Marksist sosyalizmin ilk belgesi olan Komünist Manifesto, şu çağrıyla sona eriyordu: BÜTÜN ÜLKELERİN PROLETERLERİ BİRLEŞİN!
Bu, ütopik bir çağrı değildi. Kapitalizmin uluslararası olma ve işçi sınıfının sömürülme koşullarının uluslararası niteliğine dayanıyordu. Bütün kapitalist ülkelerde, işçiler; üretim araçlarına el koymuş kapitalist sınıf tarafından, gün boyu çalıştırıldıktan sonra, işçinin çalışmasının ürünü olan ürünlere de el koyarak, ona, ancak kendi yaşamını sürdürecek metaları satın alacak kadar bir ücret ödüyordu. Bu ücret, kimi ülkede diğerine göre biraz az ya da fazla olmasına karşın, bütün kapitalist ülkelerde üretim araçları ve yaratılan değere el konma karşısında işçi sınıfının durumu hep aynıydı. Bu aynılık, işçi sınıfının uluslararası birliğinin maddi temelini oluşturur.
Marksizm’in büyük öğretmenleri, Marks ve Engels, yaşamları boyunca; bu, “Bütün ülkelerin proleterleri birlesin!” çağrısının gerektirdiği bir tutum içinde oldular ve bütün belli başlı kapitalist ülkelerdeki proletaryayı birleştirmek, kapitalizme karşı ortak mücadeleye çekmek için savaştılar. 1. Enternasyonal içinde Marks ve Engels, 2. Enternasyonal içinde Engels, 3. Enternasyonal içinde Lenin ve Stalin, işçi sınıfın uluslararası birliği için savaştılar.
Sosyalizmin önderleri, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve onların izleyicileri için, enternasyonalizm, ya da işçi sınıfının uluslararası birliği, hiç bir zaman çağalardan ibaret kalan bir şey olmadı. Tersine, onların eylemlerinin içeriğini belirleyen hep bu ilke oldu. Enternasyonaller bu amaca hizmet etmekten çıkağı anda da, onların dağıtılmasını savunmaktan geri durmadılar. Marks ve Engels’in 1. Enternasyonale, Lenin’in 2. Enternasyonale yönelik eleştiri ve tutumlarının arkasında, onların işçi sınıfının uluslararası birliğini parçalamaya yönelik eylemleri vardır. Çünkü Marksizm önderleri için Enternasyonallerin kendi başına bir anlamları yoktu. Enternasyonal, eğer gerçekten proletaryanın mücadelesini uluslararası çapta birleştirip kapitalizme karşı yöneltebiliyorsa anlamlıydı. 1. ve 2. Enternasyonal, bu işlevi yerine getiremediği, içindeki reformcu, revizyonist partiler tarafından bu perspektiften uzaklaştırılıp, kendi başına bir amaç hale getirildiği için gerçek Marksistler tarafından yıkılmaya terkedilmişlerdi.
Sınıflar mücadelesi tarihi bize, kendisini var eden nesnel temelden kopan ve varılacak amacı gözden kaçırarak, aracı amaç haline getiren her tutum ve eylemin kaçınılmaz olarak yozlaşıp çürüyeceğini gösterir. 1. ve 2. Enternasyonallerin başına gelen de bundan başka bir şey değildir.
Bugün, uluslararası proletaryanın eylemini birleştirerek, uluslararası kapitalizme karşı seferber eden bir Enternasyonal yoktur. Ama, bütün dünyanın gerçek Marksistleri için Enternasyonallere ruh veren ilkeler bugün de geçerlidir ve onlar, proletaryayı Enternasyonal’in idealleri doğrultusunda, enternasyonalist bir ruhla eğitiyorlar, eğitmelidirler de.
Proletaryanın uluslararası birliğini ve ideallerini simgeleyen olgulardan birisi de “1 Mayıs, işçi sınıfının birlik ve mücadele günü”dür. 1889’da, 2. Enternasyonal’in, 1 MAYIS’ı işçi sınıfının birlik ve mücadele günü olarak ilan etmesinden bu yana her yıl, 1 Mayıslarda, dünyanın her köşesinde işçiler, büyük kentlerin sokak ve caddelerini doldurarak sömürüşüz ve baskısız bir dünya için haykırdılar. Ne var ki, Enternasyonalleri yozlaştırıp amaçlarından uzaklaştıran revizyonistler, ellerine geçen her fırsattan yararlanarak, tıpkı onları yozlaştırdıkları, biçimsel bir kuruluşa dönüştürdükleri gibi 1 Mayıs’ları da amacından uzaklaştırıp, bir törene, bir resmigeçide dönüştürdüler. Bugün, Avrupa’nın belli başlı ülkelerinde, 2. Enternasyonale (Sosyalist Enternasyonal) bağlı sendikalar “büyük törenler” düzenliyorlar; ama bunların artık, gerçek 1 Mayıslar olduğu söylenemez. Çünkü 1 Mayıs’ın idealleriyle bir ilişkisi yok bunların. Çünkü bunlar için asıl olan 1 Mayıs’ın ideallerinin sınıfa benimsetilmesi, sınıfı idealler için mücadeleye çekmek değil, tören yapmak, törenin elden geldiğince görkemli olmasını sağlamaktır. Çünkü törenin görkemi kendi görkemleri olacak, efendilerine, sendika bürokrasisinin işçi sınıfı üstündeki etkisinin sürdüğünün göstergesi olacaktır.
Nedir, 1 Mayıs’ın idealleri?
1 Mayıs’ın, “İşçi sınıfının birlik ve mücadele günü” tanımından da anlaşılacağı gibi, 1 Mayıs, her şeyden önce işçi sınıfının uluslararası birliğini ifade etmesi nedeniyle, işçi sındının uluslararası kapitalizme karşı mücadelesinin bir simgesidir. Bu yüzden de, milliyetçiliğe, şovenizme, ulusal dar görüşlülüğe karşı mücadeleyi temsil eder. İkinci olarak, birer birer ülkelerde işçi sınıfının ulusal çapta birleştirilmesi, bu birliğin önündeki engeller olarak, burjuvazinin işçi sınıfı içindeki bölücü, mücadeleyi geri çekici rolüne, burjuvazinin sınıf içindeki uzantıları olan sendika ağalarına ve sendika bürokrasisine karşı mücadeleyi içerir. Üçüncü olarak, işçi sınıfının bir mücadele günü olarak, sınıfın ulusal ve uluslararası birliğinin kapitalizme karşı mücadele temelinde olmasını ön koşul sayar. Ancak bu söylenenlerden, 1 Mayıslarda sınıfın sadece bu genel talepleri öne sürmekle yetineceği, aktüel sorunları öne çıkaramayacağı anlamı çıkarılamaz. Tersine, her 1 Mayıs’ta bu genel amaçların belirlediği perspektif içinde başka talepler de öne sürülür. Örneğin bir emperyalist savaş ya da şovenizmin azgınlaştığı bir dönemde, sınıfın anti-emperyalist ve anti-şovenist mücadeleyi öne çıkarması, buna bağlı istemleri haykırması gerektiği gibi, bir başka koşulda da, iş ve çalışma koşullarına ilişkin ulusal ya da uluslararası talepler, ya da örneğin sendikal demokrasi talebi öne çıkabilir.
Bu perspektifle, bugün ülkemizdeki durum göz önüne alındığında, her şeyden önce, şovenizme karşı mücadele 1 Mayıs’ta en öne çıkarılması gereken yandır. Yine Ortadoğu’daki emperyalist saldırı ve yığınağa karşı mücadele, Ortadoğu proletaryası ve halklarıyla birleşmenin bir unsuru olarak ortaya çıkıyor. Bunların yanışım, 1 Mayıs’ın yasallaştırılması, işçi kıyımına karşı, iş güvencesiyle ilgili talepler, kamu çalışanlarının sendikalaşmasına yönelik saldırıya karşı çıkılması ve sendikal özgürlükler için mücadele ve nihayet, ülkenin özgürleştirilmesi için, tüm ezilen sınıfların talebi olan acil taleplerin savunulması, bugün 1 Mayıs’ın ortaya çıkardığı duyarlılıktan yararlanılarak işlenmesi ve haykırılması gereken taleplerdir.
Hangi talep öne çıkarsa çıksın, burada temel olan, aktüel taleplerin 1 Mayıs ideallerine bağlanarak; 1 Mayıs’ın, işçi sınıfının uluslararası birlik mücadele günü olduğu perspektifinin gözden kaçırılmadan yapılması önem taşır.
Bizim ülkemiz açısından bakıldığında; 1970’lerden bu yana revizyonistler ve devrimci demokrat çevrelerce bu gerçeğin ya görülmediği ya da görmezden gelindiği görülür. 1970’lerde TKP ve yandaşları ile revizyonist ve reformcu sendika ağaları; 1 Mayıs’ı, bir mücadele günü olarak değil, sıradan bir işçi bayramına indirgeyerek, “görkemli” bir “törene” dönüştürürken, devrimci ve demokrat çevreler ise, onun işçi sınıfı ile ilgili nitelik ve ideallerini gözden kaçırarak, devrimcilerin kutladığı bir güne dönüştürmeye çalışmışlardır. Birbirine karşıt gibi görünen bu iki tutum bir noktada birleşmiştir: 1 Mayıs’a anlam veren ideallerin unutulması, onun işçi sınıfının bir mücadele günü olduğunun görmezden gelinmesinde. Son bir kaç yıldır, artık anlamsız bir tartışmaya dönüşen “Taksim” fetişizmi 1 Mayıs’ın ideallerinin gözden kaçırılmasının tipik bir ifadesidir.
Açıktır ki; “Taksimcilik”, 1 Mayıs’ın, bir işçi sınıfı günü olduğunu unutan, sınıf dışında “kutlamayı” savunan bir anlayıştır. Bu anlayış kaçınılmaz olarak, gerekçesi ne olursa olsun, 1 Mayıs’ı bir törene dönüştüren anlayışla birleşir. Çünkü bu anlayışta, 1 Mayıs’ın işçi sınıfının bir günü olduğu, bu günü sınıfın kutlamasının anlamlı olduğu, perspektifi yoktur. Nitekim İstanbul’da, “Taksim” diyenler; buna, Taksim”‘in simgesel anlamı üstüne gerekçeler getirenler, başka kentlerde de, 1 Mayıs’ı, bugünkü koşullarda sınıfla bağ kurulabilecek tek yerler olan üretim birimlerinden başlayarak, yığınları alanlara çekme düşüncesiyle davranmıyorlar. Tersine her kentte bir “Taksim” bularak kendi çevreleriyle “korsan” kutlamalar yapmaya çalışıyorlar. Bu da açıkça, onlar için Taksim fetişizminin rastlantısal bir şey değil, ideolojik bir tutumdan kaynaklandığını gösteriyor. Ki, o ideoloji, sınıflar mücadelesini en devrimci sınıf olan işçi sınıfıyla burjuvazi arasında değil, devrimcilerle gericiler arasında gören, proletaryaya aykırı bir ideolojidir.
Bugünkü koşullar göz önüne alındığında; işçi sınıfı ile bağ kurulup onun harekete çekilebileceği merkezler üretim birimleridir. Dahası 1 Mayıs ülkemizde, sadece bugünlük meydanlara çıkılan bir gün de değildir. Tersine 1 Mayıs öncesi ve sonrasında, bir kaç aylık dönem, 1 Mayıs’ın ne olduğu, nasıl kutlanacağı, hangi sloganların öne çıkarılacağı, hangi taleplerin savulması gerektiği vb. tartışılan, işçilerin pek çok soruna karşı en duyarlı olduğu dönemdir. Bundan yararlanarak sınıfa, işçi sınıfının ulusal ve uluslararası birliğinin önemi, tarihsel misyonu, sömürü koşulları vb. gibi en temel konularda pek çok şeyin anlatılabileceği bir dönemdir. Ama bunların anlatılabilmesi için de, sınıfın mücadele içindeki yerinin, onun bugünkü bilinç, hareketlilik, psikolojik vb. durumunun doğru kavranması, onu mücadeleye çekecek uygun taktiklerin geliştirilmesi gerekir. Bugünkü koşullarda Taksim’i merkez alan bir kutlama, “işçiler de Taksim’e gelsin” demek, “ben işçi sınıfı olmadan, onun adına 1 Mayıs kutlayacağım” demekle aynı şeydir.
Kısacası 1 Mayıs, “işçi sınıfının birleşme ve mücadele günü”dür. Kutlaması da bugünün anlam ve önemine uygun olmak durumundadır.
Marks, Engels, Lenin, Stalin ve onların sadık izleyicilerinin yaptığı gibi, işçi sınıfının enternasyonal bir ruhla, kapitalizmi sadece kendi ülkesinde değil, bütün dünyadan kaldırmak bilinciyle yoğurarak, her 1 Mayısta, “BÜTÜN DÜNYANIN PROLETERLERİ BİRLESİN!” çağrısını sınıfa daha çok mal ederek ilerlenebildiğinde, 1 Mayıslar adına layık bir biçimde kutlanacaktır.
1 Mayıs 1991:
Mücadele bayrağı alanlarda
1 Mayıs’a doğru işçi sınıfı ve devrimciler arasında eylem taktiği üzerine tartışmalar hız kazanırken, sendika ağalarının eylemleri törensel bir çizgide tutma, sınıfı oyalama çabalan da artıyor. 12 Mart tarihli Türk-İş Başkanlar Kurulu toplantısında 1 Mayıs’ı “illerde salon toplantılarıyla, işyerlerinde sendika bildirisinin okunmasıyla” kutlama kararının ardından 1 Mayıs yaklaşırken “Türk toplumunun 1 Mayıs’ı alanlarda kutlamaya karşı bir tedirginliği olduğunu, işyerlerinde okunacak bildirilerle işçiyi meydanlara hazırladıklarını” iddia ederek Türk-İş yöneticileri, bilinen misyonlarına uygun tavırlarını ortaya koyuyorlar.
Öte yandan Sendika Şubeler Platformunun yaptığı 1 Mayıs ile ilgili toplantıda yine iki çizgi tartışılıyor: ‘1 Mayıs, Taksim Alanı’nda kutlanmalıdır’ görüşü ve ‘üretim durdurularak sokaklara, alanlara çıkılmalıdır’ diye özetlenebilecek görüş. Her iki eylem biçimini savunanların üzerinde anlaşmaya vardıkları, sendikaların miting başvurusunda bulunması önerisi Belediye-İş, Deri-İş, TÜMTİS, Hava-İş ve Otomobil-İş’in birlikte miting başvurusu ile hayata geçiyor. Mitinge izin verilip verilmeyeceğini bir yana bırakarak, bu iki taktik eğilimin, bugün sınıfın içinde bulunduğu durum ve hareketinin eğilimi ile uygunluğu yönünden tartışılması gerekiyor. Ayrıca, sınıfın güncel talepleri ve bu bakımdan 1 Mayıs’ın güncel anlamına değinmek gerekiyor.
ABD’nin başını çektiği emperyalist saldırganlığın, Körfez Krizi ve Savaşı ile dünya ve özel olarak Ortadoğu halklarına karşı gövde gösterisine dönüştürülmesi, emperyalistlerin Irak yönetimi ile hesaplaşmasından ibaret değildir. Bu biliniyor. Savaş sonrası “Yeni dünya düzeni” çığlıkları ile başlatılan seferberliğin emperyalist paylaşım pazarlıkları ve kapitalist sömürüye yeni soluklar aldırma gayretleri olduğu da gözlenebiliyor. “Yeni dünya düzeni’nin eski çürümüş sistemin tıkanıklıklarına çare arayışı olduğu açıktır. 1 Mayıs 1991’in işçi sınıfı için önemi, yığınsal bir mücadele günü haline getirilebilmesi; emperyalizm ve ona bağlı politikalara karşı mücadele ile işçi sınıfının, halkın yaşam koşullan, demokrasi özlemleri ve sosyalizm hedefi arasındaki doğrudan ilişkiyi iyi kavramaya sıkıca bağlı bulunuyor. Körfez Krizi’nden ve özellikle savaştan bu yana işçi sınıfı ve örgütlenme uğraşı içindeki çalışan kesimler üzerindeki baskı ve kıyımlar, devrimci hareketlere yönelik süregelen saldırılar, ‘yeni dünya düzeni’nin Türkiye’deki ‘yenilik’lerini görmeye ve anlamaya yetiyor. Emperyalizmin açık saldırganlığını ve ona bağımlı ülkelerin politikalarını doğrudan belirleyiciliğini görmenin ve anlamanın ötesinde bugün, çok somut olarak yaşanan bu olgulara karşı durmak, ‘yeni dünya düzeni’ planlanın boşa çıkarmak, geleceğin yönünü işçi sınıfı ve halk lehine çevirmek anlamında da belirleyici bir önem taşıyor. 1 Mayıs ’91 bu açıdan 1 Mayıs ’90’da uç veren hareketin mücadeleci yönünü geliştirmek, emperyalizmin işbirlikçisi ve uzantısı politikaları boşa çıkarmak için çok önemli bir gün olma özelliği taşıyor. Burjuvazi Körfez Krizi bahanesiyle yüz binlerce işçiyi sokağa atarken, memur sendikalarını kapatırken, sıradan insanları bile işkencede katlederken, grevleri kırmak için her yola başvururken ve bunu ilan etmekten çekinmezken, bütün bunların sonuçlarını doğrudan yaşayan ve varolma savaşı veren işçilerin sınıf olarak karşı karşıya bulundukları sorunların, bir bütün olarak emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bu politikalarından ve ona karşı mücadeleden bağımsız bir seyir izleyemeyeceği açıktır. Sorun, “911 Mayıs’ında Taksim mi, üretim alanlarından sokağa çıkmak mı tartışmasının ötesinde burjuvazinin emperyalist politikaları birbiri ardına uygulamaya soktuğu, düzene yönelik her türlü muhalefeti ‘terör’ damgasıyla boğmak için yasal düzenlemeler yaptığı bugün, artık tüm ezilenlerin ve demokrasi güçlerinin doğrudan sonuçlarım yaşadığı bu politika ve uygulamalarına karşı anti-emperyalist burunla ve yığınsal bir güçle karşı durmak sorunudur. Ve 1 Mayıs bu bilinçle ileri atılmak için mücadele günüdür. .
Bugün yüz binlerce işçi itibarsız, tazminatsız sokağa atılmış durumdadır, binlercesi grevdedir. Grev yasağı kapsamında olan Petkim işçileri iş yavaşlatma, yürüyüş, işyerini terk etmeme, viziteye çıkma gibi eylemlerini sürdürmektedirler. Yarım milyon civarında işçi için toplu sözleşme görüşmeleri sürmekte ve ya uyuşmazlıktadır. Hava-İş Sendikası’na bağlı THY ve HAVAS işyerlerindeki işçilerin grevi THY’nin kapatılması ile tehdit edilmektedir. Memur sendikaları kapatılmıştır. Mevcut anti-demokratik yasalara ek olarak Terörle Mücadele Yasası, radikal basın ve devrimci hareketler başta olmak üzere düzene yönelik tüm muhalefeti etkisizleştirmek üzere işletilmeyi bekliyor. 12 Eylül ile birlikte işçi ve emekçilerin ücretlerinde meydana gelen gerileme sürerken, bu süreci hiç anmayan burjuvazinin temsilcileri, işveren sendikaları, işçilerin topluca işten atılmasına ve grevlerin uzamasına neden olarak ücret taleplerinin çok yüksek olmasını ve toplu iş sözleşmelerinin yüksek ücretlerle bağıtlanmasını gösteriyorlar. İsviçre’deki Uluslararası Yönetim Geliştirme Enstitüsü ve Dünya Ekonomik Forumu’nun 1990 raporunda Hindistan’dan sonra en düşük işçi ücretinin Türkiye’de ödendiği belirtiliyor. Burjuvazi ucuz iş cenneti olan Türkiye’de askeri faşist yönetim ve onun uzantısı iktidarın yarattığı bu cennetin ilelebet sürmesini istiyor. İşçileri işten atmak zorunda kalıyorlarsa, bunun nedeni yine işçilerin yüksek ücret talebi oluyor! Oysa toplu işten atmaların yapıldığı işyerlerinin herhangi bir durgunluk ve ekonomik sorun yaşamadıktan, ucuz işgücüyle üretimi sürdürdükleri veya başka bir isim altında çalışmaya devam ettikleri gözleniyor. Ulaştırma Bakanı’nın THY ve HAVAŞ greviyle ilgili açıklamaları da bunun en yakın örneği. Bakan, anlaşma sağlanamazsa, THY’nin yeni bir şirkete dönüştürülüp, açılabileceğini söylüyor. Yasalar ve iktidar desteği ile burjuvazi, işçi sınıfına, halka, onun yaşam koşulları ve demokratik istemlerine pervasızca saldırmakta sakınca görmüyor. Bunu, emperyalizme sırtını yaslayarak yapıyor. Bu saldırılara her geçen gün yenileri ekleniyor. Örgütlü ve yığınsal bir tepki görmedikçe devam edeceğine de hiç kuşku yok.
Burada, yoğun ve yaygın olarak yaşanan bu olguları fazlaca sıralayıp uzatmaya gerek yok. Asıl gereksinim olan, işçi sınıfının ve ezilen kesimlerin günlük yaşamında, etinde, kemiğinde duya-geldikleri sömürüye, onun nedenlerine sınıf bakışıyla ve dönüştürücü bir yaklaşımla eğilmektir. Sömürüyü yaşamanın, duymanın ve görmenin tek başına dönüştürücü bir gücü yoktur. Bunu, yukarda kısaca değindiğimiz kaynaklarıyla, emperyalizme bağımlı sistemin bir sonucu olarak kavramak ve bilince çıkarmak, örgütlü bir tepkiye dönüştürmek önemlidir. İşçi sınıfının ve ezilen kesimlerin örgütlü ve birleşik bir güç olarak sömürüye karşı durabilmesi önemlidir. 1 Mayıs’ın eylem taktiği üzerine politika belirlerken, bu somut olgulardan çıkarak, işçi sınıfının güncel politik ve ekonomik taleplerini, demokrasi mücadelesinin güncel taleplerini, bir bütün olarak burjuvazinin saldırılarına karşı yaygın ve kitlesel olarak ileri sürmenin en uygun ve yaşama geçirilebilir eylemlerini seçmek önemlidir. Örneğin bu anlamda, yarım milyon işçinin toplu sözleşme görüşmeleri sürecinde olması, on binlerce işçinin grevde ve eylemlilik içinde olması, yüz binlerce işçinin sokağa atılmış, öfke içinde olması, memur sendikalarının kapatılmış olması, iktidarın emperyalistlerle işbirliği içinde Irak ve Türkiye Kürtlerinin geleceğini karartma planlan içinde olması, grev, toplu iş sözleşmesi ve sendikal yasaların grevleri etkisizleştirici niteliklerinin işçi sınıfım burjuvazinin insafına terk ediyor olması, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün yeni bir aldatmaca ile daha da sınırlanması ve daha bir dizi güncel siyasal, ekonomik gelişme ve bunların ezilen kesimlerde yarattığı öfke ve tepki, önemli bir potansiyeldir. Bu potansiyeli kucaklayacak ve harekete geçirecek bir eylem biçimi sınıfın ve emekçi kesimlerin güncel siyasal ve ekonomik talepleri için mücadelede 1 Mayıs’ı bir kaldıraca dönüştürebilir. Düzenden hoşnutsuz yığınlar 1 Mayıs’ta Taksim Alanı’na şu veya bu nedenle gelmeyebilirler, ama işyerlerini 1 Mayıs alanına dönüştürebilir, oradan alanlara yönelebilirler. Gözden kaçırılmaması gereken perspektif, işçi sınıfının geleneksel mücadele günü olan 1 Mayıs’ın kitlelerdeki hoşnutsuzluk ve mücadele eğilimleri ile birleştirilecek güncel taleplerin daha gür ve daha kitlesel olarak haykırılacağı bir mücadeleye dönüştürülmesidir.
Sınıf hareketinde ’89 bahar eylemleriyle kendisini gösteren eğilim, ’90 1 Mayıs’ında, 3 Ocak ve Zonguldak grev ve yürüyüşünde, diğer grevlerde, işçi eylemlerinde, fabrika direnişlerinde mücadele yönünde gelişmektedir. ’89’dan bu yana yaşanan süreç içinde bile işçi sınıfı değerli mücadele deneyleri kazanmıştır. 1 Mayıs ile ortaya konacak eylem çizgisinin önceki mücadeleleri aşan ve geliştiren, bunun yanı sıra daha önceki eylemlerden daha kitlesel ve yaygın, tüm demokrasi güçlerinin mücadele potansiyelini kucaklamaya yönelik olması özel önem taşır. 1 Mayıs ile ilgili iki ayrı eylem çizgisinin değerlendirilmesinde sınıf hareketinin eğilimi Taksim Alanı’nın fetişleştirilmesini dışlar. 1 Mayıs’ın her şeye karşın Taksim Alanı’nda kutlanması anlayışı da sınıfın mümkün olan en geniş kesiminin, 1 Mayıs eylemliliği içine çekilmesini engeller. Sınıfın potansiyelini kucaklayamaz. Ancak burada, her işyerinin, her semtin, her okulun 1 Mayıs alanına dönüştürülmesinin savunulmasını; bunu savunur görünerek, 1 Mayıs gösterisinin Tak-sim’de yanılmasına karşı çıkan, Türk-İş ağalarının önerisi doğrultusunda 1 Mayıs’ı işyerlerinde bildiri okuyarak, salon toplantıları ile geçiştirme eğilimindeki reformist anlayışlardan ayırmak gerekir. Ve bu iki çok farklı anlayışı aynı kefeye koyarak Taksim Alanı’nın savunulmasıyla karşı karşıya getirmemek gerekir. İçeriği boşaltılmış, mücadele hedefinden uzaklaştırılmış işyeri ve salon toplantısı Marksistlerin savunacağı bir mücadele biçimi olamaz. Marksistlerin savundukları, her işyerinin, her sokağın, her okulun 1 Mayıs alam olması anlayışı ile yukarıdaki törensel 1 Mayıs kutlaması anlayışını bir ve aynı tutarak Taksim Mani’ni alternatifsiz göstermek 1 Mayıs için mücadeleye hazır kitlelerin potansiyelini dağıtır, gücünü zayıflatır. Oysa o gün üretimi durdurarak sokağa, alanlara çıkabilecek her işçi ve emekçi, koşullan değerlendirerek Taksim Alanı’na da çıkabilir. Buna karşı çıkılamaz, hatta bunun gerçekleşmesi için özellikle çalışılabilir. Ancak, üretim alanları, işyerleri, işçi ve emekçi kitlelerin doğal olarak birlikte oldukları ve birlikte hareketleri için en elverişli koşullan taşıyan alanlardır. Bu gerçeği göz ardı eden Taksim Alanı fetişizmi işçi sınıfının birlik ve mücadele gününde onu dikkate almayan bir konuma denk düşer.
1 Mayıs’ın bugün öne çıkan bir diğer anlamı da, bütün uluslardan proletaryanın birliğinin, milliyetçiliğe, şovenizme, ulusal ezilmişliğe karşı mücadelenin UKKTH’nin kayıtsız koşulsuz savunulmasının bir simgesi olmasıdır.
Öte yandan, Sovyetler Birliği ve eski sosyalist ülkelerde halk muhalefeti kıpırdanış içindedir. SB’de maden işçilerinin ekonomik ve siyasal taleplerle başlattıkları grev, ABD’de demiryolu yük işçilerinin grevleri iktidarları zorlamaktadır. İşçi sınıfı dünyanın her yerinde mücadele vermeye devam etmektedir. İşçi sınıfı mücadelesinin her kazanımı diğer uluslardan sınıf kardeşlerinin mücadelesine de bir katkıdır. 1 Mayıs tüm uluslardan işçi sınıfının sınıf bayramı olarak kutlana-geldiğinden beri işçi sınıfının enternasyonalist dayanışmasına da hizmet eden bir mücadele günü olmuştur. 1 Mayıs ’91’in bu yönden de anlamı ve önemi büyüktür. “Bütün dünyanın işçileri birleşiniz” şiarı, her ülkedeki sınıf mücadelesinin yükseltilmesiyle gerçeğe dönüşebilecek; diğer bütün uluslardan sınıf kardeşleriyle aynı ülküyü taşıyan işçi sınıfı, anti-emperyalist bir ruhla, siyasal özgürlükler ve demokrasi için 1 Mayıs 91’i bir mücadele gününe çevirdiğinde, bunun dünya işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olduğunu kulelerin bilincine kazıyacaktır.
YAŞASIN 1 MAYIS
(Stalin’den)
Yoldaşlar!
Bütün ülkelerin işçileri, bugünü, 1 Mayıs gününü her yıl kutlamayı daha geçen yüzyılda kararlaştırdılar. 1889’da bütün ülkelerin sosyalistlerinin Paris Kongresi’nde, işçilerin tam da 1 Mayıs’ta, doğanın kış uykusundan uyandığı, ormanların ve dağların yeşille örtündüğü, tarlaların ve çayırların çiçeklerle süslendiği, güneşin daha güçlü ısıtmaya başladığı, havada yenilenmenin sevinci hissedildiği ve doğanın kendini dansa verdiği bugün, işçilerin insanlığa bahan ve kapitalizmin zincirlerinden kurtuluşu getirdiğini, işçilerin dünyayı özgürlük ve sosyalizm temelinde değiştirmekle yükümlü olduğunu yüksek sesle ve açıkça dünyaya bildirme kararı aldıkları gün oldu.
Her sınıfın sevdiği öz bayramları vardır. Asiller kendi bayramlarını yürürlüğe koyuyor ve bu günlerde köylüleri yağma etme “haklarını” ilan ediyorlardı. Burjuvalar kendi bayramlarına sahipler ve bu günlerde işçileri sömürme “haklarını” aklıyorlar. Papazların da kendi bayramları var ve bu günlerde, çalışanların sefalet içinde çürüdükleri, fakat asalakların lüks içinde sefahate daldığı mevcut durumu övüyorlar;
İşçilerin de kendi bayramları olmalıdır ve onlar bu günde şunu ilan etmelidir Genel iş, genel özgürlük, bütün insanların genel eşitliği. Bu bayram 1 Mayıs bayramıdır.
İşçiler daha 1889’da böyle karar aldılar.
O zamandan bu yana proleter sosyalizmin savaş sloganları 1 Mayıs günündeki toplantı ve gösterilerde gittikçe daha güçlü ses veriyor, işçi hareketi okyanusu genişleyerek kabarıyor ve Avrupa ve Amerika’dan, Asya, Afrika, Avustralya’ya kadar yeni ülkeleri ve devletleri kasıyor. Bir zamanlar güçsüz olan işçilerin enternasyonal birliği, birkaç on yıl içinde, muntazam kongreler düzenleyen ve dünyanın her köşe ve bucağından milyonlarca işçiyi birleştiren muazzam bir enternasyonal kardeşliğe ulaştı. Proleter öfke denizi yüksek dalgalarla kabarıyor ve kapitalizmin sallanan kalelerine gittikçe daha tehdit edici biçimde saldırıyor. Kısa zaman önce İngiltere, Almanya, Belçika, Amerika’da meydana gelen, bütün dünyanın sömürücülerine ve krallarına korku ve endişe .veren kömür işçilerinin büyük grevi, sosyalist devrimin pek uzak olmadığına dair açık bir işarettir…
“Altın danaya saygımız yok!” Burjuvaların ve zalimlerin egemenliğine ihtiyacımız yok! Sefalet ve kan dökme korkunçluğuyla kapitalizme lanet ve ölüm! Yaşasın emeğin egemenliği, yaşasın sosyalizm!
Bütün ülkelerin sınıf bilinçli işçilerinin bugün ilan ettikleri budur.
Zaferlerinden emin, sakin ve güçlü olarak adanmış ülke yolunda, aydınlık sosyalizm yolunda gururla ilerliyorlar ve adım adım Karl Marx’ın büyük çağrısını gerçekleştiriyorlar “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!”
Özgür ülkelerin işçileri 1 Mayıs’ı böyle kutluyorlar.
Durumlarının bilincine varmaya başladıkları ve yoldaşlarının gerisinde kalmak istemedikleri zamandan bu yana, Rus işçileri yabancı yoldaşlarının korosuna sürekli olarak katıldılar ve onlarla birlikte, her şeye rağmen, Çarlık hükümetinin vahşi baskılarına rağmen 1 Mayıs’.ı kutladılar. Rus işçileri son iki-üç yıl içinde karşı-devrimci bakanel’ler ve Partinin parçalanma, sanayinin depresyon ve geniş kitleleri felce uğratan politik ilgisizlik döneminde, aydınlık işçi bayramım eski biçimde kutlama olanağını yitirdiler kuşkusuz. (Bakanel Eski Yunanda şarap tanrısı Dionysos’a adanan şölenler; sefih içki âlemi. Burada karşı-devrimin şarap yerine kan içmesi anlamında kullanılıyor. – ÇN.) Fakat son zamanda ülkede baş gösteren, canlılık, iktisadi grevler ve II. Duma’daki Sosyal-Demokrat temsilcilerin mahkemesinin hiç olmazsa revizyonunu kabul ettirmek için işçilerin siyasi protestoları, 20’den fazla vilayete yayılan açlık sonucu köylülüğün geniş kitlelerinde oluşan hoşnutsuzluk, yüz binlerce ticari kalfanın Rus baş gericilerinin “yenilenmiş” düzenlerine karşı protestoları -tüm bunlar, kötürümleştiren uykunun geçtiğini, öncelikle proletarya arasında olmak üzere yerini bütün ülkede siyasi canlanmaya bıraktığını gösteriyor. Bu yıl bu günde Rus işçilerinin yabancı yoldaşlarına elini uzatabilmesinin ve uzatmak zorunda olmasının nedeni budur. Onlarla birlikte şu ya da bu biçimde 1 Mayıs’ı kutlama zorunluluğunun nedeni budur.
Rus işçileri bugün, özgür ülkelerdeki yoldaşlarıyla birlikte altın danaya saygı duymadıklarını ve duymayacaklarını açıklamalıdırlar.
Onlar, bütün ülkelerin işçilerinin genel taleplerine, Çarlığın yıkılması ve Demokratik Cumhuriyetin kurulması doğrultusunda kendi Rus taleplerini eklemek zorundadırlar.
“Hükümdarlığın despotlarından nefret ediyoruz!” “Çok çile çekmiş halkın zincirlerine saygılıyız” Kanla lekelenmiş Çarlığa ölüm! Soylu toprak mülkiyetine son! Fabrikalarda, işletmelerde, ocaklarda patron zulmüne son! Köylüye toprak! İşçiye 8 saatlik işgünü! Rusya’nın tüm vatandaşlarına Demokratik Cumhuriyet!
Genel taleplerden başka, Rus işçilerinin bugün açıklamak zorunda oldukları budur.
Rus liberalleri kendilerine ve başkalarına, Rusya’da Çarlığın sağlamlaştığını, halkın en önemli ihtiyaçlarını karşılayabildiğim söylediklerinde, yalancılık ve sonuncu Nikolaus’a uşaklık yapıyorlar.
Rus liberalleri bütün ton çeşitlerinde devrimin öldüğünü ve “yenilenmiş” bir düzende yaşadığımızı söylediklerinde, dolandırıcılık ve ikiyüzlülük yapıyorlar.
Etrafa bir bakın: Bunca çile çeken Rusya, “yenilenmiş”, “mutlu” bir ülkeye benziyor mu acaba?
Demokratik bir anayasa yerine, darağacı ve barbar istibdat rejimi!
Bütün halk tarafından taşınan bir parlamento yerine, kara toprak sahiplerinin kara Duma’sı!
“Burjuva özgürlüğünün sarsılmaz temelleri” yerine, daha 17 Ekim Manifestosu’nda vaat edilmiş olan söz, toplantı, basın, örgütlenme ve grev özgürlüğü yerine, “keyfiliğin” ve “yasaklar”ın ölü eli; yasak gazeteler, sürgün edilen redaktörler, dağıtılan sendikalar, darmadağın edilen toplantılar!
Kişinin dokunulmazlığı yerine, hapishanelerde işkenceler, vatandaşların alaya alınması, Lena altın ocaklarında grevcilerle kanlı hesaplaşmalar!
Köylülerin sıkıntılarının tatmin edilmesi yerine, köylü kitlelerinin topraksızlaştırılması siyasetinin sürdürülmesi!
Düzenli devlet ekonomisi yerine, idari kısımlarda, demiryolu işletmelerinde, orman işletmesinde, Bahriye Vekâletinde dolandırıcılık!
Hükümet mekanizmasında düzen ve disiplin yerine, mahkemelerde sahtekarlık, poliste şantaj ve rüşvet, Okrana’da cinayet ve provokasyon!
Rusya’nın enternasyonal büyüklüğü yerine, Yakın ve Uzak Doğu meselelerinde Rus “siyasetinin” acıklı fiyaskosu, kanayan İran meselesinde yıkıcı ve cellât rolü!
Nüfusun rahat ve mutlu yaşamı yerine, kentlerde intiharlar, köylerde 30 milyon köylünün korkunç açlığı!
Ahlakın sağlığa kavuşturulması ve arındırılması yerine, manastırlarda, resmi moralin bu kalelerinde görülmemiş fuhuş!
Ve manzaranın tamamlanması için, Lena altın ocaklarında yüzlerce emekçinin vahşice kurşunlanması!
Kazanılan özgürlüklerin yıkıcıları, darağacı ve kurşun taraftarları, “keyfiliğin” ve “yasaklar”ın yazarları, hırsız yöneticiler, hırsız mühendisler, yağmacı polisler, katil Okrana memurları, fuhuş yapan Rasputin’ler, işte size Rusya’nın “yenileyicileri”!
Ve dünyada hâlâ, Rusya’da her şeyin mükemmel olduğunu, devrimin öldüğünü iddia etmeye cüret eden insanlar var!
Hayır, yoldaşlar, nerede milyonlarca köylü açlık çekiyor ve işçiler bir grev nedeniyle kurşunlanıyorsa, orada devrim, insanlığın utancı Rus Çarlığı dünya yüzünden kaybolasıya değin yaşayacaktır.
Ve bugün, 1 Mayıs günü biz şu ya da bu biçimde, mitinglerde, kitle toplantılarında veya gizli toplantılarda -en elverişlisi hangisi ise- Çarlık monarşisinin tamamen yıkılması için savaşacağımıza ant içtiğimizi, Rusya’nın kurtarıcısı gelen Rus devrimini selamladığımızı açıklamalıyız!
O halde gelin, yabancı ülkelerdeki yoldaşlarımıza elimizi uzatalım ve onlarla birlikte haykıralım:
Kahrolsun kapitalizm!
Yaşasın sosyalizm!
Rus devriminin bayrağını yükseltelim ve üzerine yazalım:
Kahrolsun Çarlık monarşisi!
Yaşasın Demokratik Cumhuriyet
Yoldaşlar! Bugün 1 Mayıs’ı kutluyoruz! Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın uluslararası Sosyal-Demokrasi!
Yaşasın Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi!
RSDİP Merkez Komitesi
(J. V. STALİN, Eserler, Cilt 2, Sayfa: 192-196)