§ Burjuvazi emperyalizmi aklıyor, revizyonist ve reformistler destek, veriyor
§ Emperyalizm önce ekonomik olarak şirinleştiriliyor.
§ AET karşıtlığından AET yanlılığına
§ Savaş koşullarında önemi artan emperyalizme karşı uyanıklığı yükseltelim
Ekim ayı ortalarında Dolmabahçe rıhtımına yine bir Amerikan uçak gemisi yanaştı. Körfezdeki savaş yığınağının malzemesi olarak kullanılan Saratoga’dan inen canlı malzemeler, Amerikan askerleri hızla İstanbul’un eğlence merkezlerine yöneldiler. İzine gelmişlerdi, tatil haklarıydı!
69’dan beri Amerikan gemileri rahatça limanlarımızı ziyaret ediyor. Önemli bir tepki görülmüyor. Bu, anti-emperyalist ruh ve tavırda, uyanıklıkta düşüşün göstergesi oluyor. Amerikalı denizciler 69’da İzmir’de kovalanmışlardı. 68’de ise İstanbul Dolmabahçe onlara dar gelmişti. Bu iki yığınsal gösteri gençliğin emperyalizme karşı uyanıklığının ve öfkesinin eyleme dökülmesiydi.
Özellikle Temmuz 68, 6. filoyu protesto gösterileri üzerine çok yazılıp konuşuldu. Tekrarlamakta yarar var. Bu gösteri devrimci radikalizmle barışçıl pasifizmin karşı karşıya gelişi ve ayrışmasında önemli bir dönemeç oluşturmuştu. Radikal devrimci gençler Deniz Gezmiş’in ardından Gümüşsuyu’ndan Dolmabahçe’ye koşarlarken TİP-TKP güruhu, başlarında H. Karadeniz, gençlerin önüne barikat kuruyorlardı. “Anarşistlerin tahriklerine kapılmayın” çağrıları yetersiz kalmış, barikat kurularak engelleme yapılmaya çalışılmıştı. O da parçalandı. Amerikan askerlerinden kaçamayanlar denize döküldüler, dayak yediler.
Geçtiğimiz Eylül’de ise birileri Dolmabahçe ruhunun peşine düşmüşlerdi. Belki geçmişin özeleştirisini yapmak istiyorlardı. Amerikan askerlerine karşı somut bir tutum ortaya koyma girişimi olarak küçümsemekten kaçınmak istiyoruz. Ancak iş komediye döndü. Eylemciler, eylemcilikten sürekli uzak durmuş olan Aydınlıkçıların SP’lileriydi. Devrimcilik gösterisi ve kolay propaganda peşine düşmüşlerdi. Geçmişlerini, pasifizmlerini unutturmak ve hatta geçmişleriyle birlikte kendilerini devrimci kamuoyunda meşrulaştırmak istemiş olmalıydılar. Ama geçmişlerinde 68 6. filo protestosunu gerçekleştiren gençlerin başını çekenleri “anarşist” olarak nitelemek ve göstericiler önünde barikat oluşturmak vardı. Aydınlıkçıların bugünkü teorisyenleri ve başyazarlarından Hasan Yalçın göstericiler önünde yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “İçimizden bazı anarşistler çıkıp sizleri aşırı hareketlere itmek isteyebilirler. Böylelerine iltifat etmeyin.” Ve sonra barikat kurmaya koşmuştu. Şimdi bu teorisyenin Aydınlık’ı Amerikan askeri dövüyor! Sevindirici bir gelişme sayılabilir. Üç dünyacılık ve Saddam destekçiliğiyle de yapılsa, bu, anti-emperyalist bir tutum alıştır. Bu tutumun içtenliğine inanalım mı? Özeleştiri mi sayılmalı? 2. Dünya dedikleri İngiliz, Fransız vb. emperyalistlerine verdikler destekler unutulmalı mı? NATO destekçiliğine, onun bir saldırı değil savunma kuruluşu olduğunu ve NATO’dan çıkılmaması gerektiğini, Amerikan emperyalizminin de saldırgan olmadığını savunmaya kadar varmış olduklarını yok mu saymalı? Bugün eğer anti-emperyalist uyanıklık körelmiş ve ruh gerilemişse, bunda Aydınlıkçıların cürümleri kadar katkılarını, suçlarını es mi geçmeli? Şimdilerde de gözleri Özal’dan başkasını görmeyip sınıf işbirliğini öğütleyen, ordu ve MİT propagandası yapan bu reformcuların tutumlarının anti-emperyalist içeriğine nasıl inanmalı? Yerli gericiliğe, tekelci burjuvazi ve onun temel kurumlarına karşı tutum almadan anti-emperyalist olunamaz.
SP eyleminin arsızca bir değerlendirmesi ise imzasız bir yazıyla Güneş’te yer aldı. Sözde SP ile dalga geçiyor yazı. Aslında içindeki emperyalizm yanlısı zehri kusuyor. “Geleneği yaşatmak” dedikleri de taammüden adam dövmek. Eskiden yapılmış şeylerin aynısını yapmaya çalışmak, bir geleneği yaşatmak sayılmaz herhalde. Bu olsa olsa, yeni durumlar, değişen dünya ve kavramlar karşısında yeni bir şey geliştirmeyip gelenekte yaşamak demektir.” .
Yazarın eski bir solcu olduğu anlaşılıyor. Böyleleri hep eski solcular arasından çıkar. Durumlar ve dünya değişmişmiş: Kavramlar değişmişmiş! Emperyalizm değişti, emperyalizmle ilişkiler değişti, artık barış kavramı, emperyalizmle işbirliği ve birlik, entegrasyon kavramı geçerli demeye getiriyor yazar. Bu, emperyalizm uşaklığının yüksek sesle ifade edilmesidir.
Gazete ve dergilerin, özellikle son yıllarda bu tür yazılarla dolu olduğu hatırlanınca anti-emperyalist uyanıklıktaki düşmenin bir nedeni anlaşılabiliyor.
Burjuvazi emperyalizmi aklama çabalarından hiçbir zaman vazgeçmemişti. Yabancı sermaye daima ilerletici, ülke ekonomisini kalkındırıcı bir faktör olarak sunulur, Sovyet tehdidine karşı, ülke çıkarlarının Amerikan ve Avrupalı emperyalistlerle birlik olmayı gerektirdiği propaganda edilirdi. Bu propaganda Özal’la birlikte dizginsizce geliştirildi. Özal dış kredi ve yardımları övünme vesilesi yaptı, Türkiye’nin itibarının yüksekliğinin göstergesi saydı. Depolitizasyon ve ekonomik faktörlerin her şey sayıldığı ve böyle gösterildiği koşullarda, bu propagandanın etkili olmadığı söylenemez. Ülkemiz insanları önce yabancı sermayeye alıştırıldı. Emperyalizm, ekonomi ve finans alanının dışına atıldı. Bunun izahı da yapıldı: Sermaye akışkandı ve zaten biz de bazı Arap ülkelerine sermaye ihraç etmiyor muyduk? Ekonomik açıdan tüm ülkeler birbirine bağlıydı. Bağımsız sayılabilecek ülke yoktu. Çünkü her ülkede, Amerika’da bile yabancı sermaye bulunuyordu. Öyleyse sermayenin emperyalizmle bir ilişkisi yoktu. Revizyonistlerin “karşılıklı bağımlılık” doktriniyle desteklenen bu burjuva propaganda, devrimci ve komünistlerin de dikkatlerini ülke içinde ve başta faşizme karşı mücadele alanında yoğunlaştırarak uluslararası sorunları ihmal etme zaafına düşmeleriyle önemli ölçüde tuttu. Emperyalizm siyasal ve askeri saldırganlıktan ibaret görülmeye başlandı.
İdeolojik kültürel alanda, zaten aydınımız önemli ölçüde Batı hayranlığı ve taklitçiliğiyle malûldü. Emperyalistler ve revizyonistlerin birlikte yürüttükleri “bilimsel-teknolojik devrim” propagandası, bilimin vatanı olmayacağı görüşüyle birleşerek, bilim, kültür ve teknoloji alanında emperyalizme karşı uyanıklığı zaten önceden körelmişti. Aydınlar Batı hayranlığını Tanzimat’tan beri yayıyorlardı ve bu son yıllarda iyice hızlandı. Bunda devletin özellikle televizyonla gerçekleştirdiği medya saldırısının önemi küçümsenemez.
Revizyonizm Kruşçev’den beri emperyalizmin niteliğinin değiştiği, emperyalizm koşullarında barışçı bir dünya kurulabileceği ve emperyalizmle işbirliği ve yarış içinde toplumsal ilerlemenin sağlanabileceği propagandası yapılıyordu. Türkiye’de bu propaganda uygulamalı olarak gerçekleştirildi. TİP-TKP’nin uzlaşmacılığı ve işbirliği, Aydınlıkçıların üç dünyacı Avrupacılık ve NATO’culuğu anti-emperyalist yönelişin önemli darbeler almasına yol açtı. Emperyalizmin siyasal bir olgu olmaktan da çıkarılma süreci başlamıştı. O artık, siyasal bir düşman olarak da görülmemeye başlanmıştı.
Anti-emperyalizmin siyasal bir olgu olmaktan da çıkarılması, asıl Eylül ve onun yarattığı moral bozukluğu ve dayanak, güç arama koşullarının da gündeme gelmesi. SB’nin Avrupa’ya karşı ılımlı tavrı, Çin ve üç dünyacıların Avrupa’yı müttefik görmeleri, yolu düzlemişti. Karabasan yıllarında aranan destekler ise hep Avrupa’dan geliyordu. Çeşitli Avrupa ülkeleri, kuşkusuz halklarının baskılarıyla, faşizm suçu, demokrasi yokluğu, idamlar vb. gibi nedenlerle Türkiye üzerinde yaptırımlara yöneldiler. AT’a giriş süreci durmadan ertelenerek uzatıldı. Krediler geciktirildi ve kesildi. Çeşitli konularda yoğun siyasal baskılar yöneltildi Türkiye’ye, mektup ve telgraflarla protestolarda bulunuldu, gözlemci ve denetleyici heyetler gelip gittiler. Avrupalı sendikal haklara sahip çıkıyor, idamlara karşı tavır alıyor, cezaevlerindeki yaşam koşullarının iyileştirilmesini istiyor ve bir an önce “demokrasi”ye geçilmesi için baskı yapıyordu. Başta revizyonistler ve sosyal demokratlar, Avrupa’nın şahsında bir demokrasi gücü görmeye başladılar. Sosyal demokratlar zaten Avrupa’ya özeniyorlardı, “demokratikliği” dolayısıyla iyiden iyiye Avrupacı kesildiler. Eylül öncesi Türkiye’nin emperyalist AT’ye katılmasına karşı çıkan sol, şimdi çoğunlukla, açık ya da örtülü olarak katılmayı savunuyor. Avrupa’nın şahsında emperyalizm siyasal saldırganlığını da yitiriyor, emperyalizm siyasal alanın da dışına itiliyordu. Artık Avrupa ülkeleri ve dolayısıyla emperyalizmle birlikte ve işbirliği halinde siyaset yapılabilirdi. Toplum, insanlarımız bu noktaya getirildiler. Emperyalizme karşı siyasal alanda da uyanıklık körelmeye yüz tuttu. Devrimci ve komünistlerin bu dönem pek faal olamamaları, dağınıklık ve tutsaklık koşullarında bulunmaları, bu körelmeye karşı mücadelenin güçlerini zaafa uğratmıştı. Emperyalist, revizyonist göz boyayıcılığa gereğince karşı konup, bu, anti-emperyalist uyanıklığa karşı saldırının püskürtülmesi başarılamadı.
Ve sonra Gorbaçov ve onunla birlikte açılan “barış” dönemi geldi. Ona göre, dünya ve çağ tümden değişikliğe uğramıştı. Arak emperyalizm-kapitalizm ve sınıf aynılıkları gibi ayrılıklar sona ermişti. İnsanlığın global çıkarları önemli ve tayin ediciydi, bu çıkarlar etrafında tüm insanlık birleşebilirdi ve birleşmeliydi. Nitekim Rusya, ABD ve Avrupa ile entegrasyona yöneldi. Emperyalizmin militarizmsiz olabileceği teorisi ciddi ciddi geliştirildi. Eskiden hiç olmazsa “savaş tekelleri”nin saldırganlığından söz ederdi revizyonistler, şimdi, militarizm de gündemden çıkarılıyor, emperyalizmin saldırganlığının sona erebileceği propaganda edilmiyordu. Doğrusu Reagan ve Bush ile Amerikan emperyalistleri de Gorbaçov’u eli boş bırakmadılar. Silahsızlanma antlaşmaları yapıldı, birkaç silah imha bile edildi, kalıcı dünya barışına varılıyordu! Nitekim duvarlar yıkılmakla kalmadı Doğu ve Batı Almanya birleşti. Artık sosyalist ve kapitalist ülkelerin birlikte kuracakları “Ortak Avrupa Evi”nin önünde pek bir engel kalmamıştı! Şimdi artık emperyalizm askeri alanın, silahlı saldın alanının da dışına atılmakta ve geriye emperyalizmden bir şey kalmamaktadır.
Körfez konusuna yaklaşımlar emperyalizmin askeri saldırganlıkta ve arındırılarak kavranıp propaganda edilmesine yeni örnekler sundu. Irak ve birkaç Arap ülkesi hariç tüm dünyada burjuvazi ve gericilik dünya barış cephesinin kurulduğunu ve Ortadoğu’ya barış götürüleceğini propaganda ediyordu. Barış silahlarla götürülecekti, ama olsun, sonuçta barış götürülecekti! Nüfus ayrılıklarıyla hemen tüm dünyanın Irak karşısında birleşmesi barış ve işbirliği yöneliminin gücünü ve bunun ne denli geri dönülmez bir süreç olduğunu gösteriyordu! .Artık emperyalizm savaşırken ve silahlarını şakırdatırken bile askeri bir saldırganlık içinde görülmüyordu. Emperyalizm artık tüketilmişti!
Evet, anti-emperyalist uyanıklık 20 yıl öncesine göre önemli ölçüde gerilemiştir. Ancak bunun nedenleri var. Saymaya çalıştık. Şimdi devrimci ve Marksistlere düşen 68’lerin anti-emperyalist mücadele ruhunu yeniden diriltmek ve bunun için engel oluşturan nedenlere karşı uzlaşmaz bir savaş açmaktır. Bu görev mutlaka başarılmalıdır.
Anti-emperyalist uyanışın vakit geçirilmeden önünün açılması gerekiyordu. Emperyalizmin bakısı yoğunlaştıkça kitlelerdeki anti-emperyalist tepki gelişecektir. Bunun doğru bir kanalda akmasını sağlamak, piyasayı dolduran emperyalizmi şirinleştirici görüşlerle mücadele ve onların zehirli etkilerini gidermekle başarılabilir. İleri unsurlar anti-emperyalizme kazanılmadan kitlelerde anti-emperyalist bilincin geliştirilmesini ummak olanaksızdır. Ve bu son derece gereklidir.
Bu özellikle Türkiye açısından gereklidir. Çünkü ülke yeni bir batağa sürüklenmektedir. Emperyalizmin planı, Türkiye’nin temel direklerinden biri olacağı yeni bir Ortadoğu düzeni ve onun güvenlik sistemini kurmaktır. Türkiye üzerinde özellikle Amerikan emperyalizminin planı uzun vadelidir. Ve çok yönlüdür. Sağlam bir üs ve karakol ihtiyacındaki ABD, Türkiye’deki gelişmekte olan sınıf mücadelesinin türlü güçler harekete geçirilerek bastırılmasından, bir Ortadoğu ülkesi olarak ülkenin dincileştirilmesi ve başka ülkelere müdahalelerle kullanılmasına kadar boyutlanan planlar yapmaktadır. Amerikan emperyalistlerinin Türkiye’deki bir devrime; gelişmeye seyirci kalacağı hiç sanılmamalıdır.
Sermayesi ve siyasetiyle, kültürü ve askeriyle emperyalizme karşı mücadelede geliştirilmeli, bunun için ne gerekiyorsa o yapılmalıdır.
Kasım 1990