12 Mart darbesine gelen süreçte; gençlik hareketinin zaaflarının öğrenci gençlik mücadelesini engelleyen boyutlara doğru hızla ilerlediğine değinmiş, bunların nedenleri üstünde 37. sayımızda durmuştuk.
12 Mart darbecileri, darbelerine “meşruiyet” kazandırmak için daha ilk günden itibaren devrimci gençliği ve onların önderlerini “anarşist”, “terörist” ilan etmişti. Ve ilk saldırı da devrimci gençliğin ileri unsurlarına ve devrimci gençlik örgütlerine oldu. Dernekler kapatıldı, Gözaltılar, tutuklamalar, işkence tezgâhları, yüzlerce kişilik davalar, kurşunlamalar ve nihayet öğrenci gençlik hareketinin simgesi haline gelmiş Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamları, Kızıldere’de olduğu gibi katliamlarla gençlik yıldırılmaya, emekçi sınıflardan tecrit edilmeye çalışıldı. Darbecilerin yürüttüğü propagandanın merkezinde, devrimci gençliğin hedef tahtası ilan edilmesi vardı. İki yıl boyunca üniversite ve yüksek okullar bir kışla disipliniyle yönetildi ve sonradan 12 Eylülcülerin deneyeceği yöntemlerle gençlik kazanılmaya, kazanılmayanlar da hizaya getirilmeye çalışıldı. Yüksek öğrenim gençliği bu baskılara karşı direnmeyi başardı ve darbeciler, gençlik örgütlerini dağıttılar, mücadeleyi engellediler, ama gençlik yığınlarını kendi saflarına çekmeyi başaramadılar. Nitekim 72 sonlarında mücadele yeniden bir yükseliş aşamasına yöneldiğinde ilk toparlanan öğrenci gençlik oldu.
12 Mart darbesi öncesinde, polis ve MİT’le ortak çalışan şeriatçılar ve MHP’li faşistler zaten örgütlü birer cinayet örgütü olarak çalışıyorlardı. 12 Mart darbesiyle bunlar, özellikle de MHP’li faşistler adeta sıkıyönetim emrinde faaliyet gösteren gruplara dönüştü. Faşistler, sıkıyönetim mahkemelerinin başlıca ve güvenilir tanıkları olarak duruşmalara çıktılar, ihbarcılık yaptılar, gençlik içinde provokasyonlar tezgâhladılar vb. Sıkıyönetimin kanatlan altında silah vb. bakımdan teçhizatlanıp örgütlerini sağlamlaştırdılar. Devrimci gençlik mücadele için yeniden toparlanmaya yöneldiğinde, faşist çeteler de karşı saldırı için hazırdı.
1973 yılına gelindiğinde, yüksek öğrenim gençliği 71-72 yenilgisinin ardından henüz dağınık ve örgütsüzdür. Ne var ki, 71 hareketi geniş gençlik kesimleri içinde prestij ve etkisini sürdürmektedir. Dağınıklık, örgütsel plandadır; gençliğin ileri unsurları hızla örgütlenme isteği içindedirler ve bu doğrultuda çalışmaya yönelirler.
İYÖKD (İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği) dönemi
1973 Kasım’ında İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği (İYÖKD) kurulur. Yüksek öğrenim gençliğinin derneklerde örgütlenme eğilimi çok yüksektir ilk yıllar. İYÖKD adından anlaşıldığı gibi yalnızca İstanbul yüksek öğrenim gençliğini kapsıyordu. Ancak gençliğin örgütlenme çabalan İstanbul’la sınırlı kalmıyordu. Başta İzmir ve Ankara olmak üzere üniversite ve yüksek okulların olduğu diğer illerde de süreç ilerledikçe dernek ve benzeri tipte örgütlenmelere gidilir.
İYÖKD tek tek birimlerde, okullar ve fakültelerde oluşturulan birim derneklerinin üzerinde yükselen bir oluşum olmadı. İstanbul’un değişik yüksek okul ve fakültelerindeki farklı siyasal görüşler etrafında kümelenmiş ileri öğrencilerin yürüttükleri bir dizi tartışmanın ardından (tartışmalarda mevcut koşullarda böylesi yasal bir derneğin kurulup kurulamayacağı ve bunun mücadeleye getirecekleri yer alıyor), il düzeyinde merkezi bir bir öğrenci derneğinin kurulması kararlaştırılıyor.
İYÖKD kurulduktan sonra, tek tek okul ve fakültelerde birim örgütlerinin oluşturulması yoluna gidilir.
1. Kongre’ye kadar İYÖKD’nin temel faaliyeti bildiri ve bülten çıkarmak yoluyla yürüttüğü propaganda faaliyetidir. Propaganda çalışmalarının içeriğini, yüksek öğrenim gençliğinin akademik-demokratik sorun ve taleplerinin yanı sıra; örneğin 1974 Nisan’ında otuzuncu kuruluş yıldönümünde NATO’yu protesto kampanyasında olduğu gibi anti-emperyalist talepler de yer almaktadır. Yine, “Tüm siyasi tutuklulara koşulsuz özgürlük” adı altında doğrudan siyasi talepler için de kampanya yürütülmüştür. Bu tür kampanyalarda çalışma, yalnızca öğrenci gençlik içinde kalmamış, diğer halk kesimlerine yönelik olarak da propaganda ve çağrılar yapılmıştır.
İYÖKD’nin birinci kongreye kadar yürüttüğü çalışmalar yukarıda da belirtildiği gibi propagandayla sınırlıydı. Bunun dışında, öğrencilerin somut talepleri için eylem ve benzeri faaliyetler, genel çalışmalar içinde fazlaca yer almaz.
Propaganda çalışmaları, kısa bir süre içinde yankısını bulur, öğrenciler derneğe daha çok ilgi duymaya başlar. Diğer illerdeki yüksek öğrenim gençliği de İstanbul’daki gelişmeleri yakından izlemeye başlar. Propaganda çalışmaları ve kampanyalar, gençlik içindeki potansiyelin açığa çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Öyle ki, Birinci Kongre’ye diğer illerden de temsilciler gelir.
İYÖKD geliştikçe pratik faaliyetleri de artara Çalışmalar yüksek öğrenim gençliğinin temel akademik ve demokratik sorunlarını kapsadığı gibi siyasi talep ye tavırları da içermektedir. Birinci Kongre ile İkinci Kongre arasındaki bazı çalışmalar şöyledir.
-İETT zamlarına karşı protesto kampanyası: 1974 baharında İETT’nin otobüs biletlerine zam kararı alması karşısında, İYÖKD zamlara ve hatlara göre bilet uygulamasına karşı bir kampanya yürütür. Bu kampanyanın içerisinde yazılı ve sözlü propaganda faaliyetinin yanı Sıra, 1973 sonrası İstanbul’da ilk izinsiz gösteri de gerçekleştirilir. Laleli’den Aksaray’a kadar yapılan yürüyüşe bin dolayında öğrenci katılır. Mitingden birkaç gün sonra İETT, öğrenci biletlerine getirilen zam ve hat uygulaması kararını geri aldığını açıklar.
– Kıbrıs Askeri Harekatı üzerine tavır: İYÖKD, Kıbrıs’a Türk ordusunun girmesini işgal olarak nitelendirir ve şovenizmi kışkırtan işgale karşı “Bağımsız, birleşik Kıbrıs” şiarıyla karşı çıkar. İşgalin ABD emperyalizminin işine gelen bir yan taşıdığına da işaret ederek anti-emperyalist, anti-şovenist bir propaganda faaliyeti yürütür.
– Yüksek Okullar Boykotu: 70’ler Türkiye’sinde yüksek öğrenim gençliğini ilgilendiren önemli sorunlardan biri de, eğitimdeki eşitsizliktir. Yüksek öğrenim gençliği, özel statü ve paralı öğretime karşı büyük bir tepki içindedir. Bu koşullarda İYÖKD, “Ayrıcalıklı ve paralı eğitime son” temalı, tüm yüksek okulları kapsayan bir boykot örgütler. Boykot başarılı olur, tüm yüksek okullarda öğretim durur. Paralı öğretime karşı boykot yukarıdaki temadan başka, bazı demokratik istemleri de kapsar. Boykotun taşıdığı önem başarılı olmasının dışında, 12 Mart sonrası sivil faşist çetelerin, gençliğin mücadelesine karşı doğrudan ilk tavır almaları, sahneye ilk kez konulmalarıdır. Sivil faşistler, boykotu kırmak amacıyla okullara girmek için saldırılarda bulunurlar, kavga çıkarırlar. Faşist çetelerin terörüne rağmen boykot sürer ve zamanın Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ’ın öğrencilerle görüşüp isteklerini kabul etmesiyle sona erer. Boykot, 12 Mart sonrası yüksek öğrenim gençliğine büyük bir moral kaynağı olur.
Bundan sonra sivil faşist saldırılar artarak yoğunlaşacaktır. Sivil faşist çetelerin ortaya çıkışı ne ilk ne de tesadüfîdir. Yıllardır hazırlanan ve 12 Mart darbesi içinde militarist bir örgütlenmeye dönüştürülen faşist çeteler, yükselen öğrenci gençlik mücadelesi karşısında bir barikat oluşturmak amacıyla, MİT-MHP ve öteki devlet güçlerince bilinçli ve planlı bir biçimde sahneye sürülmüşlerdir.
– Şahin Aydın ve Kerim Yaman’ın öldürülmesini protesto eylemi: Gençliğin mücadelesini engellemek için dozunu artırarak süren faşist saldırılar sonucu İYÖKD’li Şahin Aydın (19 Aralık 1974’te) Kerim Yaman (23 Ocak 1975’de) öldürülür. Her iki öldürme olayına da öğrenciler kitlesel olarak tepki gösterirler. Şahin Aydın’ın öldürülmesi arkasından boykotlar, Kerim Yaman’ın öldürülmesinden sonra ise boykot ve işgallerle tepkilerini dile getirirler. Oldukça büyük kalabalıkların katıldığı gösteriler yapılır. Bunlar, 12 Mart sonrasının ilk işgal ve kitlesel gösterileri olması bakımından önemlidir.
Döneme özgü eylemleri uzatmak mümkün. Ancak yazının amaç ve kapsamı açısından bu gerekmiyor. Yukarıda sıraladığımız örnekler, yüksek öğrenim gençliğinin faşist saldırılara karşı topyekûn karşı koyuşunu ifade ettiği gibi, gençlikteki devrimci potansiyeli de açığa vurmuştur. Söz konusu eylemler (özellikle işgal ve boykotlar), gençliğin yalnızca faşizme karşı mücadelesini yükselttiği eylemler değil, aynı zamanda eylem içinde yüksek öğrenim yapısından, kapitalizm ve sosyalizmin vb tartışıldığı bir ortamı da geliştirip olgunlaştırmıştı.
Şahin Aydın ve Kerim Yaman’ın öldürülmeleri, 12 Mart sonrasının ilk cinayetleridir ve bundan sonra giderek artan bir sıklıkla devrimcilere yönelik faşist cinayetler sürecektir.
Kasım 1974’te “İleri” adlı bir gazete çıkartır İYÖKD. Ancak 6 sayı çıkabilen gazetenin bürosu polis tarafından basılır ve Şubat 1975 tarihinde gazetenin yayın hayatı sona erer.
Homojen bir yapıya sahip olmayan İYÖKD içindeki farklı grupların tartışmaları ve yönetim kurulu üyelerinin bir kısmının tutuklu olması nedeniyle seçimleri yenileme yoluna gidilir. İYÖKD’nin İkinci Kongresi buna yöneliktir. Bütün okul ve fakültelerde seçimlere gidilir. Ne var ki, seçimler daha güçlenmiş bir örgüt, gençliğin ortak bir platformda birliğini sağlamaz; tam tersine gençliğin mücadelesini zayıflatan bir ayrışmayı doğurur.
Ayrışmanın nedeni kuşkusuz ki, kongrenin kendisi değil, 12 Mart darbesi öncesi mirasının olumsuz yanının hortlatılmasıdır: İYÖKD, kuruluşunda farklı görüşlere mensup gençlik kesimlerinin ortak çabasıyla kurulmuş olma gibi olumlu bir özellik taşıyordu. Yine, İstanbul yüksek öğrenim gençliğinin anti-faşist mücadele platformunu ifade etmesi ve militan tutum ve çizgisiyle İYÖKD olumlu yanlar taşımasına karşın bir takım zaaflara da sahipti.
İYÖKD’nin, kuşkusuz en temel zaafı, öğrenci gençliğin kitlesel bir örgütü değil, bir devrimci gençlik örgütü olmasıydı. Üstelik bu devrimci gençlik örgütü, Dev-Genç gibi, birimler temelinde örgütlenerek yığınlarla organik bağlara da sahip değildi. Bu durum, örgüt içinde grupçuluk eğilimlerini kışkırtıcı bir durumdu. Gruplar arası rekabet örgüt içinde demokrasi yokluğu ile birleşince, homojen bir yapıya sahip İYÖKD kaçınılmaz olarak parçalanma sürecine girdi.
1960 sonunda olduğu gibi, ‘72 sonrasında da asıl zaaf birimler temelinde örgütlenen kitlesel öğrenci gençlik derneklerinin olmaması, ya da sadece görünürde olmasıydı. Salt devrimci öğrencilerden oluşan, kitlelerin denetiminden uzak bir İYÖKD, eninde sonunda grup çatışmalarına mahkûm olarak doğmuş, gruplar-arası çatışmalar yumuşak bir düzeyde seyrettiği sürece varlığını sürdürebilmiştir. Mücadelenin şiddetlenmesiyle birlikte (mücadelede her şiddetlenme, birbirine ne kadar yakın olursa olsun, siyasi gruplar arasındaki ideolojik mücadeleyi de şiddetlendirir) İYÖKD içindeki birlik de çökmüştür.
Günümüzün, geçmiş devrimci gençlik mücadelesi üstüne, iddialı kitaplar yazan yazarları (Celalettin Can gibi) bu dönemdeki parçalanmayı “sosyal emperyalizm tezini savunan” grupların varlığına bağlıyor ve “sosyal emperyalizm tezi savunulduğu” için devrimci gençlik örgütünün parçalandığını iddia ediyorlar. Her zamanki gibi, gerçek nedenlerle değil, görüntülerle bahanelerle olayları açıklama yolunu seçiyorlar. İYÖKD gibi, değişik siyasal çevrelerin kümelenmesinden meydana gelen her örgütlenmenin yaşamasının ilk koşulunun örgüt içinde her siyasi görüşün kendisini ifade etmesinin olanaklarının yaratılması olduğunu görmek istemiyorlar. Çoğunluk olmak, seçilmiş olmak diğer görüşlerin varlığını ortadan kaldırmaz, kaldırmamalı da. Bu dün de, bugün de böyledir. Eğer bir kitle örgütü içinde-varolan grup ya da kişilerin propaganda özgürlükleri yok edilirse o örgüt eninde sonunda parçalanır. Görünüşte parçalanmasa bile, gerçekte parçalanır ve işlemez hale gelir. Nitekim sonraki yıllarda Dev-Genç içinde “sosyal emperyalizm tezi’ni savunan kimse olmadığı halde, Önce Kurtuluşçular ayrılıp kendi “Dev-Genç”lerini, arkasından “Dev-Sol” kendi Dev-Genç’ini kurmak zorunda kalmıştır. Çünkü “çoğunluk ne derse örgütte o olur, onun görüşleri dışında görüşler propaganda yapamaz” anlayışının mantıksal sonucu, heterojen bir örgütü son atomuna kadar parçalamayı zorunlu kılar. İYÖKD’de başlayan sürecin sonraki yıllardaki gelişmesinin, devrimci gençlik örgüt ve eyleminin çok parçaya ayrılmasının açıklaması bundan ibarettir.
Özellikle “cepheci” grup, İYÖKD’nin esasen (açıkça değilse de aldıkları tutumla) homojen bir yapıda olması gerektiğini savunuyor; heterojenliğini ortak mücadeleyi etkileyen bir etken olarak değerlendiriyordu. Bu nedenle de; ajitasyon-propaganda özgürlüğüne karşı çıkıyordu. Yine aynı nedenle, mevcut yapısal koşullarda faaliyet programının ancak tam olarak çoğunluk halinde uygulanabileceğini savunarak, yönetimin homojen olması gerektiğini ileri sürüyordu. Bu perspektif, pratikte grupların kendi propagandalarını yapmalarına yasak getirme ve kendi görüşünü dayatma olarak ifadesini bölüyordu.
“Cepheci” grup, dünya sorunları ve Türkiye devriminin yoluna ilişkin görüş ayrılıklarını ayrılmanın temel nedeni olarak gördü ve buna uygun, farklı olanı dıştalama, hayat hakkı tanımama ve kendisini ifade etmesine engel olma şeklinde bir çizgi izleyerek, iyice ayrışmanın yolunu açtı. Kuşkusuz bu yalnızca bir tek grubun tutumuyla açıklanacak bir şey değildir, ama yönetimi elinde bulunduranların diğerlerine söz ve yaşam hakkı tanımaması ağırlıklı faktörü oluşturuyor. Çünkü cepheci grup, İYÖKD örgütlülüğünü ya da genel olarak gençliğin kitlevi örgütlülüğünü bir parti örgütüyle karıştırıyordu.
Oysa gençlik içinde farklı siyasal kümelenmelerin olması yanlış bir şey değildir. Zaten böyle bir kümelenme “doğru-yanlış” zemininde değerlendirilemez. Gençliğin farklı siyasal görüşler etrafında toplanması, kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü sınıflı toplumlarda farklı sınıflara karşılık düşen farklı ideolojilerin olması ne kadar doğalsa, farklı sınıflarla ilişkisi/bağlantısı olan gençliğin de farklı görüşleri benimsemesi ve kümelenmesi de o kadar doğaldır. Gençliğin farklı siyasal görüşler etrafında kümelenmesi onun ortak bir platformda, siyasal örgütlenme açısından anti-emperyalist, anti-faşist ve birimlerinde kendi temel sorunları etrafında mücadele etmesine engel değildir. Doğru olan, gençliğin kendi içinde demokrasiyi uygulaması ve siyasi grupların kendini ifade etme hakkının tanınması temelinde ortak talepler, asgari müşterekler için, bütün gençliği ilgilendiren sorunlar için birlikte mücadele etmeleridir. Kısacası, ayrışma farklı siyasal görüşlerin varlığından değil; farklı siyasal görüşlerin ifade edilmesi zemininin olmamasından kaynaklanıyordu. Farklı görüşlerin varlığını öne çıkarma, ortak hareket zeminini yanlış kavramayı ifade eder. ’68 gençliği ve Dev-Genç kesinlikle homojen bir yapıda değildi, ama kitlesel ve birlikte mücadelenin, zaaflarına karşın olumlu bir örneğiydi.
ÖTK (Öğrenci Temsilciler Konseyi)
İYÖKD sonrası gelişmelere geçmeden önce, farklı bir deneyimi değerlendirmek istiyoruz. Bu deneyim döneminin gençlik örgütlenmesinden bazı farklılıklar taşıyan ODTÜ-ÖTK örgütlenmesidir.
ÖTK (Öğrenci Temsilciler Konseyi)’lar yalnızca Ortadoğu Teknik Üniversitesinde değil, Boğaziçi Üniversitesi ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nde (1978 yılında) ve hatta Ankara’daki kimi liselerde de uygulandığı halde, adının Ortadoğu Teknik Üniversitesi ile anılmasının ve bilinmesinin nedeni doğuşunun ve en iyi uygulanışının burada olmasından kaynaklanıyor.
1975 Nisan’ında ODTÜ gençliği, mütevelli heyetlerine karşı özerk-demokratik üniversite talebiyle sekiz ay süren büyük bir boykot yapar. ÖTK’nın doğuşu bu boykotla olur. Sekiz ây gibi uzunca bir süre süren boykotun organizasyonu, boykot süresince üniversitedeki faaliyetin düzenlenmesi vs. belli birtakım mekanizmaları ve işleyişi gereksinir. Olayın bir de ilginç bir yanı vardır. ÖTK’nın isim babalığı şerefine rektör Tarık Somer nail olur. ODTÜ-DER’i kapatmak isteyen rektör Tarık Somer, “ODTÜ-DER bir avuç anarşistin yeridir, öğrencileri temsil edemez” gerekçesiyle ODTÜ-DER’den kurtulmak ister. ODTÜ-DER’i kapatma kararını meşru göstermek için de, “öğrencileri ancak demokratik bir temsilcilik kurumunun temsil edebileceği”ni söyler. Rektörün bu açıklaması ODTÜ öğrencilerinin eline iyi bir fırsat verir. Temsilcilik hakkı ileri sürülür ve rektör kabul etmek zorunda kalır.
ÖTK, birimler temelinde, sırasıyla sınıf, bölüm, yurt, fakülte temsilciler konseyi gibi kademeli bir mekanizmadan oluşur. Her birimde seçilmiş temsilciler, bağlı ana bölümün (fakülte ya da yurdun) temsilciler konseyini oluşturur. Bunun üzerinde de ÖTK Yürütme Konseyi yer alır. Yürütme Konseyi koordinasyon ve organizasyon göreviyle yükümlüdür.
İlk genel (kampus) ÖTK’sı, temsilciler konseyinin seçtiği temsilciler ile ODTÜ-DER’in yönetim kurulundan oluşur. (ODTÜ-DER yönetim kurulu da seçimlere katılır. ÖTK seçimleri, hem birim temsilciliğinin hem de kampus konseyinin seçimi için iki oy kullanımıyla yapılır.) Seçimlere cepheciler bir grup olarak girerken, ayrıca iki grup daha vardır. Bunlar Devrimci Muhalefet Birliği (ki, HK, HY ve Halkın Gücü taraftarlarından oluşur) ve CHP reformistlerinin de yer aldığı TKP, TİP’ten oluşan revizyonist-reformcuların bloğudur.
ODTÜ-ÖTK’nın gerçekleştirdiği başlıca iki büyük eylem ve etkinlik vardır. Birincisi, mütevelli heyeti tarafından ODTÜ gençliğinin mücadelesini engellemek ve kampusa jandarmanın yanı sıra sivil faşist çetelerin girmesini sağlamak için bir faşist olan Hasan Tan’ın rektörlüğe getirilmesini protesto eylemidir. Ki, bu çerçevede amatörce bir hiciv çalışması başlar ve bu çalışmadan giderek uluslararası bir organizasyon yaratılır. ODTÜ tarihinin ikinci büyük boykotu olan ve 6 ay süren boykot faşistlerin kampus önünde öğrencilere karşı giriştikleri saldırıyı protesto için başlar. Boykot, geniş bir katılımla ve “derslere girmeme” veya “okula gelmeme” gibi pasif bir tarzda değil; eylem boyunca üniversite etkinliklerinin gerçekleştirildiği ve dar bir kadronun etkinliği yerine kitlenin aktif katılım ve etkinliğinin sağlandığı bir eylem olarak gerçekleşir. Boykot süresince karikatür yarışmasından, futbol turnuvasına; boykot sırasında memleketlerinde bulunan öğrencileri boykota katmak ve boykot hakkında halkı bilgilendirmek için hemen hemen bütün illere dağıtımının sağlanabildiği gazete çıkarmaya, sokak sokak bildiri dağıtmaya kadar bir dizi etkinlik ve çalışmada bulunulur.
Sıkıyönetim altında ÖTK seçimleri yapılır. Ne var ki, üniversite yönetimi temsilciliği kabul etmez. Bunun üzerine ÖTK yarı-legal bir konuma geçer ve faaliyetini sürdürür. Ta ki, 12 Eylül askeri darbesi gelene kadar, hatta ondan bir süre sonraya, 81 yılına kadar yasadışı olarak ÖTK faaliyetini yürütmeye çalışır.
ÖTK’yı gençliğin örgütlenmesi ve mücadelesi açısından önemli kılan özelliklerinden burada söz etmek gerekiyor. Her şeyden önce ÖTK, bir kitle hareketi içinde ve tabandan, aşağıdan yukarıya doğru doğmuştur. (ÖTK da bir örgüt olarak bir araçtır; her koşul ve durumda ÖTK’nın izlediği seyir ve tarzın mutlak olarak uygulanması zorunlu değildir. Fakat temel bazı özellikleri nedeniyle ÖTK gençlik hareketi ve örgütlenmesi için önem taşımaktadır.) Aşağıdan yukarıya doğru örgütlenme bir kitle örgütü için ideal olandır, fakat bu kesenkes bir zorunluluk değildir. ÖTK oluşum biçim ve süreciyle bulunduğu alanın koşul ve ihtiyaçlarına uygun düşmüştür. Oluşum ve örgütlenme biçimiyle demokratiktir ve kitlesel bir karaktere sahiptir. Tüm kararlar haftada bir toplanan genel kurul niteliğindeki ÖTK konseyinde alınırdı. ÖTK yürütme kurulu koordinasyon ve organizasyondan sorumluydu. Acilen karar alınması gereken konu ve durumlar dışında, uzun veya kısa dönemli her türlü program ve anlayış komiteler aracılığıyla en geniş katılım içerisinde oluşturulmaya çalışılmıştır. ÖTK’nın bu kitlevi karakter ve yapısı, onun değişen koşullara hızla uyum sağlayabilmesini ve gerektiğinde yarı-legal hatta yasadışı biçimde faaliyetini sürdürmesine olanak taşıyacak esnekliktedir.
Bu olumlu özelliklerinin yanında, ODTÜ-ÖTK’da D.Yol’cular yönetimdeki sayısal çoğunluklarını, diğer gruplara siyaset yasakçılığı şeklinde anti-demokratik baskıcı uygulamalarını dayatma yönünde kullandıklarından, ÖTK’nın yukarıda sözü edilen karar alma mekanizmasındaki demokratik işleyişin tavsamasına yol açmış; zamanla kitle katılım oranının % 90’lardan % 70’lere düşmesine etkide bulunmuştur. Siyaset yasakçılığı ve birimlerin bağımsız bildiri, propaganda çalışmaları vs. türünden etkinliklerine vesayet makamı gibi kısıtlama getirme, gençliğin ortak mücadele platformunu sınırlayan ve daraltan bir etkiye de yol açmıştır. Ama örgütün kitlesel karakteri ve her siyasi yoğunluğun kitlelerle her an yüz yüze ve davranışlarının hesabını vermek zorunda oluşu grupçu tutumları geriletiri bir etken olmuştur. Bu yüzden de diğer fakülte ve yüksek okullarda görülen bölünme ve devrimci gençlik hareketinin yığınlardan tecridi ODTÜ içinde (elbette ODTÜ’nün bir kampus içinde toplu olması ve uzunca bir devrimci gençlik mücadelesi geleneğinin bulunması gibi özelliklerle birlikte) diğer fakülte ve yüksek okullardaki kadar derin olmamıştır.
İYÖD ve Yeni Gruplaşmalar
İYÖKD’nin kapatılmasından sonra, yeni bir derneğin hemen açılması çalışmalarına başlanır. İstanbul’da tek bir kitle örgütünde fikir birliğine varılır. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, “cepheci” grubun dernek yönetiminde homojenlikte ısrar etmesi, nispi temsile karşı çıkması ve bir kitle örgütü ile parti arasındaki ayırımı kaldırıp kitle örgütüne parti misyonu yüklemesi ve kendi anlayışını dayatmaya çalışması karşısında, İYÖD yalnızca cepheci görüşe mensup kesim tarafından 1976 yılında kurulur.
Aynı yıl Devrimci Gençlik dergisi yayın hayatına başlar ve siyasi-ideolojik perspektif etrafında bir örgütlenme yaratmaya yönelir. Bu dönemde cepheci grup içinde ilk ayrışmalar sonradan her biri ayrı birer siyasal örgüt olan MLSPB, Acilciler ve Kurtuluş’çular şeklinde yaşanır. Bir tarafta bu gelişmeler yaşanırken, öte yandan 1976 Kasım’ında İstanbul, Ankara ve Erzurum yüksek öğrenim gençlik derneklerinin birleşmesiyle Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu DGDF kurulur. Federasyondan önce çıkan Devrimci Gençlik dergisi bu adımı hızlandırır.
DGDF, Dev-Genç adını kullanır. Ne var ki, bu Dev-Genç 70’lerin Dev-Genç’i değildir; ondan çok farklıdır. DGDF yüksek öğrenim gençliğinin farklı siyasal görüşlere mensup tüm kesimlerini kucaklayan Ve anti-faşizm, anti-emperyalizm ve akademik mücadeleyi birleştiren ’70 yıllar Dev-Genç’i değildir. O, yalnızca “cepheci” görüş yanlısı gençliğin örgütüdür. Ve gelişim seyriyle tek bir siyasi hareketin gençlik örgütü niteliğini kazanmıştır. DGDF’nin gerek oluşum süreci, gerek işleyişi, tüzüğü ve en önemlisi izlediği çizgi ile 70’lerden farklıdır. 1976’nın Dev-Genç’ini yaratan şey, devrimin stratejisinin ne olacağıdır. Dolayısıyla DGDF, 70’lerdeki gibi bir kitlesel bir gençlik örgütü değil, daha çok bir parti, ya da olmayan bir partinin yan örgütü niteliğindedir. Oluşumunda, ülke yapısının tahlili, devrimin yolu-stratejisi, sosyalizmin sorunları, vs. hep belirleyici olmuş; oluşumundan kısa bir süre sonra yaşanan bölünme ve ayrışmalar da bunlar üzerinden yürütülmüştür. Nitekim 1978 yılındaki D.Sol, D. Yol ayrışması da bu nedenle olmuştur. Ayrışmadan, ortaya çıkan iki ayrı siyasal örgüttür; yaşananların gençliğin kitlevi örgütü ve bunun problemleriyle hiç bir ilgisi/ilişkisi yoktur.
YDGD’lerin ortaya çıkması ve faaliyetine geçmeden dönemin özelliklerine ilişkin bir noktaya kısaca değinmekte yarar var. Hareket içindeki ayrışma üniversiteli gençliğin sorunlarının çözümü konusundaki tartışmalardan değil de, Türkiye devriminin yoluna ilişkin görüş ayrılıklarından doğduğu için; doğallıkla da öğrenci hareketi, üniversite yaşamına ilişkin somut talepleri içeren sloganları, anti-faşist, anti-emperyalist gençlik mücadelesinin sorunlarını bir kenara bırakarak, soyut ve çeşitli sol grupların kimliklerini dışa vuran sloganlara yöneldi.
Dev-Genç’in kendi içindeki bu ayrışmasının dışında, İYÖKD’den İYÖD’e geçiş evresinde ayrılmak durumunda kalan kesimler de Yurtsever Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonunu oluştururlar. THKO, THKP-C/M-L (Halkın Yolu-Militan Gençlik) ve Halkın Gücü (Partizan) taraftarlarının birlikte oluşturdukları ve yüksek öğrenim gençliğinin yanı sıra liseli öğrenci gençliği ve işçi ve köylü gençliği de kucaklamayı amaçlayan örgütlerdir YDGD’ler (1977). Ne var ki, farklı siyasal grupların yer alması sürekli olmamıştır; yığınların taleplerinden çok grupların talep ve kısa vadeli çıkarlarının öne çıkarılması, tüm gençliği kazanma perspektifinin yaşama geçmemesi ve kazanılacak kitlenin siyasileşmiş öğrencilerle (diğer gruplardan farklı olarak genç işçi ve köylüler, ama onların en ilerileri) sınırlı olması grup çatışmalarını kaçınılmaz olarak gündeme getirmiştir. Ve YDGD’ler THKO taraftarı işçi, öğrenci ve köylü anti-faşist, anti-emperyalist gençliğin örgütü oldular.
YDGD’ler gençlik hareketi içindeki bölünmeye paralel olarak doğmuşsalar da, gerek kuruluş ve ilk dönemlerindeki farklı eğilimlerden gençliği kapsıyor olması ve, gerekse gençlik örgütlenmesini yüksek öğrenim-üniversite gençliğinin dışına orta öğretim öğrenci gençliğine ve köylü ve işçi gençliğine doğru yaygınlaştırması açısından, 77-80 döneminin öteki gençlik örgütlerinden ayrılır, îşçi gençliği gençlik hareketi ve örgütlenmesinin merkezine koyma ve bunu temel alma, YDGD’ler döneminde ileri sürülmüş ve savunulmuş, uygulamaya sokulmuştur.
Üniversiteli gençlik dışındaki gençlik kesimlerini kapsamak için “Liseliler Birliği” çalışmasına yönelinirken, işçi gençliği kapsamak için de YDGD bünyesinde Emekçi Gençlik büroları ve Emekçi Gençlik Dernekleri çalışmaları yürütüldü. Teorik tartışmalarda işçi gençliğin esas alınması fikrinin savunulmasına karşın aynı güçlülükte bir pratik örgütlenme içine girilemedi; daha çok çırak gençliğe yönelindi. Köylü gençlik, iş, toprak ve eğitim talepleri etrafında örgütlenmeye çalışıldı, ideolojik planda yürütülen tartışmalarla gençliği öğrenci gençlikle sınırlı gören anlayış yıkılarak işçi ve köylü gençliğin de ortak bir örgütlenmede birleştirilmesi görüşü yaşama geçirilmeye çalışıldı.
Kuruluşundan bir yıl sonra YDGD’ler işçi, öğrenci ve köylü gençlerden oluşan binlerce üyeye sahipti ve etkilediği ve harekete geçirdiği gençlik bundan çok daha fazlaydı. 1978 Aralık’ı sıkıyönetimiyle birlikte bütün dernekler ve diğer örgütler gibi YDGF ve birçok şubesi kapatıldı. Bu yasa-dışı koşullarda bile YDGF’nin ülke çapında 60 binin üzerinde üyesi vardır. YDGD’ler yarı legal olarak faaliyetlerini sürdürürler. Ve son YDGF kongresi yasa-dışı olarak yapıldı.
76-80 arası anti-faşîst mücadele
76-77 “Milliyetçi Cephe” hükümetinin işbaşında olduğu koşullarda sivil faşist hareket gelişimini hızlandırır. Saldırılar kitlesel katliamlara dönüşür. Öğrenim ve can güvenliği kalmamıştır ve bu yüzden birçok öğrenci üniversiteyi bırakıp evine dönmektedir. Devrimci gençlik, sivil faşistlerin saldırılarına karşı koyabilmek ve kendisini savunmak için elindeki sınırlı olanaklarla direnmektedir.
Onlarca insanın ölümüne rağmen, gençlik faşist çetelerin okul ve yurtlardaki işgal ve etkinliğini kırmada kararlı bir mücadele gösterdikçe, saldırılar artar. Giderek her gün bir kaç kişinin faşist çetelerin cinayetlerinin kurbanı olması “olağanlaşır”. Ancak, faşist çetelerin arkasında MHP’den tekellere, devlet kurumlarına uzanan çeşitli güç odaklan yükselen kitle hareketini ezmek için ellerindeki polis, sıkıyönetim MİT vb. her gücü devreye sokmakta kararlıdırlar. Faşist cinayet şebekeleri de vurucu güçlerdir. Birer öldürmelerle fazla bir şey elde edemeyeceklerini anlayınca kitle katliamlarına yönelirler ve ilk kitlesel katliam İstanbul Üniversitesinde gerçekleştirilir: 16 Mart 1978’de, İstanbul Üniversitesi önünde, okuldan çıkmakta olan öğrenci kitlesinin üzerine bombalarla ve silahlarla saldırılır; 7 öğrenci hayatını kaybederken, onlarcası yaralanır. Katliamın hemen ardından, 2 bin öğrenci İstanbul Üniversitesi merkez binasında işgale başlar. Katliam duyulur duyulmaz, İstanbul’un dört bir yanından bütün üniversite ve çeşitli liselerden pek çok anti-faşist insan üniversiteye koşar. Beyazıt’tan Sirkeci’ye yapılan yürüyüş büyük bir anti-faşist gösteriye dönüşür.
1978 yılında devrimci gençliğin militan ve kararlı mücadelesi sonucu, okul ve yurtlardaki sivil faşistlerin işgal ve etkinliği kırılır. Ne var ki, buralar hala devletin egemenlik ve etkinliği altındadır. Gözlerden kaçan nokta da burasıdır. Baskı ve terör bitmeyecektir.
Üniversitelerde saldırılar yoğunlaşırken faşist saldırılar semtlere, küçük kent ve kasabalara, hatta köylere kadar yayılır. Devlet destekli faşist çeteler açıkça, çoğu yerde polisle birlikte ilericilere, devrimcilere, sıradan, herhangi politik görüşü olmayan, kısacası kendilerinden olmayan herkesi kurşunlarının hedefi yaparak yığınları terörize etmeye çalışırlar. Faşist terör, Maraş ve Çorum katliamlarıyla doruğa çıkar.
Faşist terör ve sivil faşist çetelerin ilk hedefi yüksek öğrenim gençliğinin mücadelesi olmuştur. Ama terörün hedefi asla gençlik değildi. Tersine asıl hedef ülke çapında yükselen emekçi sınıfların mücadelesiydi. Yükselen devrimci hareket karşısında karşı devriminde yükselmesiyle birlikte gelişiyordu. Bu yüzden de anti-faşist mücadelenin sorunlarının gençlik ve onun örgütleri tarafından çözülmesi elbette beklenemezdi. Bu yüzden de, dönemin anti-faşist mücadelesinin emekçileri faşizme karşı seferber edememesinden şu ya da bu gençlik örgütü elbette sorumlu tutulamaz. Ama bu, gençlik hareketinin biraz sonra sözünü edeceğimiz zaaflarının görmezden gelinmesini engellememelidir.
Sivil faşistlerle mücadelenin sıcaklığında, gözlerden kaçan iki şey vardır. Birincisi, anti-faşist mücadele sivil faşist çetelere karşı mücadeleyle sınırlı kalmış, onların arkasındaki devlet, maşayı tutan el yeterince görülüp mücadelenin asıl ucu buraya yönetilmemiştir. İkincisi, üniversiteli gençliğin öğrenim görme talebi ve daha birçok akademik ve demokratik talep gerektiğince görülememiştir. Esas hedef sivil-faşist işgali kırmak olduğundan, hedef ve çalışmalar işgalin kırılması ile sınırlı kalmış; işgalin kırılması sonrasına ilişkin politika üretme, gençliğin akademik ve demokratik istem ve problemlerine politik yaklaşım ve çözümler pek getirilememiştir. Marksist gençlik, 79’lara gelindiğinde bu eksikleri görüp üniversiteli gençliğin öğrenim ve diğer talepleriyle ilgilenmeye ve bunlar için politikalar üretmeye yönelmişse de, 12 Eylül darbesi süreci kesmiş ve devrimci gençlik kesimleri dışında kalan öğrenci kitlesiyle ilişkilerin gelişmesi arzulanan düzeyde olamamıştır. Bu konuda aşağıda daha geniş değerlendirmelerde bulunmaya çalışacağız.
Ortaöğrenim gençliğinin örgütlenmesi biraz daha geç başlar. İlk tohum üniversite ve yüksekokullarda atılmıştır ve buralardan liselere ve semtlere doğru yaygınlaşmıştır. Ortaöğretim gençliğinin üzerinde milliyetçi-şoven eğitim politikasının bütün baskıcılığıyla yüklenilmiş ve yaşamdan uzak ders müfredatları, ezberci not baskısıyla donatılmış eğitim, belirsiz gelecek kaygısının baskısı, okullardaki disiplin kurullarıyla uygulanan faşist-feodal uygulamalar vs. vs. bir dolu sorun vardır.
Liselerde de sivil faşist hareketin gelişimi ’73’ten itibaren başlar. Liseli gençliğin katmerleşen sorunlarına bir de bu eklenir. Ortaöğretim gençliği 1975 yılından itibaren örgütlenmeye ve mücadele etmeye başlar. Çeşitli adlar altında lise örgütleri ortaya çıkarsa da, yüksek öğrenim gençliğinin mücadelesini baltalayan bütün sorunlar o alanda da yaşanır. Mücadeleye atılıp onun içinde eğitilmesi gereken çok sayıda liseli genç daha baştan “örgüt” ve “grup” disiplini adına dar çevrelere çekilerek enerjisi boşa harcanır, gelişme yönü saptırılır. Bu büyük potansiyel anti-faşist mücadelenin kanallarına akıtılamaz.
74-80 arası gençlik hareketinin kısa bir değerlendirmesi
1974-80 arasında gerek ‘68’le gerek bugünle kıyaslandığında, gençlik hareketi daha siyasileşmiş ve militandır; daha kitleseldir. Bu dönemde toplumun genç kuşağının yüz binleri kucaklayan ileri kitlesi mücadele içindedir. Anti-faşist ve doğrudan siyasi talepler uğruna mücadele daha gelişkindir. Gençlik, militan geleneğini sivil faşist harekete karşı silahlanma eğilimde olduğu gibi, daha ileri aşamalara taşıyarak sürdürür. Düzen karşıtlığı daha bir bilince çıkarılmış ve gelişmiştir.
Yüz binlerce gencin siyasi mücadele içinde olmasına karşın, bütün gençlik faşizme ve sermayenin saldırılarına karşı mücadele talep ve hedeflerinde ve devrimci bir temelde birleştirecek bir siyasi platform gençliğin bütün kesimlerine yol gösterecek etkinliği kazanamadı. Bunda anti-faşist mücadelenin o dönemki karakter ve içeriği, anti-emperyalist mücadelenin giderek tali plana düşmesi ve belirginsizleşmesi, gençliğin akademik, ekonomik ve demokratik istemlerinin yeterince kucaklanamaması, gençlik hareketindeki gruplaşmanın sonucu yaşanan gruplar arası rekabet ve anti-demokratik eğilimlerin gelişmesi, revizyonizm ve reformizmin gençlik üzerindeki özellikle ideolojik plandaki etkilerinin kınlamaması vs. etkin oldu.
74-80 arası gençliğin mücadelesinde anti-faşist yön daha öne çıkmıştır. Başta TKP ve PDA olmak üzere revizyonistler gençliği faşizme karşı mücadeleden alı koymaya, uzlaşma teorilerini hâkim kılmaya çalışmışlarsa da, devrimci gençlik revizyonizmin yolunu izlememiştir. Aktif bir anti-faşist mücadele yürütür ve bu mücadeleye gençliğin on binleri bulan ileri kesimini kucaklar.
74-80 arası anti-faşist mücadelenin önemli bir eksikliği, devrimci gençliğin büyük bir bölümünün faşizme karşı mücadelede MHP’li faşistlere ve faşist hükümetlere karşı mücadeleyle sınırlayan bir platformda kalması; devlete karşı yönelmemesi oldu. Devrimci gençliğin MHP’li faşistlere karşı aktif mücadelesi yanlış değildi; tersine militanlığı, cesareti ile mücadeleye çok şey katmıştır. Fakat, 75-76’lara değin anti-faşist mücadeleye katılan devrimci gençliğin dışında kalan kesimlerin 77-80 arasında bu mücadelenin dışında kalması, çarpışmaların devrimci gençlikle sivil faşistler arasında bu* “düelloca dönüşmesi anti-faşist mücadeleyi zayıflatan bir faktördü. Bu da, “sağ-sol çatışması” şeklindeki demagojinin etkili olmasına yol açtı. Yine, okul ve yurtlardaki faşist işgalin kırılması perspektifinden öteye geçememe, anti-faşist mücadelenin hedefinin devrimci gençliğin faşist işgali kırmasıyla sınırlanması mücadeleyi zayıflatıcı olmuştur. Bu bakış açısı ” üniversiteler kalem izdir” anlayışıyla ifade edilmiş, görünüşte keskin bu politika gençlik mücadelesiyle emekçi sınıflar mücadelesi arasındaki hayati bağı belirsizleştirirken, aynı zamanda diktatörlüğe yönelmesi gereken hareketin hedeflerini daraltıcı bir rol oynamıştır. “Kurtarılmış bölgeler” mantığı öğrenci gençliğin anti-faşist mücadelesinde zayıf yan olarak sürüp gitmiştir. 12 Eylül darbesiyle birlikte bu kalelerin ya da kurtarmış bölgelerin bir gün dahi dayanmadığı görülmüştür. Gençliğin son derece somut ve yakıcı, öğrenim yapma gibi taleplerine politik yaklaşım ve çözüm getirmede, belli bir zaman süren ilgisizlik ve eksiklik, anti-faşist mücadele ile ekonomik-akademik haklar için mücadelenin bir arada ele alınışını zayıflattı.
1974 yılından sonra anti-emperyalist muhteva ve yönelim gençliğin mücadelesinde geri planda kalmıştır. Bunda anti-faşist mücadelenin öne çıkmasının rolü olduğu gibi, daha çok anti-faşist ve anti-emperyalist mücadelenin hatalı ve eksik kavranışı, birbiriyle sıkı bağının görülememesi ve apayrı iki mücadele gibi ele alınışının da etkisi vardır. Devrimci gençliğin bir bölümü, emperyalizme karşı mücadeleyi Amerikan ya da başka bir emperyalist ülkenin konsolosluğu önünde korsan gösteri yapmak ya da binalarına molotof atmak şeklinde görürken; sosyal emperyalizm konusunda revizyonistlerle yürütülen mücadelenin ideolojik platformun dışına da taşması, izlenen taktik ve yöntemlerdeki kimi hatalar da etkili oldu. Ancak anti-emperyalist mücadeledeki esas eksiklik, devletin emperyalizme bağımlılığına, emperyalizm yanlısı ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel politikaların öne çıkarılmasının gerektiğini görememede yatar. Emperyalizme bağımlılığın üniversitelerdeki, eğitim ve öğretim vs.deki politikalarının açıklanıp bunlara karşı somut talepler ileri sürülerek geniş kitlelerin harekete geçirilmemesi hem anti-emperyalist mücadeleyi zayıflatmış; hem de geniş kitlelerin mücadeleye çekile-memesini etkilemiştir.
1974 ve sonrası yıllar Kürt gençliğinin, ulusal istemler için uyanışa geçtiği yıllar oldu. 68 gençlik hareketi, Türk ve Kürt milliyetinden gençliğin demokrasi ve özgürlük için ortak hareketi olmuş; bu hareket her iki ulustan ve çeşitli milliyetlerden gelen gençlik içinde bir yakınlaşmaya yol açmış ve gericiliğe karşı ortak mücadelenin siyasal temelini genişletmişti. ’73-74 sonrası yıllarda Kürt ulusal uyanışına paralel olarak Kürt gençlik içinde de milliyetçi eğilimler, doğal olarak, güç kazanır. Ama bu durum Türk kökenli gençlik kesimleri tarafından doğru değerlendirilemez; milliyetçilik arkasındaki taleplerin demokratik ve özgürlükçü muhtevasının görülmesi yerine dıştaki milliyetçi zarf öne çıkarılır. Bu tutum milliyetçi eğilimleri daha da kışkırtır ve Kürt kökenli politik örgütlerin etkisindeki gençlik kesimleri giderek süren anti-faşist mücadeleye ilgisizleşir ve “metropolde olanlar bizi ilgilendirmez” düşüncesi güçlenir. Bu eğilim, anti-faşist mücadele ve Kürt mücadelesi bakımından olumsuz bir etken olarak büyür, düşmanca tutumların boy vermesine zemin hazırlar.
Dönemin gençlik örgütlerinin durumu daha da kötüdür. Gerçi, bir kaç devrimci gençlik federasyonu içinde on binlerce öğrenci, işçi, köylü genç örgütlenmiş yiğitçe mücadeleye atılmıştır, ama ülke çapında devrimci kabarış göz önüne alındığında bu sayı katılabilecek potansiyele göre çok azdır. Her şeyden önce YDGF dışındaki federasyon ve bağlı örgütlerin emekçi gençlik kesimlerini örgütlemek gibi bir perspektifi yoktur. Elbette bunların içinde de emekçi gençler vardır, ama bu gençler, bilinçle yürütülmüş özel bir ajitasyonla kazanılmış olmayıp, genel olarak esen devrimci rüzgârın bu örgütlere ittiği gençlerdir.
Dönemin anti-faşist gençlik örgütlerinden her biri tüzüklerinde ve sözlü ifadelerinde en geniş anti-faşist gençlik yığınlarını örgütlemeyi amaçladıklarına söylemesine karşın pratikte sadece kendi siyasi etkinlik alanı olan gençlik kesimlerinin tümünü bile kucaklamaktan uzak kalmışlardır. Üyelerini ve üye olmak isteyenleri seçmeci bir tutumla yargılamışlar, ahlaki, politik, militanlık vb. ölçülerine uymayanları örgüt dışına atma tutumunu benimsemişlerdir. Örneğin, “burjuvaca” zevkleri olanlar, giyim kuşamıyla “normlara uymayan” ya da bir gösteri ya da yazılamaya “geçerli nedeni olmadan” katılmayan “korkaklar” ya da politik bakımdan “istikrarsızlık gösterenler” çeşitli yollarla dışlanmıştır. Bu tutum, en geniş anti-faşist gençlik yığınlarını kucaklayıp eğitmesi gereken bu gençlik örgütlerini darlaştırmış; örneğin YDGF ile GKB’nin farkını ortadan kaldıracak bir platforma yöneltmiştir. Diğer anti-faşist gençlik örgütleri içinde durum çok farklı değildir.
Aynı amaçlı ve nitelikleri birbirinden çok farklı olmayan anti-faşist gençlik örgütünün ortaya çıkması gençlik mücadelesi için olumsuz etken olmuş, bütün anti-faşist güçlerin aynı hedefe yönelmesini büyük ölçüde engellemiştir. Aynı birimlerde mücadele sürdüren gençlerin ayrı örgütler içinde yer alması grupçuluğu, rekabetçiliği kışkırtan bir etken olmuştur.
Dönem içinde, birçok fakülte ve yüksek okullarda birim örgütleri kurulmuştur. Ama başlangıçta nispeten kitlesel olan bu örgütler kısa bir süre sonra farklı siyasi eğilimler arasındaki çatışmalara bağlı olarak bölünmüş, örgüt yönetimini ele geçiren grubun kendi örgütüne dönüşmüştür. Buna polis ve okul yöneticilerinin baskıları eklenince, birim örgütleri işlevlerini yitirmiş, kitleden tecrit sözde birim örgütlerine dönüşmüştür. Bu nedenle de birim örgütleriyle anti-faşist örgütler arasında olması gereken ilişki yerini, birim örgütünün anti-faşist örgütün şubesine dönüşmesi ilişkisine terk etmiştir.
‘68 mücadelesinin deneyimlerinin açıkça gösterdiği gibi, birim örgütleri yığınların en geri kesimlerinin de mücadeleye katılmasının araçlarıdır. Bu işlevlerini yerine getirmek için en geniş yığınların talepleri temelinde bir mücadelenin dolaysız örgütleri olmak zorundadırlar. Bu özelliklerinden uzaklaştıkları anda da yığınlardan tecrit olma sürecine girerler. ‘68’in bu en önemli dersi ‘70 kuşağı gençliği tarafından görmezden gelinmiş, bu yüzden de dönemin birim örgütleri göstermelik birim örgütlerinden öteye geçememişlerdir. Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak yığınlar mücadelenin dışına düşmüş, faşistlerle devrimciler arasındaki çatışmanın “seyircisi” olarak kalmışlardır. Öğrencilerin okula gelmelerini sağlamak için bile “muhafızlar” örgütlemek gerekmiş, bu taşıma suyla kuyu doldurma yöntemi de ideolojik ve pratik sayısız sorun çıkarmış, kısa ya da nispeten uzun bir sürede başarısızlığa uğramıştır.
Süreç, 12 Eylül’e gelip dayandığında, gençlik mücadelesi faşistlerle çatışma kısır döngüsüne sıkışıp kalmış, kitlelerle bağ, varolan gençlik potansiyelini harekete geçirme, siyasi parti ve gençlik ilişkisi, birim örgütleri ve anti-faşist gençlik örgütleri-komünist gençlik örgütü ilişkisi, her koşul altında mücadele edecek bir anti-faşist gençlik örgütünün özellikleri, gençliğe önderlik gibi pek çok önemli sorun çözülememişti. Darbeyle birlikte, YDGF-GKB dışındaki hemen tüm gençlik örgütleri fiilen de ortadan kalktı. On binlerce anti-faşist genç ne yapacağını bilmez bir halde Cuntanın pençesine düştü. YDGF, gerek ideolojik gerekse politik bakımdan nispeten daha hazırlıklı olduğundan faaliyetinin bir zaman daha sürdürmeyi başardı. Ama o da, bir süre sonra, kendi iç ve dışından gelen baskı ve sorunlar karşısında varlığını sürdüremez duruma geldi.
12 Eylül darbesi ve sonrası karanlık dönemi gençliği kendi safına çekmek için her yola başvurdu ve eskinin mirasını unutmuş “yeni” bir gençlik kuşağı yaratmayı amaç edindi. Bunda ne ölçüde başardı oldu ve gençlik geçmiş mücadelenin deneyimlerini hangi ölçüde öğrenip yaşama geçirdi. Bunları bu yazı dizisinin son bölümünde inceleyeceğiz.
(Devam edecek)
Aralık 1991