Düşünce, insanın insanlaşma sürecinin başlamasıyla ortaya çıkan insansal bir eylemdir. Ama düşüncenin, olay ve olgular arasında bağlantı kurarak olup bitenlerin mantıksal açıklamasına yönelmesi, sistemli bir yapıya kavuşması için yüz binlerce yıl geçmek zorunda kaldı.
İlk açıklamalar, zorunlu olarak çocukça ve bugünkü ölçülerimi/ açısından bilim dışıydı. Ama bir kez insan sistemli düşünmeye başlamıştı: bir sonraki düşünür bir öncekini, bir sonraki ekol kendisinden önceki ekolü bir yanıyla yineleyerek, bir yanıyla da aşarak hızla ilerledi; olaylar ve olgular arasındaki bağlantının bilimsel açıklamalarını yapacak bir aşamaya ulaştı.
İnsanın doğaüstünde, hayvanlar âleminden koparak insanlaşma sürecine girmesinin üstünden yaklaşık bir milyon yıl geçti. Ama, bu bir milyon yılın, sadece son 2500-3000 yılı, insan düşüncesinin evriminin bir nitelik değişikliği geçirerek sistematik; bir başka söyleyişle bilimsel açıklamalara yöneldiği çağıdır. Dolayısıyla, insanın doğa üstünde ve toplum içindeki eylemine düşüncenin yol göstermeye başlaması ya da insanın doğa üstündeki ve toplum içindeki eyleminin deneyimlerinin insan düşüncesini geliştirip olgunlaştırıp ilerletmesinin bilinçli çabası yine bu 2500-3000 yıllık dönemin bir özelliğidir. Metafizik karşısında diyalektik, idealizm karşısında materyalizmin doğup gelişmesi, gerçek bir bilimsel felsefe olarak diyalektik materyalizmin olgunlaşması bu tarihsel dönemin düşünsel gelişmesinin taçlanması oldu.
Düşünce tarihine yakından bakıldığında şu açıkça görülür: hiç bir yeni düşünce gökten gelmemiş ya da dahi düşünürlerin kafalarında birden bire ortaya çıkmamıştır. Tersine her düşünür, kendisinden önceki düşünürlerin öne sürdüğü görüşleri eleştirip aşarak kendi dünya görüşünü biçimlendirmiştir. Antik Çağ’ın ilkel materyalizmi ve idealizminden diyalektik materyalizme ulaşan insan düşüncesinin serüveni her yeni düşünürün kemlisinden önceki tüm birikimi eleştiriye tabi tutmasının, bu birikime az ya da çok bir katkı yaparak, zenginleştirmesinin tarihidir.
İlk düşünür sayılan Thales’den Marks’a uzanan insan düşüncesinin evrimi, karşıt sistem ve dünya görüşlerinin çalışmasının tarihidir. Bu tarihi ilerlemenin yöntemi ise eleştiri olmuştur. Bu süreç içinde her yeni düşünce eskinin eleştirisi temeline oturmuştur. Örneğin Marksizm; Marks’ın kafasından değil, Hegel’de uçlaşan Alman idealist felsefesinin, Fransız ütopik sosyalistlerinde doruğuna varan sosyalizm düşüncesinin ve burjuva ekonomik politiğinin en olgun meyvesi olan İngiliz, ekonomi-politiğinin eleştirisinden doğmuştur.
Eleştiri, sadece felsefe alanındaki gelişmenin başlıca yöntemi olmamıştır. Bilim (doğa ve toplumbilim) ve sanatta da gelişmenin başlıca yöntemi de önceki bulgu ve yaratıların çeşitli yönlerinin eleştirilmesi olmuştur.
MARKSİZM, ELEŞTİRİ VE ÖZELEŞTİRİ
Düşünce tarihi içinde bütün ciddi felsefi sistem ve eğilimler, kendilerini tanımlamak için eleştiriye başvurmuşlardır, ama Marksizm öncesi bütün felsefi ekoller spekülatif (kurgucu)-metafizik yapılı olmalarından dolayı hem öncülleri hem de kendi tutarsızlıklarıyla uzlaşan bir eleştiri yöntemini benimsemişlerdir. Bu yüzden de nesnel gerçeğe varmakta kendi kendilerini sınırlamışlardır. (Mark öncesi düşünürlerin nesnel gerçeğe varmalarını engelleyen asıl etken, bu düşünürlerin sınıf konumlan, bilim ve teknikteki gelişmelerin yetersizliği vb.dir. Hu durum anların eleştiri konusundaki tutumlarını da belirlemiştir. Ama konumuz eleştiri olduğu için, biz burada bu düşünür ve ekollerin sadece eleştiri konusundaki tutumlarına değinmekle yetineceğiz.) Marksizm ise, önceki tüm felsefelerden farklı olarak, nesnel gerçeğin bütün çıplaklığı ile anlaşılmasında çıkarı olan proletaryanın dünya görüşü olarak; bütün yerleşmiş değer ve yargıları, “tabuları” acımasızca eleştirmiştir. Bu yüzden de Marksizm’de eleştiri, önceki bütün felsefi sistem ve eğilimlerden, nesnel gerçeğe varmak için, çok daha önemli rol oynayan bir araç olmuştur.
Marksizm’i eleştiri konusunda diğer felsefi sistemlerden ayıran bir diğer özellik de, eleştirinin sadece kendi oluşum sürecinde kullanılıp sonra bir yana bırakılması değildir. Tersine Marksizm doğuşundan sonra da eleştiriyi bir silah olarak kullanmayı sürdürmüş, yeni olgu ve olayları açıklamada olduğu kadar, bu olgu ve olaylarla çelişen her düşünceyi içinden ayıklamıştır. Bu yüzden de Marksizm, her zaman yeni, canlı, yeni olay ve olgulardan çıkarılan sonuçlarla zenginleşen bir dünya görüşü olmuştur.
Marksizm’i, bütün kurgusal felsefelerden ayıran en temel özelliklerden birisi de Marksizm’in bir eylem felsefesi, sadece dünyanın olup bitenlerin bir açıklamasıyla yetinmeyip dünyanın değiştirilmesinin yasalarının da felsefesi olmasıdır. Bu niteliği Marksizm’e devrimci sınıfın, proletaryanın yeni bir dünya kurma eyleminde kılavuz olma özelliğini yükler.
Proletaryanın dünyayı değiştirme eyleminde Marksizm bir yandan bu devrimci eyleme yol gösterirken öte yandan da devrimci eylemde sınanır ve bu eylemin deneyleriyle zenginleşir. Bu yüzden de Marksizm sadece kendi karşıtlarını değil kendisini de sürekli olarak eleştirerek (ki buna özeleştiri diyoruz) gelişip zenginleşir. Marksizm’in iki büyük kurucusu Marks ve Engels’in kendi kuramları karşısında tutumu budur. Her ikisi de, kuramlarının proletaryanın mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt vermeyen yankının eleştirmişler, mücadeleden çıkan derslerle kuramın eksik yönle/ini tamamlamaya çalışmışlardır. Onlar, örneğin 184K devrimlerinin bazı öngörülerini doğrulamaması karşısında, “Tarih, bizi değil muarızlarımızı haklı çıkardı.” (Engels. Fransa’da Sınıf Savaşımlarının Önsözü’nde) diyecek kadar pratikten öğrenmesini bilen, kendi yanlışlarına karşı acımasız, eski filozofların boş böbürlenmelerinden uzak birer kuram ve eylem adamıydılar. Lenin, Stalin, E. Hoca gibi Marksizm’in ustaları ve sadık izleyicileri ile bütün gerçek Marksist önderler de aynı eleştiri ve özeleştiri yöntemini benimsediler.
Kısacası Marksizm, eleştiriyi bütün diğer felsefi ekollerden farklı olarak gelişmesinin asıl aracı olarak kullandı; her yeni olay ve olgu karşısında kendisini yeni baştan eleştirip bu olay ve olgularda sınattı.
Yukarıda söylenenlerden de anlaşıldığı gibi, Marksizm’de eleştiri sadece olumsuzu ortaya çıkarmanın bir yöntemi değildir. Aynı zamanda kendisini olumlamanın, kendi görüşlerini geliştirip zenginleştirmenin de bir yöntemidir. Bu yüzden de Marksistler için eleştiri vazgeçilemezdir.
İŞÇİ SINIFI PARTİSİ, ELEŞTİRİ VE ÖZELEŞTİRİ
Bütün burjuva ve sözde işçi partilerinin aksine proletaryanın devrimci partisi, kendisinin bir ideolojisi olduğunu, bu ideolojinin Marksizm-Leninizm olduğunu açıkça ilan eden partidir. (Elbette burjuva partilerinin de ideolojileri vardır ve bu burjuva ideolojisidir. Ama onlar, emekçi yığınları aldatmak için kendi ideolojilerini saklamak zorundadırlar. Proletarya partisi için emekçileri aldatmak söz konusu olmadığı için kendi ideolojisini saklamasına ihtiyaç yoktur.)
Bir eylem felsefesi olarak Marksizm-Leninizm, yine bütün öteki felsefi akımlardan farklı olarak, kendisini bir düşünürler çevresi, bir ekol olmaktan öte gerçek kimliği ile proletaryanın devrimci partisinde açığa vurur. Ve toplumu değiştirmenin anahtarı olma işlevini yerine getirir.
Dünya ve ülkenin içinde bulunduğu koşulların Marksizm-Leninizm ışığında somut tahlili olan devrimin strateji ve taktikleri, partinin programı ve günlük mücadeleye yol gösteren politikaları olarak biçimlenir. Dolayısıyla, kendisine Marksizm-Leninizm’i yol gösterici olarak benimseyen parti, gelişme, yanlışlardan arınma için eleştiri-özeleştiriyi asıl yöntem olarak benimser, benimsemek zorundadır.
Marks ve Engels’ten bu yana, bütün Marksistler ve gerçek Marksist partiler için eleştiri ve özeleştiri parti çalışmasının asli eğesi olagelmiştir. Bugün de aynı geçerlilikle uygulanmak durumundadır.
Bir bütün olarak parti, parti organları ve birer birer parti üyeleri de çalışmanın ve kendilerini eğitmenin ilerletici öğesi olarak eleştiri ve özeleştiriyi sürekli ve doğru olarak kullanmak durumundadırlar.
Bir başka söyleyişle parti, kendi faaliyetini sürekli olarak değerlendirmek zorundadır. Bu değerlendirme her zaman, mücadelenin ihtiyaçlarının ne ölçüde karşılandığını, bunun hem politikalar hem de parti örgütleri ve kadrolarınca ne ölçüde uygun kullanıldığını kapsar. Dolayısıyla da her değerlendirme bir eleştiri-özeleştiri faaliyetidir.
İşçi sınıfı partisi, tarihsel misyonu gereği pratik sınıf mücadelesinin de önderidir. Bu yüzden de, gündelik mücadelenin ilerlemesine bağlı olarak sürekli yeni direktifler vermek, taktiklerini geliştirmek, mücadelenin önüne çıkan her yeni sorunda çözümler üretmek zorundadır. Ve bu direktif, karar ve taktikler sınıf mücadelesini ilerletici bir rol oynuyorsa doğrulanmış olurlar. Ama öte yandan, bütün bu direktifler, kararlar ve taktikler nihayet partinin teorik ve pratik mücadele birikimlerinin bir ürünüdür. Mücadele ise her gün yeni çözümlemelere ihtiyaç duyar. Bu durumda her yeni direktif, her yeni karar ve taktiklerin doğruluğu ancak pratik mücadelede sınanarak anlaşılabilir. Eğer mücadelenin sorunlarına doğru çözümler getirilebilmişse, artık bu karar direktif ve taktiklerin deneyimi partinin olumlu birikimi olarak değer kazanır. Yok, eğer bunlar, pratik mücadele tarafından çürütülmüşse bunlar reddedilirler. Ama doğrulanma ya da çürütülmenin gerçek olabilmesi için de, sürecin ayrıntılı bir eleştirisi, olaya etki eden faktörlerin bütün yönleriyle değerlendirilmesi gerekir. Bu ise, mücadelenin ve sorunlarının sürekli bir biçimde eleştiriye tabi tutulmasını gerektirir. Çünkü bazen, doğru politikalar da başarısızlığa uğrar. Politika doğru belirlenmiştir ama kadroların doğru seferber edilememesi vb. gibi bir sorundan ölürü başarısızlığa uğranmış olabilir. Bütün bu ayrıntıların açığa çıkarılması, eksiklerin tamamlanması, yanlışların düzeltilmesi için parti bir bütün olarak süreci ve süreç içindeki kendi faaliyetini eleştirmek zorundadır. Dahası, faaliyet içinde yukardan aşağıya bütün parti örgütlerinin zaafları ve olumluluklarını da belirlemek, olumlulukları geliştirmek, olumsuzluklarla savaşmak için de bu eleştirinin sürekli derinleşen bir süreç olması gerekir.
ELEŞTİRİ, “ELEŞTİRİ ÖZGÜRLÜĞÜ” MÜDÜR?
Proletaryanın devrimci komünist partisi için eleştiri ve özeleştiri sürekli bir eylemdir. Ve bu eylemi içinde parti yetkinleşip tarihsel misyonunu yerine getirecek bir olgunluğa ulaşır. Parti, her kademesinde ve her platformda bu tutumdadır. Ama bundan partinin durmadan ve her konuda eleştiri ve özeleştiri içinde olduğu, aklına esenin her konuyu ortaya atıp parti içinde bunu tartışmaya açacağı anlamı çıkarılamaz.
Proletarya partisinin tarihi içinde eleştiri, her türden tasfiyeci ve oportünist için “eleştiri özgürlüğü” olarak algılanmış, eleştiri adı allında partinin gündeminde o anda yer tutmaması gereken sorunlar parti gündemine sokularak ya da partinin sorunlarının parti dışı platformlarda tartışılması yoluna gidilerek partinin mücadele dışına düşürülmesi, örgüt olarak da çürütülüp yozlaştırılması için çaba harcanmıştır. Bu yolla proletaryanın demir disiplinli, demokratik merkeziyetçi devrimci partisi, liberal-demokrat bir burjuva aydın partisine dönüştürülmeye çalışılmıştır.
Proletarya partisinin nitelik ve görevlerine ilişkin söylediklerimiz göz önüne alındığında; açıktır ki, proletarya partisi bir tartışma kulübü değildir. Bu yüzden de gündemi içindeki şu ya da bu kişinin isteğine göre değil, sınıf mücadelesinin ihtiyaçları tarafından belirlenir. Politikalar ve taktikler mücadelenin pratiğinde sınanır ve eleştiri bu politikaların doğruluğu ya da yanlışlığı üstünde yürüyebilir. Kısacası partinin eleştirisinin konusu, doğrudan mücadelenin kendisi ve bu mücadele içindeki partinin, parti örgütlerinin rolüdür.
Örneğin, ülkede yoğun işçi mücadeleleri olur ve partinin bu mücadeleye önderliğine ilişkin sorunlar parti gündemiyken, ya da dünya ölçüsünde karşı devrimci saldırı karşısında Marksist-Leninist bir karşı dalga yaratmak her proleter partisinin baş sorunuyken, “şu yarı-feodalizm sorununu bir sonuca bağlamak asıl sorundur” diye partinin gündemini değiştirmeye çalışmak, buna karşı çıkılmasını da eleştiri özgürlüğünün sınırlanması olarak görmek, bir “eleştiri özgürlükçülüğü”dür. Partinin kendi iç sorunlarını, parti içinde ya da partinin açacağı bir platform yerine uluorta her platforma taşınmasını savunmak, aksini eleştiri özgürlüğünün sınırlanması olarak görmek yine ” eleştiri özgürlükçülüğü” kategorisinden bir tutumdur.
Kısacası, işçi sınıfının devrimci partisi için her konu eleştiriye açıktır ama konu, sınıflar mücadelesinin, dolayısıyla partinin gündemindeyse eleştiri ve özeleştirinin konusudur. Doğrusu da budur. Aksi halde parti, rasgele konular üstünde spekülatif tartışmalarının yapıldığı bir aydınlar kulübüne dönüşürdü.
PARTİ ORGANLARI, KADROLAR VE ELEŞTİRİ-ÖZELEŞTİRİ
Nasıl ki eleştiri-özeleştiri, partinin kendisini eğitip yetkinleştirmesinin temel bir aracıysa; parti organları ve kadrolar için de eleştiri ve özeleştiri, kendi eğitimlerinin sürekli bir aracı olmak durumundadır. Bu yüzden de her parti organı kendi çalışma alanında parti direktif ve taktiklerinin yaşama geçirilmesinde olduğu kadar, bunların olumlu ve olumsuz yönlerinin, varsa yetersizliklerinin belirlenerek iletilmesi, bu anlamıyla parti direktif ve taktiklerinin eleştirilmesi her organın asli görevlerinden birisidir. Bu sadece organın görevi değil, onun parti faaliyetine katılmasının, partiyle bütünleşmesinin yoludur da.
Öte yandan, “İşçi sınıfı partisi ve çalışma tarzı” adı altında önceki sayılarımızda yayımladığımız yazılarda da değinildiği gibi, her parti organı, hatta her partili şahsında partinin bütün görev ve sorumluluklarını taşır. Bu yüzden de her parti organı ve partilinin eleştiri-özeleştiriye yaklaşımı parti gibi olmak zorundadır.
Gerçi bir parti organı ve partili kişinin görev alanı sınırlıdır. Ama bundan organ ve kişilerin her değerlendirmede sadece kendi alanlarıyla sınırlı bir değerlendirme yapması gerektiği anlamı çıkarılamaz. Tersine en alt parti örgütleri de dâhil, bütün parti organlarının ülke ve dünyadaki gelişmeleri izlemesi, kendi alanındaki değerlendirmeleri de bu perspektif ışığında yürütmesi gerekir.
Eleştiri-özeleştiriye de yukarıdaki perspektifle yaklaşmak doğru olur. Çünkü en küçük bir birimdeki bir çalışmanın bile dünyadaki genel gidişattan ayrı olmadığını komünistlerden daha iyi kimse bilemez, bilmemesi gerekir.
Bir parti organı için organ faaliyetinin esası mücadelenin sorunlarının tartışılması ve bunlara çözüm aranması olduğuna göre, eleştiri-özeleştiri faaliyeti arada bir, özel günlerde, özel bir gündem maddesiyle sınırlı bir faaliyet olmamalıdır. Organın her günkü faaliyeti aynı zamanda bir eleştiri-özeleştiri faaliyetiyle birleştiği ölçüde gerçek bir organ faaliyeti olabilir.
Örneğin, bir birimdeki parti hücresi, kendi faaliyeti içinde gündelik çalışmasını değerlendirirken, sadece yaptığı pratik işleri sayıp döküp, sonraki günlerde yapması gereken işleri belirlemekle sınırlı kalmaz. Tersine, çalışmanın partinin taktiği ile bağlantısı: mücadelenin ihtiyaçları, çalışmanın eksik ve yanlış yönlerini, hücrenin sorunları ele alış ve mücadeleye önderlikteki başarı ve zaaflarını, birer birer elemanların katkı ve eksikliklerini de açıkça ortaya koymak, eksiklik ve zaafları giderecek yol ve yöntemleri bulup yaşama geçirecek çabayı da göstermek zorundadır. Kısacası hücrenin her toplantısı başlıca, bir bütün olarak birimdeki faaliyetin bir değerlendirilmesi (eleştirisi) ve eksik ve yanlışların düzeltilmesi için nelerin yapılması gerektiğinin belirlenmesi (özeleştiri) faaliyetidir.
Elbette, her parti örgütü zaman zaman (özel bir sorun çıktığında, ya da genele ilişkin bir düzeltme faaliyetiyle ilgili vb.) gündemine, eleştiri-özeleştiri adı altında madde de koyabilir. Ama asıl olan eleştiri-özeleştirinin organın günlük faaliyetinin bir parçası olmasıdır.
Partinin yığınlara yönelik faaliyeti, partinin taban örgütlerinin faaliyetidir. Ama bu faaliyet de nihayet parti üyelerinin faaliyetidir. Bu yüzden de organ çalışması içindeki eleştiri-özeleştiri faaliyeti organın faaliyeti olduğu kadar birer birer üyelerin de faaliyeti olmak durumundadır.
Organın faaliyeti içinde çalışmanın ayrıntılarına yönelik değerlendirmeler, kişilerin faaliyeti olarak belirir vc bu noktadan sonra üyelerin cleştiri-özeleştirisine dönüşür ki; parti üyelerinin yanlışlarından ve zaaflarından arındırılması, deneyimlerinden öğrenmeleri, yoldaşlarının bilgi ve deneyimlerini de kendi bilgi ve görgülerine katması bu faaliyet içinde gerçekleşir.
Parti üyesi, yeni insanın erdemlerini taşıyan bir kişi olarak, sadece politik yaşamında değil, iş, ev vb. günlük yaşamında (*) da bir bütün, bir devrimci komünist olarak davranmak zorundadır. Bu yüzden de yaşamının ayrı yönlerinde aynı ilkelere bağlı bir tutum içinde olmak zorundadır. Zaten, bir insanın politik eylemde çok tutarlı ama “özel yaşam”ında çeşitli zaaflar içinde olması kabul edilemez. Zaten böyle bir şey de olamaz. “Özel yaşamında” zaafları, iş yaşamında burjuva eğilimleri olan birisinin politik yaşamında gerçek bir komünist gibi davranması beklenemez, beklenmemelidir. Böyle bir görünüm sergileyenler, yanlışlarının örtmesini bilenlerdir ancak. Bu ve benzeri nedenlerden dolayıdır ki, hücre faaliyeti içinde eleştiri-özeleştirinin konusu sadece kişilerin politik faaliyetleri değil, kişilerin gündelik yaşamlarıdır da. Eleştiri-özeleştiri, ancak kişilerin bütün yaşamlarını da kapsadığı ölçüde eğitici ve düzeltici bir rol oynar.
Demek ki, organ çalışması ve kadroların eğitiminin bir parçası olarak eleştiri-özeleştiri, organ ve kişilerin politik faaliyet içindeki tutumlarından, kadroların ‘özel yaşamları”na kadar uzanan bir alanda eğitici ve kazanıcı olmayı amaçlayan bir faaliyettir. Aynı nedenle de eleştiri-özeleştiri, organ faaliyetinin sürekli bir unsuru olmak durumundadır.
Proletarya partisinin kendisini ve kadrolarını yetkinleştirmesinin bir aracı olarak eleştiri-özeleştiriye bu genel yaklaşımdan sonra artık sorunun ele alınışı ve kimi yanlış kavrayışlar üstünde durarak yukarda soyut planda söylenenleri biraz daha açmak gerekiyor.
ELEŞTİRİ-ÖZELEŞTİRİNİN BAZI YÖNLERİ
Yukarda da açıkça ifade edildiği gibi, eleştiri-özeleştiri, her şeyden önce, bir düzeltme, yanlışlardan arınma ve arındırma faaliyetidir. Bu nedenle bir yanlışın, bir zaafın sözle belirlenmiş olması ve yanlışı yapanın bunu kabul etmiş olması, eleştiri-özeleştirinin tamamlanmış olması değil, sadece başlangıcıdır. En iyimser bir değerlendirmeyle yanlışı düzeltmek için ortaya konmuş bir niyettir. Asıl olan ise, eleştirilen yanlışı ortadan kaldırmak için gerekli çabanın gösterilmesi, yanlışın ortadan kaldırılmasıdır. Eleştiri-özeleştiriden sonra aynı yanlış ve zaaflar sürüp gidiyorsa ne kadar güzel ve doğru tespitler, ne kadar coşkulu iyi niyet gösterileri yapılmış olursa olsun bu türden bir eleştiri-özeleştirinin ciddi bir anlamı yoktur. Hele aynı yanlışlar üzerine defalarca eleştiri-özeleştiri yapılıyor, sonuç değişmiyorsa durum daha da vahimdir. Bu durumda artık özeleştiri yapanın niyetinin de tartışmaya açılması gerekir.
Eleştiri-özeleştirinin anlamlı olabilmesi için, eleştirinin ortaya koyduğu yanlışların kavranıp, bu yanlışları gidermek için özel bir çabaya girilmesi, adım adım yanlış ve zaafların ortadan kaldırılması gerekir. Aksi halde yapılan, bir eleştiri-özeleştiri faaliyeti olamaz; tövbe tutmaz bir dindarın günah çıkarmasının ötesine geçemez.
Eleştiri-özeleştirinin yerli yerine oturması için gözetilmesi gereken bir diğer unsur da açıklıktır. Eleştiren de, eleştirilen de açık oldukları ölçüde amaca ulaşmak kolaylaşacaktır. Eleştirinin karşı tarafı yıpratmak, “geri bastırmak” için yapılması yanlış olduğu kadar, eleştirinin saklanması, dedikodu biçiminde yapılması da eleştiriyi amacından uzaklaştırır. Dahası ahlaki bakımdan bile böyle bir tutum kabul edilemezdir.
Bir başka yanlış eleştiri anlayışı da eleştiri karşısında durup düşünmek, söylenenleri kavramak yerine, yöneltilen her eleştiriye karşı başka bir eleştiriyle karşı çıkma “taktiği”dir. Eleştirilen, eleştiri üstünde ciddi bir biçimde düşündükten sonra, eğer haklılığına gerçekten inanıyorsa kendi tutum ve görüşünde, elbette direnmelidir. Eğer eleştirene karşı eleştirileri varsa, bunu da elbette açıklamalı, ama kendine yönelik eleştirilere karşılık olarak bunu yapmamalıdır.
Bu, “karşı eleştiri” taktiğinin tersine dönmüş hali ise, “eleştirme beni eleştirmeyeyim seni” taktiğidir ki, bir devrimci işçi sınıfı partisi için kabul edilmez bir tutumdur. Bir tür “suç ortaklığı”dır bu.
Çoğu zaman, insanların birbirlerine karşı “hoşgörülü” birbirleriyle “uyumlu” olması, yanlışlarına aldırmamaları, çalışmanın uyumlu ve başarılı olduğu kanısını uyandırır. Oysa gerçek bambaşkadır. Devrimci komünist partisinde, çalışmada uyumu sağlayan yanlışlarda uzlaşma değil, yanlışlara karşı ortak savaştır. Bu yüzden de yanlış ve zaaflar karşısında susmak yerine, yanlışı ortadan kaldırmak için mücadele etmek gerekir. Elbette, arkasında kötü niyet yoksa yanlışlara karşı hoşgörülü olmak, zaaf içinde olanlara zaaflarını kavratmak, onları aşmak için ona cesaret verip yol göstericilik yapmak eleştiri-özeleştiri kavranışı içinde zaten vardır. Ama yanlışlarla uzlaşmak, onları görmezden gelmek, komünist partisinin ne dünya görüşüyle ne ile tarihsel misyonuyla bağdaşır bir tutum dur, olmamalıdır da. Burada ilke, arkasında bir kötü niyet yoksa yanlışı yapana karşı hoşgörülü ve dostça davranmak, yanlışa karşı uzlaşmaz olmaktır.
Kuşkusuz, herhangi bir konuda yanlış yapan bir yoldaşı her an, her yerde “ayaküstü” denilen tarzda “eleştirmek” de doğru bir yöntem değildir. Eleştiriyi, yerinde zamanında, eleştirinin muhatabının yanlışlarını kavrayabileceği bir üslup ve tarzda yapmak, her şeyden önce eleştirinin konusunu ortadan kaldırmayı hedeflemek başlıca amaç olmalıdır.
Eleştiri-özeleştirinin ilerletici kaldırmayı hedeflemek başlıca amaç olmalıdır.
Eleştiri-özeleştirinin ilerletici bir araç olarak kullanılmasını engelleyen bir diğer tutum da, kararların ve politikaların oluşturulmasına katılmaktan (yanlış yapmak ya da başka bir kaygıyla) kaçınmaktır. Kararlar ve politikalar oluşturulurken fikir söylemekten, özellikle de üst kademelerden gelen önerileri eleştirmekten kaçınma, yanlış gördüğünü bile söylememe bir parti üyesine yakışan bir tutum olamaz. Tersine eleştiri-özeleştiri yönteminin parti politikasının zenginleştirilmesinde, üyelerin demokratik katılımının sağlanması ve parti içi demokrasinin gerçekleşmesinde son derece önemli bir rolü vardır. Unutmamak gerekir ki, insanlar kendi katkılarıyla gerçekleşen politikaları uygulamakta çok daha cesur ve özverili olacaklardır. Dahası parti içi demokrasinin esasında, bu politikaların oluşturulmasına üyelerin doğrudan ve aktif kanlımı yatar. Bu katkıyı yapmaktan bir parti üyesinin çekinmesi, bu hakkını kullanmaktan “feragat etmesi” kendisinden hiç istenmeyen, bir partilinin de kabul etmemesi gereken bir şeydir.
Demek ki, sadece eleştiri-özeleştiri mekanizmasını işletmek yetmez. Eğer ondan yeterli verim bekleniyorsa -ki öyledir- onu doğru bir tarzda işletmek, her parti organının, her parti üyesinin eleştiri-özeleştiriyi her günkü mücadelesinin olağan ve önemli bir parçası olarak görmesi gerekir.
Eleştiri-özeleştiri kitleleri eğitmenin de bir unsurudur
Eleştiri-özeleştiri, sadece partinin kendini yetkinleştirmesinin ya da üyelerini eğilmesinin bir aracı değildir; aynı zamanda yığınlarla iletişim kurmasının, onları eğitip kendi politik çizgisi doğrultusunda mücadeleye çökmesinin de bir aracıdır.
İşçi sınıfı partisi, ister tümüyle yasadışı, isterse birçok yönüyle yasal bir görünümde olsun, her koşulda eylemi yığınların gözleri önündedir. Partinin, bir kitle eylemine doğru önderlik edip etmemesi, gündelik mücadele içindeki tavrı, ajitasyon faaliyeti, politikaları vb. kitleler bakımından gizli-saklı değildir. Bu yüzden de partinin yığınlara yönelik faaliyetinin bütünü kitlelerin eleştirisine açık olmak zorundadır.
Durum parti üyeleri için de aynı ölçüde geçerlidir. Onların da yaşamları ve politik önderlikleri her gün yığınların sınavından geçer, geçmek zorundadır. Bu yüzden de partinin kendisi kadar partililer de yığınların eleştirisine açık, onlara önderlik etme çabası içinde oldukları kadar onlardan öğrenmeyi de esas alan bir tutum içinde olmak zorundadırlar.
Partililer ve onların şahsında parti, yığınlara yönelik faaliyeti açısından, onlarla sürekli bir diyalog içinde olmak durumundadır. Bu da ona, mücadeleye çekeceği yığınların eleştirisinden öğrenmeyi ön koşul olarak dayatır. Bu yüzden de parti, (ya da partililer) yığınların eleştirileri karşısında kendisini saklamak yerine, eğer doğruluğu kanıtlanmışsa politikalarını savunmalı, önderlik görevini yerine getirememişse; yığınlar karşısında, çekinmeden özeleştirisini yapmalı, yanlışlarını kabul etmelidir. Bu açık yüreklilik, ne partililere ne de partiye yığınlar karşısında puan kaybettirmez, tersine kazandırır. Masa başı projeleri iflas eden küçük burjuva grupların boş inadı ile proletarya partisinin açık yürekliliği ve samimiyetini kıyaslama imkânı verdiği için de, bu tutum, ayrıca sınıfla parti arasındaki bağı sağlamlaştırma olanaklarını yaratır.
Proletarya partisinin, proletarya ve diğer emekçilerden saklayacağı bir yanlışı, bir zaafı olamaz. Çünkü parti, zaaflarını da ancak emekçi yığınlara dayanarak, onların enerji ve dinamizminden güç alarak aşabilir.
Şubat 1992