ne var ki, burjuvazinin tarih sahnesine çıkmasından bu yana, bu ideolojinin, değişik dönemlerde kendisini yığınlara hoş gösterecek değişik motiflerle süslediği de bir gerçektir. Son on yıldır burjuvazi, “Yeni Dünya Düzeni” kampanyasına bağlı olarak ideolojisini, sömürüyü, baskı ve zulmü hoş gösterecek yeni motiflerle süslemektedir. Bu motiflerin başlıcaları; “evrensel barış”, “evrensel adalet”, “evrensel refah”, “çoğulcu parlamenter demokrasi”, “insan haklarının evrenselleştirilmesi” gibi kulağa hoş gelen motiflerdir.
Burjuvazi, elindeki her olanakla, kapitalizm var oldukça asla gerçekleşemeyecek bu ideallerin, kapitalizm koşullarında gerçekleşebileceğinin kampanyasını yürütürken, özellikle de işçi sınıfı içinde bu kampanyayı sürdürmekte, işçi sendikaları içindeki yandaşlarına dayanarak da etkisini artırmaya çalışmaktadır. Daha da ileri giderek, bu motifler etrafında oluşacak işçi ve komünist partilerini, buna uygun sendikacılık eğilimlerini desteklemektedir. Ki, Yeni Dünya Düzeni’nin motiflerine, bugün en çok yaklaşan sendikacılık, “çağdaş sendikacılık” olarak adlandırılan eğilimdir.
Aslında çağdaş sendikacılık da, “Yeni Dünya Düzeni”;ne kadar yeni ise, o kadar yeni ve çağdaştır. Çünkü bugün, çağdaş sendikacılığın sendikal mücadeleye yaklaşımına yol gösteren ilkeleri, yüzyıldan bu yana, her türden reformcu ve revizyonist sendikacılık akımlarının iddialarının formüle edilmiş biçimidir. Ama bunlar, sistemleştirilip emperyalist propaganda merkezlerinin yardımıyla her yana yaygınlaştırılan bir özellik kazanmasıyla yenidir. Bir başka yeniliği ise, emperyalist ideolojinin kendisine kattığı yeni motiflerden türetilmiş olması bakımından yenidir.
80’li yıllar öncesinde, bugün çağdaş sendikacılığın savunduğu görüşleri savunan sendikacılık akımları reformcu ve revizyonist sendikacılık, emperyalist ideolojinin motiflerini eleştiriyor, görünüşte de olsa ona muhalif konumda bulunurken, günümüz çağdaş sendikacılığı ile emperyalist ideoloji aynı motifleri benimser bir konumdadır. Emperyalizmle olan bu uyumluluk, çağdaş sendikacılığa özel olarak dikkat çekmeyi gerektirmektedir. Özellikle bizim ülkemizde, bu, son derece önemlidir. Çünkü ülkemize has kimi özellikler, çağdaş sendikacılığa ilericilik taslama imkânı tanımaktadır. Şöyle ki;
Türkiye’de, 1920’lerden başlayarak, yaklaşık yarım yüzyıllık bir zaman dilimi, ilericiliğin, devrimciliğin Kemalizm’le eş anlamlı sayıldığı bir dönemdir. Son yirmi yıl içinde ise, Kemalizm bir yandan Marksistler öte yandan kendisine Marksist diyen burjuva sivil toplumcular, Kürt milliyetçisi çevreler tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Sivil toplumcular ve Kürt milliyetçisi çevreler, bu eleştiri sürecinde “resmi ideoloji” adını verdikleri, uluslararası burjuvazi ve sınıflardan kopuk bir kavram türettiler. Öyle ki, ilericilik, bu ne idüğü pek belirsiz “resmi ideolojiye karşı olup olmamayla belirlenir oldu. Ne var ki, Kemalizm eleştirisi burjuva bir platformda gerçekleştirildiği için, varılan sonuçlar, devlet karşısında birey hakları, bireysel özgürlük, başka bir söyleyişle, bireysel girişimin her şeyi belirlediği liberal bir ekonomi, katılımcı, çok partili parlamenter bir siyasal düzen ötesine geçemedi.
19 yüzyılda, herhangi bir aristokratik, yarı-feodal despotik düzenlere karşı yapıldığında ilerici çıkarsamalara varması mümkün bu eleştiri, 21. yüzyıla yaklaşırken elbette anlamsızdı. Ama 80’lerde kendini yeni motiflerle süsleyen emperyalist Yeni Dünya Düzeni’nin amaç ve ilkelerinin ilan edilmesiyle bu çıkarsamalar, sadece anlamsız değil, emperyalist ideolojinin dayanağı durumuna geldiler. Çünkü sivil toplumcular ve Kürt milliyetçilerinin “resmi ideoloji” eleştirisiyle vardığı sonuçlarla emperyalist Yeni Dünya Düzeni’nin ideolojisi, sadece amaçları bakımdan değil, söylemleri bakımından da aynileşmişti. Kendisini Marksist ilan eden bir sivil toplumcu ile ABD emperyalizminin sözcüsü, Beyaz Saray görevlisi bir propagandacının söylediklerinin nerede birbirinden ayrıldığını saptamak artık olanaksız olmuştu. Kısacası, burjuva ideolojisinin bir versiyonu olan Kemalizm’i eleştirenler, sonuçta, burjuva ideolojisinin bir başka versiyonu olan liberal kapitalizme varmakla kalmadılar, belki de tarihin bir cilvesiyle, yeniden organize edilen emperyalist dünyanın ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirilen, yeni motiflerle emekçi sınıfların yolunu şaşırtmayı amaçlayan emperyalist ideolojiyle bütünleştiler.
Genel olarak bakıldığında; emperyalistler, sömürme ve egemenliklerini sürdürme amacından asla taviz vermeden, dünyayı yeniden biçimlendirmeye çalışmakta, egemenlikleri altındaki ülkelerde de devlet kurumlarından sivil kurumlara kadar pek çok alanda ihtiyaçlarına uygun biçimlendirmeler gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. 8u biçimlendirmeden sendikalar da paylarını almakta, eski türden Amerikan ve sosyal-demokrat sendikacılık yanında, bu sendikal akımların işlevsizleştiği yerlerde de Japon sendikacılığı, özellikle de çağdaş sendikacılık adını verdikleri bir sendikacılık eğilimini desteklemektedirler. Savunulan şiarlar açısından bakıldığında, çağdaş sendikacılık ile “Yeni Dünya Düzeni” savunucuları arasında, neredeyse tek bir merkezden planlanmış hissi uyandıran bir aynilik vardır. Nitekim bugün, eski TKP eğilimindeki sendikacılık ve onların yönetimindeki sendikalar, çağdaş sendikacılığın başını çekerken, Onlar kadar sistemli bir görünüş arz etmese de HAK-İş, Belediye-İş gibi, (hatta MHP-MÇP etkinliğindeki sendikalar bile) bu “çağdaş” motifleri benimsemişlerdir. Başka bir söyleyişle, bugün sendikalar, bir yandan, “Yeni Dünya Düzeni’nin propaganda edildiği odaklar olarak kullanılmaya çalışılıyor, öte yandan da düzenin ideolojisinin yeniden biçimlenmesinde sendikaların başında bulunan devrim kaçkını, sosyalizm hainleri katkıda bulunuyorlar.
Türkiye’deki Türk-İş’e bağlı ya da diğer sendikalara bakıldığında, henüz, Türk-İş tarafından yaygınlaştırılan Amerikan sendikacılığı egemendir. Ama ülke ve dünyadaki gelişmelere bakıldığında, Türk-İş’in itibar kaybetmesi ve işlevsizleşmesine paralel olarak “yenilenmesi” ya da “çağdaşlaştırılması” uzak geleceğin bir sorunu değildir. Bu, Türk-İş’te hiç bir sözü edilir değişikliğe gitmeden mümkün olacaktır. Çünkü “çağdaş” sendikacılığın ilkeleri ile Türk-İş’in ilkeleri, söylem farkı dışında, bir farklılık taşımıyor. Tıpkı eski dünya düzeni karşısında “Yeni Dünya Düzeni’nin” temelde bir farklılık taşımadığı gibi.
Kısacası emperyalizm, kendi dünya düzeninin ihtiyaçlarına göre ideolojisini biçimlendirirken, sendikaları da bu düzenin bir dayanağı olarak biçimlendirmeyi amaçlıyor. Bu yolla, sendikaların emperyalist ideolojinin yaygınlaştırılmasının odağı olması amaçlanıyor.
Bu gelişmeler göz önüne alındığında; ileri işçiler, komünist işçi ve sendikacılar için; sendikalar içinde, sendika ağlarının politikalarını teşhirle sınırlı bir çalışmanın yetmeyeceği açıkça görülür. Tersine, teşhir faaliyetinin doğrudan emperyalist ideolojiye, ondan türeyen politikalara karşı bir mücadele ile birleşmesi, bugün her zamankinden daha önemli bir görevdir. Bu çerçevede, yaygınlaşma eğilimi gösteren ve emperyalist burjuvazinin açık desteğinde ya da ileride açık desteğini alacak özellikler taşıyan çağdaş sendikacılığın teşhiri, onun “Yeni Dünya Düzeni’yle bağlantısının açıklanıp yaygınlaştırılması küçümsenmemesi gereken bir öneme sahiptir. Elbette böyle bir mücadelede komünistlere, devrimcilere önemli görevler düşmektedir, ama bu çabanın başarılı olması için ilericilerin, devrimci-demokratların yönetiminde bulunan sendikaların da emperyalist ideolojiye karşı tutum almaları, onun etkinliğini kırmak için etkinlikler düzenlemeleri vazgeçilmezdir. Bu anlaşılamaz ve eskiden olduğu gibi, ilericilik; “insan hakları”, “barış”, “çoğulcu demokrasi”, “bireysel özgürlük” söylemleriyle ölçülürse, kaçınılmaz olarak emperyalist ideolojinin hazırladığı tuzağa düşülecek, ilericilik adına “Yeni Dünya Düzeni’ni” Türk-İş’lerin inşa edilmesine katkıda bulunulacaktır.
Dünyadaki gelişmeler ve sendikalar içindeki kaynaşmalar göz önüne alındığında, sadece uluslararası platformlarda değil, sendikalar içinde de ideolojik mücadele, hayati bir önem taşımaktadır.

Ağustos 1992

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑