Bir seçim çalışmasından söz edildiğinde bir propaganda çalışmasından söz edilmiş olur. (Marksist literatürde propaganda kavramı, belirli bir konu üstünde ayrıntılı bir incelemenin aktarılması faaliyetidir. Ama gündelik dilde; bir düşüncenin ya da bir metanın tanıtılması için yürütülen her türden faaliyete propaganda deniyor. Bu yazımız boyunca, biz de, propaganda sözcüğünü bu, günlük dilde kullanıldığı anlamıyla kullanacağız.) Görünüşte başka türden çalışmalar da yapılı yormuş gibi gelirse de bütün diğer faaliyetler, sadece propagandanın etkinliğini arttırma çabalarından ibarettir. Bu yüzden de seçim değerlendirmesi denebilecek her değerlendirme, faaliyet içinde propagandanın biçim, içerik ve etkinlik bakımdan değerlendirmesini yapmak zorundadır.
Özgürlük Dünyası, bir önceki sayısında seçim taktiği ve sonuçlara ilişkin kısa değerlendirmeler yapmıştı. Bu sayımızda ise, seçime ilişkin yürütülen propagandanın biçim ve içeriği üstünde duracağız; gözlenebildiği kadarıyla, propaganda faaliyetinde ortaya Çıkan zaaflar üstünde duracağız.
Propagandada amaç ve araçlar
Her propaganda faaliyetinde amaç, belirli bir düşünceyi yığınlara mal etmektir. Konu secimse, bunu şöyle belirleyebiliriz: Her partinin kendi programını mümkün olan en geniş yığınlara benimsetmesi faaliyetidir, seçim propagandası.
Kuşkusuz, burjuva partileri için burada kullandığımız “kendi programı” sözcüğü son derece muğlâktır. Çünkü onlar, gerçek programlarını değil, yığınların o anda peşinde sürükleneceğini umdukları kimi sloganları öne çıkarıp “olumlu” bir imaj yaratmayı, bu imajın etkisiyle kitleleri kendi doğrultularında etkilemeyi amaçlamaktadırlar. Bu yüzden de burjuva partileri, gerçek programlarını sadece TÜSİAD önünde dile getirip onun “olur”unu aldıktan sonra emekçiler önüne, kendi programları ile değil, reklâmcıların önerdiği sloganlarla çıktılar. ANAP, propaganda yönetmenini ta Fransa’dan getirirken, diğerleri yerli reklâmcıları tercih ettiler. Ama amaçları aynıydı: bir an için yığınların kafasını karıştırıp, sandık başında “evet mühürü”nün kendi partilerinin ambleminin altına vurulması.
Burjuva düzen partilerini, böyle bir propagandaya zorlayan iki neden vardı: Birincisi, bu partilerin emekçilere vaat edebilecekleri hiç bir şey yoktur. Hemen hepsi yıllardır denenmiştir ve programlarının esası bugünkü soygun düzenini sürdürmekten ibarettir. Yığınların önüne çıkıp; “ben size zam, zulüm, yoksulluk, ulusal baskı ve terör vaat ediyorum” diyemezlerdi. İkincisi ise; bütün temel sorunlarda ortak politikalara sahip bu partilerin, programlarını anlatarak birbirinden farklı olduklarını kanıtlamaları olanaksızdı. Bu yüzden de burjuva düzen partileri, seçim kampanyalarındaki propagandalarına merkez olacak sloganları, belki partinin taraftarı bile olmayan reklâm ajanslarına havale ettiler. Böylece kendilerini, ancak çok güçlü bir reklâm kampanyasıyla satılabilecek sıradan bir meta yerine koydular. Ama olsun! Oy böyle gelecekse bir mal olmak da kabul edilebilirdi.
Burjuva partileri, propaganda araçları bakımından da sınırsız denebilecek olanaklara sahipti. Tirajı milyonlara varan burjuva basını, TV ve on milyarlarla ifade edilen “seçim bütçeleri” emekçileri bir kez daha yanıltmak için seferber edilmişti.
Kısacası, burjuva partilerin “oy almak” dışında bir kaygıları yoktu ve bu yüzden de onların propagandasının biçimi, içeriği ve propaganda araçlarını kullanma yöntemi bu amaçlarına uygundu.
Komünistler ve devrimci-demokratlar için durum burjuva partilerinden tamamen farklıydı: Onlar, yığınları aldatmak değil, gerçekleri kavramasını istiyorlardı. Bu yüzden de propagandanın içeriği ve biçimi buna uygun olmalıydı.
Komünistler, kendi taktiklerini yaşama geçirmek için, görüşleri kendi anlayışlarıyla uygunluk içinde plan, değişik seçim çevrelerinden bağımsız adayları desteklediler. Bu adayların seçim bildirgeleri başlıca şu amaçları güdüyordu:
1) Emperyalizmin yeni dünya düzeninin amaç ve niteliğini sergilemek,
2) Sosyalizmin propagandasını yapmak,
3) Kapitalist sömürü düzeninin ekonomik ve siyasi yapısının teşhiri,
4) Burjuva parlamentosunun burjuva partilerinin niteliklerini, işlevlerini ve vaatlerinin sahteliğini sergilemek.
Bu amaçlar; “Kahrolsun Emperyalizmin Yeni Dünya düzeni!”, “Yaşasın Sosyalizm!”, “Kahrolsun Kapitalizm!”, “iş Ekmek Özgürlük, Kahrolsun Faşist Diktatörlük”, “Kürt Halkına Özgürlük!” “Burjuva Partilerine Oy Yok!” vb: gibi sloganlarla ifade ediliyordu.
Elbette, devrimcilerin hizmetinde, ne günde yüz binlerce yazılı propaganda materyali hazırlayan rotatifler, ne de gün boyu yayın yapan radyo ve TV istasyonları vardı.Tersine, mali olanakları son derece sınırlıydı; dahası yasalar propaganda olanaklarını ve zamanını olabildiğince engelleyecek biçimde düzenlenmişti. Yasalara göre her şey on gün içinde yapılmalıydı.
Bu sınırlı olanaklar içinde devrimciler; afiş, pankart, bildiri, el ilanı, kuşlama, bülten, dergi, kahve toplantısı, kapalı salon toplantısı, ev toplantısı, grev ve direnişte olan işyerlerini ziyaret, konvoy ve miting gibi araçları kullandılar. Bu toplantılarda; yerine göre müzik, folklor, tiyatro gösterisi, konuşma, sohbet ya da bunların bir kaçı bir arada, devrimci düşünceyi emekçilere götürmenin vesilesi oluyordu.
Devrimcilerin gücü; birincisi, savunduklarının doğruluğundan, öne sürdükleri taleplerin emekçilerin çıkarlarıyla tam bir uyum içinde olmasından, ikincisi ise; emekçilerle iç içe yaşamak, onların ruh hallerini derinden hissetmekten geliyordu. Bundan ötesi, sınırsız bir enerji ile çalışma ve eldeki olanakların yaratıcı bir biçimde kullanılmasına kalıyordu. Bu ne ölçüde yapılabildi, güçler ne ölçüde seferber edilebildi; bugün üstünde durulması gereken asıl sorun budur.
Özel bir faaliyet olarak seçim propagandası
Bir siyasi parti ya da her hangi bir siyasi örgütlenme için propaganda faaliyeti, her gün, kesintisiz yapılması gereken bir faaliyettir. Hele komünist partisi gibi, var olan düzeni yıkıp yeni bir dünya kurmak isteyen bir parti için propaganda faaliyetinin, planlı, düzenli, üstünde düşünülmüş bir faaliyet olması zorunludur. Ve bu propagandanın özü her zaman sömürü ve zulüm düzeni kapitalizmin ekonomik ve siyasi yapısını teşhir etmek ve sosyalizmin propagandasını yapmak olmuştur. Ama bazı özel dönemlerde ve gündemde her hangi bir özel talep öne çıktığında, olağan propaganda faaliyeti mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veremez duruma gelir ve bu durumda faaliyetin hem örgütlenmesi, hem içeriği hem de araçları bakımından değiştirilmesi, o günün ihtiyaçlarına yanıt verir hale getirilmesi gerekir. İşte seçim dönemi, böyle “özel dönem”lerden birisiydi.
Propaganda faaliyeti için seçim dönemi neden özel bir dönemdi?
Her şeyden önce, burjuva partileri ve burjuva basın yayın organları, bu dönemde, eteklerinde yığınları kandırabileceklerini düşündükleri ne kadar vaat varsa ortaya dökerler ve bu vaatler propaganda merkezlerince renkli ambalajlarla piyasaya sürülür. Bu, yığınların ilgisini kendi güncel sorunlarından (iş, geçim derdi vb.) çekerek ülke ve dünya sorunlarına yöneltir. Gerçi burjuva partileri bunu pek istemezler, ama yapmak zorunda kaldıkları faaliyet ister istemez böyle bir durumu ortaya çıkarır. Yani kitlelerin kulağı ülkede, dünyada olup bitenlere açılır. Burjuva partileri bu durumu kendi lehlerine kullanmak istediği gibi, proletaryanın partisi de (diğer düzen muhalifi devrimci-demokrat örgüt ve partiler de aynı şeyi yapmak ister) yığınların politikaya duyduğu bu “olağandışı” ilgiden kendi dünya görüşü ve politikalarım yığınlara anlatmak için yararlanmak ister. Dahası seçim dönemi, ne kadar kısa olursa olsun; proletarya partisinin en geniş yığınlara seslenmesi için yeni olanaklar sunar. Olağan zamanda kullanamadığı açık kürsülerden, en azından bir bölümünden, yararlanma imkânları ortaya çıkar. Örneğin, adaylar çıkararak ya da çıkan adaylardan bazılarını destekleyip seçimlere katılarak, (ya da boykot ederek) sesini olabildiğince geniş kesimlere duyurmayı amaçlar. Bu seçimlerde ortaya çıkan durum ve olan da böyle bir durumdur.
İşte bu nedenledir ki; seçimlerle ilgili propaganda faaliyeti olağan zamanlardakinden farklı olmak zorundaydı, büyük ölçüde de öyle oldu.
Olağan bir dönemde bir büro kiralayıp hoparlörle devrimci propaganda yapılamazdı, ama bağımsız sosyalist ve devrimci adayların seçim büroları ya da arabaları sabahtan akşama, hatta gecenin geç saatlerine kadar diledikleri gibi propaganda yapabiliyordu. Yine gecenin on bir-on ikisine kadar kahvelerde propaganda yapılabiliyordu. Olağan zamanda dağıtıcıları köşe bucak aranacak içerikte bildiriler, seçim döneminde açıkça, çarşı-pazar her yerde dağıtılabilen bir şey haline gelmişti. Pankartlar ve afişler için de aynı şeyler söylenebilir.
Mitingler ve kapalı salon toplantıları ise; propaganda için daha büyük olanaklar sunan biçimlerdi. Yüzlerce insanı toplayıp propaganda yapmak olanaklıydı. Bizim gibi, miting için izin almanın çok güç, hatta olanaksız olduğu, sendikalar gibi örgütlere bile izinin nadiren verildiği bir ülkede miting elbette büyük bir olanaktı ve her seçim bölgesinde, 10 gün boyunca en azından bir kez miting yapılabilirdi.
Seçim süresi içinde yapılan ve komünistlerin, devrimcilerin amaçlarına yanıt vermesi bakımından ilginç faaliyetlerden birisi de, emekçi semtlerinde oldukça yaygın uygulama alanı bulan “ev toplantıları”ydı. Kadınlı erkekli emekçiler, çeşitli evlerde toplanarak komünistlerin seçimlerle, ülke ve dünyadaki gelişmelerle ilgili söylediklerini ilgiyle izlediler. Sorular sordular, aldıkları yanıtları irdelediler. Sadece seçimle ilgilenmekle de kalmayıp, sınıfın partisi, kendi bulundukları konum vb. konusunda da bilgi edinmeye çalıştılar; daha da ötesi seçimlerden sonra yapılması gerekenler üstüne düşüncelerini söylediler.
“Kahve toplantıları” da komünistler için yeni bir şeydi ve oldukça ilginç tartışmalara sahne oldu: Her şeyden önce emekçiler bağımsız devrimci adayların kahve toplantılarına olağanüstü bir ilgi gösterdiler. Genellikle akşam saat 7.00-8.00 sıralarında başlayan toplantılara, ortalama 70-80 kişi katılıyordu. Bazen saatlerce, gecenin 11.00-12.00’sine kadar süren konuşma ve söyleşileri emekçiler dikkatle izliyorlar, izlemekle de yetinmeyip kendileri de bu konuşmalara katılıyorlardı. Ve hemen her zaman, seçim ve burjuva partilerin niteliklerine ilişkin konulardan kalkan konuşmalar, ülke ve dünya sorunlarının tartışmasına kadar uzanıyor, aydınların, küçük burjuva devrimcilerinin “bunlar emekçileri ilgilendirmez” diyeceği pek çok konu bu söyleşilerin tartışma konuları haline geliyordu.
Emekçilerle en yakın temasın sağlandığı kahve ve ev toplantılarında sürdürülen söyleşilerde burada sözü edilmesi gereken iki ilginç nokta vardı: Birincisi “sosyalizm öldü” propagandasının emekçileri fazla etkilemediği, ikincisi ise; “SHP’nin oyları bölünür” endişesinin işçi ve emekçiler için geçerli olmadığı.
Gerçekten de, seçim çalışmaları boyunca, emekçiler tarafından, “sosyalizm iflas etmiştir, sosyalist bağımsız adaylar çıkarılması anlamsızdır” gibi bir tartışma açılmadığı gibi, buna benzer sorular da yöneltilmemiştir. Bu duruma çokbilmiş aydınlarımız, “emekçilerin dünyada olup bitenlere ilgisizliği” damgasını basabilirler; ama TV, radyo ve burjuva basınının, günün her saati bu konuyu gündeme getirdiği düşünülürse, bu konuda emekçilerin “bilgisizliği” anlamlı olamaz. Tersine burjuva propaganda merkezleri ve burjuva düzen partileri her gün, çarpık bilgi bombardımanına tutarak, emekçileri olumsuz bir biçimde koşullandırmaya çalışmaktadırlar. Burada olsa olsa, emekçilerin sosyalizmi şu ya da bu ülkede yenilgiye uğramasını önemsemediklerinden, ama kendi ülkelerinde sosyalizmin ancak kendi çabalarıyla kurulacağını, bunun için çaba gösterilmesi gerektiğini sezgisel olarak da olsa fark etmelerinden söz edilebilir. Ki bu içgüdü, herhangi bir küçük burjuva aydınında olamaz. Hele bizimki gibi, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini bile Avrupa Konseyi, uluslararası insan haklan komisyonlarının baskılarına devretmiş aydınların bunu anlaması olanaksızdır. Burada şunu söyleyebiliriz ki; burjuva propaganda makinası “sosyalizm ebediyen öldü” diye dünyayı ayağa kaldırıyor, ama emekçilerimiz bu propagandadan çeşitli burjuva aydın kesimler kadar derinden etkilenmiyor. Tersine sosyalizm onlar için “eski”, “ölmüş” bir şey değil, gelecekte kendi kollarıyla kuracakları bir sistem olmaya devam ediyor. Bu yüzden de bugün bu çaba içinde olanlarla birleşmek eğilimi gösteriyor, en azından onların çabalarına olumlu bakıyorlar.
Bu seçimlerde, önceki seçimlere göre son derece az öne sürülen sorulardan birisi de “SHP’nin oylarını bölüyorsunuz, bağımsız adaylara verilecek oylar boşa giden oylar olmaz mı?” sorusuydu. Elbette SHP ve onun açık ve gizli destekçileri bu kampanyayı yürüttüler, bazen kahve toplantılarına gelip kafa karıştırmaya da çalıştılar. Ama emekçilerle yakın ilişkilerin kurulabildiği her yerde bu soruyu soranlar, daha çok emekçilerden, gerekli yanıtı aldılar. Değişik yerlerde sorulan bu türden sorular ve bu görüşü destekleyenler, daha çok SHP ile işbirliğini savunan siyasi odaklara yakın olanlardan ya da doğrudan SHP’lilerden geldi. Ama orada bağımsız adayı dinlemeye gelmiş emekçileri bu tür konuşmaların etkilediği söylenemez. Burada şunu ekleyelim ki; önceden, bağımsız adayın toplantısının olduğu duyurulan kahvelere gelenler, çok azı dışında, “bağımsız devrimci aday ne söylüyor?” diye merak edip, ona göre tutum belirlemeye gelen insanlardı. Yani bunlar, ne bir politik akımın taraftarı, ne de özel olarak çağ irilmiş kişilerdi. Tek özellikleri emekçi olmak ve herhangi bir burjuva partisine angaje olmamış olmaktı. Bu yüzden de devrimci propaganda karşısındaki tutumlarını önemli bir kıstas olarak görmemek için hiç bir neden yoktur.
Kuşkusuz, SHP’ye duyulan ilginin azalmasında SHP’nin tutarsızlıkları, iç çatışmaları ve kamuoyuna yansıyan yüzünün cilasının dökülmüşlüğünün etkisi de vardır. Ama burada komünistler için asıl görülmesi gereken emekçilerin burjuva parlamentosu ve burjuva partilere karşı tutumunun değişmeye başlamasıdır. Bu değişiklik, Onlardan kopma, bu partilere oy vermekle durumlarında ciddi bir değişiklik olmayacağını fark etmeye başlamaları yönündedir.
Kısacası seçim dönemi, kendine has nedenlerden dolayı, devrimci propaganda için sayısız yeni olanaklar sundu ve bu olanaklar kullanılabildiği ölçüde de yeni kazanımların önünü açtı.
Seçim dönemi propagandasında görülen belli başlı zaaflar
Devrimci çalışma içinde yapılan işin değerlendirilmesi, daha sonra yapılacaklar için dersler çıkarılması, ayrıca sözü edilmeye gerek olmayacak kadar bilinen bir tutumdur. Ama özellikle belirli bir kampanya yürütüldüğünde, olağan çalışma içinde pek de belli olmayan, ama kökleri derinlerde olabilen zaaflar çok daha açık bir biçimde kendini gösterir. Bu son yaşanan seçim dönemi de, nispeten kısa, ama son derece yoğun çalışmalara sahne olan bir kampanyaydı. Bu yüzden de, inisiyatif, esneklik, yaratıcılık, ataklık, girişkenlik, fedakarlık ruhu, çalışkanlık gibi her devrimci örgütte ve kişide olması gereken nitelikleri bir kez daha sınavdan geçirdi.
Elbette, bu özellikler açısından çalışmanın bütün boyutlarında ortaya çıkan yanlış ve doğruları ele alıp değerlendirmek Özgürlük Dünyası’nın konumunu çok aşan bir şeydir. Bu yüzden de burada sadece propaganda faaliyeti açısından, izlenebildiği kadarıyla, görülen yanlışlar ve eksikler üstünde duracağız.
Her şeyden önce belli bir kampanya dönemi içinde yürütülen bir propaganda faaliyeti (hele konu seçimler gibi son derece geniş bir konuysa) iki özelliği son derece başarılı bir biçimde birleştirmek zorundadır: genellik ve özellik. Propaganda genel olmak zorundadır: Çünkü emperyalist dünya sistemi karşısında sosyalist bir dünya sistemi, kapitalist bir ülke düzeni karşısında sosyalist bir düzen savunulmaktadır. Burjuva parlamentosunun köklü bir eleştirisi karşısına proletaryanın devleti ve demokrasisi konulacaktır. Aynı zamanda propaganda özel olmak zorundadır: çünkü emekçiler, bir yandan günlük sorunları (işsizlik, enflasyon, düşük ücret, sendikal hak ve özgürlükler vb.) içinde boğulurken, burjuva partileri tarafından sahte vaatlerle kafaları karıştırılmakta, seçimden hemen sonra girecekleri bir “cennet” hayaline kapılmakta, buna pek inanmasalar bile, inanmak da istemektedirler. Bu yüzden de devrimci propaganda emekçileri kavramak için onların kafasını dolduran bütün bu özel sorunları ele alarak işe başlamak, en azından bu sorunlarla genelin bir ilişkisini kurmak zorundadır. Kuşkusuz burada, genelle özelin birliği derken, genel ve özel sorunların hepsini, bir yerde, sayıp döküp bunlar arasında düz bağlantılar kurulması kastedilmiyor. Tersine, burada kastedilen, her özel sorunun genel sorunlar perspektifiyle değerlendirilmesi ve en özel sayılacak, mahalli bir sorunun bile genelle içsel bağlantısının kavranıp sorunların böyle bir perspektiften dile getirilmesidir.
Öte yandan zaman çok kısa ve burjuva partilerin olanaklarıyla karşılaştırıldığında devrimci propagandanın olanakları son derece sınırlıdır.
Bu zorlukları aşmanın, varolan koşullarda, yolu tektir: Üstünde iyi düşünülmüş, içerikleri herkesin anlayacağı bir biçimde açıklanmış sloganlar ve eldeki güçleri en verimli bir piçimde harekete geçirecek bir planlama.
Seçimlerde yürütülen propaganda faaliyetine bu açıdan bakıldığında iç açıcı şeyler söylenemez.
Her şeyden önce propaganda faaliyeti bazen çok genel, soyut kimi ideallerin propagandası olarak yansırken, kimi zamanda bir sendika çalışması kadar güncel sorunlar arasında boğulup kalmıştır. Kuşkusuz, faaliyete katılanlar, her konuda bir şeyler söylemeye çalışmışlardır, ama bunlar, gidilen yerin özel sorunları, burjuva partilerin o bölgede yürüttüğü propagandanın hangi motifleri kullandığı vb. önceden bilinmediğinden, en önemlisi de; nasıl bir propaganda yapılacağı üstüne önceden kafa yorulmadığından, konuşmalarda dünya ve ülke sorunlarıyla emekçi sorunlarının bağlantısının kurulmasında yetersiz kalınmıştır. Bu durum, genel sorunlarda belirli cümlelerin yinelenmesi, özel konularda da yabancılık ve yeterli bilgiye sahip olmama gibi yansımıştır. Örneğin, çoğu zaman, burjuva partilerinin propagandalarına çekicilik kazandıran sloganlar ve vaatleri bir kaç cümleyle eleştirilerek, ya da “hepsi kötüdür, hiç bir şey yapamazlar” denilerek, burjuva partilerinin vaatleri çürütülmüş sayılmıştır.
Sosyalizmin propagandası ise; hemen her zaman “sosyalizm öldü” propagandasının antitezi gibi “sosyalizm ölmedi” yinelemesi ile yanıtlanmış, sosyalizmin emekçilere ne getireceği, nasıl bir dünya düzeni gerçekleştireceği gibi konulara pek girilememiştir.
Yine Kürt sorununda, asimilasyon ve Kürtler üstündeki terör lanetlenmiş, Kürtlerin ağır baskı altında olduğu vurgulanmış, ama asıl yapılması gereken yapılmamış, Türk işçi ve emekçilere düşen görevler üstünde, en azından vurgu yapılarak durulmamıştır. Oysa işçi sınıfı açısından sorunun asıl önemli yanı bu yanıydı ve Türk şovenizmine ve Kürt milliyetçiliğine karşı tutum da ancak böyle netleşebilirdi.
Benzer şeyleri, emperyalist yeni dünya düzeni ve ülkedeki siyasi ve ekonomik düzenin teşhirine ilişkin propaganda için söylemek de olanaklı.
Propagandada kullanılan materyaller ve propaganda olanakları açısından bakıldığında; seçim ortamının bu açıdan da gereği gibi kullanılmadığı görülür. Propagandanın “serbest” olduğu 10 günlük süre göz önüne alındığında (sürenin kısalığı çok hızlı çalışmayı gerektiriyordu); bir günde birden fazla aracın kullanıldığı nadiren görülen bir durumdur. Örneğin, bir seçim bölgesinde (istisnaları olabilirdir günde ancak bir kahve toplantısı yapılabildiği bir gerçektir. Oysa güç ve olanakların doğru seferber edilmesi durumunda bu sayı artırılabilirdi. Bir aday, bir akşamda birinden ötekine geçerek,3-4 kahvede konuşma yapabilecekken, etrafındaki 8-10 kişiyle birlikte 3-4 saat boyunca bir kahvede kalıyordu. Sanki aday bizzat orada bulunmazsa propaganda yapılamaz gibi bir tutum egemendi. Aynı anlayış, diğer propaganda faaliyetleri içinde de gözleniyor: değişik mahallerdeki seçim “irtibat büroları” inisiyatifli bir biçimde çalışamıyor, çalışmasını, asıl olarak, adayın gelip konuşma yapacağı günlerle sınırlıyorlardı.
Propaganda faaliyetleri içinde eksikliği en çok duyulan özelikler, inisiyitatif ve yaratıcılıktı denebilir. Çalışma içinde yer alanların önemli bir çoğunluğunun, gerek varolan propaganda araçlarının dağıtılmasında, gerekse bölge özellikleri ve ilişkilerden yararlanarak yeni olanaklar yaratılmasında başarılı oldukları söylenemez. Çoğunluk, adayın ne diyeceğini, neyin nasıl yapılması gerektiğini birilerinin söylemesini bekledi. Yeni propaganda olanakları ve mekânlarının ortaya çıkarılmasında yeterince çaba harcanmadı.
Propagandada görülen bir diğer eksiklik de, seçimler döneminde de propagandanın asıl yönelmesi gereken işçi sınıfı olduğu gerçeğinin belirsizliğiydi. Seçim bölgeleri genellikle işçi semtleriydi, ama yine de her komünist propagandacının fabrikalara, doğrudan işçilere yönelik bir propaganda için özel bir çabası olması gerekirdi. Bunun da ötesinde, adayların büyük çoğunluğunun işçi olması bile özel çağrılan zorunlu kılıyordu ve fabrika çıkışları, direniş ve grev alanları daha çok ziyaret edilen yerler olmak durumundaydı. Kaldı ki; düzenin en radikal muhalefeti olarak işçi sınıfı bu çağrıya en çabuk yanıt verebilecek sınıftı.
Propagandayı zayıflatan etkenlerden birisi “de yığınlardan bağımsız adaylara oy isterken gösterilen çekingenlikti. Oysa bir emekçinin bir burjuva partisine değil, bir bağımsız devrimci adaya oy vermesi, “bir oy”dan çok öte, burjuva partilerine açıkça tutum alması, onlardan kopmasını ilan anlamına gelirdi ki; bu, çok önemliydi. Ama propaganda da bu motif işlenmediği gibi, bu perspektifte belirsiz kalıyordu. Nitekim “iptal oylar”ın böyle çok ve hemen bütün bölgelerde yüksek oranlı olmasında bu perspektif yanlışlığının önemli rol oynadığını da saptamak gerekir.
Öte yandan, seçim bölgelerinde çalışma, seferber edilen insan sayısının azlığı, zamanın iyi kullanılamaması, planlamanın iyi yapılamaması vb. nedenlerle dar bölgeler içine sıkışmış, o seçim bölgesindeki nüfusun nispeten az bir bölümü devrimci propagandayla yüz yüze gelebilmiştir. Nitekim çalışmaların yoğunlaştığı bölgelerde, bağımsız devrimci adaylar yüzlerle ifade edilen oylar alırken, aynı nüfus bileşeninde olan bir başka bölgede oy sayısı son derece düşük olabilmiştir. Bu alandaki bir diğer eksiklik de, eskiden beri devrimci çalışmanın zaten var olduğu bölgelerde yoğunlaştırılması olmuş, yeni ve daha geniş alanlara açılmak amacı güdülmemiş, güdülse bile yerine getirilememiştir. Bunun başarıldığı kimi bölgelerde ise; seçim çalışması, yeni pek çok kişinin devrimci düşünceyle yüz yüze gelmesi olanağını sağlarken, bu bölgelerdeki potansiyelin, devrim ve sosyalizm propagandasına açıklığın, diğer yerlerden hiç de geri olmadığını göstermiştir.
Bunlara, propagandanın diğer unsurları olan afiş ve pankartların zamanlama, miktar ve içerik olarak ihtiyaca yanıt verecek düzeyde olmadığı, yazılı propaganda materyalleri olan broşür, bildiri gibi araçların da, bölge nüfusu ve burjuva partilerin faaliyetleri düşünüldüğünde çeşit ve miktar olarak son derece sınırlı kullanıldığını da eklemeliyiz.
Hiç kuşkusuz; seçim çalışması gibi bir çalışma bir aday ve onun etrafındaki bir kaç kişiyle başarılacak bir şey değildir. Bu kendi başına özel bir organizasyon ve koordinasyonu gerektirirdi. Ama bu organizasyonun, olanaklar ve insan gücü açısından yeterince birleştirilebildiği {bölgeden bölgeye farklılıklar taşısa da) söylenemez. Bu yüzden de seçimler, aynı zamanda, farklı alanlardaki çalışmaların birleştirilmesi, esneklik ve kavrayışların niteliği bakımından da önemli bir deney, bu yönden de üstünde durulup, dersler çıkarılması gereken bir faaliyet olmuştur.
Bazı saptamalar
Bir seçim dönemi yaşandı. Olumlu yapılan şeyler olduğu kadar olumsuzluklar da vardı; ama emekçilerin devrime, sosyalizme yönelişi açısından çok önemli veriler ortaya çıkardı.
Burjuva partilerinin ve devletin, sınırsız olanaklarla emekçileri devrim ve sosyalizmden soğutmak için başvurduğu alçakça kampanyalara karşın emekçiler, (iptal edilen oylar da göz önüne alındığında) her seçim bölgesinde, bütün olumsuz koşullara karşın, bağımsız adayları bir kaç bini aşan oylarla desteklediler. Bu asla küçümsenmemesi gereken, tersine çok önemsenmesi gereken bir destektir. Çünkü bu oylar, başka herhangi bir nedenle değil doğrudan, bağımsız aday devrimci, sosyalist, yani burjuva düzenine karşı olduğu için, üstelik bu oyların, bir bağımsız adayın parlamentoya girmesine yetmeyeceği bile bile verilmiştir.
Öte yandan, bağımsız adaylara oy verilen sandıkların seçmenlerinin sosyal statüsüne bakıldığında; bunların aydınlar, gençler, küçük burjuva devrimci çevreler değil işçiler, en yoksul semtlerin emekçileri olduğu görülür. .Bu durum, ülkemiz için son derece önemlidir. Çünkü devrimci propagandanın en yüksek olduğu, ‘70’li yılların sonunda bile devrim ve sosyalizm düşüncesi küçük burjuvazi ve aydınlar tarafından desteklenen bir düşünceydi. Ancak 80’lerin ikinci yarısından sonradır ki bu düşünce işçi sınıfı temeline yönelebilmişti. İşte son seçimlerde, bağımsız sosyalist ve devrimci adaylara çıkan oyların emekçi ve işçi oyu olması bu yönelişin bir ifadesi olup, ülkemizde Marksist düşüncenin, ilk kez, kendisini büyütüp güçlendirecek toprağı bulduğunun bir göstergesi olması bakımından önemlidir.
Burada şunu söylemek hiç abartma olmayacaktır: Burjuva propagandacıların bütün, “Devrim ve sosyalizm öldü!” propagandalarına, devrimci saflarda karamsarlık ve umutsuzluk yayma çabalarına karşın işçiler ve emekçilerimizin yönelişi devrim ve sosyalizme doğrudur. Devrimci propagandayla yüz yüze geldiği her yerde ona olumlu yanıt vermektedir. Öyleyse yapılması gereken, bu konuda burjuvazinin dalkavuklarının, emperyalist propaganda merkezlerinin neler söylediği üstünde tartışmak değil, devrim ve sosyalizm düşüncesini daha büyük enerjiyle işçilere, emekçilere taşımaktır. Seçim bunu açıkça göstermiştir.
Aralık 1991