Seçim taktiği üzerine

Sonuçları burjuvazinin derdine derman olmayan, o, yıllardır yakınılıp durulan koalisyonlar dönemini yeniden başlatan bir seçim daha geride kaldı.
Milyarları sokağa döken burjuva düzen partilerinin kıyasıya yarıştıkları, mağlubu çok galibi yok bir seçim yaşadı burjuvazi. Sonuç ortada kaldı; hiçbir düzen partisi tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edemedi, yeni bir erken seçim kapıda duruyor.
Peki, seçim ve seçim dönemi proletarya açısından ne ifade ediyordu; proletarya adına öne sürülen, genci olarak sol güçlerin izledikleri taktikler somut olarak nasıl irdelenebilir?
İşçi sınıfının geniş kesimlerinin özellikle son birkaç yıldır ekonomik taleplerle yoğun bir hareketlenme içinde olduğu bir gerçektir. Ancak D. Perinçek’in burjuva SP’sinin başını çektiği abartıcı kendiliğindencilerin iddialarının tersine, sınıfın henüz ağırlıklı olarak ve belirgin bir siyasal bir hareketlenme içinde olmadığı da bir başka gerçektir. Örneğin SP sınıfın hem de siyasal bir nitelik taşıdığını öne sürdüğü hareketinin önderliği iddiasındaydı. Bu, parti kararlarında ileri sürülüyordu. Böyle olmadığını seçim sonuçları açıkça ortaya koydu. Bu burjuva düzen partisi sandık sayısı kadar oy alamadığı gibi; işçilerin yoğun olarak yaşadıkları birçok bölgedeki oyları, parti yönetim kurullarının üye sayısına bile ulaşamadı.
Şu ya da bu partiyi seçimlerde aldığı sonuçlara göre yargılamak bizden uzak olsun. Hele faşist diktatörlük altında işçi sınıfını temsil etme iddiasındaki örgütlerin oyla tartılmasının yanlışlığını vurgulayanlardanız. Burjuva diktatörlüklerinde seçimlerin, parlamenter eylemin, alınan oyların ve parlamentoya mümkün olduğunca milletvekili sokma çabasının hiçbir şekilde esas ve temel alınamayacağı kesindir.
Ancak, proletaryanın siyasal hareketinin yöneticisi, önderi iddiasındaki bir grubun alacağı/aldığı oyların bu iddiaya şöyle ya da böyle belirli bir uygunluğu da beklenir. (Örneğin Kürdistan oyları üzerindeki PKK etkisi bu uygunluğu ulusal yönüyle bir türden göstermiştir.)
Seçim sonuçları, seçim öncesi proletarya ve hareketi üzerine devrimci komünistlerin saplamalarını doğrulamıştır. Proletarya kendisi için sınıf olmaya henüz adımını atmıştır ve eylemi, içinde siyasal öğeler barındırsa da, kendiliğinden karakterdedir. “ANAP iktidarı”na, “Çankaya’nın şişmanı”na karşı atılan sloganlar ve yükseltilen taleplerde sınıfın bağımsı/, siyasal tulumunu bulanların şaşkın kendiliğindenciliği belirgin bir biçimde ortadadır. ANAP Hükümeti devrilmiştir, Özal’ın etkisizleşeceği açıktır; ama gerçekleşen bu iki talebin de “sosyalist içeriği” nedense kendini dışa vurmamıştır! Nedense proletaryanın “önderi” SP’nin yerine, iş politikaya geldiğinde, sınıfın oylarının hala belirli bir bölümünü, özellikle büyük şehirlerde, hem de proletaryanın siyasal olarak hedeflediği ileri sürülen ANAP almıştır. Sınıfın oylarının geri kalan bölümü büyük ölçüde diğer burjuva partilerden olan SHP, DYP, DSP ve hatta RP arasında dağılmıştır.
Burada kuşkusuz ki, moral bozucu değil görev koyucu bir durum söz konusudur. Proletaryanın başlıca ve ağırlıklı olarak ekonomik ve hak talepli harekelinin, sınıfın siyasal örgütlenmesi için devasa olanaklar sunduğu, ama henüz olanağın gerçeğe dönüştürülmesi için yapılacak çok şeyin olduğu tartışma götürmez. Devrimci komünist hareketin başlıca görevi bu olanağı gerçekleştirmektir.
Seçim öncesi bu olanağın siyasal alana ilişkin ipuçları da bulunuyordu. Geniş emekçi kitleler düzen dışı eğilimlerle donanıyor, bu durum özellikle yapılan kamuoyu yoklamalarıyla kendisini ortaya koyuyordu. Hiçbir, burjuva partinin sınıfa ve emekçilere, onların taleplerine sahip çıkıyor görünerek bile seslenememesi, parlamentonun yetkisiz ve işlevsiz konumunun gizlenemez oluşu, emekçi kitlelerin parlamento ve burjuva partilerden kopuşa yönelmelerinin temel nedeniydi. Özellikle seçim döneminin başlangıcında tüm burjuva partilere yöneltilen küfürler, birbirlerinden farksızlıklarının yüksek sesle dile getirilmesi ve hiçbirine oy vermeme tutumu küçümsenmeyecek boyuttaydı. Ancak henüz bu kopuşma kendiliğinden tarzda yeterli olgunlaşma düzeyinde olmadığı gibi, kendisini siyasal olarak ifade etmesinin koşulları da yeterince geliştirilemediği, sübjektif etken gereken yeterli müdahaleyi gerçekleştiremediği için, burjuvazinin olanca reklâmcılık hayhuyu içinde perdelendi, geçici olarak yatıştırıldı. Anketlerde “kararsız oylar” olarak geçen kopuşma eğilimi, seçim kampanyası boyunca giderek azaldı ve “ehveni şer” olarak çeşitli burjuva partilere dağıldı. Bundan nasibini, burjuvazinin TV benzeri olanaklardan yararlanmasına göz yumduğu SP de aldı. Sandık başına 1 oy düşmemek üzere…

Günün koşullarında seçimlere bağımsız adaylarla katılma gerekli ve doğru tek taktikti…
Sorunun, özellikle proletarya ve emekçi kitlelerin eyleminin devrim ve sosyalizmin gelişmesine sunduğu dev olanakları değerlendirip gerçekleştirmek olduğu koşullarda gündeme getirilen seçimlere -tam da bu nedenle- katılmak tek devrimci ve doğru taktikti.
Seçimlere katılmaya, parlamenter mücadeleye ANAP’ından SP’sine kadar burjuva partilerin yüklediği rol ve işlevler geçersizdir. Parlamento, ne burjuvazinin iktidar merkezi, bu iktidarın asıl organı ve ne de bir devrim odağıdır. Devrimci komünistler ve genel olarak devrimciler açısından parlamentoda oluşturulacak bir çoğunlukla iktidar değişikliği, iktidarın burjuvaziden proletaryaya “aktarılması” gibi yaklaşım, iktidar sorununun bu tarz bir konulusu, bir hayal olarak tartışma dışıdır. Yalnız bu da değil; Marksist ve devrimciler, kendi başına parlamenter mücadeleyle emekçilerin acil sorunlarının çözülebileceği hayalini yaymaktan da kaçınırlar. Parlamenter zeminde ne idüğü belirsiz bir “emekçi cumhuriyeti”nin kurulabileceği ya da “acı ilacın tekellere içirilebileceği” propagandaları, tümüyle diktatörlüğü güçlendiren burjuva yardakçılığının kanıtlarıdır.
Bir Marksist “parlamentarizme (temsili meclislere katılmaya) proletaryayı aydınlatma, bilgilendirme ve eğitme aracı olarak ve onu bağımsız bir sınıf partisi halinde örgütlendirme aracı olarak, işçilerin boyunduruktan kurtuluşları uğruna siyasal savaşımın araçlarından biri olarak bakar”. Marksistler, “tüm parlamenter eylemlerini bütünüyle işçi sınıfı hareketinin çıkarlarına ve proletaryanın güncel burjuva demokratik devrimdeki özel görevlerine bağımlı” kılarlar.
Marksistlerin parlamento seçimlerine katılmalarının anlamı yalnız ve yalnızca budur: proleter kitleleri aydınlatma, örgütlendirme ve siyasal mücadelenin araçlarından biri olabilir parlamenter eylem ancak. Belirleyici ve temel olmayan bir araç. Parlamenter mücadelenin, seçimlere katılmanın “görece önemsizliğini hiçbir zaman gözden ırak tutmamak gerekir. Ağırlık noktası, asıl parlamento dışında sürdürülen iktidar mücadelesinde-olduğu için, proletarya diktatörlüğü ve bunun için verilen kitle mücadelesi sorununun parlamentarizmden yararlanma gibi özel bir sorunla aynı kefeye konamayacağı kendiliğinden anlaşılır.”
Tüm bu nedenlerle Komintern 2. Kongresi kararlarında, “seçim kampanyası, parlamentoda mümkün olduğu kadar çok sandalye kapma anlayışı ile yürütülmemeli, kitleleri proletarya devriminin sloganlarıyla harekete geçirmeyi hedefleyerek yürütülmelidir” denir.
Sorun iki yanlıdır. Parlamentoya umut bağlanmayacaktır, parlamentarizm illetine düşülmeyecek, mümkün olduğunca çok sandalye ve mümkün olduğunca çok oy seçim taktiğinin perspektifi olmayacaktır. Bu sorunun bir yanı. İkinci yanıysa, proleter hareketin genel çıkarlarına ve tayin edici olan parlamento dışı eyleme bağlı bir eğitim, örgütlendirme ve mücadele aracı olarak parlamenter eylemin genel kural olarak ve her şart altında reddedilemeyeceğine ilişkindir.
Proletaryanın bilinç, örgütlülük ve eylemlilik düzeyi, sınıf ve güç ilişkilerinin durumu ve devrimin gelişme ihtiyaçları, devrimci komünizmin genel olarak taktiklerini ve özel olarak seçim taktiğini belirlemede temel ölçüttür. Ve taktik, maddi toplumsal gerçeklere uygun olduğu ölçüde yaşama geçme hakkını elde eder. Aksi halde saptanan taktikler gerçekleri değil, gerçekler taktikleri değiştirir, kendine uydurur. Ancak maddi gerçekler ve ihtiyaçların ifadesi olmayan taktikler geliştirilmeye çalışıldığında, devrimci bilinç ve irade unsuru, toplumsal gelişmeye doğru ve gerçek bir müdahale olumsuzlanarak işlevsizleştirilmiş demektir. Buradaysa, yaşama uymayarak işlevsizleşen bilinç, irade ve siyasal müdahalenin yerini kendiliğinden (yani burjuva temelde) bir başka bilinç, irade ve müdahale doldurur. Yaşam ve toplumsal mücadele boşluk tanımaz. Zaaflı bilinç maddi gerçekler ve ihtiyaçlar karşısında ancak belirli bir noktaya kadar ısrarlı olabilir yanlışta. Bir noktadan sonra ayak diremeye güç yetiremez. Ve kapı değişik bir bilince, değişik bir politikaya açılır. Bu, gerçeklere uyum sağlama, sürüklenme ya da doğruya katılma olabileceği gibi, kendiliğindenliğin kuyruğunda, gerçeğin bir başka yanılsaman ama bunda daha fazla ısrar edebilecek maddi güç ve dayanaklara sahip bilinç ve politikalarına alet olma noktasına savrulma olarak da gerçekleşebilir.
Boykotçuluktan söz edildiği anlaşılmış olmalıdır. Boykotçuluğa yön veren bilinç ve irade, gerek maddi koşulları uygun olmadığı ve gerekse uygulayıcı yeterli güç ve dayanaklardan yoksun olduğu için, boykotçulukla birlikte dönüşüme uğradı seçim sürecinde. Zaten ortaya atıldığında da önemli ölçüde değişik bir bilinç ve iradenin yön verdiği değişik bir taktiğin, -içindeki ilerici, demokratları destekleme gerekçesiyle SHP destekçiliğinin- örtüsü durumundaydı. Devrimcilik adına açıkça söylenemeyen sosyal demokrasi kuyrukçuluğunun gizlenmesi ve örtülmesinin- adıydı boykot. PKK’nın açıktan ve ama belirli amaçlara ulaşmak üzere ve önemlisi bu amaçlara ulaşabilmenin maddi güç ve dayanaklarına sahip olarak yöneldiği destekçiliği, bu tür bir güce ve bu tür bir tutumu açıkça savunma cesaretine sahip olmayanlar “boykot” adı altında yapmaya yöneldiler. Mücadele, bunu muğlâk ve lastikli ifadeler kullanarak (boykot, ama çeşitli listelerdeki devrimci, demokratlar desteklenebilir gibi), Yeni Demokrasi ve aynı gelenekten gelen başkaları ise yalnızca “boykot” diyerek yaptılar bunu. Muğlaklığın olup olmamasından bağımsız olarak, siyasal toplumsal gerçeklerle ilişkisiz olan “boykot” iradesi, aslında daha ortaya konduğunda kendisinden farklı bir iradeydi ve siyasal pratikte SHP destekçiliği olarak gerçekleşti. Gerçeğe uymayan irade ya görünüşteydi ya da dönüştü, farklılaştı. Ağırlıklı olarak birincisi yaşandı.
Bu tutarsızlık ve asıl olarak gerçeğe uygun olmayış, görünüşte boykotçu saflarda dalgalanmalara ve farklılaşmalara yol açtı. Tutarsızlığını ve “boykotçuluk”un pratikte SHP destekçiliği olarak uygulanıyor oluşunu görüp buna tepki duyan, gerçeklerden ve seçime bağımsız adaylarla katılma taktiğinin gerçeklerden güç alan, devrimi geliştirici, devrimci olanaklar ve potansiyeli harekete geçirici elverişli araçlar sunan işlevselliğinden pratikte ve düşünsel olarak etkilenen “boykotçu” gruplardan devrimciler, çeşitli bölgelerde bağımsız adayları açıkça ya da dikkatlice desteklediler.
Bir yanda “solculuk” adına parlamentarizmiyle kuyrukçuluğuyla pratikte SHP destekçiliği; öte yanda hem de olanca elverişli araç ve olanaklarıyla parlamentonun, kapitalist düzenin, emperyalizm ve bağımlılık ilişkilerinin, diktatörlüğün, siyasal ve ulusal zorbalığın teşhiri ve bağımsızlık, ulusal ve sosyal kurtuluş, devrim ve sosyalizmin propagandası, bu propagandanın binlerce emekçiye ulaştırılması.
Kuşkusuz doğru olan ve savunulması gereken, ancak ikincisi olabilirdi. Binlerce ve binlerce işçi ve emekçiye açık ve yasal olarak da devrim ve sosyalizm fikrinin taşınması olanağını reddetmek için ya çocukluk hastalığına tutulmuş ya da bu seçim kampanyası somutunda SHP’yi destekliyor olmaktan başka bir açıklama bulunamaz.
Seçim kampanyalarının ve seçime katılmanın anlamının, işçi ve emekçileri aydınlatıp örgütlendirmenin ve siyasal mücadeleyi geliştirmenin bir aracı olmak olduğu açıkken ve seçim döneminde en sıradan insanın bile politikaya ilgisi artıp devrimci propagandaya daha açık hale geldiği ortadayken ve bu laktiği uygulamanın koşulları varken, bundan kaçınmanın ne tür bir açıklaması olabilir?
Pratikte görülen, parlamenter eylemin ve seçimlere katılma taktiğinin lekeli olarak, oportünizm belirtisi olarak kavranması değildi. Çünkü “boykotçuluk” pratikte SHP destekçiliği olarak şekillendi. Düşüncede sözde lekeli oluşu nedeniyle “solculukla sınıfın bağımsız harekelinin ve devrimin geliştiricisi olarak uygulanmasından kaçınılan seçimlere katılma taktiği, bu kez reformculuğun yaygınlaştırılması ve hakkında hayal yayılması ve en kötü bir oportünizm türü olan kuyrukçuluk olarak uygulandı.
“Solculuk” adına reddedilen, bağımsız adaylarla seçime katılmanın kullanılır hale getirdiği olanaklar oldu. Bu olanakların devrimin hizmetine koşulması reddedildi devrimcilik adına; ama SHP’nin düzene bağlayıcı olanakları, bir kısım sözde devrimci düzen yanlılarının milletvekili olduklarında sağlayacağı tasarlanan düzen içi olanaklar ve en azından bilinç allında varolan, muhtemel bir SHP hükümetinin iyileştirmelerinin sağlayacağı örgütlenme vb. kolaylıkları ve bunlara bel bağlamak reddedilemedi.
Reformculuğun ve SHP listesindeki sözde devrimci reformcuların sağlayacağı düşünülen “olanaklar” bir yana, devrimcilik ve gerçekçilik zemininde tartışılacaksa, sözde “boykotçuluk”un bu seçim döneminde pratik olarak kullandığı ya da harekete geçirdiği olanaklar neler oldu? Dergilerde yazılanları saymaya hiç gerek yok. Devrimci Sol Güçler’in 10-15 kişilik birkaç korsan gösterisi dışında “boykotçu” bir hareketlenmeye tanık olunmadı. Bu ise her zaman yapılan ve yapılabilecek olan, etkisi son derece sınırlı ve seçim dönemine özgü sayılamayacak türden bir hareketlenmedir. Özel olarak seçim döneminde, Özel olarak bu çerçevede oluşan ve yaygın olarak kullanılabilir olan hiçbir olanaktan yararlanamadı “boykotçuluk”.
Bağımsız adaylarla seçime katılma taktiğinin kullanılır kıldığı olanaklar ise sayısızdı.
Uygun araçlarıyla her zaman sürdürülen propaganda-ajitasyon ve örgütlenme faaliyeti kuşkusuz kesintiye uğramadı seçim döneminde, tersine parlamenter eylem ve yasal olanaklardan yararlanarak birkaç misli arttı ve yoğunlaştı. Seçimlere katılma taktiği buna elverişli koşullar sağladı.
Bağımsız adaylarla seçime katılma taktiği ek olarak dev propaganda-ajitasyon olanaklarını kullanılır kıldı. Yüz binlerce bildiri ve bülten ulaştırıldı emekçilere. Hiç ulaşılamamış binlerce emekçi devrim ve devrimci komünizm fikriyle tanıştı. Tek tek, grup grup, araba konvoylarıyla propagandacı ve ajitatörler seçim bölgelerinde en ücra köşelere kadar ulaşıp binlerle emekçiyle tartışma olanağı buldular. Hem de emekçilerin siyasete en duyarlı oldukları bir dönemde. O, 5-10 kişiyle yapılan korsanlar meşrulaşıp yasal olarak ve yüzlerce kişiyle ve emekçilerin katılımıyla yapıldı. Özellikle araba anonsu ve araba konvoyları hemen her mahallede küçük çaplı mitinglere yol açarak yapıldı. Sayısız ev ve kahve toplantısında devrim ve devrimci komünizm tartışıldı. Yüzlerce emekçi ve çeşitli ölçülerde ve nedenlerle reformculuğun etkisine girmiş devrimci Sosyal Demokrasiden koparıldı, onlarla yeni ve sıcak bağlar kuruldu, örgütlenmelerinin yolu açıldı.
Devam etmeye gerek yok. Bunların hiçbirisi ne SHP destekçiliği ve ne de aynı kapıya çıkan ve zaten SHP destekçiliğinin üstünü örten ” boykotçuluğun yararlanması imkânsız olanaklar ve sağlaması imkansız hareketlenmelerdi. Ve bir de sorunun içeriğe ilişkin temel yanı var. SHP destekçiliği ve aynı kapıya çıkan sözde “boykotçulukla ne parlamenter sistem ve aldatmaca teşhir edilebildi ne de devrim ve sosyalizm propagandası yapılabildi. Devrimci Sol Güçlerin sınırlı bir kaç korsanı dışında bu güçlerin bağımsız propaganda ve ajitasyon yapmadıkları, yapamadıkları, bunun olanağını bulamadıkları pratikle görüldü, kanıtlandı. SHP destekçiliğiyle ya da SHP ilçe örgütleri ve seçim bürolarından ayrılmayan “boykotçulukla bunun gerçekleşebilmesi olanağı yoktu. Bağımsız adaylarla seçime katılma tek doğru ve devrimci taktikti.
SHP destekçiliği’nin doğru olmamakla kalmadığı ve ama kesinlikle devrimcilikle de bir ilgisi bulunmadığının üzerinde durmaya gerek yoktur. Boykotçuluk ve hemen boykotun yanına eklenen çeşitli listelerden ilerici ve “devrimci” adayların desteklenmesi adına da uygulanan bu reformculuğu güçlendirme ve parlamenter hayaller yayma taktiğinin başlıca savunucu ve uygulayıcısı Dev Yol’cu-SHP’liler olmuştur. İşçiler ve Politika gibi kuyruklarla birlikte SHP’lileşen Dev Yol’un “büyük” beklentilerle -yine burjuva listelerden “ilerici ve devrimcileri” destekleme bahanesiyle- yaşama geçirdiği bu kuyrukçuluk ve düzene entegrasyon şaheseri sözde taktik, umulan sonuçları vermedi. Bağımsız adayın desteklendiği İstanbul Kartal istisnası dışında SHP’lileşme olarak şekillenen bu reformcu ve Dev Yol’un devrimle tam bir kopuşmaya yöneldiğini kanıtlayan “taktik”in hareket noktası, kesinlikle devrim ve sosyalizm propagandası ve devrimci hareketin güçlendirilmesi kaygısı değildir ve olamaz. “11 yıl yeter” sloganı da demokrasi ve özgürlük talebini kucaklamanın değil, SHP reformizmini güçlendirmenin, O ve burjuva parlamentosu ve parlamenter yol üzerine hayaller yaymanın aracı olmuştur. Dev Yol’un SHP’den beklentisi, devrim değil, demokrasiyi devrim sorunu olmaktan çıkaran bir muğlâklığa ilişkin hayalin, eskiden “sömürge tipi faşizm” dediği türden bir “demokrasiye yamanmanın yanı sıra ikbal ve ihalelerin kolaylaştırmasından ibarettir. SHP destekçiliğinin içler acısı görünümü, bağımsız adayla seçime katılma laktiğinin doğruluğunun daha çok sayıda insan tarafından kavranmasını kolaylaştırıcı bir faktör olmuştur denebilir.

Yetersizlikler…
Taktiğin uygulanmasında zaaflar yok muydu? Kuşkusuz vardı.
Bir başka yazımızda propagandanın içerik, biçim ve tekniğine ilişkin eksiklikler üzerinde duruluyor. Bunlara parlamenter eyleme alışkın olmama, bölgelere göre düzeyi değişmek üzere koordinasyon eksikliği, çeşitli alan ve biçimlerdeki eylemi birleştirmede yetersizlik, yer yer adaylara oy istemeye, oylara ve oylama tekniğine neredeyse ilgisizlik eklenebilir.
Bu sonuncusu üzerinde kısa da olsa durmak istiyoruz.
Marksist için daha çok oy ve daha çok sandalye hesabının seçim laktiğinin esasını belirlemediği söylenmişli. Ancak bu, kuşku yok ki, alınacak oyları önemsiz görme ya da devrim ve sosyalizm propagandasını ve asıl ağırlığı parlamento dışında olan devrimci proletarya hareketini geliştirmeyi esas alırken yüksek bir oy oranını da hedeflememe anlamına gelmez. Çünkü seçimler, bir eğilim, aydınlatma, örgütlenme ve mücadele aracıyken, aynı zamanda, devrimci proletaryanın kendisini sayma ve gücünü görmesinin de bir aracı olarak hizmet eder. Ancak özellikle seçimin oylama yönüne yeterli titizlikle eğilmeme, devrimin gücünün olduğundan küçük görünmesine neden oldu. Burjuvazi, bağımsız adayların yüksek oranlı oy almasını önlemek üzere türlü engeller koymuştu. Başlıca ikisi şuydu: bağımsız adayın oy pusulasına “evci” mührü” vurulmayacaktı, oysa her sandık başına gidenin eline bir mühür tutuşturuluyordu. Ve bağımsız adayın oy pusulasının konduğu zarfa başka bir şey konulmayacaktı, oysa yine herkesin eline partilerin ortak oy pusulası da tutuşturuluyordu. Bu konuda yeterli uyanıklık gösterilip önlem alınmayınca, bağımsız oylar misliyle iptal oldu. İptal oranı, 6-7 misli olarak gerçekleşti.
Bazı sandıklardan örnekler (rakamlar yalnızca “evet” mührü basılan ve hiçbir partinin işaretlenmediği tamamen boş parti pusulalarıyla zarfa birlikte konan bağımsız oy pusulalarının iptaline ilişkindir):

Oy kullanılan sandık ya da sandıklar         İptal     Geçerli
Esenyurt-Fatih                    93    28
İncirtepe                    110    12
Söğütlüçeşme                    39    9
Örnek                        254    58
Küçükçekmece-İlkokul            80    2
İkitelli                        118    15
Ümraniye-1 Mayıs                288    39
Sarıgazi                    398    126
Bursa-Namazgah                23    1
Bursa-Esenevler İlkokulu            18    0
Adana-Meydan Cumhuriyet İlkokulu        135    15

Kasım 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑