Eşitlik taklidi yapmayı eşitlik ilkesi sayan ataerkil diktatorya darboğazda. Erkek yanlı siyasal-toplumsal düzenin uşaklaştırma politikası iflas ediyor. Bugüne dek hizmetine koşullandırdığı kadın desteğini hızla yitirme sürecine girmiş bulunuyor. Kadınlar, burjuva erkek partileriyle olan ideolojik bağlarını koparıyorlar. Erkek şovenizminin zorbalığından kurtuluş ülküsü ve uğraşı, özgürlük ve bağımsızlığa susayan kadının yürekli sesinde kendi eylem sloganını yürürlüğe koymaya hazırlanıyor. Kadın, cinsler eşitliğini çiğneyen kurumlara, ideolojilere ve uygulamalara karşı her zamankinden daha yoğun bir duyarlık, tepki ve atılganlıkla, kendisini özgürleştirecek bir kavgayı kararlılık ve ısrarla göze alıyor. Erkek şovenizminin yükselişi ve gönenci için belkemiğini basamak, “saçını süpürge” yapmamaya sözlü. Onun can yakan tırmanışını durdurmak, reklâmcı maskesini düşürmek ve layık olduğu yere göndermek için elverişli iklim koşullarını yaratmaya bileniyor.
Ekmek ve özgürlük kırıntısı ile avunması öğütlenen, öğütlerin yetmediği yerde kontrgerilla hukukuyla cezalandırılan kadın, “erkek” partilerin kısmetine çıkan oylardan demokrasi ummuyor. Şoven erkek çetesinin oyalayıcı vaatlerine, altın ve pırlantalarla kaplı emperyalist ideolojinin soysuz propagandalarına, “demokrat” kadifelere bürünmüş coplara, gümüş bardaklar içinde sunulan lağım sularına, dolar süzgecinden geçmiş demokrasi nutuklarına aldanmıyor artık. Erkek devletin kapitalist gemisinde gölge personel olmayı reddediyor. Yurttaşları “üstün cins, aşağı cins” olarak sınıflandıran faşist teori ve uygulamaları can pahasına da olsa protesto ediyor. (*) Onurunun ayaklar altına alınmasını, köleleştirici ekonomik toplumsal düzenin devletçe dayatılmasını, kan kusturan kocaların emrine sunulması yoluyla seçeneksiz bırakılışını sineye çekmiyor. Karakollarda, mahkemelerde ve iş kapılarında zulmün katmerli biçimine uğrayan kadın, başvuracak adalet kurumundan yoksun olduğuna her geçen gün daha çok tanık oluyor. Katillerin ve işkencecilerin, soyguncuların ve fahişelerin devleti, yaşamı ve toplumu kendi çıkarlarına uygun olarak düzenler çünkü. Bu aşağılık “işbölümünde” sırasını alan her şoven erkek, kapitalistler çetesinin kurallarını ayin haline getirerek özgürlüğün kanına ekmek doğrar, tüten ocakları acımasızca söndürür, adalet isteyen canların kanını kurutur, kontrgerillacılara ayak uydurur.
Kadının yaşamı bu zulmü bütün şiddetiyle duyuyor. Burjuva erkek partilerince öteden beri aldatılarak dolandırıldığını, erkek yanlı adaletin türküsünü çağırmayacağını, katillerin adliye kapısına cesedini fırlatarak kanıtlıyor: Yaşam işkenceyle ödüllendiriliyorsa hukuk canilerin yol arkadaşıdır.
“Proleterin proleteri” bütün çalışanlar arasında en fazla çalışanı ve yine en fazla yağmalanıp, itilip kakılanı kadın, ürettiği tüm maddi-manevi değerlerin karşılığını istiyor. Ataerkil diktatorya tarafından gasp edilmiş haklarının, zincire vurulmuş özgürlüğünün, “erkek”‘gönenciyle örtbas edilmiş yaratıcı öz benliğinin geri verilmesini istiyor. Bireysel-toplumsal varoluşunun sevinçlerini, kapitalist baskı ve sömürüden, “erkek” zulmü ve tehditlerinden arındırılmış bir dünyada yaşayıp çalışma onurunu eksiksiz duymak istiyor.
Ataerkil buyruklarla yöneltilen, ataerkil ideolojilerle biçimlenen sahte eşitlik düzenine bu yüzden başkaldırıyor kadın.
Yılların devrimci-demokrat birikimine, şanlı yurtsever geleneklere ve uluslararası sosyalist mirasın yüce esinine dayanan köklü bir uyanış sürecinin parıltılı ışığıdır bu olgu ve aynı zamanda gerici ekonomik, toplumsal, ideolojik dayatmaların sonunun başlangıcı.
Kadının hakları ile erkeğin hakları arasında var olduğu iddia edilen uyumun yanılsamadan öteye gitmeyen allı-pullu dipçiklerin demokrasisi oluşu gözden kaçmıyor artık. Baskı ve eşitsizliğin çok yönlü ayrımına varan kadın, özgürlüğünü boğan, eşitlik savaşımını yaralayıp, yıpratmaya çalışan ataerkil kanatların sığınağına yüz vermiyor artık. Erkek devlet ve onun baskıcı tüm kurumları birer birer gözden düşüyor: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”
Uyanan kadın, kendi yazgısının kendi ellerince belirlenmesi istemini içtenlikle dışa vuruyor. Hileli propagandalara kulak asmadan bu sürecin geri dönülmez yoluna girişini bilinçle algılıyor.
Özünde devrimci-demokrat motifler barındıran bu uyanışın toplumsal içeriğini göz ardı eden, amacından saptırmak ya da yozlaşmasına çanak tutmak ereğiyle pornografik yorumlara başvurarak çarpıtmaya kalkışan burjuva propaganda ne derse desin; acıların toprağında yeşeren bu özgürlük ve demokratik kültür bilinci geleceğin sosyalist yıldızını esinliyor. Köleleştirici din ve burjuva-emperyalist ideolojilerle özdeşleşmiş ataerkil ideolojiden bağımsız olarak ortaya çıkışı ve ataerkil diktatoryanın devrilmesi amacına yönelmesi, onun devrimci-demokrat niteliğinin bugünkü merkezi örgütsüzlük koşullarında dile geliş biçimdir. Kendi öz sesinin rengini yaratmaya adaydır. Çünkü erkek hegemonyasına karşı savaş kadının kurtuluşunun vazgeçilmez stratejisidir; kusursuz tanımını devrim ve sosyalist demokrasinin yolunda bulur.
Bu savaşım, kimi yüzeysel kavrayışların algıladığı gibi ufak-tefek yontmalarla “eşitsizlik pürüzlerinin” giderilmesi ya da sığınılan keskin sloganlarla ataerkil psikolojinin üzerinin örtülmesi ile açıklanamaz. Kadın hak ve özgürlüklerine düşman ataerkil yorumlamalarda ifade edildiği gibi bu savaşım, “cinslerin savaşı” değil, cinsler eşitliğine yandaş olanlarla karşı olan güçlerin savaşımıdır. Her ilerici adımı kokuşmuş ataerkil ölçeğinden geçirmeye koşullanmış erkek şovenistleri, her komünist hareketi ya da ulusal isteklerinin doyurulmasını isteyen ezilen ulus istemlerini “ulusal birliğin bozguncuları” olarak adlandırdıkları gibi, hak ve özgürlüğünü isteyen ezilen cinsin eylemini de aynı şoven mantıkla yargılayarak gülünç durumlara düşüyor.
Kadınlardaki uyanışın demokratik niteliğini görmezlikten gelen bir başka “sol” söylem, öznel beklentisine karşılık düşmediği için “burjuva içerikle” .damgalayarak, önemsememe yanlışına düşüyor. Çiçeklenmek için kendine gerekli iklim koşullarını arayan bir fidana, sosyalist çiçekler açmadığı için sitem ediyor hala; daha da ileri giderek henüz feodal toprağından kurtulamamış, sızılı ama direşken bir ağacı sorguya çekmeyi deniyor: Niçin sosyalist meyveler vermiyorsun?
“Feodal sosyalizme” denk düşen bu anlayış, ataerkil ideoloji ve kurumlara, onunla biçimlenmiş psikoloji ve türlü yansımalarına karşı etkili demokrat savaşımı gereksiz buluyor. Ve dolayısıyla, kadınların demokratik hak ve özgürlük savaşımını “düzen sınırlarında işlevlendiği” gerekçesiyle dışlıyor. Bu tutum, ezilenlerin demokratik haklarının yadsınmasıyla aynı anlama gelir. Yasalarda ve yaşamda varolan cins ayrımının üstü örtülü biçimde, kurcalanmadan onaylanması anlamına gelir. Bu anlayışa göre kadın, burjuva üstünceliklerine sahip erkek baskısına karşı savaşmadan “Tuba ağacının dallarında olgunlaşan ürünlerini bir dokunuşla sosyalistleştirebilir ve tadabilir”
Oysa kadının bilinç özgürlüğü laik, demokratik, sosyalist düşünce demokrasisine kavuşmadan olanaksızdır. Burjuva-ataerkil ideolojik kuşatma yarılmadan devrimci kurtuluşun yolu açılamaz. Kadın, erkek şovenizminin baskısından kurtulamadığı sürece toplumsal-kültürel demokratikleşmeden söz edilemez; elbette devrimcileşmeden de. Kadının toplumsal konumu ile erkeğin toplumsal konumu arasındaki keskin çelişkiden doğan çalışmanın özü, cins ayrımına dayanan erkek yanlı sömürü düzeninden kaynaklanır. Dolayısıyla çelişkinin niteliği, biçimleri ve süreçleri bütünüyle sınıfsaldır. En uç noktasını “cinslerin çatışmasında” yansıtır. İç içe geçmiş karmaşık çelişkilerin derinliğine inerek, biçimde çeşitlilik gösteren özsel yanını göremeyen bir göz için -kaba bir yorumla- bu olgu, “cinslerin savaşımı” nitelemesine indirgeniyorsa, bu tanım devrimci değil, reformcu yaklaşımın ürünüdür.” Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir.” Engels (Marks, Engels, Seçme yapıtlar, Cilt III, Sol Yayınlar, 1979) Kadın cinsin çıkan ile erkek cinsin çıkan arasındaki çelişki ve erek baskısı, tarihin kaydettiği bütün sınıflı toplumların (Köleci, feodal, kapitalist) tarihi kadar eskidir. Ataerkil ideolojiyi kendi varoluş biçimine uyarlayarak sürdüren kapitalizmle birlikte etkili savaşım araçlarının doğum ortamını sağlamıştır.
Çağdaş kapitalizm ataerkilliği ortadan kaldırmadı; onun feodal biçimini silip süpürdü ama yerini boş bırakmadı, kendi ideolojisine uygun görünüşte eskisine oranla daha yumuşatılmış gerici özünü yaşatmaya devam etti; kendi çıkarlarıyla kaynaştırdı.
Bu nedenlerle kadının erkek hegemonyasına karşı savaşımı, proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımı ile özdeşleşmiştir. Burjuva iktidarın devrilerek yerine sosyalizmin kurulması amacıyla, ataerkil diktatoryanın devrilmesi ve yerine cinsler eşitliğinin kurulması amacı -öznel hedeflerden bağımsız olarak- birbirinden kopmaz iç bağlarına sahiptir. Erkek hegemonyasını onaylayan ya da göz ardı eden bir proleter ideoloji var olmamışsa, burjuva hegemonyasını ön gören cinsler eşitliği de varolamaz. Cinslerin burjuva eşitliğinin erkek cinsin çıkarlarına denk düşmesinin nedeni budur.
Cinslerin sosyalist eşitliğine giden yol erkek diktatoryasının yıkılmasından geçer. Bu uğurda atılan her ilerici adım, yürünen her demokratik yol, devrim ve sosyalist demokrasi için bir güvencedir.
Ülkemizde kadının erkekle tam eşit haklar, özgürlük ve kurtuluş için uğraşı, derinlik ve yaygınlık boyutlarına kavuşuyor. İdeolojik, siyasal ve kültürel kimlik edinme eğilimi, çabası, özlemi ve yönelimi geçmişe oranla bugün, yurt düzeyinde, gözle görülür bir atılım kaydetti. Özgürleşme yolunda göze çarpan bu canlılık, gelecek günler adına umut verici, olumlu bir gelişme olarak nitelenmeyi hak ediyor. Çünkü kadın, şoven erkeği ve onun devletini saymıyor artık: “Eski çamlar bardak oldu. 3 Kadının soldurulmuş yaşamı üzerinde etiketlerini parlatan ataerkil ağızların tedirginliğe kapılıp saldırganlaşması, esip savurması bundan; ağız değiştirip, “Emret fındıkkabuğuna gireyim” yalanına başvuran seçim propagandalarının göbek havası bundan.
Yaşamın her alanında, ulaşabildiği her yerde terör estirmeye devam eden ataerkil diktatorya, insanlık değerlerinden yalıtılmış dünyasına katılımı için kadını ortakçılığa çağırıyor. Burjuva-erkek merkezli politikalarla kadını bilincinin köreltilmesi ve güdümlendirilmesi hedefine uygun olarak, süre-giden faşist uygulamaların görmezlikten gelinmesini salık veriyor. Gaye her başkaldıranı uşaklaştırmak. Çünkü kadınların devrimci-demokrat uyanış sürecini durdurmaya güç yetiremiyor artık. Kapitalist baskı ve sömürüyü lanetleyen kadınların günden güne çoğalmasını, aralarında kurulan dayanışmayı büsbütün durduramıyor.
Kendi kurtuluşunun şanlı yolunu açmaya yönelen devrimci, demokrat, yurtsever, ilerici her kadın, kişilik ve yaşamının soldurulup karartılmasına, sosyalist özlemlerinin söndürülüp küllendirilmesine, burjuva ataerkil ideolojilerle boyunduruk altına alınmasına, işsizlik ve açlıkla tehdit edilmesine, silah ve copla özgürlük yolunun kesilmesine, kocalara kul köle edilmesine göz yummuyor. Kapitalist patronların kanlı düzenine başkaldıran emekçi kadının özgürlük bilinci, evdeki koca zulmüne başkaldıran kadının insanlık duyusuyla buluşuyor; sokaktaki şoven erkek terörüyle korkusuzca çarpışıyor; özsaygısını korumak için karşılaştığı her ataerkil tuzakla kıyasıya dövüşüyor; faşist diktatörlüğün yıkılışına uzanan yolda gözü-pek adımlarla boyutlanıyor.
Bu bilinç, cinslerin sosyalist eşitliğinin toplumsal kıvılcımlarıdır; köklenmeye elverişli kalıcı motiflerine sahip.
Kadın hak ve özgürlüklerinin baş düşmanı burjuva erkek devlet ve organları, zalimlerin ve adaletsizlerin iktidar aracı bir kurum olarak, kitlelerin demokrasisini gereksinen bu bilince çarparak kadınların gözünde adım adım güvenirliğini yitiriyor. Sendika üyesi kadından üniversite öğrencisine, profesör kadından küçük memura, ressam kadından tütün üreticisi kadına, etkin politikacı kadından sıradan seçmene, bilimsel çalışma yapan kadından çiçek üreticisine, keman çalan kadından ekmek pişiren kadına… Öğrenim, meslek, entelektüel gelenek siyasal eğilim ve kazanç ayrımına karşın pek çok kadın, “erkek hegemonyasına hayır!” diyor.
Kadına devrimci sağduyu yolunu işaret eden bu olgu, geçtiğimiz seçim ortamında daha da belirginleşti.
Oy toplama yansına giren erkek partileri, ataerkil diktatoryada öz adını bulan kapitalizmin ömrünü uzatmak için kadınların siyasete olan ilgilerini, özgürlük ve bağımsızlık düşlerini kendi iktidarları doğrultusunda yönlendirmeye kalkıştılar. Yüzü kasap süngeriyle silinmiş faşist katiller ve yardakçıları, kadın hak ve özgürlüklerinin yeminli gaspçıları, insan haklarıyla birlikte kadının tüm dokunulmaz haklarını da kontrgerilla emrine veren 12 Eylül sürdürümcüleri, laiklik ve demokrasi düşmanları, iç yüzleri öteden beri demokratik kamuoyunca bilinen adalet düşmanları bu propagandanın başında yer aldılar. Hiç yüzleri kızarmadan kadının valilik hakkını bile bu faaliyetlerinde malzeme olarak kullandılar. Seçimlere katılan bütün erkek partileri, burjuva eşitliğinin ne olduğunu kendi saflarında yer alan kadın adaylara ve etkin üyelere bir kez daha kanıtladılar. Kendi parti örgütlerinde bile “kadın-erkek eşitliğini” yürürlüğe koymamak için ataerkil çıkarlara uygun düşen tüm ikiyüzlü deneyimlerini var güçleriyle seferber ettiler. Böylelikle milletvekili adayı kadınların önemli bir çoğunluğu listelerden dışlandı. Oy kullanma yanlısı olmayan bütün seçmenler için öngörülen 50 bin liralık ceza tehdidi ceplere karakol kurdu. Koca sopasıyla sandık başına götürülen pek çok yoksul kadın “özgür seçmenler” sınıfından sayıldı.
Şimdi hep birlikte koalisyon sıtmasına yakalanan erkek partilerin sözcüleri, bütün bu anti demokratik uygulamaların sonucunu, 342 erkek milletvekiline karşılık yalnızca 8 kadın milletvekilinin meclise girme olanağı bulmuş olmasını, büyük bir utanmazlıkla “ulusun iradesi” olarak yorumladılar. “Dünya tükenir, yalan tükenmez.”
Kadınlar, gerçekle bağdaşmayan yorumların yorum değil adaletsizlik ve gözdağının, kaypaklık ve kokuşmuşluğun bir karikatürü olmaktan öteye gidemediğini apaçık görüyorlar. 20 Ekimde yapılan seçimlerin sonucu “ulusun iradesi” değil, burjuva erkek partilerin ahlaksal ikiyüzlülüğünün iradesidir.
Adalet, özgürlük ve demokrasi tutkunları, kadın haklarının militanları ve dostları, cinsler eşitliğini savunan Türkiye’nin bütün onurlu kadınları ve erkekleri, cinsler eşitliğinin düşmanlarını ve dalkavuklarını nefretle kınıyor, burjuva ikiyüzlülüğü sindirmeyeceğini bütün benliğiyle vurguluyor: iktidardaki ataerkil diktatorya cinsler eşitliğinin devrimci savaşımı ile yıkılacaktır.
Aralık 1991
DÜZELTME: Özgürlük Dünyasının Kasım ayı sayısında yayınlanan “Alçalmışlar Dünyasının Mekke’si Manukyan’ın Huzuru Nereden Geliyor?” başlıklı yazıda bir yanlışlık olmuştur. Söz konusu yazının 3. paragrafının sonunda yer alan cümle “En iyi kadın, ateist diktatoryanın yasalarını sindiren kadındır!” değil; “En iyi kadın ataerkil diktatoryanın yasalarını sindiren kadındır!” olacaktır. Düzeltir okurlardan özür dileriz.
S. Senem