İşçi Sınıfının Eğitimi Ve Sendikalar

İşçi sınıfının eğitilip sosyalizme kazandırılması faaliyetinde, işçi sınıfının geniş, kapsayıcı örgütleri olan sendikaların çok önemli bir işlevi vardır. Sendikaların bu işlevlerini yerine getirip getirmediğini belirleyen başlıca faktörler, sendikaların nasıl bir eğitim programına sahip olduğu ve bu programı hangi yaygınlıkta ve ne tarzda hayata geçirdiğidir. İşçi sınıfının sendikal eğitimi, özgünlükler taşısa da işçi sınıfının genel eğitiminin bir parçasıdır. Ve içeriği, işçi sınıfının politik hedefleri tarafından belirlenir. Kapitalist sistem ve onun düşünsel üst yapısıyla uzlaşmaz bir karşıtlık halindeki bu politik hedefler doğrultusunda yapılmayan eğitim, işçiye kapitalist toplumdaki yerinin kabulüne dayalı bir programın sınırları dışına taşmaz. Yazıda öncelikle işçi sınıfı eğitiminin genel çizgilerini özetledikten sonra sendikalardaki duruma kısaca değineceğiz.

KAVRAM OLARAK EĞİTİM
Eğitim kavramı, eğitilen kişi ya da topluluğu, istenilen nitelikler doğrultusunda biçimlendirmek için yapılan amaçlı, sistemli bir etkileme faaliyetini dile getirir. Anlaşılacağı gibi, eğitim bir biçimlendirme faaliyetidir; öğretmekle yetinmez, öğretileni içertir, duyuş ve düşünüş tarzı ve alışkanlık oluşturur. Amaçlı bir faaliyettir. Bu amaç, bir dünya görüşünü, bir ahlak anlayışını daha genel olarak bir toplumsal sistemi benimsetmeye yöneliktir.
Günlük dilde eğitim denince sadece eğitim kurumu adı verilen yerlerde yapılan öğretim ve özel amaçlı kurs, seminer vb. faaliyet anlaşılır. Gerçekte eğitim, sadece okulda ya da okul dışında okumayla yürütülen bir faaliyet değil, bunlarla birlikte bütün toplum hayatının her alanında yürüyen bir faaliyettir. Gözlem, görgü, gelenek, din, ahlak, vb. hepsi de birer eğitim aracıdır ve akıp giden hayat bunların insanları biçimlendirdiği alandır.
Burjuvazi, bütün kavramları olduğu gibi eğitim kavramını da bütün sınıflar için ortak göstermeye çalışır. Toplumu kendi damgasını taşıyan düşüncelerle biçimlendirirken, bu eğitimin sınıfsal niteliğini ikiyüzlüce bir özenle gizlemeye çalışır.
Dünyanın, içeriğini kendisinin doldurduğu kavramlarla algılanmasını isteyen burjuvazi, bütün kavramların olduğu gibi eğitimin de sınıflardan bağımsız, bütün toplumun sağlıklı bir biçimlenmeye kavuşması için yürütülen bir faaliyet olduğuna bütün toplumu inandırmaya çalışır. Nesne, olay ve olguları zihinde yeniden kurmanın araçları olarak kavramların, bu süreçlerdeki gelişme ve değişmelerden, tarihsellikten ve sınıf ilişkilerinden bağımsız, genel geçer, mutlak bir içeriği yoktur. Bir kavram, farklı tarihsel dönemlerde farklı içeriklere sahip olduğu gibi, algılayış tarzı farklı sınıflar için de farklı şeyler ifade eder. Konumuz açısından eğitim de sınıfsal bir kavramdır, aralarında temel karşıtlık ilişkileri bulunan sınıflar için tamamen karşıt anlamlar ifade eder. Eğitim, eğer amaçlı bir faaliyetse, her birinin amacı diğerini egemenlik altında tutmak olan burjuvazi ve proletarya için nasıl bir ortak eğitimden söz edilebilir? Eğer burjuvazi ile proletarya arasında bir amaç ortaklığı olmayacaksa, sınıflar-üstü ya da sınıf-dışı bir eğitim de olamayacaktır. Burjuvazi ile proletaryanın ortak gerçeği yoktur, kavramlara yükleyeceği ortak içerik de olmayacaktır.
İşçi sınıfının devrimci partisinin programından esinlenen sendikal eğitim programını tartışmadan önce kapitalizmin bütün toplumu nasıl “eğittiğine” göz atalım:

KAPİTALİZMİN SIRADAN İŞÇİYİ BİÇİMLENDİRMESİ

Kapitalist üretim, sermaye sahibi kapitalist ile emek gücünü arz eden proleter arasında, kapitalistin proleterin emek gücünü satın almasına dayanan bir anlaşma üzerinde yükselir. Emek gücünü yeniden üretmeye yetecek miktarda ücret denilen bir parayla proleterin zamanı patronun kılınmıştır. İşçi, patronun egemenliği altındadır ve iş saati kapitalistin tasarrufundadır. Bu tarz bir örgütlenmeyle işçi kapitalizmin onsuz yapamayacağı, egemenlik altındaki bir sınıfın üyesidir. Fakat iş burada bitmez. Kapitalist sınıfın egemenliği sadece üretim araçlarına, proleterin emek gücüne ve baskı aleti olarak devlete sahiplikle sınırlı değildir. O, aynı zamanda toplumun bütün düşünsel araçlarına da sahiptir. “Maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf, bu nedenle manevi üretim araçlarına da sahiptir”, “Egemen sınıfın düşünceleri egemen düşüncelerdir” (Marx) Böylece kapitalist, uzun çalışma saatleri dışında da, işçinin emek gücünü yeniden ürettiği çalışma saatleri dışındaki zamanını çalar. Ürettiği ve egemen kıldığı düşünceleri okul, gelenek-görenek, din, gazete, televizyon, sanat vb. araçlarla bazen en kaba, bazen en inceltilmiş tarzda topluma egemen kılar.
Düşünce üretme imkânını tekeline alan burjuvazi, “toplumun eğitimli, kültürlü kılınması” adı altında kendi egemenliğinin toplumsal ve düşünsel temelini sağlamlaştırmaya çalışır, emekçilerin düşüncesine şükretme ve boyun eğme tohumları eker. Kendi sisteminin ezeli olmasa da ebedi bir sistem olduğuna, kendi sistemi dışında insanlara müreffeh bir hayat yaşatacak başka bir sistem olamayacağına insanları inandırmaya çalışır. Bu ağır burjuva atmosfer içinde, sıradan insanın düşüncesinde kapitalizmin zora ve sömürüye dayanan egemenliği sessiz ve doğal bir onay görür. Hayatını katlanılmaz kılan bütün kötülükleri bir takım kötü patronlara ve yöneticilere bağlar. Kısaca, kapitalizm, üretimdeki yerleri bakımından sermayenin parçası kıldığı işçileri, düşünsel bakımdan da sermayeye bağlamaya çalışır. Onları kendi kan kokan nefesiyle kirlettiği havayı solumaya zorlar, emekçileri her gün her saat kapitalizmin ruhuyla yoğurur. Böylece kapitalizmin havasını soluyan her insan, doğal gibi görünen bir biçimlenmeyle, kapitalizmin tayin ettiği sınırlar içinde “kendi hayatını yaşarken”, burjuvazi gibi yaşar ve düşünür. Devrimci bir bilinçle dönüştürülmemiş her kafada bir burjuva yaşar.
Emekçilerin sömürülmesinin şirinleştirilmesine dayanan, iki yüzlü bu “eğitimin” dayanakları güçsüzdür. Burjuvazi, bir yandan, emekçi sınıfların dünyaya ait bilgilerini en geri noktada tutmaya çalışırken, bir yandan da kendi sisteminin iyi işleyebilmesi için onlara belirli bilgiler vermek zorunda kalır ki, bu durum, onun eğitimin sistemindeki çelişkili karaktere işarettir. Bütün düşünsel şartlandırma sınıflar arasındaki derin yaşam farkını ve çelişkiyi örtemez. Mahkûm edildikleri hayat koşullarına isyan eden işçiler ve diğer emekçi sınıflar kapitalist sınıfa, hükümete karşı zaman zaman ayaklanmalara varan çeşitli eylemlere girişirler. Bu eylemler sırasında işçiler kendi sınıf güdüleriyle patronların varlığını ve daha iyi bir yaşamın nasıl olabileceğini sorgularlar. Fakat kendi deneyleriyle edindikleri bu bilinç, burjuvaziye öfke ve düşmanlığı ifade etmekle birlikte yine de burjuva sınırları aşmayan, sistem tarafından kendilerine kazandırılan bilincin sınırları içindedir. Bütün bu bilinç öğeleri, sistemle kopmaya hazır ama yine de işçinin içinde yaşadığı sistemden aldığı bilinçle tepkisini ifade etmesinin işaretidir. İşçilerin bir sınıf olarak gelişim süreçlerinin dışında inşa edilen devrimci teoridir ki ancak işçileri kapitalist sistemin dışına, sadece eylemsel bakımdan değil düşünsel bakımdan da kapitalizmin dışına çıkarabilir. Bu bize, işçi sınıfının eğitiminin nasıl bir program etrafında şekilleneceğinin de ipuçlarını verir.

İŞÇİ SINIFI EĞİTİMİNİN HEDEFİ
Bu anlatılanlar göz önünde bulundurulduğunda, işçi sınıfının eğitimi dendiğinde, sadece maddi-ekonomik bakımdan değil, düşünsel bakımdan da burjuvazinin etkisi altında bulunan, kapitalizmin uygulamalarına karşı kalkıştıkları eylemlerin tarihsel anlamını ve hedefini kavrayamayan milyonlarca işçiyi “kendiliğinden sınıf durumundan “kendisi için sınıf durumuna yükseltmek anlaşılmalıdır. Kendisi için sınıf olmaktan, “Kendi çıkarlarının, modern siyasal ve toplumsal sistemin tümüyle uzlaşmaz bir biçimde çatıştığının bilincine” (Lenin) varmak anlaşılmalıdır. Kendisi için sınıf olmak kapitalizmle arasındaki bütün düşünsel köprüleri yıkmak, burjuvazinin dünyası karşısında kendisinin de bir dünya sistemi kurabileceği ve eylemiyle bileklerindeki ücretli kölelik zincirlerini kırabileceği ve devrimci eylemiyle burjuvaziye muhalif bütün toplumsal sınıfları peşinden sürükleyebileceği gerçeğini bilince çıkarmaktır.
Bu bilincin, işçinin sık sık karşılaştığı, “işçinin emeğinin karşılığını alacağını”, “bütün toplumsal kesimlerin eşit fedakârlığı ile gelir dağılımındaki adaletsizliklerin düzelteceğini” vb. söyleyen sendikacının sunduğu bir programla kazanılmayacağı açıktır. Bu, her şeyden önce, kapitalizmle ortaklık aramadan; aksine kapitalizmin dayattığı bütün gerçekleri reddetmekle başlar. Bu anlamda eğitim, sadece bir inşa süreci değil, aynı zamanda ve ondan önce beyinlere ve davranış tarzına sinmiş gerici fikirler yıkma sürecidir. Böylesi bir eğitim programına ancak, kapitalist toplumun köklü bilimsel bir tahliline dayanarak, proletaryanın devrimci rolünü saptayan sosyalizmin işçi sınıfının eylemiyle kaçınılamaz bir zorunluluk olduğunu ortaya koyan bilimsel sosyalist dünya görüşü esin kaynağı olabilir. Bilimsel sosyalizme göre, sınıfların mücadele programları, onların üretimdeki yerleri ve çıkarlarınca belirlenir. Sınıfların eğitimi de, en genel olarak, sınıfın çıkarların bilincine varması ve çıkarları doğrultusundaki her türlü eyleme kendini hazır durumda hissetmesidir.
Soruna işçi sınıfı açısından yaklaşırsak: İşçi sınıfı, temel üretim araçlarının burjuvazinin özel mülkiyelinde bulunduğu kapitalist toplumun iki temel sınıfından biridir. Başlıca üretim araçları ve devlet iktidarı burjuvazinin elindedir; işçi sınıfı bu üretim araçlarını kontrol eden, çalıştıran ve üreten sınıf olmasına rağmen mülkiyetten tecrit edilmiştir. Kapitalizm işçi sınıfı için ücret karşılığında sömürü ve siyasal hak yoksunluğu demektir. Burjuvazi ile proletarya arasındaki bu çelişmenin çözümü, ancak üretim güçlerinin temsilcisi olan proletaryanın zaten toplumsallaşmış olan üretime uygun olarak mülkiyeti de toplumsallaştırması ve proletaryanın egemen sınıf olarak kendi sistemini örgütlemesiyle mümkündür. İşçi sınıfı, ancak özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, sömürüye son verilmesi ve sömürüşüz bir toplumun kurulmasıyla kurtulabilir ki, bu da bütün insanlığın kurtuluşunun yolunu açar.
İşçi sınıfının eğitim programı, onun her türlü sömürüden kurtuluşu programıdır. Önüne hedef olarak egemen sınıf olarak örgütlenmeyi koyan sosyalizm programıdır. Kuşkusuz bu program en başta, işçi sınıfının en devrimci unsurlarını bağrında toplayan ve işçi sınıfı örgütlenmesinin en yüksek biçimi olan komünist partisinin programıdır. Fakat sınıfın geniş kesimlerini bir araya getiren, henüz bilinçsiz çok sayıda işçiyi içinde toplayan sendikaların eğitim programlarının daha dar olacağı, bu denli ileri taleplerle ortaya çıkamayacağı yaygın ama son derece hatalı bir bakış açısıdır. İşçi sınıfının bütün örgütleri, çıkış nedeni sadece bir lakım ekonomik hakları güvenceye almak bile olsa, sınıfın azami hedeflerine göre örgütlenmek zorundadır. Üyelerini sınıfın nihai kurtuluşunun bilgisiyle aydınlatmak göreviyle karşı karşıyadır.
Dünyada ve Türkiye’de birçok sahte Marksist ve sendikacı, eğitimden işçilerin bir takım ekonomik haklarının bilincine varmasını ve mesleki bilgilerini artırmasını anlıyorlar. İşçilerin ekonomik taleplerinin bilincine varması, yasalardan doğan haklarını (ve aynı zamanda yasaların kendisine düşman niteliğini) öğrenmesi elbette gereklidir. Ama bu, hiç bir zaman, sınıfın nasıl kurtulacağı, çıkarlarını nasıl ve temelden elde edeceği sorularına cevap değildir.
Burjuvazinin de son derece sıcak baktığı ve masrafları için isteyerek para ayırdığı bu türden bir eğitim, işçiye çıkarları doğrultusunda mücadele etme bilinci kazandırmaz. Çünkü onun çıkarları, kapitalizmin dışına çıkan ve bunu sosyalizmle tamamlayan bir mücadelede somutlanır. Bu türden bir eğitim, olsa olsa, sermayenin bir parçası olan işçiyi, biraz daha aydınlanmış olarak ama yine kapitalist sistemin bir parçası olarak “eğitmekten” başka bir şey değildir. Soru gayet açıktır: İşçi, kapitalizmin bir parçası olarak mı eğitilecek; yoksa bakış açısı kapitalizmin dışına çıkarılarak sosyalizme yöneltilerek mi eğitilecek? Cevap da açık olmak zorundadır. İşçi, çıkarlarının kapitalizmle uzlaşmaz bir karşıtlık içinde bulunduğu bakış açısıyla eğitilmedikçe, taleplerinin bilincine varması; kurtuluşunun yolunu görmesi mümkün olmayacaktır.
Kapitalizm, işçiyi, daha önce de değindiğimiz gibi, sermayenin bir parçası olarak yeniden üretirken, onu düşünsel olarak da yeniden üretir, her gün her saat “eğitir”. Darlaştırılmış, sınıfların kardeşliği ve eşitliği, demokrasi gibi laflarla bezenmiş bir eğitim programı, işçiyi sermayeyi tamamlayan bir unsur olarak, işçinin kapitalist örgütleniş tarzındaki statüsünü koruyan burjuva eğitimin mütevazi bir bileşeni olabilir ama onun kendisinin kapitalist toplumdaki yerinin bilincine varmasını sağlamaz.
Herhangi bir programın ya da düşünce ifade eden materyalin konusunun işçi olması, onun işçiden yana olduğunun kanıtı değildir. Aslolan işçinin yüzünü kapitalizmin dışına döndürüp döndürmediğidir. Hepimiz işçiyi konu alan ve belki de işçinin nasıl kötü koşullarda yaşadığını “ince bir duyarlılıkla” anlatan çokça kitap ya da filmle karşılaşmışadır. Paçavralar içinde aç ve cahil bir şekilde sürünen bir kalabalık olarak dramatize edilen bu işçi kitleleri karşısında mülk sahibi sınıflara “yardım” ve “şefkat” çağrıları yapan bu türden “eserler”, gerçekte işçileri bu koşullar altında yaşatmak pahasına zenginlikleri kasasına dolduran burjuvazi önünde alçakça bir yaltaklanmadan başka bir şeyin ifadesi değildir. Böyle eserlerin işçiler için anlamı neyse, patronları insafa çağıran ve onlarda insanlık duyguları uyandırmaya çalışan bir sendikacılığın anlamı da odur.
İşçi örgütlerinde ve özellikle “ekonomik mücadele örgütleri” olarak algılanan sendikalarda yürütülecek eğitimi kapitalizm yönünde darlaştırmanın tek örneği, kötülükleriyle ünlenen gerici, reformist sendikacılar değildir. Farklı şekillerde ve farklı düzeylerde birçok “sol” akım da sendikaların programını darlaştırarak işçilerin sosyalizm mücadelesini “demokrasi mücadelesine” kurban etmektedirler. Sendikalar, işçilerini sosyalizm perspektifiyle değil, demokrasi perspektifleriyle eğitmelidirler! Bu görüş sahipleri, düşüncelerine başlıca iki dayanak gösteriyorlar. Birincisi, bunlara göre, sendikalar, siyasi mücadele örgütleri değil ekonomik mücadele örgütleridir. Bunun için de önlerine sosyalizm gibi siyasi bir hedef koyamazlar. İkincisi, “devrimimizin içinde bulunduğu demokratik aşama”ya göre şekillenen hedefler sendikaların da hedefidir, mücadele örgütlerinin hedefini, içinde bulunulan devrim aşaması tayin eder. Demokratik devrimde demokrasi perspektifli sendika!
Birincinin karşılığı yukarıdaki satırlarda var. Tekrarlarsak: Bir örgütün bakış erimini tayin eden, örgütün darlığı-genişliği, katılığı-esnekliği, sınıfın ne tür ihtiyaçlarının karşılığı olduğu değil, örgütün temsil ettiği sınıfın nihai hedefleridir. Sınıfın tam kurtuluşu sosyalizmdir; sınıf sendikalarının bayrağında da “sosyalizm” diye yazar.
İkincisine gelince; devrimimiz açısından demokrasinin sosyalizmden önce geldiği ve işçi sınıfının demokrasi için savaşması gerektiği doğrudur. Evet, işçi sınıfı, demokrasi mücadelesinin de en kararlı ve öncü savaşçısıdır. Ezilen sınıfların ve ulusların özgürlüğünü ve demokrasiyi savunmadan, bütün bu aşamalardan geçmeksizin sosyalizme bir hamlede varamayacağını bilir. Bu, işçi sınıfının sosyalizm hedefini de yakınlaştıracak, sınıfın sosyalizmi kurmayı öğrenip ders biriktirdiği bir okul olacaktır. Fakat bütün bu doğrular, bir başka doğruyu, işçi sınıfının her şart altında sosyalist içeriğe sahip bir perspektifle savaşması gerektiği gerçeğini gölgelemez; onu demokrasicilikle sınırlandırmayı haklı kılmaz. Fakat işçi sınıfını demokrasi mücadelesinin diğer bileşenlerinden ayıran şudur ki, demokrasi onlar için azami bir hedeftir, işçi sınıfı içinse sadece bir başlangıç. Ruhuna sosyalizm perspektifi içerilmedikçe, işçi sınıfı gerçek bir demokrasi mücadelesi de veremeyecek; demokrasi geçmesi gereken zorunlu bir uğrak yeri iken, onu yutan bir girdap olacaktır. Demokrasiyi sosyalizmle tamamlamak, zaten şimdiden birçok sosyalist unsur içeren demokrasi mücadelesini sosyalizm perspektifiyle yürütmekle olanaklıdır ancak. İşçilerin, sendikalarda da olsa, sosyalist eğitimini ileri bir tarihin işi gibi görmek, açıkça sosyalizme sırt dönmektir, işçi sınıfını demokrasi mücadelesinde de güçsüz bırakmaktır. İşçiler, demokrasi mücadelesini de sosyalist tarzda verirler.
İşçi sendikası, komünist partisinin programından esinlenir. Onun hedeflerini gerçekleştirmesinin yardımcı aracıdır. Elinden geldiği ölçüde kızıl olmayanları itmeden ve onlardan kopmadan, sendikalı işçiyi kızıllaştırmak onun eğitim programının özüdür.

EĞİTİMİN İKİ YÜZÜ
Şimdiye kadar, çokça bulandırılan bir konu olduğu ve birçok işçinin kafası da bu tür görüşlerle karıştırdığı için sendikalardaki eğitimin niteliği ve programı üzerinde durma gereği hissettik. Amaçlı bir faaliyet olan eğitimin hedefinin saptanması son derece önemli olmakla birlikte, bir eğitim programı sunmak, sadece başlangıçtır. Doğru perspektif bir kez ortaya konduktan sonra, bu programın nasıl hayata geçirileceği, hedeflenen niteliklerin nasıl yığınlara mal edilerek maddi bir güce dönüştürüleceği tayin edici bir önem kazanır.
Eğitimin bir yönü, yaygın bir anlatma ve aydınlatma, eğitileni hedeflenen niteliklerin bilgisine kavuşturma faaliyetidir. Tabii ki bu noktada, programın önemi kendini hissettirir. Her eğitim, öncelikle söz konusu eğitimin hedefleriyle karakterize olur. Bundan hareketle Lenin, devrimci bir teori olmadan devrimci eylem olmaz demiştir. Saptanan programın kitlelere ulaştırılması, politik literatürde propaganda ve ajitasyon olarak ifade edilen anlatma, açıklama ve inandırma yoluyla olur. Bütün yazılı ve sözlü araçlar yoluyla yapılan propaganda ve ajitasyon, işçi sınıfının çeşitli düzeydeki örgütlerinin en önemli eğitim araçlarıdır.
Fakat bir takım gerçeklerin eğitilene anlatılması, onların belirli bilgi düzeyine sahip kılınması kendi başına hedefleyeni eğitmiş olmaz. Eğer eğitim sadece anlatmayla sınırlanırsa, bu gerçekte eğitimden çok öğretim olur. Öğretmenin sınırlarını aşamaz. Eğitimde amaç, sadece bilgi vermek, aydınlatmak değil, onun ışığında biçimlendirmek ve yeni bir niteliğe kavuşturmaktır. Eğitim yoluyla, söz konusu eğitim ilkeleri etrafında, bir bakış, duyuş, algılayış ve davranış tarzı oluşur. Fakat bir şeyin öğretilmesi, bir insanın bazı şeylerin bilgisine kavuşturulması, daha dardır; bilgilendirmektir ama bir hayat tarzı oluşturmak değil. Eğitmek, öğretmeyi de kapsayan daha geniş bir kavramdır. Örnek olarak, Marksizm’i bilmek, belli başlı ustaların eserlerini “yutmuş olmak”, mutlaka eğitilmiş olmanın kanıtı değildir. Marksizm’i en az Marksistler kadar bilen birçok burjuva aydın vardır ama bunlar Marksist değildir. Marksist olmak, Marksizm’in ilkelerini asgari düzeyde bilmeyi gerektirir ama bunun yanı sıra, O’nun ilkelerini yapısında sindirerek bir bakış açısı düzeyine çıkarmak, onun ilkeleri doğrultusunda her koşulda içten gelen bir tepiyle davranmak gibi özellikler kazanıldığı zaman bir insanın Marksist olduğundan söz edilebilir.
Bir takım Marksist formülasyonların yerli yersiz işçilere anlatılması, belki onların bir takım Marksizm kırıntılarıyla beslenmesine yol açar ama hiç bir şekilde onları, sınıf çıkarlarını bilince çıkarmış komünist birer işçi yapmaz.
Yığınları, devrimci programa kazanmak için sadece propaganda ve ajitasyon yetmez. Onları, yaşadıkları çıplak gerçeklerin ışığında, siyasal deneyleri temelinde eğitmek gerekir.
İşçilerin kapitalizme karşı yarattıkları grev, direniş, sokak çatışması, ayaklanma gibi mücadeleler ve bu mücadeleler sırasında yarattıkları sendika, grev komitesi, Sovyet gibi örgütler propaganda ve ajitasyonu kat kat aşan bir güçle işçileri eğitir. Bunun için Marksizm’in ustaları bir büyük eylemin işçileri eğitmede “bir düzine program”dan daha etkili olduğunu, her grevin, işçilere savaşmayı öğreten bir okul olduğunu sıkça vurgulamışlardır.
İşçi sınıfı, olağan zamanda, on yılda kazanabildiği deney ve birikimi, büyük bir mücadelenin ateşi içinde bir kaç ayda kazanabilir. Olağan zamanlarda sermayenin bir parçası olarak yaşamını sürdüren işçi sınıfı, büyük eylemler içinde kendisine atfedilen ve yapısında potansiyel olarak içerilmiş devrimci özelliklerini dışarı vurur. Kapitalist ile işçi arasındaki çelişkinin kendini şiddetli bir atışma olarak ifade ettiği eylem anı, kapitalist ile işçi arasında iktisadi, sosyal ve siyasal çıkar karşıtlığı ile belirlenmiş düşmanlığı büyük bir kesinlikle ortaya çıkarır. Bir fabrikanın çatısı altında kapitalistin ifadesiyle “aynı ailenin bireyleri” gibi yaşayan işçi ile kapitalist, alevlenen çelişkinin aralarına diktiği bir barikatın iki tarafında yer alırlar. Bu mücadele içinde, işçi sınıfı, barikatın her iki tarafında mevzilenen dostlarını ve düşmanlarını daha açıkça görme olanağına kavuşur. Lenin, böyle büyük işçi mücadeleleri içinde işçilerin kendi deney ve gözlemleriyle edindikleri bilince, “tohum halinde sınıf bilinci” der. İşçi, kendi gücünü duyumsar, sınıf kardeşiyle arasında burjuva bencilliğinin diktiği soğukluk duvarlarını yıkar, birleşik gücüyle düşmanını yenebileceğini, onu geriletebileceğini kavrar.
Böyle büyük işçi mücadeleleri işçi sınıfının başka bir takım devrimci özelliklerini de açığa çıkarır. İşçiler, binlerce işçinin iradesini bir eylemin potasında birleştirirken sınıfın demokrasi, örgüt ve yönetme anlayış ve yeteneğini ortaya çıkarır. Uzun süren bir grevin bütün yönleriyle örgütlenmesi, hele bir uzun yürüyüşte, barınma, beslenme gibi sorunların çözümü, işçilerin sınıfın sadece bir müfrezesini değil tümünü ve bir toplumu yönetebileceğinin parlak işaretini verir. Eylem anı, bürokrasinin etkisizleştirildiği, mücadelenin ihtiyacı olarak doğan yönetsel aygıtın bizzat mücadele edenlerin iradesinin ifadesi olduğu anlardır. İşçiler, büyük eylemlerde işçi demokrasisinin bütün unsurlarını ortaya çıkarırla*: her kademede yöneticinin işçilerce seçilmesi ve her an görevden el çektirilmesi, kararların işçilerin doğrudan oyuyla alınması…
1990 kışında yaşanan ve» özellikle Ankara yürüyüşüyle doruğa ulaşan Zonguldak Direnişi, mücadele ve eylemin eğiticiliğinin çok güzel bir örneğiydi.
Kısaca, mücadele, bir dizi programın gücünden daha büyük bir etkiyle sınıfı eğitir, işçi sınıfının gelecekte kuracağı devletinin özelliklerini belirli bir sınırlılık içinde ortaya çıkarır, yönetme yeteneklerini geliştirir. Eğer sendikalar, bir okulsa, bu okul onlara sadece sınıf savaşının bilgisini değil, bununla birlikte topluca hareket etmeyi, yönetmeyi de öğretir.
Dünyaya kibirli bir aydının penceresinden bakan çoğu kişi, yaşamlarının her anında başkalarınca yönetilen bu cahil işçi kalabalığının egemen sınıf olarak örgütlenerek böylesine karmaşık dev bir aygıt olan devleti yönetebileceklerine bir türlü akıl erdiremez. Elbette işçiler koca bir devleti yönetme birikimine iktidarı ele geçirdikleri gecenin sabahında kavuşmazlar. Bu yetenek onlara, birçoğu başarısızlıkla sonuçlanan onlarca büyük mücadelenin deneyi tarafından kazandırılır. Ve zaten işçiler, en yüksek mücadele biçimi olan ayaklanma içinde, sokak iktidarı kurmadan ve fiili iktidar organları yaratmadan devletin sahibi de olamazlar. Sokak egemenliği, devlet egemenliği ile taçlanır.
Fakat burada bir noktanın altını önemle çizmek gerekir. Büyük işçi mücadeleleri, kendi başlarına işçi sınıfını kendisi için sınıf yapmaya muktedir değildir. Bu mücadeleler, işçileri sınıf bilincine karşı son derece duyarlı kılar, modern sınıf ilişkilerini ve bu ilişkilerde proletaryanın yeri ve eyleminin yönelimini kavramaya hazır hale getirir ama daha ilerisine ancak devrimci teorinin ve bu teorinin somut dile gelişi devrimci işçi partisinin bilinçli etkisiyle varabilir. Bu da eğitimin ne sadece akademik bir eğitimle, ne de sınıfın kendiliğinden eylemiyle kotarılamayacağını gösterir.
Bu ikisi birleştirilirse, ancak o zaman işçi sınıfının eğitimi gerçek eğitim olabilir, yalnızca propaganda, yalnızca ajitasyon sınıfı devrimci bir program etrafında örgütlemeye yetmez. Bunun için işçilerini her günkü mücadelenin sorunları içinde eğitilmeleri, söylenenleri kendi öz siyasal deneyimleriyle kavramaları gerekir.

SENDİKAL EĞİTİMİN BAZI ÖZGÜNLÜKLERİ
İşçi sınıfının her düzeydeki örgütünde eğitimin ilkeleri ortak olmakla birlikte, ilkeleri aynı olan eğitim örgütün niteliğinin zorunlu kıldığı özgürlüklerle hayata geçer.
İşçi sınıfının bilinçli bir azınlığını kucaklayan ve onun en yüksek örgüt biçimi olan komünist partiye katılan işçiler, nihai kurtuluşlarının sınıfsız ve sömürüşüz bir toplum için mücadeleden geçtiğini bilirler. Böyle bir örgütte sorun, sosyalizmin kaçınılmazlığını kavratmak değil, olsa olsa bu bilinci pekiştirmek ve derinleştirmek olabilir. Fakat sadece ekonomik haklarını koruma bilincinin üye olmaya yettiği bir sendikada toplanan binlerce ve on binlerce işçi, oldukça karmaşık bir düşünce çeşitliliğine sahiptir.
Sosyalizm programı, bu yığınlara ancak somut sorunlarıyla ilişkilendirilerek, her gün karşılaştığı sorunların kaynağını anlatmakla kavratılabilir.
Bir ileri işçi için gerçek olanın sıradan bir işçi için de gerçek durumuna gelmesi, canlı somut bir eğitimle mümkündür. İşçilerin günlük ücret, sosyal hak; patronun saldırısından kalkınmadıkça, onları bu küçük sorunların denizinde boğmak isteyen patronun gerçek niteliği anlaşılamaz.
Komünist olan ve olmayan binlerce işçiyi aynı sendikada bir arada tutan şey, ekonomik çıkarlar ortak aynı sınıfın üyeleri olmalarıdır. Böyle bir örgütte, gerçekte onlara kurtuluşlarının yolunu gösteren devrimci teori işçilere can sıkıcı laf kalabalığı gibi görünebilir.
Üyelerin çoğunluğu, ekonomik çıkarlarından daha ileriyi göremezken, işçilerin sosyalizmi kabul ettikleri varsayımıyla eğitim yapılamaz. Böyle bir eğitim, oldukça keskin görünebilir ama bu görünüş aldatıcıdır. Bilinçli işçi azınlığı ile bilinçsiz çoğunluğun birbirinden kopmasına yol açar. Ya devrimci işçiler sendikadan tasfiye olur, ya da işçi çoğunluğu, devrimcileri sosyalist laflarıyla baş başa bırakıp sendikayı terk ederler.
Sosyalist olduğunu bir an olsun unutmadan ve sosyalistliğini ilan etmekten korkmadan işçilerin en basit günlük taleplerine sahip çıkan, bu talepler için en kararlı mücadeleyi veren ve her günkü küçük sorunların işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki büyük siyasal sorunun parçası olduğunu mücadelenin deneylerine dayanarak kavratan bir çizgi, devrimci bir sendikal çizgi olabilir/ Sosyalist program ile burjuva çizgiler arasındaki ayrışma, işçi sınıfının talepleri karşısındaki tutumla ayrıştığında, o zaman işçiler sosyalist olmasa bile tercihini sosyalistlerden yana belirleyecektir.
İşçi sınıfının en basit ekonomik talepleri bile, devrimci ve burjuva programları karşı karşıya getirir. Komünist işçiler, burjuva akımlarla farklarını işçi sınıfının sorunları dışında cereyan eden fikir yarışmasından çıkarmayı başarır, sınıfın taleplerini savunanlar ve karşı olanlar şeklinde açık bir tabloyu gözler önüne sererlerse, günde beş vakit namaz kılan bir işçi bile, devrimci işçilerin komünistliğine ve dinsizliğine aldırmaksızın onu kendi önderi olarak kabul edecektir. Bu, ekonomik taleplerin ötesinde siyasal gerçekleri kavramaya da olanak yaratacaktır. Bu tarz taleplerine sahipleniş, devrimci siyasal ajitasyonla birleştirilirse, ancak o zaman devrimci eğitim programı, yığınlara mal edilebilir.
Mücadelenin ortaya çıkardığı deneyler temelinde işçileri eğitmek, onlara sadece siyasal doğruları değil, bir iktidarı yönetebilecek yetenekler kazandırarak inisiyatifli davranmayı, yönetmeyi ve savaşmayı öğretmek… Sendikal eğitim temeli budur.

MEVCUT SENDİKALARDA DURUM
Buraya kadar, sendikalar da içinde olmak üzere işçi örgütlerinde sınıfın eğitiminin genel özelliklerinden söz ettik. Sendikaların, politik mücadelenin yardımcı aracı rolünü oynayabilmeleri, gerçek sosyalizm okulları olabilmeleri için, hayata geçirdiği eğitimin ortaya konan perspektife uygun olması zorunludur. Fakat çoğunlukla burjuva bakış açısına sahip sendika ağalarının yönetimindeki mevcut sendikaların işçiyi kapitalizm çerçevesinde bir güç olarak tutma hedefine uygun olarak şekillendirdikleri “eğitim”in gerici niteliği ortadadır.
Kuşkusuz, işçi sınıfımız, zengin mücadelelerle örülmüş tarihi boyunca azımsanmayacak bir deney birikimine sahiptir. Fakat işçi sınıfı, mücadelelerden edindiği eğitimi, sendika ağalarının gerici barikatına rağmen edinmiştir.
Amerikan devletinin güvenlik örgütleriyle içli-dışlı çalışan Amerikan sendikacılığının damgasını üzerinde taşıyan Türkiye sendikacılığı, emperyalist merkezlerdeki burjuva sendikacılık ve devletle ilişkilerce belirlenen çizgide bir “sendikal eğitim” hayata geçiriyorlar; konuyu çok önem veriliyormuş havasında kongre nutuklarının çeşnisi olarak kullanıyorlar. Sendika gelirlerinin yüzde-beşi eğitim giderlerine harcanıyor.
Artık az çok bilinçli her işçinin yakından bildiği bu eğitim faaliyeti üzerinde uzun boylu durmayacağız. Kısaca iki nokta üzerinde duracağız. Eğitimin niteliği ve veriliş tarzı.
Sendikacılığın, iki yılda bir yinelenen sözleşmelere imza atmanın anlaşıldığı ve sendika ağalarının koltuğunun, düzenin sürmesine bağlı olduğu bir sendikal düzenlemede başka türlüsünü beklemek fazla olur.
“Sendikal eğitim” kapsamında yürütülen faaliyetlere göz attığımızda, ilk göze çarpan bu eğitimin gerici niteliğidir. Bu durum, sendikal harekete burjuva akımların hâkimiyetinin doğrudan sonucudur. Sendikaların tüzüklerinden, eğitim metinlerine ve yayınlarına kadar söylemine sinmiş bü gericilik sendikadan sendikaya ton farkları göstermekle birlikte, ortak bir ruhtur ve sınırı, kapitalizm çerçevesinde yapılacak iyileştirmelerin ötesine geçmez. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişkinin üstü örtülür, işçilerin uğruna mücadele ettikleri daha iyi yaşam talebinin karşısına yine kapitalist sistem, “uygar ülkelerde sahip olunan haklar” çıkarılır, uluslararası sözleşmelerin “işçiye tanıdığı haklar” biricik ülkü gibi gösterilir.
“Üyelerinin ekonomik ve sosyal menfaatlerini”, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması” ile belirlenmiş sınırlar içinde savunmak, “milli gelirin arttırılması için çalışmak” ve artan milli gelirin “adil” bölüşümü için çalışmak… Bu anlayışla yürütülen eğitimin, işçileri kapitalizm içindeki yerlerini kabul etmeye ve sineye çekmeye çağırmak, ne yapılacaksa burjuvazinin hâkimiyetine dokunmaksızın yapılmasını öğütlemekten fazla bir anlam taşımadığı ortada.
Fakat eğitimin gericilik derecesi ne kadar yoğun olursa olsun, yine de işçilerin kafasında bir takım çelişkilerin doğması, gerçek gibi sunulanların sorgulanması engellenemez.
Bu gerici içerikli faaliyet de tamamen göstermeliktir, yasak savma babında yürütülen göstermelik bir faaliyettir.
Yasaların zorunlu kıldığı yüzde-beşlik gelir payı ile ne gibi faaliyetler örgütleniyor?
Başında eğitim seminerleri geliyor. Bölgelerde geniş aralıklarla her bin işçiden üç-beşi bu eğilim seminerlerine katılıyor. Bu kişiler de çoğunlukla profesyonel sendikacılardan, işyeri temsilcilerinden ve sendikacıların ahbaplarından seçiliyor.
Eğitimci, ya parayla tutulmuş bir üniversite hocasıdır, ya da bir “sendika uzmanı”dır. Bu seminerler kapitalizm hayranı eğiticilerle “şanslı” bir işçi azınlığını bir araya getiriyor ve işçiler ilk defa gördükleri bu adamların işçinin yaşamından habersizce ettikleri sıkıcı lafları dinlemek zorunda kalıyorlar. Bu cansız, kuru, işçinin kendisinden bir şey bulamadığı eğitimin sıkıcılığı, bir kaç günlük “işten kaytarmanın” avuntusuyla bir nebze hafifliyor.
Tabii, semineri ya da kursu veren uzmanın ücreti, yol parası, lüks otellerdeki konaklama gideri bu yüzde beşlik eğitim fonunun içinde.
İşçilerin eğitiminin temel mekânı olması gereken fabrika ve işyerleri hiç bir şekilde eğitim alanı olarak görülmüyor ve eğitim ancak işçinin doğal mekânından soyutlanmasıyla gerçekleşiyor. İşçilerin işyerlerinde bu yönlü girişimleri ise sendika ağaları engeline çarpıyor. İşyerlerinde yürütülmeye çalışılan amatör sanat faaliyetleri, sendikacılarca büyük bir kayıtsızlıkla karşılanıyor.
Eldeki bütün imkânların adeta eğitimi sıkıcılaştırmak için kullanılmasının ardından, “işçiler, verilen eğitime ilgisiz” yollu yakınmaların anlaşılmayacak bir yanı yoktur.
Eğitim fonun aktığı önemli bir alan da düzenli-düzensiz çıkarılan yayınlar. Çoğu işçi tarafından paket yapmak için kullanılan bu yayınların çoğu, sayfalarını ağırlıklı olarak sendika yöneticilerinin, kongre, toplantı vb yerlerde yaptıkları konuşmalara, protokol ziyaretlerine ayırıyor. Sendikaların çıkardığı yayınlar, sendika ağalarının reklâm broşürü gibi. Sayfalara konuk edilen “uzmanlar” da işçilerin yasalardan doğan haklarını anlatmakla sınırlı bir kapitalizm övgüsü yapıyorlar. İşçiler ise, ancak bir iş kazası geçirdiklerinde ya da ölümlerinde taziyet dilekleriyle birlikte yayında yer alıyorlar.

BAZI OLANAKLAR
Mevcut sendikal yapılanmadaki bu olumsuz duruma karşın, sınıf bilinçli işçi, birçok olanağa sahip olduğunu unutmamalıdır.
Burjuva sendikacılık, sadece burjuva bir çizgi olarak kalmaz, işçi sınıfının taleplerine düşmanlıkta ifade bulur. Gündelik pratik içinde her gün sınıfın kendini eylem ve direnişlerle ifade ettiği bir ülkede, burjuva sendikacılığın sınıf düşmanı niteliğini sınıf kardeşlerine kavratmanın küçümsenmeyecek olanakları vardır. Türkiye, daha iyi bir hayat talebinin sınıf sarıp kucakladığı bir ülkedir ve burjuva sendikacılığın “işçi dostu” maskesini indirmenin koşulları vardır. Ayrıca, sendika ağalarının hâkimiyeti ancak bir dizi ayak oyunuyla korunmaktadır, tabanda derin bir tepki ve kaynama vardır. Bunlar, sendika ağalığının ve işçilerin ufkunu kapitalizm sınırlarına hapseden anlayışın kırılmasını olanaklı hale getirmektedir.
İleri işçiler, bir takım demokrat sendikacıların yönetimindeki şubelerde devrimci eğitim programını hayata geçirebilirler ve işyerlerinde örgütleyecekleri tartışmaları, temsilci toplantıları ve kongreleri sınıfa devrimci bir program sunmanın olanaklarına sahiptirler. İşçi sınıfının önemli bir kesimini işsizi eştirmekle tehdit eden özelleştirme, taşeronlaştırma, TİS sorunlar, işten atmalar vb. uygulama ve planlar, bu sorunlar temelinde ve fabrika ve işyerlerinde temellenen canlı bir tartışma ortamı içinde teşhir edilebilir ve anti-kapitalist bir ajitasyonla birleştirilebilir,
Kuşkusuz, sendikalar devrimci eğitim programlarının hâkim bulunması, sendika ağalığı ve burjuva sendikacılığın sendikal hareketin tecridi ile mümkündür. Fakat bu, bir anda başarılabilecek bir şey değildir ve bilinçli işçi sendika ağaları başta olduğu sürece, eleştiri görevini yerine getirmiş olmanın rahatlığıyla ellerini kavuşturup oturamaz. Devrimci eğitim programı tabana, deneylerine kavratılmadan sendika ağalarından kurtulmak mümkün olmaz. Her alanda, sosyalizm perspektifiyle ve günlük sorunların canlı ajitasyonuna dayanan bir eğitme ve kazanma faaliyeti, birçok olanağı mevzi durumuna getirebilir.

Haziran 1992

EK:
BİR ÖRNEK: TÜRK METAL İŞÇİLERİNİ EĞİTÎYOR(!)

Türk Metal, mevcut sendikalar arasında gericilikte diğer bütün rakiplerini geride bırakan bir sendika. Tipik olmasa da ibret verici bir örnek olarak Türk Metal’in işçi eğitimine nasıl yaklaştığına küçük verilerle de olsa göz gezdirmek faydalı olacak.
Bütün toplantıları Genel Başkan Mustafa Özbek’e ve Türk Melal’e tezahüratla “şenlenen” bu sendikanın iki belgesinden faydalanacağız.
İstanbul Şubesinin “yüce milletimize, devletimize hayırlı uğurlu olması” temennisiyle açılan 3. Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’ndan “eğitime verilen önemi” ve eğitimin yaygınlığını öğreniyoruz.
Çalışma Raporu’nun eğitime ayrılmış bölümünde eğitimin çerçevesi, üyeleri “toplumumuzun sahip olduğu maddi ve manevi değerletin toplamı olan milli kültürle mücehhez kılmak” olarak çizildikten sonra büyük bir böbürlenmeyle “gece gündüz demeden” yürütülen üç yıllık faaliyet sıralanıyor. Bu üç yılda dört seminer gerçekleştirilmiş ve seminerlerin her birine 30 ile 50 arasında işçi atılmış Ayrıca, Genel Merkez’in düzenlediği ve 222 kişinin katıldığı konferansa iştirak edilmiş. 20 bin üyeli sendika şubesinin 40 kişilik eğitim semineri. Yine aynı şubenin aynı dönemi kapsayan ve “sosyal Faaliyetlerimiz” adını taşıyan kitabında, örgütlenen faaliyetler hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Kitap “heybetli” fotoğrafının altındaki lider” anonsuyla Özbek’in adıyla başlıyor ve övgü, temposundan bir şey kaybetmeden kitabın sonuna kadar devam ediyor. “En büyük sendikanın en büyük lideri ve yöneticileri” övgüden başka şeylere nerdeyse yer kalmamacasına nasiplendirirken sosyal faaliyetlerden de söz ediliyor.
Her biri yöneticilerin gösterisi niteliğindeki birçok “sosyal etkinlik” var üç yıl zarfında. Şiir ve fıkra yarışmaları düzenlenmiş ve “şerefli al-bayrak ve ak-yüzlü hilal’e övgüler dizen şiirler, gerici hocalardan oluşan jüri tarafından ödülle taltif edilmiş.
“Birlikten kuvvet doğar”, “Türk Metalle Bütünleşme” geceleri düzenlenmiş ve bu gecelerde yapılan konuşmalarda “Ajan-provokatörlerle (diğer sendikaların çeşitli yöneticileri) mücadelenin süreceği” ilan edilmiş. Özenle yapılan “Türkiye’de ilk defa” vurgusuyla işverenle birlikte işçi günleri düzenlenmiş. İşçilerin küçük bir kısmına da olsa, “sendikanın sınırlı olanaklarıyla” Genç Osman oyunu izlettirilmiş. “Protesto maksadıyla” Halit Narin’e para yardımı yapılmış, çıplak ayakla yürünmüş. Sünnet düğünleri düzenlenmiş, Dalan’dan arsa, Kahveci’den yardım istenmiş…
Bütün bu faaliyetlerde, Türklük ve Türk Metallilik ruhu hep yüksekte tutulmuş. Kahramanlık temalarıyla, işveren uşaklığı ile bütünleştirilmiş. Bütün toplantılara ya işverenler doğruca katılıp konuşmalar yapmışlar, ya da çiçek yollayarak tebriklerini iletmişler.
Türk Metal’in yönetici takımı, bir de Romanya ziyaretinde bulunmuş. Erdoğan Aslıyüce’nin kitaba tam metin geçen yazısından, o ülkedeki “komünist” rejimin ne kadar kötü olduğunu ve Türkiye’yi ne büyük bir aşkla sevdiğini öğreniyoruz.
İşçi; Türklük, işveren ve sendika ağalarına itaat ruhuyla işte böyle eğitiliyor!

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑