İşçi sınıfının sermaye ve faşizme karşı örgütlenme ve direniş merkezleri olan sendikalarda, sendikal demokrasiyi savunmak ve eksiksiz olarak hayata geçirilmesini sağlamak, işçilerin genel olarak özgürlük ve demokrasi mücadelesine, özelde sendikal mücadeleye katılmasında, ileri ve kalıcı mevziler elde edebilmesinde önemli bir yere sahiptir. Şu bir gerçektir ki, sendikal demokrasinin eksiksiz uygulanması, sınıf sendikalarının olmazsa olmaz koşullarından biridir.
İşte, bu kadar önemli olmasından dolayı, sendikal mücadele içerisinde en fazla istismar edilen, çarpıtılan konuların başında sendikal demokrasi konusu gelmektedir. Öyle ki, yıllardır sendikaların başına çöreklenmiş sendika ağa ve bürokratları, yeminli işçi düşmanları, sicilli faşistler ve her renkten reformist ve revizyonistler dahi, sendikal demokrasinin gerekliliği, hatta uygulandığı üzerine her gün vaaz vermekteler. Bu sınıf düşmanları, her konuda olduğu gibi, bu konuda da, işçilerin bilinçlerini çarpıtmak için en bayağı demagojilere başvurmaktan geri durmuyorlar.
Sınıf mücadelesi, demokrasi anlayışı, sınıf mücadelesinde sendikaların yeri, rolü ve önemi konusundaki farklı anlayışların var olması, kaçınılmaz olarak sendikal demokrasi konusunda da farklı yaklaşımların var olmasının zeminini oluşturmaktadır.
Hangi tür sendika ağa ve bürokratı olursa olsun, bunlar sendikal demokrasiyi kendine, daha doğrusu temsil ettiği sınıfın (burjuvazinin) çıkarlarına uygun olarak yorumlar, işine geldiği gibi açıklar. Aralarındaki, renk farklılığına, ifade biçimlerindeki değişikliklere karşın hepsi aynı konuda, demokrasinin, sendikal demokrasinin inkârı konusunda hemfikirdirler.
Nasıl ki sendikal anlayışlar, genel olarak sınıf işbirliğini savunan çeşitli renklerde burjuva sendikaları ve sınıf işbirliğini reddeden sınıf sendikaları diye ikiye ayrılıyorsa, demokrasi ve sendikal demokrasi konusunda da temel bir ayrım vardır: Demokratik hak ve özgürlükler, onun bir parçası olan sendikal hak ve özgürlükler ve sendikal demokrasiden yana olan, bunların kazanılması, eksiksiz ve kesintisiz uygulanabilmesi için sermaye ve faşizme karşı kararlılıkla mücadele verenler ile bu mücadelenin açıkça veya sinsice karşısında olanlar.
Siyasi hak ve özgürlükler, sendikal hak ve özgürlükler için mücadele etmeyenlerin, sendikal bazda olsa da “demokrasiyi” uygulamaları bir yana, “savunmaları”, savunuyor görünmeleri sadece tiksinti uyandırır.
Şimdi yıllardan beri bütün varlığıyla sermaye ve hâkim sınıflara hizmette kusur etmemiş bir Şevket Yılmaz, Mustafa Özbek, Faruk Barut, İbrahim Eren vb.nin demokrasiden, sendikal demokrasiden yana olduğunu kim iddia edebilir?
Aynı şekilde, “yönetime katılma”, “Toplumsal Mutabakat” sloganlarıyla açıktan sınıf uzlaşmasının teorisi ve savunusunu yapan Kristal-İş, Laspetkim-İş yöneticilerinin, sendikal demokrasiden yana olduğunu söyleyebilir miyiz? Demokrasiden, sendikal demokrasiden yana olduğunu söyleyebilmek için her şeyden önce bunların demokrat olmaları gereklidir. Sadece bunlar değil, bugün sendikaların başına çöreklenmiş çeşitli burjuva kliklere bağlı sendika yöneticilerinin, İŞ-EKMEK-ÖZGÜRLÜK mücadelesi, insan hakları ihlalleri, işkence, sokakta infaz, KÜRT SOYKIRIMI vb. konularındaki tavırları göz önüne alındığında, bunların demokrat olduklarını söyleyebilmek için saflıktan öte ahmak olmak gerekir. Emperyalistler, onların işbirlikçisi hâkim sınıflar (İşbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağaları), ne kadar “demokrat” ve “demokrasiden” yanaysa, bunlar da o kadar “demokrasiden” ve “sendikal demokrasiden” yanadır.
Bütün sınıflı toplumlarda, iktidarı elinde bulunduran sınıflar için demokrasi varken, yönetilenler için diktatörlük vardır.
Kapitalist toplumda burjuvazi için demokrasi, emekçiler için diktatörlük varken; insanın insanca yaşadığı, sömürünün olmadığı SOSYALİST TOPLUMDA ise “Halkın engin çoğunluğu için demokrasi ve sömürücüler için zora dayanan bastırma, yani demokrasiden dışlama vardır.” Diğer bir ifadeyle, egemen sınıf olarak örgütlenmiş olan emekçi yığınlarının bir avuç sömürücünün üzerinde diktatörlüğü vardır.
Sömürücü egemen sınıflar, varlıklarını devam ettirebilmek için, koyduğu yüzlerce kısıtlama ve yasakla, ezilen, sömürülen yığınları “siyasetten, demokrasiye etkin katılımdan dıştalar. uzaklaştırırlar.” Kitlelerin aktif olarak siyasi mücadeleye (iktidar mücadelesine) katılmasını engellerler.
Devlet bazında böyle olduğu gibi, sendika yönetiminde de durum böyledir. Günümüzde sendikaların başına çöreklenmiş -gasp etmiş demek daha doğru olacak- bir avuç sendika ağa ve bürokratı, işçilerin sınıf mücadelesine sendikal mücadeleye etkin biçimde katılmalarını engellemek, bu mücadeleden uzaklaştırmak, dıştalamak için ellerinden geleni yapmaktalar. Bu tutum onların sınıfsal çıkar ve konumları gereğidir ve davranışlarında anlaşılmaz bir yan yoktur.
Sendika ağa ve bürokratları, hâkim sınıfların desteği ve yol göstericiliğinde, mevcut faşist anayasa ve yasaların yanı sıra, yaptıkları gerici tüzük ve yönetmeliklerle, yürüttükleri propagandalarla ve uygulamalarla, işçilerin hareket alanlarını daraltmaya bilinçlerini çarpıtmaya, burjuva bilinç vermeye, işçilerin tepkisinin düzene (siyasal iktidara) yönelmesini engellemeye, tepkinin, sendikalizmin dar sınırları içinde kalmasına azami çaba gösterirler. İşte bu nedenlerden dolayı, sendikal demokrasinin kapsam ve hedefi, ne gerici sendika yönetimleriyle, ne de tüzük ye yönetmeliklerle sınırlı olamaz. Bu mücadele, genel olarak demokrasi ve sendikal hak ve özgürlüklerin elde edilmesi için verilen mücadelenin bir parçası olmalı; sadece sendika ağalarını, yönetimlerini değil, bir bütün olarak tüm burjuva sendikal akımları ve onların gerisindeki egemen sınıfları hedeflemelidir. Bu alanda başarı kazanmanın, kalıcı mevziler elde etmenin ön koşulu, diğer şeylerin yanı sıra, mücadelenin bu kapsam ve perspektifle ele alınıp yürütülmesine bağlıdır. Bugün başta Türk-İş ve ona bağlı sendikalar olmak üzere, Hak-İş, DİSK ve “Bağımsız” sendikaların yönetiminde, reformist, revizyonist, faşist ve dinci-gerici sendika ağa ve bürokratları bulunmaktadır. Bunlar, işçi sınıfının, sermaye ve faşizme karşı örgütlenme ve direniş merkezleri olması gereken sendikaları, sendikal eylemi parçalamak, boğmak isteyen burjuva sendikacılık akımlarının, işçi sınıfına karşı saldırı merkezleri haline getirmişlerdir.
“İşçi sınıfının sendikal özgürlükleri elde etmesinin ve sendikal demokrasinin gerçekleşmesinin önündeki en önemli engel, sendikalara sınıf işbirlikçisi sendika bürokrasisinin ve burjuva sendikalizm akımının egemen olmasıdır. Dolayısıyla isçiler, sendikal özgürlüklere ve sendikal demokrasiye ulaşmak için, bürokrat sendika yöneticilerinin çizgi ve egemenliğine karşı mücadele etmek zorundadırlar.”Sendikalara egemen olan çeşitli burjuva sendikal akımlar, sadece yönetim olarak değil, çizgi ve anlayış olarak da, sendikalardan tasfiye edilip, sınıf sendikacılığı anlayışı, sendikalara egemen kılınmadan, ne sendikalar sınıf mücadelesindeki gerçek yerlerini alabilir, ne de sendikal demokrasi yerleşebilir.
SENDİKAL DEMOKRASİ KONUSUNDA YANLIŞ ANLAYIŞ VE ÇARPITMALAR
Sendikal demokrasi konusunda her sendikada değişik biçim ve düzeyde olmak üzere çok farklı anlayış ve çarpıtmalar vardır. Bunları tek tek ele alıp eleştirmek, açıktır ki bu yazının kapsam ve boyutunu aşacaktır. Biz o yüzden, bunlara kaynaklık eden belli başlı yanlış anlayışlar üzerinde duracağız.
FAŞİST YASA VE TÜZÜKLERİN DEMOKRATİKLEŞTİRİLMESİ SENDİKAL DEMOKRASİ İÇİN GEREKLİDİR ANCAK YETERLİ DEĞİLDİR
“Faşist, gerici, reformist ve revizyonist akımların ve bu akımlara bağlı sendika ağası gruplarının sendikalarda egemen olmasının doğurduğu en önemli sonuçlardan biri, işçi sınıfı hareketinin ve sendikal eylemin, ekonomik mücadelenin dar sınırlarına hapsedilmesi; diğeri, sendikal demokrasinin yok edilmesidir” (Konferans Belgeleri)
Her türden burjuva-gerici, faşist sendika ağa ve bürokratı sendikaların başında kaldığı ve mevcut bürokratik yapı parçalanmadığı sürece, sendikal demokrasinin işlemeyeceği açıktır. Durum böyle olmasına rağmen günümüzde sendikal alanda yürütülen mücadele ve öne sürülen talepler, bırakalım sosyalizm mücadelesine bağlanmayı, birlikte ele almayı, sendika bürokrasisini parçalamayı hedeflemeyen bir çizgide seyretmektedir. “Sendikalarda taban denetimi”, “yönetimde söz ve karar sahibi olma” gibi sloganlar da reformist bir perspektifle öne sürülmektedir. Bu ve benzeri önermeler salt faşist, gerici, revizyonist, reformist sendika yöneticilerini değil, (Troçkistler taban denetiminden, işçilerin sendika bürokratlarının değiştirilmesini değil onların denetlenmesini savunuyorlar), bütün burjuva sendikal akımların sendikalardan tasfiyesini, bürokratik aygıtın parçalanıp ortadan kaldırılmasını içermelidir.
Bugün hemen bütün sendika ağa ve bürokratı, delege seçimlerini, genel kurulları, temsilci toplantılarını, anket dağıtmalarını, “tabanın yönetimde söz ve karar sahibi olmasını” hayata geçirmek için yaptıklarını, bunun da sendikal demokrasinin bir gereği olduğunun propagandasını yapıyor. Bu propagandayla kendilerinin “demokrat” olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Ancak bunlar, tek tek veya bir bütün olarak incelenerek üstündeki örtü kaldırıldığında görülecektir ki, bunların hepsi göstermelik, göz boyamaya yöneliktir ve sendikal demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Her türden burjuva sendikacıların, delege seçimleri ve Genel Kurullarda hangi ayak oyunlarına, kafakol ilişkilerine başvurdukları, koltuk vaatlerinden lüks otellerde ağırlamaya kadar ne tür pislikler içinde olduklarını bilmeyenimiz yoktur. Bunlar bir yana, özgür bir seçme ve seçilmenin faşist yasalarla engellendiği bir ortamda, seçimleri sendikal demokrasi gibi göstermek saçmalıktır.
Bugünkü Anayasa ve sendikal yasalarda her türden halk düşmanının seçilebilmeleri için kolaylıklar sağlanırken (devrimcilerin seçilmelerini engellemek bile, başlı başına bir kolaylıktır), devrimcilerin, komünistlerin yönetime seçilebilmeleri engellenmiş durumdadır. Sermaye ve faşist diktatörlüğe karşı mücadele eden, bu mücadelede işten atılmalarının yanı sıra, faşist diktatörlükçe çeşitli cezalar verilerek cezalandırılanların seçilmeleri, sendika kurmaları yasaklanmıştır. Bunun yanı sıra, genç işçilerin düzene ve sendika ağalarına daha çok tepki gösterir olmalarından dolayı, onların da seçilmelerini engellemek için bir on yıllık baraj engeli daha konmuştur. İşçiler adeta sendika ağalarından birini tercih etmeye zorlanmaktadır. Konumuz sendikal yasaların eleştirisi olmadığından ayrıntıya girmeyeceğiz. Ancak belirtelim ki, seçme ve seçilme hak ve özgürlüğünün tam olarak uygulanmadığı koşullarda sendikal demokrasiden bahsetmek olası değildir. O nedenle sendika seçimlerinin yapılıyor olmasını sendikal demokrasiymiş gibi göstermek yanlıştır. Şayet seçimlerin yapılıyor olması tek başına demokrasinin olup olmadığının bir göstergesi olsaydı, parlamento seçimlerinin yapılmasına bakarak, ülkemiz yönetimini “demokratik” ilan etmemiz gerekecekti.
Seçimler konusunda esas nokta, seçme ve seçilme özgürlüğünün tam olarak uygulanıp uygulanmamasının yanında, seçilenlerin görevlerini yerine getirmediği koşullarda, seçenler tarafından hiçbir bürokratik ve yasal engele çarpmadan görevden alınıp alınamayacağıdır.
Faşist yasalarla beraber sendika tüzük ve yönetmelikleri de bu konuda işçilerin önüne engel üstüne engel çıkarmaktadır. Özellikle Genel Merkez ve Konfederasyon yöneticileri sınıfa hizmet etmedikleri, sınıfın uzun ve kısa vadeli çıkarlarını savunmak bir yana, açıkça sınıfa ihanet ettikleri halde, birkaç dönem boyunca hatta 20-25 yıl yönetimde kalabilmekteler. (Ancak belirtelim ki, bu sınıf düşmanlarının böyle uzun süre yönetimde kalabilmelerinin tek nedeni, faşist yasa, tüzük ve yönetmeliklerin o şekilde düzenlenmiş olmaları değildir. Bu sadece nedenlerden birisidir. Tek neden olarak görülmesi bizi sığlığa, tüzük değiştirildiğinde sendikal demokrasi yerleşecekmiş gibi yanlış bir anlayışa götürebilir).
Sendika ağa ve bürokratları gücünü esas olarak sömürü düzeninden, düzen partilerinden almanın yanı sıra, sendikalardaki, bürokratik yapılanmalar da onlara çok geniş olanaklar sunmakta, sınıf düşmanı konumlarını korumalarına yardım etmektedir.
Bir sendikada tüzük, üye ve yöneticilerin hak ve görevlerini belirlemek ve sendikanın iç işlerliğini düzenlemek için yapılır. Ancak günümüzde hemen tüm sendikaların tüzükleri bütünüyle sendika bürokratlarını isçilere karsı koruyacak ve bürokratik yapıyı güçlendirecek şekilde düzenlenmiştir. Mevcut yasa ve ondan daha da gerici şekilde düzenlenmiş olan tüzükler, sendika ağalarının adeta kalkanı durumundadır. Bu işçi düşmanları, işçiler tarafından her sıkıştırıldığında kâh yasaların, kâh tüzüğün arkasına sığınmaktalar. Hatta işi daha da yüzsüzlüğe vurup kendilerinin de bu faşist yasa ve tüzüğe karşı olduğunu söyleyenler bile vardır. Ama görüldüğü gibi bu sınıf düşmanları, karşı olduklarını söyledikleri ne faşist yasalara karşı mücadele ediyorlar ne de kendi yaptıkları tüzükleri değiştirmeye yanaşıyorlar.
Sendika ağa ve bürokratlarının hareket alanlarını daraltmaya yarayan tüzük değişikliklerinin önemi yadsınamaz. Fakat sadece tüzük değişikliğiyle sınırlı bir mücadele, sendikalist, reformist bir mücadele anlayışıdır. Ki, bütün burjuva sendikal akımların da istediği budur.
Günümüzde daha çok revizyonistler olmak üzere, reformist ve faşist sendikacılar “örgütsel disipline uymak gerekir” gerekçesi altında, işçileri faşist yasa ve tüzüklere uymaya, onları ihlal etmemeye çağırıyorlar. Bunlara göre en kutsal şey, sömürü dünyası ve o düzenin devamını sağlayan yasalardır. Bu yasalar dokunulamaz ve ihlal edilemezler. Aksi davranışlar, yani sömürü düzenine karşı çıkış, başkaldırış, onun yasalarını tanımama “anarşizm”dir, maceracılıktır, disiplinsizliktir.
Bu gerekçeleri ileri sürerken bunların temel çıkış noktası, işçilerin mücadelesini düzen sınırları içine hapsetmek, sömürü düzeninin temellerine yönelmesini engellemek, mücadelenin sendikal sınırlar içinde kalmasını sağlamaktır. Yani düzen-içi mücadele.
Düzen-içi mücadele, ezenle ezileni, sömürenle sömürüleni uzlaştırmaya, düzenin devamını sağlamaya yönelik reformist bir mücadeledir. Sendikal alanda bunun öncülüğünü Otomobil-İş, Kristal-İş, Laspetkim-İş yöneticileri çekmektedir. (Burada diğer sendika yöneticilerinin düzenin yıkılmasından yana oldukları sonucu çıkarılmamalıdır. Biz bunları işin öncülüğünü yaptıkları için belirttik.) Bunlar, “Japon tipi sendikacılık”, “yönetime katılma”, “Toplumsal mutabakat” gibi önermelerle sendikaları ücretli-kölelik sisteminin devamını sağlamaya yarayan örgütler haline getirmeye çalışıyorlar.
SENDİKAL YABANCILAŞTIRMA
Sendikal demokrasinin inkârı, yozlaştırılması demek olan uygulamalardan birisi de, sendikal yabancılaştırmadır. Sendikal yabancılaştırma kısaca, işçilerin sendikalara sahiplenmemesi, sendikalara gelmemesi, sendikal faaliyete aktif ve inisiyatifli olarak katılmaması, her şeyi seçtiği yöneticilerden beklemesi, gelişmelere karşı duyarsız kalması vb. şeklinde özetlenebilir.
Açıktır ki, yukarıdaki uygulamaların ve işleyişin olduğu, bu anlayışın yerleştirilmeye çalışıldığı bir sendikal yapıda sendikal demokrasiden bahsedilemez. Olsa olsa işçilerin sendikalardan, sendikal faaliyetlerden dışlandığından bahsedilebilir.
Bugünkü sendika yöneticileri, işçilerin değil Genel Merkeze, sendika şubelerine dahi gelmelerini engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. İşçilere, işyerindeki sorunlar için işçi temsilcilerine gitmelerini, işçilerin buralara kadar gelip “yorulmamalarını” öğütlüyorlar. Buna rağmen gelenlere ise ne kadar soğuk davrandıkları, hatta kovdukları yaşanılan gerçeklerdir. Bu tutumun altında yatan nedenlerden birisi işçi temsilcilerine inisiyatif tanımak değil, işçilerin sendikalara gelmesini önlemek; diğeri kendilerinin, işçilerin parasıyla lüks içinde sürdürdükleri saltanatlarını görmelerini engellemek.
Toplu Sözleşmelerdeki sendikal izinlerin azlığından, işyerlerinin şubeye uzaklığına, düzenli işçi, temsilci, delege toplantılarının yapılmayışından, eylemsizliğin yerleştirilmesine, toplu sözleşme görüşmelerine katılmamaktan işçilerin birliğinin bozulmasına kadar her türlü girişimlerle, işçiler sendikalardan uzaklaştırılmakta, sendikal faaliyetten dışlanmakta, kendi örgütlerine yabancılaştırmaktadırlar. İşin ilginç yanı, kendisine demokrat devrimci hatta komünist diyenlerin, sendika bürokratlarının bu tutumlarına karşı, düzenli bir faaliyet yürütüp onların manevra alanlarını daraltma, işçilerde gelişen anti-sendikal düşünceyi kırmak yerine, sendika ağalarının tam da istediği biçimde davranarak onların ekmeğine yağ sürmeleridir. Özellikle Tes-İş, Türk Metal, Teksif gibi faşistlerin yönetimde olduğu sendikalar resmen onlara terkedilmiş gibidir. Gözden kaçan nokta, sendikalar, faşist ve revizyonistlere bırakılarak, ne sınıf sendikacılığı savunulabilir, ne sendikal demokrasiden bahsedilebilir, ne de, işçilerin genelde sınıf savaşına, özelde de sendikal mücadelesine katılınabilinir.
Devrimciler gerici sendikalarda da çalışma yürütürler ve yürütmeleri zorunludur da. Faşist diktatörlüğe karşı hayatın her alanında uzlaşmaz bir mücadele yürütürken, sendikaların yöneticileri faşisttir diye burjuvaziye, burjuva uşaklarına terk edilmesi sadece “solculuktur”. Devrimci komünistler, her türden sendika ağa ve bürokratlarına karşı amansız bir mücadele yürütmek, iflah olmaz burjuva uşaklarının “ipliğini tam olarak pazara çıkarana ve böylelerini sendikalardan kovana kadar” mücadelelerini eksiksiz ve kesintisiz olarak sürdürmekle yükümlüdür. Unutulmamalı ki, “bu savaşım belirli bir aşamaya vardırılmadan siyasal iktidarı elde etmek olanaksızdır .” (ve bu yapılmadan iktidarı alma yolunda bir çaba gösterilmemelidir de. — Lenin.)
Gerici sendikalarda çalışmama, buraları, yöneticileri faşisttir diye onlara terk etme, bir yanıyla işçileri faşistlerin etkisine terk etme, diğer yanıyla da sendikal hak ve özgürlükler için verilen mücadeleyle çelişmesini görmezden gelmedir. Unutulmamalıdır ki, sendikal hak ve özgürlükler sendika ağa ve bürokratlarına değil işçi sınıfına gereklidir.
Bütün faşist, revizyonist, reformist sendikacılar sürekli şu temayı işliyorlar: “Bizi siz seçtiniz, bize güvenin, bu bizim görevimizdir.” Bu tutumun amacı işçileri sendikalardan uzaklaştırmak, işçilerin inisiyatif sahibi olmalarını önlemek ve onların denetiminden kaçmaktır. Elbette ki, işçiler seçtikleri insana güvenirler, ancak, seçilenin işçi sınıfının kısa ve uzun vadeli çıkarları için kararlılıkla mücadele yürüttüğü ve seçilenlerin denetimine açık olduğu, istenildiğinde görevinden alınabildiği koşullarda.
İşyerinin uzak şubelere bağlanması, yetkisinin o şubeden alınıp diğerine verilmesi işçilerin sendikalara gelmesini önlemede en fazla başvurulan yöntemler arasındadır. Örneğin, Gebze’de, Pendik’te şubesi olan Çimse-İş Sendikası, buradaki işyerini (Yunus Çimento) Beşiktaş’taki şubeye bağlıyor. Cevizli Tekel işçileri hemen hepsi aynı yerde çalışıyor olmasına karşın üç şubeye ayrılmışlardır. (Keza Topkapı ve Cibali’deki bazı işyerlerinin Cevizlideki 3 Nolu şubeye bağlı olması). İşçinin sendikal faaliyete duyarlı kılınmasının, katılmasının yollarından biri, işçi, temsilci, delege toplantılarının düzenli olarak yapılması olmasına rağmen, hiçbir sendika bunları düzenli bir şekilde yapmadığı gibi, önemli durumlarda işçilerin görüş ve onayını alarak onlarla beraber hareket etme yoluna da gitmiyorlar. Ara sıra yapılan temsilci toplantıları ise, daha çok işçi tabanındaki kaynaşmayı bastırmaya, tepkileri yumuşatmaya yöneliktir. Tüzüklerine göstermelik olarak Temsilciler Kurulu’nu koyan Belediye-İş, Petrol-İş gibi sendikalarda da durum pek farklı değildir.
İşçiler çoğunluğunun Anayasa, Sendika, İş, TİS yasalarını, sendikanın tüzüğünü, hatta kendi işyeriyle ilgili Toplu İş Sözleşmesini dahi okumadığını, son derece kısıtlı da olsa yasal haklarının neler olduğu konusunda bile bilgilerinin yeterince olmadığını söylersek abartmış olmayız.
Siyasal ve sendikal mücadele konusunda bilinçlendirilmeyen, aksine bilinçlenmesi engellenen işçilerin mücadelesinin sendikalizm sınırlarını aşamayacağı açıktır.
TOPLU SÖZLEŞME VE GREV DÖNEMLERİ SENDİKAL DEMOKRASİ KONUSUNUN EN ÇOK TARTIŞILDIĞI DÖNEMLERDİR
İki yıllığına imzalanan toplu sözleşmelerde alma-satma konusu olan işçinin işgücü olmasına karşın, bu pazarlıkta hep işçi dıştalanmış, pazarlık, İşverenle sendika bürokratları arasında yapıla-gelmiştir. Toplu İş Sözleşmelerine hazırlık, taleplerin tespiti, görüşmelerin sürdürülmesi, TİS in imzalanması veya greve çıkılmasında, belirleyici olan işçilerin iradesi değil, sendika ağa ve bürokratlarının iradesi olmaktadır. Durum böyle olmasına karşın, sendika yöneticileri, yaptıkları birkaç göstermelik girişimle, sözde sendikal demokrasiyi uyguladıklarını, tabanın görüş ve önerilerini aldıklarını iddia edecek kadar yüzsüzleşiyorlar.
Sözde işçilerin önerilerini belirlemek için dağıtılan anketlerin şu veya bu şekilde doldurulmasının, sendika bürokratlarınca hiçbir kıymeti yoktur. Gelen anketlerin okunmadan çöpe atıldığını bilmeyen yoktur. Dağıtılan anketlerin doldurulması, bir eğitim ve mücadeleye dönüştürülmesi, taslağın işverene verilmeden önce işçilerin onayının alınması, görüşmelerde söz hakkı bulunan işçi temsilcilerinin olması, görüşmelerin her aşamasında işçilere bilgi verilmesi, bağıtlanmasında işçilerin onayının alınması, sendika ağa ve bürokratlarına hepten yabancı gelen ilkelerdir. İşi kapalı kapılar ardında halledip, içeriği boş anket dağıtarak sendikal demokrasi uyguladığını söylemek en hafifinden sahtekârlıktır.
TİS konusunda olduğu gibi grev konusunda da, işçilerin söz ve karar sahibi oldukları söylenemez. Sendika yönetimince grev kararı alınıncaya kadar işyerlerinde grevle ilgili hemen hemen hiçbir ön hazırlık yapılmıyor. Daha görüşmelere başlanmadan ve görüşmeler sürerken, üretimin yavaşlatılması, her işyeri ve vardiyada grev komitelerinin kurulması, işçilerin pratik ve moral olarak greve hazırlanması vb. adımların atılması zorunlu iken, sendika yöneticileri tam da bunların tersini yapıyorlar.
Görüşmeler sürerken üretim yavaşlatacaklarına, üretimin artması için fazla mesai ve tatil çalışmasına ses çıkartmıyor, hatta işçileri teşvik ediyorlar. Hemen hiçbir sendikada, daha görüşmeler sürerken, üretimin yavaşlatıldığı, fazla mesaiye gelinmediği, greve hazırlandığı görülmemiştir. Hal böyleyken, bir de sendikal demokrasiden bahsetmeleri tam da sendika ağalarına yakışan “soylu” (!) bir davranıştır.
Sendikal demokrasinin varlığı, uygulanış biçimi ve düzeyi, sendika yöneticilerinin niteliğinin yanı sıra, esas olarak işçilerin bilinç, örgütlenme ve eylemlilik düzey ve tecrübeleriyle doğru orantılıdır.
Yukarıdan beri açıkladığımız üzere, sendikal demokrasi konusu, sendikal alanda temel konulardan biridir ve sendikal faaliyetlerin niteliği ve yürütülmesinde önemli bir yeri vardır.
Sendikalarda otoritercilik ve bürokrasinin düzey ve kapsamı, demokrasinin uygulanabilirliğiyle ters orantılıdır. Diğer bir ifadeyle, otoriterizm ve bürokratizmin panzehiri demokrasidir. Sendikal demokrasi ne kadar eksiksiz uygulanıyorsa, otoritenin ve bürokrasinin etkisi o kadar azdır.
Ne seçimden seçime oy kullanıp üç sene bir kenara çekilip yöneticileri, sınıf mücadelesi ve sendikal mücadeleyi seyretmek, ne, yöneticilerin aklına estiği zaman temsilci toplantıları yapmaları, anket dağıtmaları ne de, işçileri sömürü düzeniyle uzlaştırmaya yönelik eğitim yaptırmaları sendikal demokrasi değildir. Bunlar, işçinin yönetimde söz ve karar sahibi olduğu ve sendikal demokrasinin uygulandığı anlamına gelmez.
Sendikal demokrasi, yani işçilerin yönetimde söz ve karar sahibi olmaları demek, her şeyden önce, sendikal bürokratik aygıtın parçalanması burjuva faşist, parlamentarist partilerin, onların işçi sınıfı içerisindeki temsilcileri olan her türden sendika ağa ve bürokratlarının sendikalardan tasfiyesi, bir bütün olarak bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alan ve her aşamasında, işçilerin sendikayla, sendikal yönetimle ortak hareket etmesi, onlarla kaynaşması, sendikalarını sahiplenmesi ve sendikaların sermaye ve faşizme karşı örgütlenme ve direniş merkezlerine dönüştürülmeleri demektir.
“Tabanın yönetimde söz ve karar sahibi olması” demek, bir yanıyla yöneticilerin tabandan koparak bürokratlaşmamaları, diğer yanıyla da, daha fazla işçinin sendikal faaliyete katılması, yöneticilerin ve temsilcilerin üzerinde bilinçli ve kesintisiz denetimi sürdürmesidir.
Seçilenlerin ise, işçilerin denetimini, onlara sistemli olarak hesap vermeyi kabul etmeleri gerekir. Denetim “Zımpara taşı gibidir. İyi bir duş ve keselenmek, kanı harekete geçirir.” Elbette ki, revizyonist ve reformistler gibi, denetimi savunmak ve kabul ettiğini söylemek yetmez. Denetimin yapılmadığı, yapılamadığı veya yeterince hızlı işlemediği durumlarda, bizzat yönetimin denetimi örgütlemesi gerekir.
Sendikalarda demokrasinin işlememesi, bürokrasiyi geliştirmesinin yanında, sendikalarda atalete, durgunluğa, sömürüyü kabullenmeye, baskı ve zora karşı kayıtsızlığa yol açar, kaderciliği geliştirir, mücadele isteğini köreltir. Sömürücü sınıflar, sendika ağa ve bürokratlarının istediği tam da böyle bir ortamdır.
Sendikal demokrasinin yerleştirilmesi, düzene karşı mücadelenin yanı sıra sendikal bürokratizme karşı mücadeleyi de öngörür. Bu, anti-sendikal bir anlayışın ürünü olan “işyeri komite ve konseyleri” ve “öncü savaş” savunucularının iddia ettiği gibi, salt devrimcilerle sendika bürokratları arasındaki mücadele değildir. Aksine, bürokratizmin panzehiri olan tabandan eleştiri ve tabandan denetim yoluyla, en geniş işçi yığınlarının harekete geçirilmesiyle bürokratizm alt edilebilir. Geniş işçi yığınları sınıf mücadelesine, onun bir cephesi olan sendikal mücadeleye çekmeden, en azından bu bakış açısıyla hareket etmeden, sendikal bürokrasiye karşı tutarlı bir mücadeleden bahsedilemez ve sendikal bürokrasinin parçalanabileceği düşünülemez.
Nisan 1992
EK:
“Sendikal Demokrasi”mizden Bir Çeşni: TES-İŞ 4 NOLU ŞUBE ÖRNEĞİ
Ocak ayında Tes-İş üyesi SUSER ve İGDAŞ işçilerinin yaşadığı olaylar Türk-İş ve ona bağlı Tes-İş’in sendikal demokrasiyi nasıl işlettiklerine iyi bir örnek olduğu kanısındayız. Aslında Tes-İş üyesi işçiler bu uygulamalara hiç de yabancı değiller… Daha önce Diyarbakır’da ve İstanbul 1 Nolu Şube’de de benzer olaylar yaşandı.
SUSER’de çalışan 1080 işçi Tes-İş istanbul 4 Nolu Şube’de örgütlüydüler. Sendikaların; işçilerin örgütleri olduğunu düşünerek, kendi sorunlarına ve sendikalarına sahip çıktılar. Bütün sorunlarına ilgisiz kalan sendika ağalarına karşı, oldukça güçlü bir muhalefet çalışması yürüttüler, işçiler yapılacak kongrede kendi iradelerinin de temsil edilmesini, yönetimde söz ve karar sahibi olmayı hedefliyorlardı. Ancak, Türk-İş ağalarına göre sendikal demokrasi, kendi saltanatlarının devamı anlamına geliyordu.
Yaklaşmakta olan delege seçim takvimini öğrenmek amacıyla, 4 Nolu Şube’ye giden SUSER işyeri temsilcilerine, genel merkezin kendilerini bu şubeden ayırdığı ve yeni bir şube kurulacağı bildirildi. Gerekçe şubenin “üye sayısının çokluğu”ydu. Tes-İş Genel Merkez Yönetim Kurulu’nun anti-demokratik sendika tüzüğüne dayanarak aldığı bu karar işçilerin tepkisine neden oldu.
İşçiler bu anti-demokratik kararı protesto ettiklerini bildiren telgraflar çekerken, oluşturdukları bir heyeti de Genel Merkez’le görüşmek üzere Ankara’ya gönderdiler. Tes-İş genel merkezine görüşmeye giden heyet, yeni bir şube istemediklerini ve 4 Nolu Şube’de kalarak, sendikal çalışmalarını burada sürdürmek istediklerini bildirdi. Tes-İş Genel Başkanı Faruk Barut ise İstanbul’a gelerek yeni şube oluşturulması ile ilgili kararı işçilerle konuşacaklarını bildirdi. Ancak işçilerin tepkilerini dile getiren telgrafları aldıklarında, “olayın çarpıtıldığı” sonucuna vararak, 24 Ocak’ta gönderdikleri bir yazı ile toplantıyı iptal ettiklerini bildirdi.
Tes-İş Genel Başkanı Faruk Barut’un imzasını taşıyan 31 Aralık 1991 tarihli karar, 27 Ocak’ta İstanbul 4 Nolu Şubeye gönderildi. Gönderilen gerekçeli kararda ayırma nedeni SU-SER ve İGDAŞ’ın “Türk-İş’in Aralık ayında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na sunduğu rapora istinaden işkollan tüzüğünde yapılması istenilen değişiklikle 28’nolu Genel işler işkolu içerisinde yer alması” gösteriliyordu.
Değişmemiş bir iş kolları yönetmeliğine dayanak, 4 Nolu Şube’nin faaliyet sahasındaki SUSER A.Ş. ile 3 Nolu Şube’nin faaliyet alanında bulunan İGDAŞ geçici olarak, 1 Ocak 1992 tarihi itibariyle İstanbul 2 Nolu Şube’ye bağlandığı bildirildi.
Ayrılma kararında, iki nokta oldukça ilginçtir. Birincisi, SUSER ve İGDAŞ’ın geçici olarak bağlandıkları 2 Nolu Şube’nin kongresinin Haziran ayında yapılacak olmasıdır, ikincisi ise, karar tarihi 31 Aralık 1991 olmasına rağmen, Ankara’ya Ocak ayı ortasında giden işçilere 2 Nolu Şube’ye bağlanacaklarının söylemeyip, yeni bir şube kuracaklarını söylemeleridir.
Sendika ağalarının, sendikal demokrasi kavramı Öylesine gelişmişti ki(!), 3 ve 4 Nolu Şube kongrelerini garanti altına almak için yaptıkları bu anti-demokratik uygulamalar bile onlar için yeterli olmadı. 15 Mart’ta yapılan 4 Nolu şube kongresini izlemek isteyenlerin salona girişleri davetiyeye bağlandı.
SUSER işçileri de Tes-İş Sendikasının üyesi olduklarını düşünerek, kongreyi izlemek istediler. Ama kongre salonu girişinde önce içeri alınmadılar, ondan sonra da polis çağrılarak oradan uzaklaştırıldılar.