“Kaynak Sorunu” hep gündemde… Bankalardan İstedikleri Kadar Vergi

Burjuvazinin politik arenasında tartışılan konulardan bir tanesi de, kaynak sorunuydu. Bilinen, değişik kamu açıklarının sürekli artmasıydı.
* Tüketime ayrılan gelirin vergilendirilmesi olan dolaylı vergilerin artması; “az kazanandan çok, çok kazanandan az” vergi alınmasına neden oluyor.
* 100 liralık gelir vergisinin 80 lirayı aşan kısmını esas olarak maaş ve ücretliler ödüyor. Kalanı da sermayedarlar anlamında şirketlerin payını oluşturuyor.
* Bankalar vergi vermiyor. 1990’da liralı kazançlarının ancak 11 lirasını devlete vergi olarak ödemiş.
* 1990 yılında Ziraat Bankası 1000 Iiralık gelirinin 1 (evet bir) lirasını, Akbank ise 80 lirasını vergi olarak devlete ödemiş.
* Yasal vergi oranı, fonlar dâhil yüzde 48’i buluyor.
* Bankaların bu derece sermaye artırmaları ve iştiraklerinin artması, vergi ödemeden kaynaklanıyor.
* 1990 yılında sermaye birikimini teşvik gerekçesiyle devlete vergi olarak ödenmeyip bankalara kalan ise bir trilyon 648,7 milyar lira. Yani ödenen vergiden 3,36 misli daha büyük.

Geçtiğimiz üç ay içerisinde yeni bir seçimin yapılması ve arkasından hükümetin kurulması çalışmalarıyla birlikte, burjuvazinin politik arenasında bilinen, bıktırıcı propaganda malzemesinden birisi de harcamaları karşılayacak “para” yani “kaynak sorunuydu…”
“Biz” diyerek başlayıp devanı eden konuşmalarında parti sözcüleri, hep “mavi boncuk” dağıtıp, geleceğe yönelik “pembe tablolar” çizdiler. “Kurtarıcı” olduklarını sürekli tekrarladılar.
Zaman zaman diğer partiler için “Bunların söylediklerine inanmak mümkün değil” diyerek, “Neyle yapacaklarını?” ya da “Nasıl gerçekleştireceklerini?” soruyorlardı. Kendi vaatlerini nasıl yapacaklarını unuturcasına. Daha iyi politika belirledikleri iddiasıyla, kaynak sorununu çözmek için diğer partilere kıyasla daha az “zam yapacaklarını” ve de “vergi yükünü artıracaklarını” söylüyorlardı.
Tartışmanın odak noktası: “Değirmenin suyu nereden geliyor” sözünde ifadesini bulan, kaynak sorunuydu. Bir başka deyişle yeterli gelirin veya paranın bulunup bulunmayacağıydı. Esas olarak “İki yakası bir araya gelmeyen” kamu açıklarının varlığı, bu tanışmayı hep gündemde tutuyordu.
Seçim öncesinde partilerin vaat yarışında ANAP, bu seferlik biraz geride kaldı. Vaatte bulunacak “yüzleri” yoklu demek de safdillik olur. İki binli yıllar nutkuyla, sekiz yıldır icraatlarını hep hatırlattılar. Bugünlerde “özgür ve mutlu” yaşıyorsak bundandır diye de eklediler.
“Özgür ve mutlu” olan kimdir. Kimlerdir?
İşsiz kalan bir işçinin, özgürlüğü ne olabilir?
Okul masrafını, yakacak odun-kömürü nasıl alacağını “kara kara” düşünen bir emekçinin, mutluluğu ne olabilir?
Çocuğuna koyacağı isme bile müdahale edilen ve “dipçik politikasını” yegâne devlet hizmeti olarak yaşayan Kürt’ün özgürlüğü ve mutluluğu ne olabilir?
ANAP dışı diğer partilerin “özgürlük ve mutluluk” tanımlarının farklı olduğunu iddia etmek mümkün değil. Sermayedarların ekonomik ve siyasal yapılanımı olan bugünkü düzen, bu partilerin varlık koşulunu oluşturuyor.
Partilerin yapmış olduğu vaatlerin bedeli, Türkiye’nin ulusal gelirini aşıyordu. 1990 yılı ulusal geliri (GSMH) 380 trilyon lira. Vaat yarışında “iman gücüne” sahip Hoc’a’nın Refah’ı en öndeydi.
Bu haliyle partiler, esas olarak seçimde “vatandaş” kütlesini hatırlayan ve hemen sonrasında unutan politikanın canlı örneğini yaşattılar.
Balayları bitmeyen Demirel-İnönü ikilisi “Vaatlerimizi hemen gerçekleştiremeyiz” demeye başladılar. Seçim öncesinde öyle söylenmiyordu ama…
Vatandaşa “dünyalar” vaat eden partiler vc onların “yönetimindeki” devlet kurumları karşısına tek tek birer emekçi olarak çıktığınızda, her zaman sizleri neyin beklediğini bilmeyeniniz var mı?
Zaten vaatlerin büyüklüğü ve buna göre bazı “uygulamaların” olması, zamların ve verginin artması anlamına geliyor.

VERGİNİN KAYNAĞI

Burjuva ekonomi politiğine göre devletin en önemli gelir kaynağını vergiler oluşturuyor. Toplanmasına göre vergiler ikiye ayrılıyor. Dolaylı ve dolaysız vergiler olarak.
Mal ve hizmetin tüketilmesi veya kullanımı sırasında alınan vergilere dolaylı ya da vasıtalı vergiler deniyor. Örneğin KDV, taşıt alım vergisi… Kişi ve şirketlerin sağladıkları gelirden alınan vergiler de dolaysız vergiler.
Dolaylı vergiler tüketicilerin bütününü yani emekçi ve sermayedarı aynı oranda etkiliyor. Yani fakir-zengin, yoksul-varlıklı, emekçi-sermayedar ayırımı yapmıyor. Oysa verginin gelir dağılımını “adilleştirme” ilkesine göre “az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınacak”tı?
Dolaylı vergiler bu ilkenin tersi yönde etkide bulunuyor.
Arçelik’te çalışan bir işçi gelirinin hemen hemen tümünü mal (giyecek, yiyecek…) ve hizmet (ulaşım, sağlık…) alımı için harcamasına karşın, Arçelik sermayedarı Vehbi Koç ise gelirinden tüketime çok küçük miktarını ayırıyor. Örneğin; işçi gelirinin tamamını, Koç da % 10’unu tüketim için harcıyor olsun. KDV’de % 10 ise, işçi gelirinin % 10’unu vergi olarak devlete ödüyor. Oysa bu oran Koç’ta %1’e iniyor.
KDV türünden dolaylı vergiler görünüşte % 10’luk eşitliği sağlıyor. Aslında toplam gelirden tüketime ayrılan kısım azaldıkça, dolaylı verginin gelire oranı azalmıyor. Aksine artıyor. Koç gelirinin % 10’unu değil de % 5’ini ayırmış olsa, gelirinin % 5’ini KDV olarak devlete vermiş oluyor. Yani her 100 Liralık gelirden işçi 10 Lira, Koç da 50 Kuruş devlete vergi ödemiş oluyor.
1980’li yılların başında dolaylı vergilerin, vergi gelirleri toplamında % 30’u aşan payı sonrası yıllarda sürekli arttı. Son yıllarda % 60’a yaklaştı. 100 Liralık verginin 60 Lirası dolaylı vergi. Ödeyen? Esas olarak emekçi halk. Vergi gelirlerinde dolaylı vergileri 1989’da % 56 olan payı, bir sonraki yılda % 57’ye yükseldi.
“Az kazanandan çok vergi almayı” öngören dolaylı vergilerin bu derece artmış olması, dar gelirli diye bilinen emekçilerin daha çok vergi ödediğini gösteriyor. Bu; bir yönden de sömürünün daha da arttığını ortaya koyuyor.

ŞİRKETLER VERGİ “VERMİYOR”
Dolaylı vergilerin dışında kalan dolaysız vergilerin esas yükünü kim taşıyor? Maaşlı ve ücretli olan bir kimsenin bilmemesi mümkün değil. Çünkü her ay sonunda aklıkları bordrolar bunun açık ispatıdır.
Esasını maaş ve ücretlilerin oluşturduğu gelir vergisiyle şirketlerden alınan kurumlar vergisi toplamında, gelir vergisinin payı sürekli arttı. 1988’de % 70’e yaklaşan oran iki yıl sonrasında % 80’i aştı. Yani 1990’da toplanmış olan gelir vergisinde 80 Lirasını aşan miktarı, maaşlı ve ücretliler ödemiş. Buna karşın şirketlerin, yani sermayedarların ödedikleri vergiler 20 Liranın altında kalmış.
Açık anlatımla sermayedarlar vergi vermiyor. Kazanamadığından hiç değil. Kazancında vergi matrahını küçültecek o kadar muafiyet ve istisnalar var ki, bunun sonucunda vermiyor denirse yeridir. Nitekim 1990 yılında gelir vergisi toplamında kurumların payı %20’nin allında kalıyor.
Sermaye birikimini teşvik etmek gerekçesiyle; 1990’da ücretliden ve maaşlıdan kurumların ödediklerinin dört misli daha fazla vergi alınmış.

“İSTEDİKLERİ KADAR VERGİ”
Mali sektörün hemen hemen tek kurumu bankalar, getirilen muafiyet ve istisnalar sonucunda kazancının çok küçük miktarını vergi olarak devlete ödüyorlar. Açık anlatımla, istedikleri kadar devlete vergi verdiklerini söylemek, hiç de abartma olmayacaktır.
Geçtiğimiz beş yılda bankaların ödediği verginin tutan, gelirleri toplamında % 15’lerde kalıyor.
Peki, mali mevzuatta öngörülen vergi oranı ne kadar?
Fonlarla birlikte % 48.
Fakat bir önceki yılda (1990) bankaların ödedikleri vergiye oranı, ancak % 11’e yaklaşıyor. Demek ki devletin olması gereken % 37’lik pay; bankalara hibe edilmiş. Yani bankaların devlete verdiği 476,8 milyar Lira iken, kalan ise 1 trilyon 648,7 milyar Lira. Sermaye birikimi amacıyla bankalara kalan, ödenen vergiden 3,36 misli daha büyük.
Bu kime fatura ediliyor? Vay haline ay sonunda elindeki bordroya bakanlara ve zam fırtınasına yakalananlara! İşte rant ekonomisinin bir “mucizesi…”
Nasıl mı?
Vergilerin artırılması, yaygınlaştırılması ve zamlarla…
Banka grupları açısından, ödedikleri verginin yıllık karına oranı en büyük olan yabancı bankalar. 1986’da % 26 olan oran ’90’da % 15,1’e gerilemiş. Yabancı bankaları, özel ticari bankalar izliyor. Sonuncu olan grup kamu bankaları. Genel olarak oranlar, azalma eğilimi gösteriyor.
Bir işçi en az 100 Liralık gelirinin, 25 Lirasını vergi olarak devlete hemen veriyor. Gelirin artmasına bağlı olarak o oran da artıyor. Buna karşın bankalar ise (1990 için) 100 Liralık gelirinin 11 Lirasını vergi olarak devlete bir yıl sonrasında ödüyor. Yani işçi, ayın sonunda ödüyorken, banka, bir yıl sonrasında dört taksitle devlete ödemede bulunuyor.
Ziraat Bankası’nınl990’da yıllık kazancı bir trilyon Lirayı biraz geçiyor. Ama ödediği vergi 1 milyar 200 milyon Lira. Kazancının binde birini devlete vergi olarak ödemiş. Her bin liralık gelirinden bir liralık vergi ayırmış.
Kalan?
Günlük dilde kullanıldığı biçimiyle “cebe cukka…”
Akbank’ın vergi oranı da sürekli azalmış. 1990’da % 8,2’ye gerilemiş. Toplam kazancı 800 milyar Liraya yaklaştığı halde, bunun sadece 66 milyarını vergi olarak ödemiş.
Bankalar tek tek incelendiğinde hiç birinin, kurumlar için öngörülen % 48 oranında vergi ödemediği anlaşılıyor.
Bunun sonucu olarak bankalar her yıl gerek ödenmiş sermayesini, gerekse de öz-kaynaklarını, genel olarak yıllık enflasyon oranı üzerinde artırıyor. Sadece bunlar mı? Hayır! İştirakleri de nasipleniyor. Sürekli büyüyor.

BANKALARIN ÖZKAYNAKLARI (Milyar TL)
1988         1989         1990
Ziraat Bankası            583,9        1112,5        2316,6
Akbank            824,6        1220        2121,4
Yapı Kredi            308,5        453,2        882,3
İş Bankası            534,9        951,6        1542,9
Garanti Bankası        208,7        355,5        684,5
Finansbank            23        61,5        130,5
BNP-AK            26,4        42,2        63,1
TOPLAM (Sektör)        6214,4        10263        17765,3
AÇIKLAMA: Miktar; Milyar TL olarak ödenen vergi tutarı.
Oran; yüzde olarak banka gruplarının toplam kazancında ödedikleri vergi payı.

BANKA GRUPLARININ ÖDEDİKLERİ VERGİ MİKTARI VE ORANI
Kamu         Özel Tic.     Yabancı     Toplam (sektör)
Miktar    Oran    Miktar    Oran    Miktar    Oran    Miktar    Oran
1986    51,2    19,4    29,6    10,7    10,5    26    91,5    15,7
1987    83,9    17,6    31,3    6,1    8,4    14,1    123,6    11,8
1988    98,1    11,2    104,8    10,4    28,2    17,1    231,2    11,3
1989    162,6    16,6    181,8    17,7    33,1    19,4    377,5    16,3
1990    138,7    8    303,5    12,1    34,6    15,1    476,8    10,7

BANKALARIN VERGİ ORANLARI
1986     1987     1988     1989     1990
Ziraat Bankası    0    0    0    0,4    0,1
Akbank        14,4    10,3    9,4    11,4    8,2
Finansbank        –    –    7    10,6    7,6
Yapı Kredi        0    0    5,4    10,9    7,6
Dışbank        29,4    0    22,8    17,6    11,6
Osmanlı Bank    16    1,1    9,4    19,5    16,3
BNP-AK        16,1    0    12,2    14,9    14,1
AÇIKLAMA: Oranların yüzde 48’den çıkarılması ile bulunan fark, bankalar kalan oranı gösteriyor. Finansbank 1987’de kuruldu
(TABOLAR: T. BANKALAR BİRLİĞİ YILLIK RAPORU)

Ocak 1992

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑