Düşünce tarihi, maddi gerçekliğin insan beynindeki yansılanışının gelişme tarihidir.
Bu yansılanış, somutluğu içinde bir sınırlılık, mutlak bir yansıma olamayış olarak belirir. Maddi gerçeklik, çok yönlü bir çelişmeler yumağı olarak sürekli hareket halindedir çünkü ve değişme durumundaki gerçeklik, somut olarak zaman boyutunun belirli bir kesitinde ve algılama ve çözümleme yeteneği, bilgi birikimi sınırlı tek tek insanların beyinlerinde yansır. Gerçekliğin görece doğru bilgisine, tarihsel ardıllık içinde ve birbirleriyle çelişme ve mücadele durumundaki bir insan dizisinin zihinsel faaliyeti sürecinde ulaşılabilir.
Doğal ve toplumsal olayların gelişme yasaları olduğu gibi, bunların insan beynindeki yansıları olarak oluşan düşüncenin de kendi gelişme yasaları vardır. Ancak, hem maddi gerçeğin hem de düşüncenin gelişme yasalarının farkında olan ya da olmayan birçok insan düşünce oluşumu sürecine katılır. Görece doğru ve yanlış bir dizi düşünce, gerçek tarafından tekrar ve tekrar doğrulanıncaya dek bir çelişme ve çatışma içinde buluna-gelir. En halisane idealist düşünceler bile yine gerçeğin bir yansısını oluştururlar. Gerçeği düşünce ya da bilincin belirlediği iddiasındaki bu tür düşünceler, başka yerden değil yine maddi gerçekten kaynaklanıp yansırlar; ama gerçeğin yanılsamalı bir kavranışını ifade ederler.
Üstelik toplumsal olayların insan beyninde yansımasında, doğal bilimlerin ve bu alanda düşüncenin gelişmesinde rol oynayanlardan farklı bir faktörün de varlığından söz etmek zorunludur. İnsanların düşüncelerinin gelişmesindeki kesin bir etken, onların maddi toplumsal yaşamda tuttukları yerdir. İnsanlık parçalanmış bir bütündür, sınıflara bölünük haldedir ve insanların toplumsal üretim içindeki yerleri, insanların toplumsal bilimlere ilişkin yaklaşımlarını ve bu alandaki düşüncelerini belirler. “Sarayda başka kulübede başka düşünülür.”
Sosyalizm, Sovyetler Birliği ve diğer eski sosyalist ülkelerin deneyleri ve “yeni” “sosyalizm” arayışları sorunu etrafındaki tartışmalar, düşüncenin doğru ve yanlışlarla yüklü çelişmeli ve çatışmalı gelişmesinin, farklı sınıfsal konum ve tutumların farklı düşünceleri şekillendirişinin, hayalhanelerde üretilmesine girişilen “yeni” arayış ve projelerin yine maddi gerçeğin ama bu kez yanılsamalı yansıları oluşunun belirgin bir örneğini oluşturuyor.
Bugün eski sosyalist ülkelerin bulunduğu nokta artık tartışma kaldırmıyor. Bu ülkelerin “sosyalistliği” ya da toplumsal bir devrime ihtiyaç duymadan sosyalizm yönünde yeni bir atılım yapabilecekleri konusunda hala umut besleyen az sayıda insan olmakla birlikte, sağ ve solda ezici çoğunluk, sevinç ya da üzüntüyle eski sosyalist ülkelerin yerinde arlık farklı türden başka ülkeler olduğunu teslim etmek durumundadır.
Çeşitli ideolog, tarihçi, ekonomist ve propagandacılarıyla ve sağ ve sol bir dizi ideolojik biçim ve görünümlerle burjuvazi, sosyalizmin öldüğü iddiasındadır. Ona göre, bu ülkelerde yaşanan iflas, “sosyalizmin iflası”dır; sosyalizm zaten tarihsel bir yanlışlıktı, çıkmaz bir yol olarak denenmiş ve kapitalizmin ebediliğini kanıtlamak üzere bugüne gelinmişti! Burjuvazinin, has adamlarınca dile getirilen düşüncesi açık ve nettir.
Bir başka açık ve net düşünce, proletaryaya, onun devrimci komünist öncüsüne aittir. Devrimci komünistler ortaya çıktıkları andan itibaren -tarih 75’lere denk düşmektedir- Sovyetler Birliği ve diğer eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restore edildiği, bu ülkelerde iktidarın bürokrat kapitalist bir sınıf tarafından ele geçirildiği ve tekelci devlet kapitalizminin geliştiği düşüncesini savunmuşlardı. Kapitalizmden komünizme geçiş dönemini oluşturan proletarya diktatörlüğü koşullarında, denetim altına alınmış ve sınırlandırılmış olmakla birlikte bir vuruşta tasfiye edilmesi olanağı bulunmayan kalıntı unsur ve yasaları, fikir, özlem, alışkanlık ve çeşitli örgütlenmeleri somutunda kapitalizmle hesaplaşmasını tamamlamamış ve onu bütünüyle yok etme sürecinde olan sosyalizm, bu ülkelerde, geçici olarak da olsa, yenilgiye uğratılmış, sosyalizmin inşası ve komünizme doğru gelişme süreci durdurulmuş, tersine dönmüş ve yerini kapitalizmin restorasyonu sürecine bırakmıştı. Eski sosyalist ülkelerde gelişen kapitalizmin özgünlüğü, kastlaşarak süreç içinde bürokratik burjuva karakterde yeni bir sömürücü sınıf oluşturan askeri ve sivil bürokrasi ve teknokrasiye dayanarak ve dayanaklarını geliştirip güçlendirerek, önce yozlaşma ve sosyalizmden her alanda (ideoloji, politika, ekonomik inşa, kültür, örgüt vb. alanlarda) vazgeçme ve ona karşı mücadele ve tasfiyesine girişme ve kapitalizmin unsurlarının geliştirilmesi aracılığıyla kapitalizmin restorasyonuna yönelen revizyonizmin elinde, ideoloji, politika, ekonomi, kültürün örgütlenmesinde, özellikle devlet ve ekonominin örgütlenmesinde, yozlaştırılmış ve kendisi olmaktan çıkarılmış, ancak kalıntılar olarak varlıklarını sürdürmelerine olanak tanınmış sosyalist, biçimler ve zarfların, içeriğinden soyundurulmuş sosyalist lafız ve söylemin kullanılmaya devam edilmesidir. Örneğin uzun süre özel bireysel mülkiyet lafızda reddedilmiştir; ancak devlet mülkiyetinin yeni kapitalist sınıfın tekelci devlet mülkiyeti haline dönüştürülmekte olduğu ve dönüştürüldüğü koşullarda, artık kapitalist mülkiyetin sosyalist zarfla çerçevelenmeye çalışılmasının bir anlam taşımayacağı ve sosyalistlik iddiasını karşılamayacağı bugün açıkça anlaşılmış bulunuyor. Yine örneğin tüm burjuva önlemleri almasına ve en temelde işçilerin emek ürünlerinin gaspının başla gelen gerçekleştiricisi ve gerçekleşme koşullarının sağlayıcısı olmasına rağmen, “proletarya devleti”, “bütün halkın devleti” vb. laflarıyla ve öncü ve tek yönetici güç olarak -artık burjuvazinin eline geçmiş olan- parti ve devlet aracılığıyla politika ve ekonomide merkeziliği koruyarak proletarya diktatörlüğünün varlığını sürdürmekte olduğu iddiasının bir anlam taşımadığı da bugün açıkça anlaşılmış bulunuyor.
Geçmişte, daha birkaç yıl öncesine kadar -hatta Sovyetlerdeki son darbe teşebbüsünün bazılarının “sosyalist” yeni bir düzenlenme hayallerini depreştirmesi düşünüldüğünde bugün bile- geniş bir sol kesim ne genel olarak devrim ve sosyalizmden ne de bürokratik, tekelci kapitalist dayanaklarıyla revizyonizmden kopuyor; yalnız politik değil, ideolojik alanda da ortada durmada ısrar ediyordu. Orta yolculuğun gelenekselleşeceği, çünkü onu olanaklı kılan zeminin sürgit devam edeceği düşünülüyordu. Bugün orta yolculuk nesnel olarak olanaksızlaşmıştır. Ortasında durulmaya çalışılan taraflardan biri kapitalist özünü dışa vurmuştur çünkü. Bugün Sovyetler Birliği ve diğer eski sosyalist ülkelerde kapitalist bir restorasyondan söz etmeyen kalmamıştır. (Oysa bir restorasyon ihtimalinin bulunmadığı, bunun nesnel olarak olanaksız olduğu üzerine hem de diyalektik materyalizm tanık gösterilerek az ürün verilmemişti.) Restorasyon süreci bu ülkelerde öylesine son noktasına dek ilerlemiştir ki, artık özel mülkiyet savunulmadan, pazar ekonomisinin kapitalist niteliği açıktan reddedilmeden, bu ülkelerde yaşanan kapitalist restorasyon görmezlikten gelinemez, dolayısıyla devrimcilik ve sosyalistlik iddiasında bulunulamazdı.
Ancak, iş, kapitalist restorasyonun gerçekleşebilirliğinin ve gerçekleştiğinin teslim edilmesiyle bitmiyor. Bir yanıyla maddi gerçeğin beyinlerdeki yanılsamalı yansıması, kafa karışıklığı ve yaklaşım yanlışları, diğer yanıyla burjuva, küçük burjuva konumlardan, daha çok da küçük burjuva konumdan burjuvaziden etkilenerek yapılan değerlendirmeler devam ediyor. Bu ikisi genellikle birlikte bulunuyor.
Restorasyon saptaması yapma noktasına gelenler, çoğunlukla, “sosyalizm öldü”nün bir türevini oluşturan, Marksizm’le revizyonizmi sosyalizmle kapitalizmi ayrıştırmayan, geçiş döneminin kapitalizmle komünizmin hesaplaşma ve birinden birinin galebe çalmasıyla sonuçlanacak bir süreç olduğunu anlamayan ya da anlamak istemeyen; örneğin Gorbaçov’u Stalin ve -biraz ürkekçe söylenmekle birlikte- Lenin’in devamı, devamcısı olarak tanıyıp tanıtan, Kruşçev’de Stalin’den farklı pek az şey bulan; yanlışlığı ve suçu, “reel sosyalizm”, “uygulanan sosyalizm” adı takılarak teoride öngörülenden farklılığı belirtilen ve Lenin’den başlayarak Gorbaçov dâhil bugüne kadar geldiğine hükmolunan -Kruşçev’den bu yana sözde-sosyalist uygulamalara, Lenin’e, Stalin’e, Ekim Devrimine, sosyalist inşaya izafe eden; uygulamadaki yanlışlıkları düzeltmek adına “yeni” arayışlara girip “yeni” projeler tasavvur eden; tam da bu noktada teoriyi gözden geçirmeye yönelip “suçu” Marks’a kadar bulaştıran düşünce ve tutumlar geliştiriyorlar. Bu, hem kafa karışıklığının hem de belirli bir sınıf konum ve tutumunun ürünüdür ve birçok çevrenin, örneğin işçilerin Sesi’nin, Kurtuluş’un, Özgür Halk’ın, Toplumsal Kurtuluş’un ve daha başkalarının ortak yönüdür.
Özgür Halk’ta Ali Fırat imzasıyla yayınlanan “Gerçekleşen sosyalizmin dönüm noktasında yeni sosyalizm arayışları üzerine” başlıklı yazı örnek alınırsa…
Yazı, eski sosyalist ülkelerde kapitalist bir restorasyon yaşandığını ortaya koymak üzere, genel olarak restorasyonun olabilirliğinden söz açarak başlıyor. Eskiden restorasyonun olabilirliği yadsınırken, bu kez, olan-biten karşısında çan sıkıntısı ve moral bozukluğundan olsa gerek, tersten aşırıya kaçılarak, tarihsel süreçlerde restorasyonlar “normal” ve neredeyse kaçınılmazlık olarak düşünülüyor:
“Tarihte sosyal mücadeleler her zaman düz bir hat üzerinde gelişmezler. Bazen sıçramalı ileriye açılımları olduğu gibi, asın gitmenin tıkandığı, tökezlediği ve aynı biçimde restorasyon, yani yeniyi (‘eskiyi’ olmalı -Ö.D) yeniden inşa etme süreçlerinin de yaşandığını görmekteyiz. Normal olan da budur. Sürekli geriye gidiş ne olağandır ne de ileriye doğru hep gidilir. Ender olarak bunlar ortaya çıkar.”
Evet, bir “restorasyon” sözü edilmektedir. Ama ona yüklenen anlam nedir? Gerçekleşme zemini nedir, nasıl gerçekleşmiştir? Üstelik henüz gerçekleşmiş midir gerçekleşmemiş midir?
“Ekim Devrimi ve sonuçlarına baktığımızda, şüphesiz insanlık tarihinin önemli bir sıçrama noktasıdır” diyor Ali Fırat ve devam ediyor:
“Devrimde yarım da olsa, başarı sağlanmıştır. Özellikle kapitalist sistemin en zayıf halkası olarak Çarlık Rusya’sında devrim, üstyapı ve altyapıyı yıkmıştır. Yoğun mücadeleler pahasına da olsa, sosyalizmin inşasına ve onun üstyapısının sağlamlaşmasına, sağlamca gelişmesine başarıyla geçilmiştir.” ve,
“… bu devrim gerçekten özgürlük, eşitlik, kardeşlik anlamında daha önceki devrimleri katbekat aşan bir özellikte olarak gerçekleşir.”
Başlangıçta bir devrim var ve Ali Fırat “yarım da olsa” bir başarıdan söz etmektedir. Kuşkusuz, tartışmasına burada girmeyeceğimiz bir yanlış içindedir ve proleter devrimi içeriği ya da sloganları açısından burjuva devrimine indirgemektedir. Sosyalist dayanışma anlamına gelmek üzere “kardeşlik” bir tarafa bırakılırsa, proletarya ve proleter devrimi açısından “özgürlük”ün devletin sönmesine, “eşitlik”in ise sınıfların ortadan kalkışına, yani her ikisinin de komünizmin zaferine bağlandığı ve “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganının burjuva devrimleri çağında burjuvazinin sloganları olduğu bilinmektedir. Ancak, içeriğine ilişkin yorumu bir yana A. Fırat’ın Ekim Devrimine sahip çıktığı görülüyor.
Ve Fırat, “kitaba göre” başlayan devrimin gelişmesini, sonrasını, başlıca iki ilkeye göre yargılamaya girişmektedir: “ulusal eşitlik ilkesi” ve “sınıfsal eşitlik ilkesi”.
“O zaman bir proletarya enternasyonalizmi ilkesi vardır. Bu ilkeye göre, tüm ulusların bağımsızlığı ve özgürlüğü şarttır. Dünyanın neresinde olursa olsun ezilen halkların başkaldırısı desteklenecektir. Bu ilkedir, öyle ki devletin politik çıkarı, dış ilişkilerin ihtiyacı gibi herhangi bir oportünist yaklaşımla lekelenemeyecek kadar ciddi bir ilkedir. Ve daha sonra kurulan devletlerin politikaları ile alakası olmayan, devlet çıkarı ile alakası olmayan yüce bir ilkedir. Saptırılmıştır.”
Ve diğer ilke:
“Sınıfsal eşitlik için de böyledir. Yani sınıfların tasfiyesi çok belirgin bir tanıma sahiptir, ulusların eşitliği kadar sınıfların eşitliği, hatta sınıfların ortadan kalkışı, Ekim Devrimi’nin en tarihi gerçeklerinden birisidir.”…
“Ekim Devrimi’nin evrenselliğinden bahsedeceksek, bu iki alandaki eşitliğe birinci planda yer vermeliyiz. Bu, sonuna kadar ulusların bağımsız, özgür ve eşit temeldeki birliğinin, yani enternasyonalin ve bunu mümkün kılan sınıf temelindeki sınıflar-arası eşitliğin -sınıfların tasfiyesinin gerçekleştirilmesidir. Buna sonuna kadar bağlı kalınması, Ekim Devrimi’nin sürekliliği ve evrenselliğidir.”
(Yine not edip geçiyoruz: sınıfların eşitliği diye bir şeyi proletarya ne ilke edinir ne de hedef alır, hele “sınıflar-arası eşitlik”in sınıfların tasfiyesi ile özdeşleştirilmesi bütünüyle burjuvazinin işi ve uğraşıdır. Burjuvazi, egemenliğini ve proletaryanın sömürülüyor oluşunu gizlemek için ya -Kemal’in “kaynaşmış kitle” örneğinde olduğu gibi- sınıfların varlığını reddeder ya da burjuvaziyle proletaryanın eşitliğini öne sürer. Proletaryanın talebi sınıfların ortadan kaldırılmasıdır ve bu talep sınıfların eşitliği vb. olarak muğlâklaştırılamaz.)
Bu ilkeler “kitaba göre sosyalizm”in ana hatlarını vermektedir, A. Fırat’a göre. Ama iktidarın alındığı ülkelerde bir de sosyalizmin somut gerçekleşmesi vardır; sosyalizmin “realitesi” ya da “reel sosyalizm”, “gerçekleşen sosyalizm” vardır. Yazının aslı-esasını ise, belirlenen bu iki “kitaba göre” ilke temelinde, Ekim Devrimi’nden bugüne, Lenin-Stalin ile Kruşçev-Brejnev-Gorbaçov ve sosyalizmle kapitalizm ayrımı yapmadan, Lenin’den Gorbaçov’a bir bütün olarak “reel sosyalizm” olarak nitelenen “şey”in “yargılanması” oluşturmaktadır. Gerçek o ki, yazı, aslında “yargılama”yı yalnızca “ulusların özgürlüğü, eşitliği, bağımsızlığı ilkesi” temelinde, yani milliyetçi bir yaklaşımla yapmaktadır. Uzunca bir aktarma yapmak zorundayız:
“Ekim Devrimi’nde eşitlik uğruna savaşım yeren partiyi ve… devleti, belli bir ulusun reel sosyalizminin kuruluşu ile sınırlandırdınız mı ve de bu ulusun bünyesinde yapmanız gereken tek işin, ekonomik kalkınma çelişkisi olduğu, kapitalist emperyalist ülkelere ulaşma ve gerekirse, bunun için devrimi değil de baş çelişkisini, yani emperyalizmle uzlaşma ve hatta giderek sonsuz barış içinde yaşamayı kabul ettiniz mi, Ekim Devrimi’nin ilkesi ile ters düşmüşsünüzdür. Hele hele birçok sınıf belirtisine, en başta parti içinde, devlet içinde meydan verdiniz mi, ulusların eşitsizliğine göz yumdunuz mu; dış politika uğruna… devrimleri de sınırlandırdınız mı, devrimden vazgeçtiniz mi, Elcim Devrimi’nin temel ilkesinden vazgeçmişsinizdir. Ve ortada kalan, aslında belli ölçüde devrimsel bir gelişme temelinde ortaya çıkılsa da, sosyalizmin belli bir gelişmesine tanık olunsa da, devrimle sürekli beslenmediği için, devrim evrenselleşmediği için bir yozlaşmadır. Bu, devrimci temelin giderek aşınması ve giderek onun aşınması oranında bunun ideolojide oportünist revizyonist bir tutum alması ile başlatılır. Daha sonra devletin, partinin içinde bir bürokratik aygıta hâkim olmakla ve buna süreklilik vermekle biraz daha hayatiyet bulur. Dış politikada devrimlerden vazgeçmeye, politikada sınıfsal eşitsizlikleri geliştirme ile karşılık verdiniz mi, artık oportünizme ve revizyonizme, politikada da bir geri dönüşe, ekonomik alanda kapitalizme yol veren, ona umut veren çekişmeye yol açmış olursunuz. Devrim tamamen durur. İçte sınıfsal eşitsizlikleri kaldıramazsa, daha da gelişmeye başlar. Sonuç olarak bu ülkelerde, değişik bir tarzda da olsa, belli bir gelişme aşamasından sonra da gelişse, bir geriye dönüş, hem altyapıda, hem üstyapıda gelişmeye başlamıştır. Öncelikle ideolojiktir, sonra politik, giderek ekonomik hal alır. Sovyet tipi sosyalizmin gelişmesini, bu durumda görüyoruz.”
Burada, adı anılmayıp biraz ürkekçe ima edilen Lenin’i de kapsamak üzere başlıca Stalin ve O’nunla aynı kefeye konulan, takipçileri varsayılan revizyonistler birlikte, sosyalizmle revizyonizmin iktidarında zarf olarak sosyalist biçimler tümüyle bir kenara itilmeden/itilemeden gelişen/geliştirilen kapitalizm -ayrıntıdaki farklarla- aynı şey olarak anlaşılıp yargılanmaktadır. Yargılanan kişiler -Stalin, Kruşçev vb.- oportünist, revizyonist, yargılanan şeyse “reel sosyalizm” olmaktadır.
“Netekim”ci paşa örneğinde olduğu gibi her şeyi ve her şeyin en iyisini bildiğini düşünüp çalakalem konuşup yazmamak en doğrusudur. Marksizm adına konuşulduğunda Marksizm’in terminolojisinin kullanılması zorunludur en başta. Sonra, geriye dönüşleri politika ve özellikle dış politika alanında izaha girişmemek gereklidir. Politika önünde sonunda ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir. Geri dönüşün politika ve ideoloji alanının yanında ve ötesinde ekonomik alanda nesnel koşulları vardır. Herhangi bir alanda yanlış politika izlendiği için değil, bu yanlışlığı da koşullandırmak üzere her alanda ve başta ekonomik alanda kapitalizmle sosyalizm arasında bir mücadele yaşanmaya geçiş döneminde de devam edildiği ve bu kapitalizm maddi unsurlarıyla kısa sürede ve kolaylıkla tasfiye edilemediği için, bu koşullar bürokrasi vb. tehlikesinin sürekli gündemde oluşuna yol açtığı ve “yanlış” politikalar bürokrasinin de içinde bulunduğu kapitalist kalıntı ve unsurlara dayandığı, onlardan kaynaklandığı, onlardan güç aldığı ve güç verdiği için ve daha bir çok yönüyle geri dönüş gündemdedir ve gerçekleşebilmiştir. Dış politikada devrimlerin desteklenmesinden vazgeçilmesi ne tür bir sınıfsal çıkarın ifadesidir? Bu, ister “kitabi” ister “reel” olsun, sosyalizmle, sosyalistlikle izah edilebilir mi? Kuşkusuz edilemez. Burjuvazi ve kapitalizm, kapitalist unsurlar ve kapitalist restorasyon sözü edilmeden devrim karşıtlığı açıklanamaz. “Öncelikle ideolojik, sonra politik, giderek ekonomik hal alan” geri dönüş yaklaşımı, yanılsamadır. Ancak kolay görülebilme ve farkına varma önceliği açısından böyle bir sıralama yapılabilir. Bu bir yana…
Somut duruma, restorasyonun ne olduğu ve nasıl gerçekleştiğine gelince, kafa karışıklığı geneldir. Yazıyı özetlemek gerekirse: Lenin’le “yarım bir başarı” sağlayarak başlayan Ekim Devrimi, Stalin’le, O’nun döneminde bir yandan önemli basanlar kazanmış ama öte yandan yine önemli hatalar ve ilkesel sorunlarda tavizlerle “gerçekleşen sosyalizm”, “reel sosyalizm” olarak gelişmiştir. “… Uygulamada başarı ve başarısızlıklarla dolu da olsa, Sovyetlerde reel sosyalizmin gerçek kurucusu Stalin’dir denebilir.” (“Gerçek kurucu”nun Lenin değil de Stalin olmasının nedeni, Lenin’in yaşamında kuruculuk ve inşa faaliyetine fırsat bulunamadan, yıkma işiyle, iç savaşla uğraşılması, sonra da bir geri çekilme olan NEP’in uygulanmasıdır.) Sapma ve tıkanma, “kitap” ile “uygulama” ya da “gerçekleşen”, “reel olan” arasındaki ayrılık ve aykırılaşma Stalin döneminde başlamıştır!
Aslında A. Fırat “tıkanma”nın daha Ekim Devrimi’nin başlangıcında olduğunu düşünüp yazıyor. Lenin’in “vasiyeti”ni yorumlayarak, O’nun eserini emanet edecek kimse bulamadığını, sürdürücülüğün Stalin ve “Bolşevik hizbe” zorunlu olarak kaldığını söyleyerek “tıkanma”ya Lenin’i de ortak ediyor:
“Lenin Stalin’in kabalığından bahseder. Aslında sonunda çok iyi görüyor ki, Stalin pratikçiliği, Bolşevik hizbinin varlık nedenidir. Ve Bolşevik hizbi de olmasa, Ekim Devrimi aslında fazla sürdürülemez. Dolayısıyla bir yerde O, pragmatizme mahkûm; kaba, bürokrat, hatta büyük Rus şovenizmi etkilerini etkilerini taşıyor dese de, ciddi eleştirileri olsa da, önemli oranda Bolşevikliğin, Bolşevik kadroların gerçeği de budur. Ve denebilir ki, o zaman Politbüroyu teşkil edenlerin hemen hepsine eleştirileri olmakla birlikte, Lenin de başka bir çıkış göremiyor. Bu ne demektir? Ekim Devrimi’nin daha o zamandan bir tıkanıklıkla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Aslında Lenin devrime inanıyor, devrim kendisinin eseridir… Politbüro, kendisinin sorumluluğu altında kurulmuştur… Bunlardan gelebilecek tehlikeyi görüyor, … Ekim Devrimi’nin başına -şimdi daha iyi ortaya çıktığı gibi- belaların gelmesinin kaçınılmaz olduğunu söylemek istiyor.”
Bu tür bir yaklaşımla hiçbir şeyin açıklanamayacağı kesindir; ama yüklenen anlam önemlidir: Tıkanma Lenin zamanından kalmadır, bugünkü belalar Ekim Devriminin kaçınılmaz bir kaderidir!
Stalin’in yaptığı, bu kötü kaderi, tıkanmışlığı, iyi niyetle devrime bağlı kalarak yaşayıp meşum sonucuna doğru götürmektir, “Ekim Devrimi’ni, onun Sovyetlerdeki gerçekleşişini, reel sosyalizmi sürdürmedir.” Fırat’ın Stalin ve dönemi üzerine değerlendirmesi şöyle:
“Kısaca Stalin dönemi için şu saptamayı yapmak yerindedir: Her ne kadar devrim sürdürülmek işlenmişse de, devrimin sürdürülmesine, onun alt ve üst yapısının kurulmasına içten inanılmış ve temel iç ve dış politikalar bu devrime göre belirlenmişse de, aşırı taviz verilmiştir. “
Dönemler izlenmeye devam edilirse:
“Daha sonraki dönem biraz daha değişiktir. Bürokrasinin güç aldığı bir dönemdir… Kruşçev ve Brejnev dönemleri, tipik olarak, artık Ekim Devrimi’nin sonuna gelindiğinin itiraf edildiği yıllardır… Bu yılların Ekim Devrimi’nde restorasyon yıllarının başlangıcı olarak da görülmesi fazla abartılı değildir. İzlerini hiç şüphesiz Stalin uygulamacılığından alır. Yani Stalin’in temeldeki politikası, bu sefer sağ temelde geliştirilir.”
“1980’lere doğru geldiğimizde bakıyoruz ki, bir yol ayrımına gelinmiştir. Bu aynı zamanda bir tıkanmadır.”
Ve sürece yaklaşımın içeriğini belirten önemli bir veri olarak Andropov üzerine söylenenler:
“1980’ler sonrası Sovyetler Birliği’nde Andropov yönetimi biraz daha radikaldir ve devrime yönelmeyi amaçlamış olabilir. Onun ortaya çıkışını, tasfiyesini iyi bilemiyoruz, ama böyle bir istemden bahsedilebilir. Tamamen kapitalizme savrularak değil de, devrime sarılarak bir adım alma çabası başarısızdır veya başaramamıştır.”
Son olarak Gorbaçov:
“Brejnev döneminde Gorbaçov beslenmiştir… devrime sarılmayı değil, daha da sağa savrulmayı öngörüyor. Yaptığı kapitalizmi daha da geliştirmedir… başta ABD olmak üzere, emperyalist ülkelerden medet umuyor… sosyalist kazanımları peşkeş çekmekte tereddüt etmiyor… hatta uzlaşma da demeyelim, bir yerde teslimiyet var… İçerde taviz veriyor… Restorasyonu tamamlıyor. Dönemece doğru gelirdi.”
“Restorasyon”un, kapitalizmin restorasyonu olup olmadığı belli değil. Açık değil bu. Hep muğlâk kalıyor. Evet, Gorbaçov’un “kapitalizmi daha da geliştirdiği”nden söz ediliyor. Ama üzerinde durulan, “taviz verilmesi”dir. “Tavizler”, Stalin tarafından verilmeye başlanıyor, böyle iddia ediliyor; sonra Kruşçev ve Brejnev “taviz” veriyorlar ve ardından onların “beslemesi” Gorbaçov veriyor “tavizler”i. Fark “gözetiliyor” Stalin’le diğerleri arasında; Stalin “uzlaşıyor”, Gorbaçov “bir yerde teslimiyet” içinde. Aradakiler “geçiş süreci”nde olmalı! Sorun, “taviz” ise bile, taviz vardır taviz vardır. Hiçbir devrim dümdüz gitmez, tavizler de verilir; ancak bunların devrimci olması, devrime hizmet etmesi gereklidir. Diğerlerininki ise taviz değil, kapitalizmin kendisidir, onun geliştirilmesidir. Fırat’ın söz konusu ettiği, genel olarak, içeriği önem taşımadan tavizler ve tavizcilik.
Fırat’a göre, “tavizler”i alanlar, emperyalistler -ve içerde son dönemlerde ve geliştikçe kapitalistler; “tavizler”, kapitalizmin gelişmesine yönelik olarak veriliyor. Verenler ise, “az hatalı” ya da “çok hatalı” “sosyalistler”! Stalin sosyalist, ama Gorbaçov da öyle! Sonradan gelenler, “Stalin’in temeldeki politikasını” geliştirerek sürdürüyorlar! Ekim Devrimi’nin daha başlangıcında baş gösteren “tıkanma” sürüp geliyor. Son günlerde Gorbaçov “restorasyonu tamamlıyor”. Ancak, bu “restorasyon”, göreceğimiz gibi, bizzat kapitalizm yapılması, kapitalizmin geliştirilmesi değil, “kötü sosyalistler” tarafından kapitalistlerin önünün açılması türündendir. Ve bu arada Andropov gibi “iyi” denebilecek “sosyalistler” de çıkmakta ve Stalin’e benzer şekilde (!), “tavizler” vermekle birlikte, “devrim”e ve “sosyalizm”e sarılmaya da yönelmektedir! (Çavuşesku da Andropov’a benzer şekilde değerlendirilmektedir.) Gorbaçov’u Kruşçev ile Brejnev beslemiştir, ama sanki “devrime sarılan” Andropov’u başkaları beslemiştir ve sanki o kapitalizmin restore edildiği bir ülkede, restorasyoncu mekanizmanın içinden gelerek onun başına geçmemiştir! Andropov’un bu değerlendirilmesinden de pekişerek anlaşılan, Ekim Devrimi’nden bugüne dek “tavizler” ile bir sosyalizm sürecinin yaşandığıdır. Bu “sosyalizm”, “reel sosyalizm”dir; “kurucusu” Stalin’dir, sonuna vardırmakta olan ise Gorbaçov…
Ideolojik-politik ilkelere, başlıca iki ilkeye, en başta da dış politikaya göre bu “tıkanma”, “restorasyon” ya da “reel sosyalizm” yargılaması özelleştiğinde, “Stalin’in temeldeki politikası” ve onun “sağ temelde geliştirilmesi” şöyledir:
“(Stalin -Ö.D) sadece kapitalizmin düzeyine ulaşmayı amaçlıyor. Stalin pratiğinde karşımıza çıkan temel noksanlık, kapitalizme ulaşma, onunla denge kurmayı taktikte de olsa, amaçlamadır. Bütün gücünü buna harcamadır. Yapılan, bunun yerine devrimi süreklileştirmeyi, evrenselleştirmeyi ikinci plana düşürmedir. Zaten Çin Devrimi’ne bakışında da bunu görmek mümkündür… Burada mühim olan; devrime yaklaşımda daha çok hakim olan anlayışın, varolanı biraz koruma veya buna aşırı rol verme; gerekirse… her şeyi bir yerde Sovyet Rusya’daki sosyalizmin yaşatılmasına göre değerlendirmedir, bu sosyalizmin yaşatılması için devrimlerden de vazgeçilir. Emperyalizmle uzlaşma mantığına daha çok yer verilir. İkisi de yapılmıştır. Aslında Çin Devrimi’nden vazgeçme ve daha o zaman hem Hitler’le, hem de İngiliz-ABD ittifakı ile uzlaşmayı arama durumu vardır… Daha sonraki gelişmelerden görüyoruz ki, aslında başlangıçta sınırlı, geçici amaçlar için geliştirilen bu ilişkiler daha sonra temel Sovyet politikası olarak karşımıza çıktı. Günümüzde de artık dış politika olmaktan da çıkıp neredeyse bir dünya görüşü haline geldiğini görmekteyiz.”
Başlangıçtaki Stalin dönemi değerlendirmesiyle birlikte ele alındığında eklektizm açıkça görülebiliyor. “Devrim sürdürülmek isteniyor”, buna ve devrimin “alt ve üst yapısının kurulmasına içten inanılıyor ve temel iç ve dış politikalar devrime göre belirleniyor”; ama önce “sınırlı ve geçici amaçlar için” ve giderek devlet politikası olarak “da olsa”, “devrimlerden vazgeçiliyor”, “devrimi süreklileştirme ve evrenselleştirme ikinci plana düşürülüyor”! Hem içerde ve hem de dışarıda! Çin Devrimi örneğinde dışarıda “devrimi desteklemekten vazgeçiliyor”, içerideyse, “kapitalizme ulaşma” ile yetiniliyor, onu “aşma, tasfiye etme” ile ilgilenilmiyor! “Stalin Sovyet Rusya merkezli sosyalizmin inşasına o kadar gömülmüştür ki”, her şeyi “tek ülkede sosyalizmin zaferine” bağlayarak içerde ve dışarıda, bu amaçla her şeyden vazgeçebilmektedir! Bu Stalin’e yöneltilmiş Troçkist suçlamanın tekrarlanmasıdır. Katkı, Stalin’in kapitalizmi aşmayı hedeflemediği noktasında yapılmaktadır. Oysa kapitalizmi yarışta geçme hedefini önüne koyan ve bunu birçok alanda, örneğin uzay teknolojisi ve pratiği, demir üretimi gibi alanlarda ve ayrıca birçok ülkede sosyalist sürecin başlatılmasına temel bir katkıyla başaran da aynı Stalin’dir.
Stalin’in ülke içinde kapitalizmi tasfiye sürecini sekteye uğrattığını kimse iddia edemez, Fırat da bu konuda çok ısrarlı ve iddialı değil, değiniyor yalnızca. Çünkü sosyalist sanayileşme, kulakların tasfiyesi, genel olarak inşa faaliyeti görmezlikten gelinemez, bunları Fırat da belirtiyor. Kapitalizm, Stalin döneminde çeşitli unsur ve kalıntılarıyla sürekli giderilmiştir. “Kapitalizme ulaşma” eleştirisinin de ciddiye alınabilir yanı yoktur. Çünkü aşmayı hedeflemeden bir şeye ulaşmak da olanaksızdır. “Yarış” geçmek için yapılır ve yapılmıştır.
Yunanistan, İspanya ve Çin Devrimlerini desteklememiş olma suçlaması Stalin’e öteden beri yapılır; ancak emperyalizmle uzlaşmaya bağlı olarak bu devrimlerden uzak durulduğu hiç bir zaman kanıtlanamamıştır. Bu konudaki Troçkist suçlamanın aslı, hayalci, ihraççı bir yaklaşımla, koşulları ve güçlerinin oluşmasına bakılmadan dünya devrimi peşinde koşulmamış olmasıdır.
Bir sosyalist ülkenin başka ülkelerdeki devrimleri desteklemesi, kuşkusuz sosyalizmin yıkılması pahasına olamaz; uygun şekillerde ve güç yettiğince yapılabilir bir şeydir. Örneğin İspanya Devrimi’ne destek verilmiştir, ancak İspanya Cumhuriyeti’nin yanında faşist kampa karşı hemen bir savaşa girilmemiştir; kapitalizmle sosyalizm ve emperyalistler arası çelişme de gözetilmiştir. Eleştirilen buysa, burada ya düşüncesizce davranılıyor ya da haksızlık yapılıyor demektir. Çin Devrimi için de benzer şeyler söylenebilir. Ayrıca, Çin Devrimi üzerine Stalin ile Mao arasında farklı yaklaşım ve görüş ayrılıkları olduğu da bilinmektedir. Üstelik yalnızca Çin Devrimi değil, ardından Kore Devrimi de uygun şekillerde desteklenmiştir Stalin tarafından.
“Ulusal sosyalizmin çıkarına görelik”, aslında, daha işin başında, Brest-Litovsk’la Polonya’ya saldırmayı reddedip O’nu Alman emperyalizmine “terk eden” Lenin’e Troçky tarafından yöneltilmiş bir suçlamadır. Sorun, belirli bir ülkede iktidarı elde etmiş proletaryanın, “sürekli devrim” Troçkist masalı doğrultusunda dört bir yana saldırıya geçip devrim ihracına mı yöneleceği, yoksa sosyalizmi inşa edip sosyalist anavatanı savunurken onu aynı zamanda dünya devriminin bir üssü haline getirmesi mi gerektiği sorunudur. Bu sorunun her iki tek yanlı yanıtı da yanlıştır. Öte yandan Hitler ve Anglo-Amerikan emperyalizmiyle devrime rağmen, devrimci olmayan uzlaşma suçlamasının üzerinde durmak bile gerekmiyor. Bu ikisi, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmanın en iyi iki tarihsel örneğidir.
Ama A. Fırat, Stalin’in, devrime inanmak ve sarılmakla birlikte, temel politikasının, “ulusal sosyalizmin, “belli bir ulusun reel sosyalizminin kuruluşu ile sınırlanmak”, Sovyet “ekonomik kalkınmasını tek iş olarak görmek” ve “kapitalizme ulaşmak için, gerekirse, içerde ve dışarıda devrimin desteklenmesinden vazgeçilip emperyalizmle uzlaşma” olduğunu ve bunun “devrimin sürekliliği ve evrenselliği ilkesi”ne olduğu gibi, “ulusal ve sınıfsal eşitlik ilkesi”ne de aykırı düştüğünü düşünmektedir. Ona göre, Stalin, revizyonizme, kapitalizm yolculuğuna, Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov’a temel oluşturmakla damgalıdır ve suçludur! Revizyonizm ve kapitalizm yolculuğu, Stalin’in “kurucusu” olduğu “reel sosyalizmin geliştiriciliği ve “Stalin’in politikasının sağ temelde sürdürücülüğü” olarak şekillenmiştir! Arada temel bir ayrım, Marksizm ile revizyonizm, sosyalizm ile kapitalizm ayrımı yoktur. Kapitalizm ve emperyalizmden dünyanın üçte birini koparıp almaya en değerli katkıda bulunmak da emperyalizmle uzlaşma ve “taviz”dir, Kruşçev’in ABD’den aman dilemesi ya da Brejnev’in ABD ile dünyayı bölüşmesi de Stalin’in kulakları ve genel olarak kapitalistleri proleter amansızlıkla tasfiyesi ve sosyalizmi inşada olağanüstü başarılara öncülük etmesi de kapitalizmle uzlaşma ve ona ulaşmayla yetinmedir. Kruşçev’den bu yana özel mülkiyetin ihyası ve yeniden ve hızla geliştirilmesi, piyasa ekonomisine dönülmesi de! Strateji-taktik tartışması bir yana, Stalin de “tutarsızlığına”(!) rağmen devrimleri ve ulusal kurtuluş hareketlerini desteklemiştir revizyonistler de! Kapitalizm ve emperyalizme karşı her alanda dişe diş mücadele ve onunla birleşmek, onu geliştirmek -bu ikisi de, iyi kötü Marksizm ve sosyalizm oluyor! Bu, Marksizm’e revizyonizmi, sosyalizmle kapitalizmi kuşkusuz birbirine karıştırmaktır (ve zaten göreceğiz, Fırat, sosyalizmle kapitalizmin birbirine “karıştırılması” ve “buluşması”nı açıkça bir düşünce olarak ifade de etmektedir). Bu temelde ise, “restorasyon” anlamsızlaşmakta, anlaşılıp açıklanabilmesi mümkün olmaktan çıkmaktadır. Burada, yalnızca, kafa karışıklığı kadar, ideolojisi, politikası, ekonomisi vb. ile iki uzlaşmaz karşıt dünyayı, sosyalizmle kapitalizmi birbirinden ayırt etmeyen, edemeyen burjuva bir yaklaşım olabilir ve vardır.
A. Fırat, Stalin ile revizyonistler, Marksizm’le revizyonizm ve sosyalizmle kapitalizm arasında, taktiği stratejiye dönüştürme gibi bir farklılık belirtmekle birlikte, temelde bir fark görmemektedir:
“Stalin’de önemli oranda taktik endişelerden kaynaklanan emperyalizmle uzlaşma Kruşçev ve Brejnev dönemlerinde stratejik bir anlama, sürekli birlikte yaşama anlamına kavuşur (Stalin’de de kapitalizme ulaşmayla sınırlanma, onu aşmaya yönelmeme ve dolayısıyla ‘sürekli birlikte yaşama’ yaklaşımı olduğu iddia edilmişti! -Ö.D)… Bu yıllar aynı zamanda giderek emperyalist kapitalist ilişkilerin ön plana alındığı, ulusal kurtuluş hareketlerinin bu sefer stratejik olarak değil taktik olarak desteklendiği yıllardır. Daha önce taktik olarak düşünülen kapitalist-emperyalist ülkelerle ilişkiler, stratejik bir hal almaya başlarken, daha önce stratejik olan ulusal kurtuluş hareketlerini destekleme de bu dönemde laktik bir ilişkiye indirgenmiştir. Yani bu dönemde ulusal kurtuluş hareketleri, ancak Sovyet devletinin çıkarına uygunsa desteklenir, değilse desteklenmez… Sovyetler önderliğindeki sosyalizmin, Sovyet devletinin dış politikasına yararlı olup olmadığına bakılıyor. Yararlıysa destekleniyor… Her şey ABD’ye karşı denge kazanmak içindir; denge kazanılıp da bir denge dönemine girildi mi, bu devrimlerden de vazgeçiliyor.”
Temel aynı, temel yaklaşım aynı, öyle düşünülüyor: Devrimler karşısındaki tutum açısından, “ulusal sosyalizm”in, “reel sosyalizmin, “Sovyet devletinin dış politikası”nın ihtiyaçları belirleyicidir. Burada, revizyonizmin “kötü” de olsa, Marksizm ve sosyalizm düzeyine yükseltildiği açıktır. Taktik-stratejik ayrılık açıklaması bir yana, revizyonizmin de devrimleri desteklediği ve devrimci olduğu ileri sürülüyor. Oysa Kruşçev ve Brejnev’de söz konusu olan, ulusal kurtuluş hareketleri ve devrimleri desteklemek değil; birincisi açısından emperyalizmle uzlaşmaya bağlı olarak satmak, ikincisi açısından ise, emperyalistlerle hegemonya yarışında, onları sosyal emperyalist amaçlara alet etmek, yozlaştırarak karşı devrime dönüştürmeye yönelmektir. Revizyonizm karşı devrimdir; ulusal kurtuluş hareketlerine karşı devrimci amaçlarla yaklaşmıştır. Stalin ise devrimci ve komünisttir; yaklaşımı devrimcidir ve proletaryanın uluslararası çıkarları temelinde olmuştur.
A. Fırat’ın “reel sosyalizm” ve “restorasyon” değerlendirme ve yargılamaları, maddi gerçeklikten, Marksizm-revizyonizm ve sosyalizm-kapitalizm, proletarya-burjuvazi karşıtlığından kaynaklanmamaktadır. Onda, Stalin’e izafe ettiği ulusalcı bakış egemendir. Bu, ulusal kurtuluş hareketlerinin desteklenip desteklenmemesine, yargılamasının tayin edici bir faktörü olarak verdiği önemde ye “restorasyon”u başlıca dış politika alanında açıklamaya çalışmasında belirginleşmektedir. A. Fırat Marksizm’le revizyonizm ve sosyalizmle kapitalizmi öylesine birbirinden ayırt etmemektedir ki, özel mülkiyetçi Gorbaçov’u Marksizm ve sosyalizm içinde varsaydığı gibi, geriye dönüşü, “restorasyon” dediği şeyi olumlamakta; sistemlerin, Gorbaçov’un “sosyalist sistemi” ile kapitalizmin “karıştırılması” ve “buluşması”nı yararlı bulmakta ve öngörmektedir.
Kuşku yok, Gorbaçov’a iltimas yapmamakta, O’na güvenmediğini belirtmekte, O’nu “kötü sosyalist” saymaktadır; ama yine de “sosyalist”tir! “Gorbaçov alternatifine sonuna kadar güvenilmez” diyor. Son günlerde ortaya çıkan ayaklanmaları kışkırtıp destekleyenleri, doğrudan mülk edinenler ve onların muhtemelen Yeltsin gibi siyasal temsilcilerini kapitalist ya da kapitalizm yanlısı olarak saptıyor A. Fırat, Gorbaçov’u “sosyalizm” safına dâhil ediyor; Gorbaçov, yalnızca, (Stalin gibi (!) ) zemin hazırlama durumundadır:
“Kapitalizmi bilinçli olarak geliştirmek isteyenler var. Bunlar halkın tepkilerini kötüye kullanmak istiyorlar… Devlete ve partiye egemen olan aygıt (ve doğal ki, başındaki Gorbaçov -Ö.D), halkın müthiş tepkisini çekmiştir. Halkın çıkarlarına ters düşmüştür. Bu daha çok kapitalizm yolcularına zemin hazırlamıştır… Proletarya önderliğindeki partiler ve devlet halktan kopuk ve kapı kapitalizm yolcularına ardına kadar açık.”
Böyle “restorasyon” ve açıklaması olmayacağı, olamayacağı kesin. Parti ve devlet hala proletaryanın önderliğinde, bu demektir ki, sistemin de hala sosyalist olduğu düşünülüyor. Halktan kopuk proletarya partisi ve devleti… Ama bu, tam da azınlığın diktatörlüğü, burjuva diktatörlüğü tanımına uyuyor. Ve tüm bu kokuşmuşluğa “reel sosyalizm deniyor. Öyle “restorasyon” ki, kapitalizm uygulanmıyor, yalnızca kapitalist yolculara zemin hazırlanıyor! Bu kafa karışıklığıyla restorasyon izahına girişmek hatadır. Sosyalizmle kapitalizmin farklılığını anlamayan burjuva bir konumdan yaklaşımı ortaya koymaktadır.
Burjuva yaklaşım, hala var olduğu düşünülen “sosyalist” ve kapitalist sistemlerin kaynaştırılması, sosyalizmin kapitalizm içinde erimesi fikrinin savunulmasında daha belirgindir:
“Sosyalizm, reel sosyalizm biçiminde de olsa, içine girdiği bunalımı aşmak istiyorsa, kendini biraz kapitalizm içine savurmalıdır. Daha doğrusu, kapitalizmin içine yerleştirmelidir… Komünizme ulaşmak bir hayaldir, kendini aldatmadır. Bunalım kesindir.”
Açık: söz konusu edilen restorasyon, restore edilen kapitalizm değildir; sosyalizmdir. Bunalım, sosyalizmin bunalımı olarak gösterilmektedir.
“Reel sosyalizm” olarak tanımlayıp “sosyalizm” sandığı şeyin bunalım ve çöküntü içinde olduğu saptamasını yapan Fırat, bu noktadan devam ederek komünizme varılmasını olanaksız görüyor. Sosyalizm olarak ifade edilmesi düşünsel bir yanılsama, ancak maddi gerçeklik açısından saptama doğru. Ancak bu karışıklıkta çıkarılan sonuç vahim. “Sosyalizm” ile “komünizme ulaşma”nın “hayalciliği”ni bir arada anmanın vahameti bir yana, çıkmazdan kurtulmak adına sözde sosyalist yıkıntının kapitalizm içine taşınması ve “sosyalizm” olarak ifade edilen şeyin onun içinde erimesinin savunulması, sosyalist bir önerme olarak görülemez. Amaç, “reel sosyalizm”in -ileride göreceğiz- sosyal demokrasi, “sosyal kapitalizm” gibi “kazanımları”na dayanarak kapitalizm içinde güç oluşturmak ve bu yolla “sosyalist sistem”in de kendini “yenilemesi”ne olanak sağlamaktır. Ek olarak, bu durumda, “her şeyi ulusal sosyalizmin çıkarlarına bağlı kılma” ve “kapitalizme ulaşma için emperyalizmle uzlaşma” vb. gibi hatalı dayatılmalardan da kurtulunacağı düşünülmektedir. Emperyalizme tavizden kaçınmak için onun içinde erime… Bunlar ilginçtir.
“Bu haliyle bile, yani sağa savrulma, kapitalizm yolcularının önderliğinde bile, sosyalist ülkeler kapitalizmle tarihi bir buluşmayı yaşarlarsa, bundan devrim yarar görür. Çünkü aşırı kopma, hem hayalciliğe, hem de gerçek dışı ütopyalar üretmeye ve de bunu politika haline getirmeye götürüyordu… Sistemleri karşılaştıralım (‘karıştıralım’, olmalı -Ö.D), sistemlerin karıştırılmasından kapitalizmden daha çok sosyalizm yarar görür. Sosyalizmin zararı, sistemlerin birbirinden uzaklaşmasıdır… Dünya çapında henüz kapitalist-emperyalist sistem daha güçlü olduğu için, geriye dönüşten, birçok doğruyu bünyesinde barındırması nedeniyle sosyalizm yarar görür… Gorbaçov biraz daha bu temelde ilerleseydi iyi olurdu. Biraz daha bu temelde taviz diyorum. Fakat gerisi tamamlamak da gereklidir. Sosyalizm daha diri uygulanabilir; kendini yenileme temelinde de olsa, daha da güçlenebilir bir biçimde eşlik ettirseydi, bu gerçekten sosyalizmin yenilenmesi olurdu… Bu süreç daha da gelişebilir ve gelişmelidir… Sistemlerin buluşmasında, yoğunlaşmasında her ne kadar kapitalizm de güç bulacaksa da, sosyalizmin yenilenmesi de güç bulur. Sınıf mücadelesi, daha şimdiden görüldüğü gibi, kendine yeni kanallar açmak zorunluluğunu hisseder. Bu, yeni programlara, yeni örgütlenmelere mutlaka götürür.”
Evet, götürmüştür bile. Örneğin TBKP ve sonra SBP. Ama bunlar örgütler ve programlar değil, örgütsüzlükler ve programsızlıklardır.
İnsan ne söyleyeceğini bilemiyor! Bir kez “reel” ya da her neyse, Sovyetlerde ve diğer eski sosyalist ülkelerde hala sosyalizmin yaşandığı ve buralarda proletarya diktatörlüklerinin bulunduğu varsayılıyor. Ve “restorasyon”, laf olarak, bu yönlerden bir durum değişikliği olmaksızın ortaya atılıyor. Üstelik yanlış bir taktik ya da strateji ve ulusalcı bir devlet (dış) politikası izlemekten kaçınmak için sosyalizmin kapitalizmle “buluşması” öngörülüyor. “Pire için yorgan yakmak” buna denir. Ve ilginçtir, “tavizler” eleştirilirken, bunun en son noktaya vardırılması, emperyalizmle kaynaşma ve kapitalizmle “buluşma” aracılığıyla “sosyalizm”in “yenilenebileceği” düşünülüyor. Böyle ise, Stalin bir yana, Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov’a neden onca eleştiri ve suçlama yöneltilerek haksizine ediliyor? Öyle anlaşılıyor ki, kafada NEP örneği var; çok daha değişik boyut ve ölçüde bugüne aktarılmaya çalışılıyor.
Fırat, hem “reel sosyalizm”in kapitalizmle buluşmasının olanaklı ve pek de o kadar kötü olmayacak oluşu ve hem de bu temelde “yenilenebileceği” üzerine de şunları yazıyor:
“…reel sosyalizm, bir anlamda önemli kapitalist öğeleri ideolojik ve politik yansımalarıyla birlikte bu biçimde gerçekleştirdikten sonra, acaba yenilenmiş sosyalizme verecek bir şeyi kalmış mıdır? Yani reel sosyalizm tam bir iflastan mı ibarettir? … Bunu söylemek için hem erkendir, hem de olanaksızdır. Zaman erkendir, gelişmeler bunu olanaksız kılıyor”
Restorasyon falan olduğu yoktur, üstelik hala “reel”liğin yenilenme ihtimali vardır; hatta tersi olanaksızdır!
“Bir defa, Ekim Devrimi’nin günümüze ulaştığımızda sonuçları… her şeyden önce kapitalizmi dönüşüme uğratmıştır. Kapitalizm artık 19. yüzyıl sonlarındaki ile 20. yüzyıl başlarındaki amansız baskı ve sömürü aracı olmaktan çıkarılmıştır. Sosyal demokrasi örneğinde ortaya çıktığı ve Avrupa’daki uygulamalarda kendini gösterdiği gibi, kapitalizmin bir dönüşümü yaşanmıştır; yani ifadesini sosyal refah devletinde bulan, sosyal demokratların öncülük ettiği bir akımla kendini yenilemiştir. Bugünkü kapitalizm eski kapitalizm değildir. Ekim Devrimi’nin önemli bir sonucu, kapitalizmi yumuşatma, kapitalizmi emekçiler açısından yaşanılır bir hale getirmedir… (Sosyal demokratlar -Ö.D) tamda tipik klasik kapitalizmi temsil ediyorlar diyemeyiz. Kapitalizmin dönüşümüne, sosyalizmin uzlaşmasına, esasta nezaret ediyorlar, önderlik ediyorlar… Bu… (‘Sovyetlerin başını çektiği sosyalistlerin’) sosyal demokratlarla daha çok iş yapacakları bir sürecin gelişmesi demektir. Bu kapitalizmi daha da dönüştürecektir. Onun iç ve dış politikasını, içte insan hakları ve demokrasi, dışta sömürgeciliğin biraz daha aşılması yönünde etkileyecektir. Zengin Kuzey’in yoksul Güney’le çelişkisinin yumuşatılmasına, çevre kirliliğinin önlenmesine özen göstereceklerdir… ‘Reel sosyalizm’in ikinci önemli tarihi sonucu, ulusal kurtuluş hareketlerine kazandırdığı tarihi ivmedir… Bu iki temel sonuca bağlı olarak bazı diğer sonuçlarından da bahsedilebilir. Hem kapitalist ülkeler için, hem bağımsızlığına kavuşan uluslar için her ne kadar bugün çok sözü edilen insan hakları, demokrasi sorunu kapitalizmin-emperyalizmin öz meselesiymiş gibi gözüküyorsa da, bu ilke gerçekte bilimsel sosyalizmle ilintilidir. İnsan haklarını ve demokrasiyi en çok bilimsel sosyalizm geliştirmiştir.”
Pasajdan bilimsel sosyalizmle, Ekim Devrimi ile “reel sosyalizm”in aynı anlamda kullanıldığı görülüyor. Böyle düşünülüyor çünkü. İçerik üzerine bir şey söylemek gerekeceğini ise sanmıyoruz. TKP-TBKP eleştirilerinde, Gorbaçov eleştirilerinde bu görüşler bolca eleştirildi. Kapitalizmin değiştiğine, sosyal refah devletine, sosyal demokrasiyle birlik ve ittifak sorununa ilişkin ileri sürülenler, bütünüyle, eleştirilen ve “tipik orta yolcu” olduğu söylenen, aslında revizyonistliğini bile reddeden, burjuva karşı devrimci Gorbaçov’un görüşleridir. Söylem bile aynıdır. Ve özellikle kapitalizmden, emperyalizmden insan hakları, demokrasi ve sömürgeciliğin yumuşatılmasını beklemek bir ulusal kurtuluşçu açısından çok tehlikeli sonuçlar doğurmaya adaydır. Kapitalizm bir yana bırakılsa bile, bir ulusal kurtuluşçu için, emperyalizmle ve sosyal demokrasiyle dişe diş mücadele ve bunu öngören düşünceler hayati önemdedir. Hele Talabani ve Barzani örneğinde olduğu gibi emperyalizm ve gericilikle uzlaşma üzerine görüş ve pratiklerin ortalıkta bunca dolandığı bir dönemde…
Sağlam ve kararlı bir ulusal kurtuluşçuluk kapitalizm karşıtlığını ve kuşkusuz komünizm perspektifini gerektiriyor.
Aralık 1991