Mayıs ayı, “Yeni Dünya”nın, eski dünyadan başka bir şey olmadığını, bütün çürümüşlüğü ve gelişmeleriyle kapitalizmin dünyayı can çekişme çırpınışlarıyla sarsmaya devam ettiğini gösterdi. Ama kapitalizmin çırpınışları ne kadar şiddetli olursa olsun, onun gerçek mezar kazıcıları, örgütlü politik bir güç olarak sürece ağırlığını koymadıkça kendiliğinden yıkılmayacaktır.
Geçen ay, dünya ve Türkiye için, kapitalizmin çelişkilerinin, iç sarsıntılarının ve açmazlarının değişik görüntüleri bakımından geniş bir panorama çizmeye elverişli zenginlikte geçti.
1 Mayıs bütün dünyada, işçi sınıfının kendi varlığını göstermek, “sınıf yok”, “proletarya geçmiş yüzyılda kaldı” tezlerini yalanlamak istercesine, yığınsal olarak kutlandı. Sınıf, en temel ve kendi tarihi kadar eski geleneğini yüz yıllık “birlik, mücadele, dayanışma” sloganıyla yaşattığını gösterdi. Bu gösterilerin belki de pek çoğu sarı sendikalar tarafından ister istemez örgütlenmişti, belki de gösterilere katılan işçilerin pek çoğu, sahip oldukları büyük devrimci gücün farkında değillerdi. Ama beş kıtada, milyonlarca işçi, milyonlarca “ücretli köle”, kendilerine ait bir tarihleri bulunduğunu, kendilerine ait bir dünyanın mümkün ve gerekli olduğunu, kendi varlıklarının dışında başkaca hiçbir kanıt gerektirmeyecek kadar açıklıkla ortaya koydular. 1 Mayıs, “sosyalizmin mezarlığı” diye anılan Moskova’da da, üstelik büyük bir kitle katılımıyla sosyalizmin talep edildiği bir gösteriyle kutlandı. Revizyonist yönetimlerin resmi, donuk, askeri törenlerinden büsbütün farklı bir halk gösterisiydi bu.
Mayıs ayının diğer önemli olayı, Amerika’da “kara isyan” olarak adlandırılan ayaklanmaydı. “Kara isyan”, Amerika’daki saptırılmış, içi boşaltılmış ve ezilen ırkın tepkileriyle donatıldığı için geri düzeyde bırakılmış zenci hareketinin, gerçekte bir yoksullar, işsizler hareketi kimliğiyle yaşamakta olduğunu ve her an bir başka vesileyle patlama potansiyeli taşıdığını gösterdi. Bu, olayların “Amerikan Rüyası’nın sonu”nu göstermesinden daha önce ve önemle vurgulanması gereken yanıdır. Yalnızca zencilerin değil, küçümsenmeyecek ölçüde beyazların da katıldığı ayaklanma, Amerika’yı bir baştan ötekine, günlerce kavurdu. Daha yüz yıl önce, zenci sorununun ırksal değil, sınıfsal bir içeriği olduğu ve kapitalizmin ilişkilerinin genel çerçevesi içinde bir anlamı bulunduğu komünistlerce saptanmıştı. “Kara isyan” adıyla, özellikle bu yanın üstü örtüldü. Ayaklananların, yoksullar ve işsizler değil, yalnızca rengi siyah olanlar olduğu söylenince, Amerikan düzeninin kapitalizmin karakteristikleriyle örülmüş çelişmeli ve çürük dokusu yeterince görülmüyor. Amerika’daki ayaklanma, bir “zenci ayaklanması”, bir “siyah isyan” değil, bir “yoksullar ayaklanmasıydı.” Ve tıpkı, Moskova’daki 1 Mayıs gibi, emperyalist süper devletlere, kendi metropollerinde kendi çelişmelerinin yarattığı çatırtıyı dinletti.
Yeni bir sıçramaya hazırlanan Almanya’da 1 Mayıs, işçi sınıfının hemen tüm kitlesinin grevde olması gibi özel bir biçimde kutlandı. Bu yüzden ajanslar, 1 Mayıs’ın kutlanmadığı tek ülke olarak bildirdiler Almanya’yı. Sarı sendikalar konfederasyonu DGB’nin kırk bin kişilik yürüyüşü de grev dalgasının gölgesinde kaldı. Başta İtalya, Fransa, İspanya olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerinde de 1 Mayıs, kitlesel işçi katılımlarıyla kutlandı. İşçi sınıfı, kapitalizmin bağrında, onun “mezar kazıcısı” kimliğiyle yaşamakta olduğunu bunu unutmaktan, gizlemekten ya da yalanlamaktan yana olanlara hatırlattı.
Kapitalist emperyalizmin çelişkilerinin bir başka boyutu, uluslararası ilişkiler içinde yansıyor. Kafkasya ve Balkanlardaki çatışmalar, Mayıs ayı boyunca devam etti. Asya, Afrika, Latin Amerika’daki çatışma odakları içinde bu iki bölge, katliamlar ve kanlı çatışmaların yoğunluğunun yanı sıra, dünya çapında geniş ilişkiler ağını ilgilendirdiği için sürekli bir gündem maddesi oluşturuyorlar. Bu olaylar, “Yeni Dünya Düzeni” kavramının yalnızca emperyalist nitelikte bir ideolojik propaganda sloganı olduğunu ve gerçek içeriğinde, hegemonya mücadelesi ve hammadde kaynakları üzerinde paylaşım kavgası bulunduğunu bütün çıplaklığıyla gösteriyorlar.
Türkiye’de Mayıs ayı, 1 Mayıs’ın, kanlı 1977 1 Mayıs’ından sonra İstanbul’da ilk kez “yasal” ve görece geniş kitlesel katılımlı kutlanmasıyla açıldı, “yasal” toplantılara da, yasadışı kutlamalara da katılım güçlü, yaygın ve coşkulu oldu. İşçi sınıfı ve emekçi halk, yoğun karşıdevrime baskı ve propagandayı cesaretle göğüsleyerek 1 Mayıs’a sahip çıktılar. Böylece, tekellerin saldırısına ve devlet terörizmine karşı halk muhalefetinin yükseleceği temeli, nesnel olarak gösterdiler.
Geçtiğimiz aylar, faşist terörün yeni “zaferlerine” de sahne oldu! On bir Devrimci Sol üye ve taraftarı yiğitçe direndikleri baskınlarda, özel timler tarafından katledildi. Kürdistan’da gerilla niyetine sivil halktan seçerek öldürme olayları artarak devam etti. Devlet, basın ve çeşitli kamuoyu yönlendirme odakları, “terör” ve “bölücülük” karşısında, halkın devletle bütünleştiği propagandasına görülmemiş bir abartma ile ağırlık verir ve bunun gerçekten kendi hayal ettikleri ölçüye ulaşması için haber üretirken işçi sınıfı ve emekçilerin yayılan grevlerinden, işten atmalara karşı direnişlerini, kısaca kitlelerin sürüp giden ekonomik ve demokratik mücadelesini bütünüyle gözlerden gizlemeye çalıştılar.
Bütün bu olaylar, dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de, toplumsal hareketin iki ucunu, egemen sınıflar ve onların politik ve militer güçlerinin çok yönlü faaliyeti ile, bunun karşısında işçi sınıfı ve halkların mücadelesini ortaya koydu. Mayıs ayı, “Yeni Dünya”nın, bildiğimiz eski dünyadan başka bir şey olmadığını, bütün çürümüşlüğü ve çelişmeleriyle kapitalizmin dünyayı can çekişme çırpınışlarıyla sarsmaya devam ettiğini gösterdi. Ama kapitalizmin çırpınışları, ihtilaçlı sarsıntıları ne kadar şiddetli olursa olsun, onun gerçek mezar kazıcıları, örgütlü politik bir güç olarak toplumsal süreçlere ağırlığını koymadıkça kendiliğinden yıkılmayacaktır.
Dünya, 80’li yılların bulanıklığından şimdi yeni bir berraklığa doğru ilerliyor. Sosyalizm, tarihsel haklılığını ve zorunluluğunu kanıtlamak için kapitalizmin kendisine sunduğu verilerden daha fazlasına muhtaç değil. Ezenlerin ve ezilenlerin kavgasının kesintisiz devam ettiği bir dünyada, sosyalizm, insanlığın değişmez umudu olmaya devam ediyor. Yaşanan olaylar ise, sosyalizmin yalnızca geleceğe ait bir özlem değil, günümüzün gerçekliğe dönüşmesi yakıcı bir ihtiyaç halini almış bir imkânı olduğunu gösteriyor.
Haziran 1992