İşçi sınıfının sermaye ve faşizme karşı örgütlenme, direniş ve mücadele merkezleri olan sendikalar genel olarak ikiye ayrılırlar: İşçileri sömürü düzeni ile bütünleştirmeye çalışan ve sınıf işbirlikçisi bir politika yürüten her türden BURJUVA SENDİKACILIK akımları ile işçileri mevcut baskı ve sömürü düzenine karşı mücadeleye sevk ederek, eyleminin merkezine ücretli-kölelik düzeninin yıkılıp sınıfsız topluma varmayı koyan, sınıf işbirliğini reddeden SINIF SENDİKALARI.
İster politik bir örgüt, isterse bir kitle örgütü olsun, onun karakterini, niteliğini belirleyen şey, eyleminin muhtevasıdır. Nasıl ki, çeşitli tipteki burjuva partiler (faşist, reformist, dinci-gerici, revizyonist) sömürücü sınıfların çıkarlarını korumak ve devam ettirmek için faaliyet yürütürlerse, bu partilerin işçi sınıfı içerisindeki temsilcileri, uzantıları olan her soy ve boydan sendika ağa ve bürokratı da, sömürü düzeninin devamı için faaliyet yürütürler. Bunların her eyleminin içeriğini belirleyen şey, işçi sınıfı ve emekçi halkın sömürülmesi, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarının zedelememesidir. Kısaca, baskı, zulüm ve sömürü düzeninin (kapitalizmin) devam etmesidir. Çünkü bir anlamda kendilerinin varlığı da buna bağlıdır.
“Adil bir işgünü”, “adil bir ücret” yerine bayrağına, “Herkesten yeteneğine, herkese ihtiyacına göre” şiarını yazan Devrimci Komünist Partisi’nin hedefi, ne sömürünün devamı, ne de azaltılmasıdır. O’nun hedefi, her türlü sömürüyü ortadan kaldırıp, insanlığın altın çağı olan sınıfsız topluma varmaktır.
Doğaldır ki Proletarya Partisi’nin önderliğinde, onunla sıkı ilişkiler içinde mücadele yürüten sınıf sendikalarının da eyleminin muhtevası ve doğrultusu da buna uygun olacaktır.
Marksizm’in tarih sahnesine çıkmasından beri sendikaların sınıf mücadelesi içindeki yeri ve rolü üzerine yukarıdaki ayrım temelinde iki ayrı görüş vardır: Birincisi, sendikalar yalnız ekonomik mücadele verir, siyasi mücadele partilerin ve aydınların işidir ve sendikalar siyasi partilere karşı “tarafsız” olmalıdır diyen burjuva sendikacılık akımları. İkincisi, sendikalar yalnız ekonomik mücadele vermezler, siyasi mücadele de vermek zorundadırlar ve ekonomik mücadeleyi siyasi mücadeleye bağlı olarak yürütürler. Aynı zamanda Proletarya Partisi’ne karşı her türlü “tarafsızlığı” reddeden sınıf sendikaları. Denilebilir ki, her türden burjuva sendikacılık akımlarıyla sınıf sendikacılığı arasındaki çatışmanın odağında sendikalara hangi anlayışın egemen olacağı vardır.
EKONOMİK (SENDİKAL) MÜCADELE İLE SİYASI MÜCADELE İLİŞKİSİ
“…Ekonomik mücadele işçilerin iş-güçlerini daha elverişli koşullarda satmak, daha iyi yaşam ve çalışma koşulları elde etmek için, işverenlere karşı açtıkları toplu mücadeledir. Bu mücadele de zorunlu olarak bir sendika mücadelesidir, çünkü ayrı ayrı mesleklerde çalışma koşulları çok farklıdır ve bu yüzden de bu koşulları düzeltme mücadelesi ancak meslek örgütlerine dayanılarak yürütülebilir” Ekonomik mücadelenin “sendikalara dayanılarak yürütülebilir” olması, sendikaların yalnız ekonomik mücadele verdikleri, siyasi mücadeleye katılmayacağı veya kayıtsız kalacağı anlamına gelmez. Tersine olaya biraz daha yakından bakıldığında bunların birbirinden ayrı ele alınamayacağı, birlikte ve esas olarak da ekonomik mücadelenin siyasi mücadeleye bağlı olarak yürütülmesi gerçeği görülecektir.
Elbette ki işçiler daha iyi yaşam ve çalışma koşullan için mücadele edeceklerdir ve etmek zorundadırlar da. Fakat ekonomik mücadele işçi sınıfının iş ve yaşam koşullarında sürekli bir iyileşmeyi, kalıcı mevziler haline gelmeyi (keza gerçek sınıf örgütlerinde bir güçlenmeyi) ancak, mücadelenin proletaryanın politik (siyasal iktidarı ele geçirme) mücadelesiyle uygun biçimde kaynaşırsa getirebilir. Yoksa ne kadar yüksek ücret alınır, ne kadar çalışma koşulları düzeltilirse düzeltilsin, sermaye ve faşizm” bunları bir çırpıda alabilir, yaptığı zamlarla, işçi çıkarmalarıyla, getireceği yasak ve kısıtlamalarla, daha gerilere savurabilir, daha önce kazanılmış mevzilerden söküp atabilir. Ülkemizde 12 Mart, 12 Eylül askeri faşist darbeleri bunun tipik örnekleridir.
Bilindiği gibi, gerek tek tek işverenler, gerekse onların devleti açısından en ucuz, en elverişli ödünler ekonomik ödünlerdir. Nedeni, ödünlerin kolayca geri alınabilir olması ve bu ödünlerle hükümetin işçilerin güvenini kazanmayı hedeflemesidir. Yaşanılan deneylerde görüleceği gibi, kazanılmış yasal hakların ortadan kaldırılmasının yanında işverenler (ister özel ister devlet sektörü olsun) her toplu sözleşme öncesi ve sonrası on binlerce işçiyi sokağa terk etmekte, arkasından asgari ücretle yeniden işçi almaktadır. Böylece işçilerin daha önce kazandığı hakların ücret zammı, çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb.) hiçbir değeri kalmamaktadır.
“Salt ekonomik mücadelede sermaye emekten daha güçlüdür”. O nedenle, işçi sınıfı ve onun kitlesel örgütü olan sendikalar kendilerini ekonomik mücadeleyle sınırlayamazlar. Sınırlamak, kendiliğindenciliktir. “Kendiliğinden işçi hareketi sendikacılıktır ve sendikacılık işçilerin burjuvazi tarafından ideolojik olarak köleleştirilmeleri demektir”. Sendikacılık aynı zamanda, ücretli-kölelik (kapitalizm) sisteminin ortaya çıkardığı belli sonuçlara karşı mücadeleyi esas alıp onu öngördüğünden, o, sonuçları ortaya çıkaran sebeplere karşı mücadeleyi yadsımaktadır. Reformist, revizyonist ve sendikalistlerin iddialarının aksine, ekonomik mücadele ile siyasi mücadele Çin Seddi ile birbirinden ayrılmış değildir. Tersine iç içe geçmiş durumdadır. Bunun için binlerce örnek verilebilir. Ancak belirtelim ki, ister siyasal haklar, ister ekonomik haklar için olsun “sınıflar arasındaki bütün mücadeleler siyasal bir mücadeledir”. Aynı zamanda, sınıf karşıtlıklarının bulunduğu toplumda, sosyal olayların siyasal olaylardan ayrı olduğu söylenemeyeceği gibi, siyasal olmayan hiçbir sosyal olay yoktur ve olamaz da. Sorunun özü, ekonomik mücadelenin verilip verilmeyeceği değil, bunun esas alınamayacağı, esas olarak da bunun hangi bakış açısıyla verileceği ve proletaryanın genel sınıf mücadelesine bağlanıp bağlanmayacağı, kapsamının genişletilip genişletilmeyeceğidir.
Yaşanılan gerçek, gelişme, olgu ve olaylar, “yalnız ekonomik talepler için mücadele edelim, devletle karşı karşıya gelmeyelim” anlayışından hareket eden revizyonist ve reformistlerin, suratına inen birer tokat gibidir. Tarihi gelişim içinde ve günümüzde, işçi sınıfı en ufak bir eyleminde dahi jandarmanın süngüsü, polisin copuyla karşı karşıya gelmektedir. Son günlerin bir örneği açısından Yurtiçi Kargo’daki polisin saldırısının nedeni sadece işçilerin sendikalaşmak istemeleridir.
Hangi işyerinde olursa olsun (ister sendikalı, ister sendikasız) işçinin en doğal hakkı olan çalışma hakkı işverenlerin iki dudağı arasındadır, işveren işçiye “yarın gelme” dediğinde iş bitmektedir, işçiler “hayır beni işten atamazsın, ben çalışmak istiyorum” deyip direndiğinde hemen diktatörlüğün polisi, ordusu devreye girmekte, İŞ-EK-MEK-ÖZGÜRLÜK isteyen işçilerin üzerine saldırtmaktadır. Bu tür örnekler çoğaltılabilir, ancak hepsinde de görüleceği üzere, siyasal iktidara karşı mücadele edilmeden, ekonomik hakları garanti altına alabilmenin, kalıcı hale getirebilmenin olanağı yoktur ve her halükarda işçiler devletle, karşı karşıya gelmektedirler. O nedenle işçiler “sadece ekonomik haklar için mücadele verelim” gibi burjuva safsatalarını elinin tersiyle geri çevirmek, burjuva uşaklarının sözlerine itibar etmemek durumundadır.
“Sendikalar siyaset yapmamalıdır” diyen başta Türk-İş yöneticileri olmak üzere her boydan sendika ağa ve bürokratı, gırtlağına kadar burjuva politika çamuruna gömülmüş durumdadır. Bunların ağzında sakız gibi çiğnedikleri “Partiler üstü politika”, “tarafsızlık” gibi kavramlar, gerçekçe işçileri aldatmaya yönelik ikiyüzlüce söylenmiş yalanlardan başka bir şey değildir.
“Tarafsız kalalım”, “politika yapmayalım” diyen bütün sendika ağa ve bürokratları şu veya bu burjuva-faşist partisini destekleyip, onunla işbirliği içerisinde, hatta birçoğu onların listelerinden parlamentoya girmişlerdir. Bugün, “tarafsız” olduğunu, “partiler üstü politika” yürüttüğünü söyleyen, ideolojik eğitimini Amerika’da yapmış Türk-İş yöneticilerine hangi aklı başında insan “bunlar tarafsızdır” veya “faşizmi desteklemiyor” diyebilir veya bu aldatmacaya kanar.
Bütün cuntaları destekleyen, 12 Eylül cuntasına bakan veren, cuntayı aklayan raporlar hazırlayıp
uluslararası platformlarda cuntayı destekleyen, Amerikan emperyalizminin çıkarları için faaliyet yürüten, savaş yanlısı politika izleyen, daima hakim sınıfların ağzıyla konuşan, ırkçılığı destekleyen Kürt sorununda statükoyu savunup şovenist politika izleyen, çeşidi burjuva partilerinden parlamentoya giren (seçim veya kontenjandan), gasp edilmiş sendikal ve demokratik hak ve özgürlükler için mücadele etmeyen, edenleri engelleyen vb. vb. Türk-İş yönetimi ve diğer sendika ağalarının “tarafsız” olduğunu “politika yapmadığını” söylemek için, saflıktan öte aptal olmak gerekir.
Geçmişte, 12 Mart cuntasını, Kıbrıs işgalini destekleyen, 15-16 Haziran’da işçi sınıfına ihanet konuşması yapan, revizyonist TBKP’nin (o zaman TKP idi) UDC doğrultusunda çalışan DİSK yönetiminin, “Devletin ve toplumun demokratikleşmesi için sendikal hak ve özgürlükler için DYP-SHP hükümetini destekliyoruz” diyen Otomobil İş yönetiminin hangi tür politika yaptıklarını söylemeye dahi gerek yoktur.
Bütün bu burjuva uşağı sendika ağalarının söylemek istedikleri işçilerin burjuva politika izlemeleri, burjuva partilerinin peşinden gitmeleridir. Karşı çıktıkları ise işçilerin sosyalist politika yapmaları ve burjuva partilerinden koparak, sınıfın öz partisiyle birleşmesi ve onun çizgisinde mücadeleye girişmesindedir. Bu sınıf düşmanlarının, işçilerin, ANAP, DYP, SHP, SP, DSP TBKP gibi burjuva gerici-faşist partilerinin peşinden gitmelerine, bunları desteklemelerine hiç itirazları yoktur, aksine bunu sağlamak için ellerinden geleni de yapmaktadırlar.
İşçi sınıfının siyasal hareketi, işçi sınıfı için siyasal iktidarın ele geçirilmesi amacını taşır. Bunun bilincinde olan hâkim sınıflar ve onların işçi sınıfı içindeki uzantıları, her boydan sendika ağa ve bürokratı, işçileri, siyasetin, siyasi mücadelenin dışında tutabilmek için, ideolojik, siyasi, askeri, polisiye ve yasal engelden tut da, her türlü yalan ve demagojiye başvurmaktan biran bile geri durmuyorlar. Yerine göre bazen birine, bazen ötekine başvuruyorlar. Yasaların ve yalanların yetmediği durumlarda silahlı güçlerini devreye sokuyorlar. Burjuvazi ideolojik saldırıları, depolitizasyon politikalarının yanında, işçi sınıfı içindeki ajanları aracılığıyla da işçilerin kafalarını karıştırmaya, onları zehirlemeyi de asla ihmal etmiyorlar. Birkaç örnek vermek gerekirse:
“Sendikaların siyasal partilerden bağımsızlığının özenle korunması gerekir” (Y. KOÇ Sendika Nedir Broşürü)
“Sınıf ve kitle sendikacılığı ancak sendika içi demokrasisinin işletilmesiyle ve sendikaların siyasi partilerden bağımsızlığının sağlanmasıyla gerçekleşebilir”, (agb.)
“Anayasa dışı sosyal ve ekonomik bir düzen kurulması, devletin şeklinin değiştirilmesi (…) yönelen her türlü akıma karşı bütün gücüyle mücadele etmek Türk-İş’in temel görevlerinin başına gelir” (Türk-İş’in 24 ilkesinden)
“Sendikalar, ücret taleplerinde işçiler kadar işverenleri de gözetmek durumundadır” Türk-İş Notlarından)
“…Ekonomik ve sosyal alanda varlıklı sınıfların çıkarlarını gözetmek Anayasamızla bağdaşmayacak bir tutum olmaktadır (…) Anayasa ilkelerinin uygulanmasını bütün hükümetlerden ısrarla isteyeceğiz”. (DİSK kuruluş bildirisinden).
“Üretim kuvvetlerinin çağdaş uygarlığa uygun seviyeye gelmesi ancak bizim Anayasa’ya sahip çıkmamızla sağlanacaktır” (DİSK Kuruluş Bildirisi)
“Sendikalar bürokratının işi uzlaşma sağlamaktır, işçilerin mücadelesini kontrol ederek sınırlamaya çalışır” (İşçiler ve Politika aynı yerde)
“DYP-SHP hükümetini destekliyoruz” (Otomobil-İş yayın organı). Buraya yüzlerce örnek sıralamak mümkündür. Hepsi dertlerini değişik dil ve şekillerde ifade etmiş olsalar da, birleştikleri nokta, sermaye ve faşizme hizmet, işçi sınıfı ve emekçi halka ihanettir. Yukarıdaki örneklerde de görüleceği üzere DİSK ve TÜRK-İş faşist diktatörlüğün korunması, faşist anayasa ve yasaların savunulması noktasında aynı şeyleri savunmaktalar. Öte yandan sosyalizmin yeminli düşmanı Troçkist ve revizyonistlerin de onlardan ayrı düşünmedi görülmektedir. Faşistlerden Troçkistlere, reformistlerden revizyonistlere kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde yer alan burjuva sendikal akımların üzerinde birleştikleri noktaları şöyle özetlemek mümkündür. “Sendikalar ekonomik mücadele verirler, siyasi mücadele vermezler, partilere karşı bağımsız olmalılar ve mevcut sömürü düzeni savunulmalı, bunun içinde yasal mücadele esas alınmalıdır”.
“Sendikalar ekonomik mücadele verir, siyasi mücadele parti ve aydınların işidir” anlayışı 19.yy.dan beri Anarko-sendikalistler, Menşevikler, reformistler ve faşist sendikacılar tarafından savunulmuş ve halen şu veya bu biçimde ve ad altında ısıtılıp ısıtılıp işçi sınıfının gündeminde tutulmaya çalışılan gerici bir düşüncedir.
“Sendikalar bağımsız olmalı, tarafsız kalmalı” safsatasına gelince, bu tiksinti uyandıran tezi ileri sürenler, efendileri olan Koçlar, Sabancılardan ödülü hak ediyorlar. Hele bu pespaye, bayağı düşüncelerin Marksizm adına ileri sürülmesi, burjuvazi karşısında incelmiş uşaklıktan başka birşey değildir. Herkes bilir ki, sendikaların güçlü olabilmek için işçi sınıfı partisi tarafından yönlendirilmesi ilkesi Marksizm’in ABC’sidir. Devrimci bir sendikal hareket yaratabilmek ancak, sendikalarla sınıfın partisi arasında derin ve kopmaz bağların olmasına bağlıdır. “Sendikalar siyasi mücadeleye katılmasınlar, siyasi partilerle bağı olmasına tarafsız kalsınlar” tezinin ileri sürülmesinin amacı ve anlamı nedir?
* Bunu ileri sürmek, ücretli-kölelik sisteminin (kapitalizmin) ilelebet devam etmesini savunmak, devrimi, sosyalizmi reddetmek demektir. Diğer bir deyimle burjuvazinin saltanatı yıkılmasın, sömürü devam etsin ve sendika ağalarının rahatı bozulmasın, asalak olarak yaşasınlar.
* Bu tez, işçi sınıfının tarihsel görevi olan kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmada, sendikaları bir manivela olarak kullanmasın demektir. Halbuki siyasi mücadele işçi sınıfının elinde bir silahtır. Bu silahın sömürücü sınıflara karşı kullanılmasını engelleyen veya kullanılmamasını telkin ve empoze edenler işçi sınıfının yeminli düşmanlarıdır.
* Bu tez faşizmle uzlaşmayı öngörmektedir. Faşizmle, faşist diktatörlükle uzlaşmak, ona karşı mücadele etmemek, sendika hareketi içerisinde faşizmin egemen olmasına yardımcı olmak demektir. “Faşizm sendika hareketinin mezar kazıcısıdır”. Bu bakımdan, ya faşizmle uzlaşacak işçi sınıfına ihanet edeceksin, ya da her yerde sürekli olarak, sistemli, inatçı, amansız ve uzlaşmaz bir mücadele vererek” işçi sınıfı ve diğer ezilenlerin yanında olacaksın. Bunun orta yolu yoktur. Sermayenin egemenliğine işçi sınıfının partisinin öncülüğünde kararlı bir biçimde saldırmadan, faşist diktatörlüğün yıkılması, sömürünün ortadan kaldırılması bir yana, ne hâkim sınıflar geriletilebilir, ne sınıf sendikası hareketi yaratılabilir, ne de, işçiler burjuva parlamentarist partilerinin etkisinden kurtarılabilir.
* Bu tez taraflılığı ikiyüzlüce gizlemektir, “…ya burjuva ideolojisi ya sosyalist ideoloji, ikisi arasında bir orta yol yoktur. Çünkü insanlık üçüncü bir ideoloji yaratmamıştır ve ayrıca da sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıf dışı ya da sınıflar üstü bir ideoloji olamaz”. Ya tekelci burjuvazinin baskı, zulüm, soykırım ve sömürü politikalarını onaylayıp, onların yanında yer alacaksın ve sendikaları düzenle bütünleştirmeye, onu düzenin payandası haline getirmeye çalışacaksın, ya da, faşist diktatörlüğün bu politikalarına karşı kararlı bir mücadele içine gireceksin, sendikaları sermaye ve faşizme karşı örgütlenme, direniş ve mücadele merkezleri haline getireceksin ve sendikaları siyasal iktidarı ele geçirmede bir manivela olarak kullanacaksın. Ya biri ya öteki, bunun ortası yoktur.
* Bu tez işçi sınıfının siyasal örgütlenmesini reddetmektedir. Devrimci Komünistlerin başlıca ve temel görevi işçi sınıfının politik örgütlenmesi ve politik gelişimini kolaylaştırmaktır”. Bu görev ne savsaklanır ne arka plana itilebilir. Bunun içinde çalışmalarını (propaganda, ajitasyon örgütlenme) sanayi proletaryası içinde yoğunlaştırmak durumundadır. Elbette ki, revizyonist, reformist, faşist, troçkist sendika ağa ve bürokratları istemiyor diye sendikalara, sendikal harekete kayıtsız kalamaz. Aksine bilindiği gibi “dünyanın hiçbir yerinde proletaryanın gelişmesi sendikalar olmadan, sendikaların ve işçi sınıfı partisinin karşılıklı eylemi olmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez” gerçeğinden hareketle, sendikalara, her türden burjuva parlamentarist partilerine bağlı sendikacılık akımlarının sendikalardan tasfiye edilip işçi sınıfının dışına atılmasına, sınıf sendikacılığı hareketinin gelişmesi, yaygınlaşıp kökleşmesine büyük önem verir, hatta bunun için Parti’de özel bir bölüm oluşturur. Lenin’in de belirttiği gibi “bu mücadele belirli bir aşamaya vardırılmadan siyasal iktidarı elde etmek olanaksızdır”.
Sendikaların görevi sömürünün azaltılması değil, sömürünün ortadan kaldırılması, sınıf uzlaşması değil sınıf savaşımı, mevcut toplumun aksayan yanlarının düzeltilmesi (reformlar) değil, yeni bir toplumun kurulması mücadelesine katılmak, ücretli-kölelik sisteminin yıkılması mücadelesindeki yerini almaktır. Sermaye ve onun iktidarına karşı mücadele etmeyen sendikalar ister istemez burjuvazinin elinde işçi sınıfının çıkarlarına karşı bir araç haline gelecektir. Sendikalar “bağımsız” olsun diyenler hangi safta, hangi sınıfa karşı mücadele ettiklerini veya hangi görünüm altında hangi sınıfa karşı mücadele verdiklerini “kediye kedi dememek için bin bir dereden su getirmeden” doğrudan doğruya söylemelidirler.
Kuşkusuz herkes kendine uyanı kendisi bulacak onun izinden gidecektir. Revizyonist, reformist, faşist sendika ağa ve bürokratları, istediğini kendilerine uyan burjuva gerici, faşist partilerden birini seçebilir, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da onun izinden gidebilirler. Ama işçi sınıfı da, kendine en yakın olan kendi öz partisini seçecek. Onun öncülüğü ve yol göstericiliğinde sermaye ve faşizmin iktidarına karşı İŞ-EKMEK-ÖZGÜRLÜK ve sosyalizm mücadelesinde kararlı ve uzlaşmaz bir şekilde yerini alacaktır. Sendika ağalarının işçileri bataklığa çekme “özgürlüğünüz” kadar, işçilerin de bataklığa saplanmama ve bataklığı kurutma özgürlüğü vardır. Yeter ki kirli eller işçilerin üzerinden çekilsin.
Şubat 1992