Bağımsız kadın örgütlenmesinin bazı yönleri

Komünist Enternasyonal III. Kongresi, 1921 yılında hareketin içine çekilmemiş kadın kitlelerinin, kayıtsız-koşulsuz, sermayenin bir dayanağını ve karşı-devrimci propagandanın bir nesnesini oluşturduğunu saptıyordu. (1). Bu gerçek bugün için de geçerliliğini korumaktadır. 12 Eylül ile örgütsüzleştirilen halk yığınları içinde kadınlar, saldırılardan en çok nasibini alan kesimlerden biridir.12 Eylül faşist darbesi ve uzantısı siyasal yürütme organı, işçi, emekçi ve ev emekçisi kadın kitlelerini sermayenin dayanağı ve karşı-devrimci propagandanın nesnesi haline getirme noktasında her türlü aracı pervasızca kullanmıştır; kullanmaktadır. Burjuva siyasal partilerde bile kadın kolları kurulmasını yasaklamaktan, dinci-faşist propagandanın eğilim kurumlarından devlet dairelerine her alanda pompalanmasına; dinci-tarikatçı örgütlenmelere göz yumularak ya da desteklenerek, önemli bir kadın kitlesinin, bunların etkinlik alanı içinde yüzlerce yıllık uykularına yeniden gömülmesinin teşvik ve tazyikine; türban sorununun çarpık bir demokrasi ve özgürlük tartışması konusu yapılmasına kadar her türlü araç ve yolla işçi ve emekçi kadın kitlelerinin 12 Eylül öncesi uyanış ve örgütlenme eğilimi içindeki gelişimleri engellenmeye, dağıtılmaya ve unutturulmaya çalışılmıştır. Giderek, burjuva-kapitalist sistemin uysal köleleri olması istenen kadınları, bu doğrultuda biçimlendirmek, yönlendirmek için, bir yandan ‘papatya’ örgütleri ile sosyal yaşam içinde örnek kadın tipi ‘hayırsever’, ‘nikâh-sever’, “insan ve çocuk-sever’ imajlarıyla her gün TV’den sunularak işçi ve emekçi kadının bilinci çarpıtılmaya çalışılmıştır. Öte yandan yasal düzenlemelerle, kadın ve aile resmi düzeyde ele alınarak, kadın ve ailenin sorunlarına ve gelişimine sahip çıkılıyor propagandası yapılmakladır. 20 Nisan 1990 gün ve 422 saydı KHK ile “Türk kadının eğitim seviyesini yükseltmek, tarım, sanayi ve hizmetler kesiminde ekonomik hayata katılımını artırmak, sağlık, sosyal ve hukuki güvenliğini sağlamak ve böylece kadının statüsünü genel olarak geliştirmek üzere, eşitlik içinde, sosyal, ekonomik ve siyasi alanda hak ettiği statüyü kazandırmak…” iddiasıyla Kadın Statüsü ve Sorunları Başkanlığı kurulmuştur. Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı, toplumu ‘milli aile’lerden oluşan uysal bir sürüye dönüştürmeye soyunmuştur.
Bu gayretkeş ‘milli’liğin ve kutsal aile koruyuculuğunun ardında ise ‘kadın ‘ve ‘kadınlık’ kapitalist sömürü ve tüketimin her alanında, hiç bir ‘milli ‘değere bağlılık anımsanmaksızın bol bol, ‘cömertçe’ kullanılıyor. ‘Moda, eğlence ve reklâm sektörlerinin doğrudan malzemesinin ve amacının ‘kadın’ ve ‘kadınlık’ olması kadının ticari bir meta olarak pazarlanması, ‘kadın’ ve ‘kadınlığın’ kitlesel alım-satımının ülke tarihinde görülmemiş boyutlara varması ve legalite ve meşruiyet kazanması, milli ve İslami ahlakçı devlet politikası eli ile yapılıyor. Zamlar, hayat pahalılığı, savaş politikası bahanesi ile grevlerin ertelenmesi, işçi ücretlerinin düşük tutulması, baskı ve şiddetin dozunun her geçen gün artırılması; yaşamını sürdürmekte zorluk çeken kitlelerin muhalefetinin bastırılması, yine aynı ‘milli’ değerler ve ‘kutsal’ çıkarlar adına yapılıyor. Ekonomik ve siyasal bunalımın yükünün altında ezilen kitleler, kadını ve erkeğiyle sömürüye dur demenin çaresini kendiliğinden arar duruma geliyor.

‘Erkek egemenliği’ ve buna bağlı olarak ‘erkek egemen ideoloji’ ilkel komünal toplumdan geniş ölçekli tarım ve hayvancılığa; yaygın kabile komününden ayrı ayrı klanlara, geniş çiftçi ailelerine ve nihayet çekirdek aileye geçiş süreci ile başlayan ve gelişen bir süreç içinde ‘baba ailesi’nin toplumun temel birimi halinde klanın tümüyle yerini almasına koşut olarak gelişti, tikel komünal toplumdaki kolektivist ilişkiler, bu süreç içinde dağılarak, özel mülkiyete, aileye ve devlete dayalı bir sistem oluştu. Binlerce yılla ifade edilebilecek bu süreç içindeki değişim ve gelişmelerde ataerkinin özel mülkiyet ile başlayan egemenliği, bundan sonra da tüm özel mülkiyete dayalı sistemlerde, bu sistemle bütünleşen sınıfsal bir karakter kazandı. Yine aynı sürecin başında, ilkel komünal toplumda kamusal bir karakter taşıyan ev yönetimi, süreç içinde anaerkinin yıkılmasıyla kamusal niteliğini yitirerek, ataerkinin özel mülkiyetle bütünleşen üstünlüğü karşısında özel nitelikte, kadına özgülenen bir iş olma; kadın, kamusal çalışmanın dışına düşmekle, ev işleri ve çocuk doğurma ve bakımına özgülenmeye, iktisaden de erkeğe bağımlılaşma sürecine girdi. Çocuklar da tüm topluluğun birlikte bakıp büyüttüğü evlatları olmaktan çıkıp, erkek çocuklar babanın kendisine bırakacağı mirasla ekonomik gücün sahibi olarak üstün; kız çocuklar annenin yazgısını izleyerek, babaya veya kocaya bağımlı bir cinsin üyeleri oldular. Özel mülkiyet, tek eşli evlilik ve aileden oluşan yeni sitemin doğuşu ile birlikte kadınlar, tek tek evlerde yalnız bir eş ve ana olacak şekilde dağıldılar. Birlikte kolektif bir yaşamın içindeyken toplumsal bir güç oluşturuyorlardı; birbirlerinden yalıtılarak mutfağa kapatılıp, çocuk bakmakla sınırlandırılarak, güçsüzleştirildiler (2). Sistemle bütünleşerek kadınları cins olarak ezen bir konuma yükselen ataerki, erkek egemen ideoloji, bütün sınıflı toplumlarda varlığını sürdürmeye devam etti.
Kapitalizm, kendisiyle birlikte tüm sınıfların mezar kazıcısı olacak üretici güçleri, proletaryayı tarih sahnesine çıkardığında, kadınları da toplumsal üretimin içine yeniden çekti. Ancak, kapitalizm de ataerkini feodalizmden devralarak, aileyi temel üretim birimine dönüştürdüğünde, erkek egemen ideoloji, (ezen sınıfın ideolojisi olarak) burjuva ideolojisinin bir biçimi olarak ailede ve toplumda varlığım sürdürdü. Ta ki, tüm sınıfları ortadan kaldıracak olan proletarya, sosyalizmi kurarak, cinsler arasındaki eşitsizliğin koşullarını ortadan kaldırıncaya dek varlığını sürdürmeye devam edecek. Sosyalizm, cinsler arasında eşitliğin koşullarını yaratacak olmakla birlikte, diğer birçok çelişmeyi giderme süreci içinde, cinsler arası çelişki de sınıfsız topluma kadar -en azından teorik olarak- varlığını sürdürecek.
Bu çerçeve içinde bağımsız kadın örgütlenmesinin nedenlerine ve hedeflerine bakacak olursak;
– Kapitalizm, kadınları kitlesel olarak toplumsal üretime yeniden çekmekle birlikte, ikinci sömürü biçimi -başka birçok sömürü biçiminin yanında- erkek proleterle birlikte doğrudan kadını da çarkları arasında öğütmeye başladı. Artık kabile komünü için değil, kapitalist için çalışıyordu kadın. Erkek egemen toplumu ilişkileri ve değerlerinden kaynaklanan eşitsizliğine, ucuz işgücü olmasıyla erkek proletere rakip olarak çıkarılmasının yanında, ondan düşük ücret verilerek yaratılan eşitsizlik de ekleniyordu. Ev işleri, mutfak köleliği, çocuk bakımı gibi sorunlar da ona ait sorunlar olmaya devam ederek, eşitsizliği iki misli arttı. İşyerindeki sömürünün devamı olarak, onu daha da köleleştirici bir nitelik kazandı. Uykuya ayırdığının dışındaki bütün zamanı, kendisi için olmayan işlerle sadece yaşamını sürdürmeye yeten bir ücret karşılığında ve yaşamını sürdürebilmek için geçmeye başladı. Bu nedenle, işçi ve emekçi kadınlar diğer nedenlerle birlikte, kendilerini sorgulama, durumlarının nedenini araştırma, düzene başkaldırma bilinç ve eğilimi konusunda geri ve ağır bir seyir izlediler. Bu durum, bağımsız bir kadın örgütlenmesine gereksinim duyuran önemli bir gerçekliktir. Onların, kitlesel olarak durumlarının bilincine varmaları ve bundan kurtuluşun gereğini kavramaları, onları özel yol ve yöntemlerle mücadeleye kazanma ve kadınların bağımsız örgütünü yaratma süreci içinde mümkün olabilir. Ezilen kadınlara reva görülen bu koşulların kaynağı olan düzen, bu koşulların kaldırılması için verilecek mücadelenin hedefi olmak durumundadır. Bu nedenle bağımsız kadın örgütlenmesi düzeni hedefleyen bir mücadele perspektifini ve bugünkü aşamada anti-faşist bir mücadeleyi temel almak zorundadır.
-Kapitalist sistemin tüm diğer ilişki biçimleri, sınıfsal karşıtlıklar aynı kaldığı halde, onlara dokunmaksızın, onları hedeflemeksizin ‘erkek egemenliği’ne karşı verilecek mücadele, bütün sınıflı toplumlar boyu var olmuş bu egemenliğin ve tersinden baktığımızda kadının ikincil konumunun giderilmesi sonucunu doğuramayacaktır. Çünkü sistem, kendi var oluş biçimlerinden biri olarak erkek egemenliğini bünyesinde yeniden üretmiş ve toplumsal ilişkilerin örgütlenmesini bir yönüyle de bu temele dayandırmıştır. Erkek egemen ideoloji, bir düzen ideolojisi olarak, sınıfsal bir karakter kazanmıştır. Bu nedenle, kadının sömürülme biçimlerinden biri olan ‘erkek egemen toplumu’ ilişkilerinin yıkılması, sistemi hedefleyen bir mücadele ile olanaklıdır. Bunun yolu da -diğer örgütlenme ve mücadele biçimleri yanında- çifte sömürünün hedefi olan ezilen kadınların, bağımsız bir örgütlenme ile kitlesel bir güç olarak düzeni hedefleyen anti-faşist, anti-emperyalist bir mücadeleye girmeleridir. Örgütlenmenin kadın hakçılığı ile yetinmeyerek anti-faşist ve anti-emperyalist bir nitelik taşımasının gereği, doğrudan sömürünün kaynağı ve niteliğinden ileri gelir. Kadının cins olarak sömürülüşü Sınıfsal bir karakter taşıdığından ona karşı mücadele de cinsel eşitsizliği sınıfsal eşitsizlikle bütünleştiren düzene yönelmek zorundadır.
– Bağımsız kadın örgütlenmesi, emekçi kadınlara dayanmalı; düzenle çelişmesi olan tüm sınıf ve tabakalardan kadınları kucaklaman; bunun yaraşıra nesnel bakımdan düzene muhalif olan Marksist kadın çevrelerinden feministlere kadar bütün kadın çevreleri bağımsız kadın örgütlenmesinin alanı içinde olmalıdır. Bağımsız kadın örgütü bu çevreleri birleştirerek, uyanış ve mücadele eğilimlerini düzene karşı mücadeleye yöneltmeyi hedeflemelidir. Bu çevreler, kadın hakçılığı ve salt erkek egemen ideolojiye karşı mücadelenin kadını bağımlılıktan kurtaramayacağını, kadın kitlelerini eşit ve özgür kılamayacağını mücadele deneyleri içinde görecek ve düzene karşı mücadeleye yönelecek potansiyeli taşımaktadırlar. “… Sermayenin ve özel mülkiyetin iktidarı sürdüğü sürece kadının erkeğe bağımlılıktan kurtuluşu, ancak kendi mülkiyeti, kendi kazancı üzerinde tasarrufta bulunma ve erkekle eşit olarak çocukların kaderini tayin hakkının ötesine geçemez.” (3). Elbette mülkiyeti ve yeterli kazancı varsa! İşte bunu mücadele içinde kavrayacak kadınları örgütlenme alanı dışında tutmak amaca hizmet etmeyeceği gibi mücadelenin gücünü de böler. Bağımsız kadın örgütlenmesi, tüm mücadele potansiyeli taşıyan kadınları kitlesel bir güç, örgütlü bir güç olarak mücadeleye çekmek amacını güder. Bu bakış doğrultusunda işçi ve emekçi, ev emekçisi kadın kitlelerinin üretim ve mücadele alanları temelinden doğacak bir iskelet üzerinde merkezi bir örgütlenmesini yaratmayı amaçlar. Onları anti-faşist, anti-emperyalist bir mücadele platformunda kazanılacak düzen içi haklarla birlikte tam kurtuluşlarını, gerçek özgürlük ve eşitliklerini sağlayacak sosyalizm mücadelesine uzanan mücadeleye çekmeyi amaçlar. Ekonomik, sosyal, siyasal haklar için mücadeleyi düzene karşı mücadele ve sosyalizm mücadelesinin kaldıracı kılma perspektifi taşır.
– Geleceğin sorunu olsa bile, kaynağı ve niteliklerini belirtmeye çalıştığımız kadın mücadelesi, sosyalizm koşullarında da varlığını sürdürür. Daha önce de belirtildiği gibi, sosyalizm, kadının gerçek kurtuluşu, tam eşitlik ve özgürlüğü için gerekli koşulları sağlar. Başka bir deyişle, kadının gerçek kurtuluşunun önündeki ekonomik, sosyal ve siyasal engelleri kaldırır. Ancak bununla birlikte sosyalizm, kadının kurtuluş için sihirli değnek değildir. Sosyalizm -yaşanan örneklerinin gösterdiği gibi- sınıfsız topluma varma yolunda, insanın -tabii ki kadının da- tam kurtuluşunu sağlama yolunda kesintisiz ve zorlu bir mücadele olmak zorundadır. Bunun başarılması da ideolojik, siyasi ve toplumsal mücadelenin, yeni koşullar altında alacağı biçimlerle sürdürülmesini zorunlu kılar. Eski toplumdan farklı olarak, işçi ve emekçi kitlelere bunun olanaklarını sağlar. Bu anlamda kadınların eşitlik ve özgürlük mücadeleleri de yeni olanaklarla sürecektir; sürmek zorundadır. Bugün kadının özgül işleri ve sorunları olan ev işleri, mutfak, çocuk bakımı gibi sorunların, sosyalizmin iktidarında kadının özgül işleri olmaktan tonlumun kolektif olarak çözmek zorunda olduğu işler durumuna geçmesi, kadının sosyal ve toplumsal yaşama etkin katılımı için maddi temel yaratır. Tam hak eşitliği gerçek içeriğine kavuşur. Ancak, gerçek eşitlik ve özgürlük için daha bir dizi sorunun çözümlenmesi, bu anlamda mücadele verilmesi gerekir.
Neden kadınlar için özel çalışma ve neden kadınların özel örgütlenmesi?
Burjuvazi kendisi için tehlike potansiyeli taşıdığını gördüğü her kesime karşı amansız bir baskının ve onları düzene prangalamanın her gün yeni araçlarını üretiyor. Değindiğimiz gibi, kadınları da ‘özel’ ilgi alanı içinde sermayenin dayanağı olarak tutmaya, bunun araçlarım yaratmaya çalışıyor. ‘Papatya’ örgütlerini, burjuva kadın hakçılığını teşvik ediyor. ‘Milli aile’ demagojisi ile kadınların öngörülen düzene uygun, uysal köleler olarak yönlenme ve yapılanmaları için kurumlar oluşturuyor. Yasalarıyla, kurumlarıyla toplumsal ilişkileriyle kadın için ayrı, erkek için ayrı ahlak anlayışı ile cinsler arası eşitsizliği kadının daha çok ezilmesi, aşağılanması ve hak yoksunluğu temelinde pompalıyor. Bunu da kadının ve ailenin sorunlarına sahip çıkıyor görüntüsü altında sunuyor. Kadın kitleleri, bu ikiyüzlü politikanın sonuçlarını ağır bir şekilde yaşıyor. Anaerkil ailenin yıkılması ve ev yönetiminin toplumsal niteliğini yitirmesiyle başlayan binlerce yıllık ikinci cins olma koşullanması ve ev köleliği, bu ikiyüzlü burjuva politikalarla kalıcılaştırılmaya çalışılırken, kadını da işyeri, mutfak ve çocuk bakımı arasında geçen bir kısır döngüye hapsediyor. Bunun köleleştirici etkisini kadın erkeğe nazaran daha yoğun ve katmerli. Sonuçları, toplumsal ve sosyal yaşamın içinde erkekten daha geride kalmak biçiminde kendini gösteriyor. Erkek egemen toplumsal değerler ve emperyalist-burjuva kültürün saldırısı altında kişiliksizleştirilme bu olguları pekiştiriyor. Erkekle eşitsizliğin ve toplumsal yaşamın gerisinde edilgen kalmanın koşullarını düzen, ekonomik, toplumsal ve sosyal temelleriyle devraldığı cinsel ve sınıfsal eşitsizlik mirası üzerinde yükseltiyor. Bu nedenlerle, işçi ve emekçi, ev emekçisi kadınların, onları ekonomik, toplumsal ve sosyal ilişki ve kurumlarla köleleştiren; sadece erkekle eşitsiz değil, aynı temeller üzerinde sömürünün birçok biçiminin de aracı kılan düzene karşı mücadeleye katılmaları, bunun için bağımsız bir hareket yaratmaları özel bir çalışma ve örgütlenme gerektiriyor.
Kadının asli ve özel işleri olan ev, mutfak ve çocuk bakımı, kapitalist sömürünün iş saatlerinden sonraki uzantısı olarak kadın için daha ağır bir yük getirirken, çalışan kadının işinde, önüne engelleyici etkenler olarak çıkıyor. Çarpıcı bir şekilde yaşanan çocuk bakımı sorunu, kapitalistlerin kimi işyerleri düzeyinde” çözerken” bile mücadele sonucu verdikleri bir hizmet oluyor. Kadınlara aynı iş için erkekten daha düşük ücret, onların cinsiyeti ileri sürülerek, meşru gösteriliyor. Ana olmasından dolayı korunması gereken, çocuğunu emzirmek için iş saatleri içinde zaman ayırması gereken kadına çoğu işlerde ve işyerlerinde böyle bir hak tanınmıyor. Hatta işsizliğin yaygınlığının verdiği avantajla işveren, işe alırken bu konuda baştan koşul getiriyor. Hamile kadınlar işten atılabiliyor. Tüm bunlar kadının asli ve özel iş ve sorunları olarak görüldüğü için, hem burjuva ideolojisinin kar amacına bağlı anlayışının işçi ve emekçi İadelerdeki etkinliği, sınıf bilinci ile sınıf çıkarları için mücadele deneylerinin cılızlığı, hem de burjuva sendika anlayışının etkinliği ve en önemlisi proleter bir kadın hareketi geleneğinin olmaması nedeniyle henüz sınıf talebi olarak gündeme getirilmiyor. Ancak, gelinen noktada bu sorunların hem işçi ve emekçi kadınların güncel sorunları olarak, hem de onları eve ve düzene zincirleyen, köleleştiren toplumsal sorunlar olarak ele alınması, öncelikle kadınların kendi sorunları olarak bunlara sahip çıkmalarından geçiyor. Bunun sağlanması kadınlar içinde özel çalışma ve onların bağımsız örgütünün yaratılmasını dayatıyor.
Kadın hareketinin ve örgütlenmesinin bağımsızlığı ne anlama geliyor?
Kadın hareketinin bağımsızlığı, bağımsız kadın örgütlenmesi, ‘kadıncı’ bir anlayışla örgütlenme ve mücadele etmek değil. Sadece kadın haklarıyla uğraşan bir örgüt ve mücadele değil Ya da erkek egemenliğine karşı, sınıf bakışından yoksun bir mücadele de değil. Nasıl ki kadın sorunu Marksistler için proleter, emekçi ve ev emekçisi kadınların sorunu olarak anlaşılabilirce, kadının mücadelesi ve örgütlenmesi de bu çerçevede bir anlam ve yaşam bulabilir. Bunun nedenlerine yukarda değinmeye çalıştık. Kadının eşitliğinin ve özgürlüğünün önündeki engelin erkek cinsi değil, kapitalist özel mülkiyete dayalı düzen olduğu, düzenin yeniden tahkim ederek yaşatmaya çalıştığı kurumlar, kurallar, ekonomik, toplumsal ve sosyal ilişkiler olduğu kısaca belirtildi. İşte kadın, bu şekilde düzene ekonomik, toplumsal ve sosyal ilişkiler ağı içinde; onu ağır ve ezici koşullar altında ikili bir baskı ve sömürüyle, hem cins olarak, hem sınıf olarak ezen ve bağlayan bağlardan da, tüm bunlara karşı mücadele etmek perspektifi ile yaklaştığında kurtulmanın koşullarını yaratabilir.
Kadının bağımsız mücadelesi, işte, düzenin ona ekstradan yıktığı yüklerle birlikte, devralınan cinsel ve sınıfsal eşitsizliklerin tümden kaldırılmasını; bunu hedefleyen proletaryanın demokrasi mücadelesi ile bağlantılı ve bunun bilincini taşıyan bir mücadele anlayışım ifade eder. Bu mücadeleyi, iççi, emekçi ve ev emekçisi kadınların örgütlü kitlesel bir gücü olarak da yürütmesi gereğine dayanır. Kuşkusuz bu, kadının üretimdeki yerinden bağımsız olmayacaktır. İşçi ve emekçi kadın kitlelerinin kendi alanlarındaki mesleki örgütlenme ve mücadeleleri içinden çıkacak bir örgütlenmeye yaşlanacaktır. Bu anlamda sınıf çıkarlarından bağımsız olmayacaktır. İşçi ve emekçi kadın kitlelerinin kendi alanlarındaki güncel sorunlarına sahip çıkma ve doğru mücadele anlayıştan ile pratik çözüm önerileri temelinde kitlesel bir karakter kazanabilecektir. Örgütlenmenin bağımsızlığı, işçi ve emekçi kadınları kendi alanlarındaki ekonomik ve siyasal örgütlerinden ve mücadelelerinden koparmak hedefi taşımaz. Aksine, bu mücadeleyle birlikte, ezilen kadın kitlelerini, anti-faşist, anti-emperyalist mücadele platformunda kitlesel bir güç olarak birleştirmek amacım taşır.
Kadınların bağımsız örgütü nasıl yaratılacak?
Uyanış içine giren işçi ve emekçi kadınlar, savaşa karşı gösterilerde, grevlerde, memurların sendikal mücadelesi içinde yer alıyorlar. Sınıfsal çelişkilerin burjuvazinin savaş politikalarıyla iyice derinleştiği, düzene karşı hoşnutsuzluğun işçi ve emekçi kitlelerde arttığı günümüz koşullarında, kadınların mücadele içine çekilmesi büyük önem taşıyor. Tepkilerini kendiliğinden hareketler içinde ifade etmekten geri durmayan kadın kitlelerinin büyük ölçüde örgütsüz olduğu bilinen bir durumdur. Türkiye’de 19 milyon 400 bin civarındaki çalışan kesimden 7 milyon 400 bininin kadın olduğu halde, bunun 250 bininin sendikalı olması (4) bunun göstergesidir. Çalışan kadın toplamından yaklaşık 6 milyon kadın, tarım, orman, balıkçılık ve avcılık (5) ile uğraşan kategori içinde yer almaktadır. Bu sayının ezici çoğunluğunun tarım kesiminden ve yine çoğunluğunun ücretsiz çalışan emekçiler olduğu tahmin edilebilir. Geriye kalan yaklaşık bir milyonu aşkın çalışan kadından dörtte üçünün sendikasız olduğu anlaşılmaktadır.
Rakamlar, örgütlenme mücadelesinin ilk adımının, işçi ve emekçi kadınları alanlarındaki sendika veya meslek örgütlerinde örgütlenmeye çağırmak olması gerektiğini gösteriyor. Bu alanda, yakın bir geçmişte sendikal örgütlenme yoluna giren memurlar olumlu bir adım oluşturuyor, işçi ve emekçi kadınların çalıştıkları alanlardaki örgütlenme mücadelelerine ve mevcut örgütlere (sendika, meslek örgütü vb.) katılımının mutlaka sağlanması önem taşıyor. Mevcut sendikalara üye kadınların, bu örgütlerde genellikle atıl bir durumda oldukları biliniyor. Onların sınıf örgütü olan sendikalardaki çalışmalara ve mücadeleye katılımının güncel sorunları temelinde etkinlik kazanabileceği dikkate alınırsa, mücadeleye duyarsız kalmayacakları açıktır. Bu nedenle, kadın işçi ve emekçilere, kendi sorunlarına, davalarına ilişkin güncel taleplerle, günlük sınıf mücadelesinin akışı içinde onları her adımda mücadeleye kazanma perspektifi ile yaklaşmak; bunun için özel politikalar, özel yöntemler üretmek önem taşıyor. Onların sendika ve meslek örgütlerine girmeleri, buralardaki mücadeleye katılmaları için özel propaganda ve ajitasyonun yanında, bağımsız bir kadın örgütü yaratmanın da adımı atılabilir. Kadın işçilerin ağırlıkla çalıştığı sanayi sektörleri, sadece kadınların çalıştığı sektör ve işletmeler, hem sendikal mücadele hem de bağımsız kadın örgütünün temeli ve organı olarak örgütlenmeye önemli bir dayanak noktasıdır. Emekçi kadınların örgütlendiği diğer kitle örgütleri de bağımsız kadın örgütlenmesinin doğal alanı içindedir. Bu örgütler içinde bağımsız kadın örgütünün kurulmasının gereğine ve önemine yönelik çalışmalar yapmak, örgütlülüğün ve mücadelenin gereğini kavramı, kadın, erkek bütün devrimcilerin görevi olmalıdır. Aynı şekilde, işyerleri, sendikalar ve meslek örgütlerinde kadınların özgül talep ve sorunlarına eğilen kadın bölüm, grup ve komisyonları oluşturulabilir. Bunun bir adımı olarak sendika işyeri örgütleri ve şubeleri, işçi kadınların talepleri ve sorunları için mücadeleye zorlanabilir. Eşit işe eşit ücret, iş güvenliği, kadın ve ana sağlığı, çocuk bakımı ve kreş vs. talepler konusunda mücadele için kadın bölüm ve gruplarının oluşturulması örgütlenme mücadelesine ivme kazandıracaktır. İşçi sınıfının güncel sorunları ile işçi ve emekçi kadınların buna denk düşen özgül sorunlarını, birleşik bir mücadelenin birbirine bağlı halkaları halinde güçlendirmek zorunludur. Bağımsız kadın hareketi, böyle bir mücadelenin ve örgütlenme uğraşının temeli üzerinde yükselebilir.
Mesleki ve sendikal örgütlerde ve örgütlenme çalışmalarında, kadın işçi ve emekçilerin örgütlerin tüm organlarında ve mücadelesinde, eşit hak ve yükümlülükle çalışmasına fırsat ve yer vermek, onları teşvik etmek, kendilerine güven duyma ve inisiyatif kazanma yolunu açmak gerekiyor. Hatta ‘erkek egemen toplumu’ değerlerinin toplumumuzdaki etkinliği dikkate alınırsa, buna özel önem vermek gerekiyor. Kadınların kendilerine güven duyan, mücadeleci bir kişilik kazanmaları, toplumun kurtuluşu ile birlikte, kendi kurtuluşları için mücadele deneyine basamak olacak bu çalışmalara cesaretle ve muhtemel güçlüklerden yılmadan katılmaları gerekiyor. Lenin, “İşçi kadınların özgürlüğe kavuşmaları, bizzat kendi davaları olmalıdır.” (6) diyor.
Mücadele potansiyeli içinde olan kadın kitleleri, kurtuluşlarının işçi sınıfının kurtuluşu ile birlikte olduğunun somut sorunlar ve olaylarla birleştirilecek propaganda ve ajitasyonuna ilgisiz kalmayacaklardır. İleri işçi ve komünistlerin bağımsız kadın örgütünü yaratma sorununu ikincil bir sorun olarak ya da ‘kadınların sorunu’ olarak görmemeleri, kendi alanlarındaki işçi ve emekçi kadınları örgütlenme ve mücadeleye kazanmaya çalışmaları gerekiyor. Kadınların kendi davalarına sahip çıkmalarının yolu, bunun gereğini kavramalarından geçiyor. Onları meslek örgütü ve sendikalardaki çalışmalarda desteklemek, görev ve sorumluluk almaları için teşvik etmek, yönetim organlarına ve diğer organlara seçilmeleri için çalışmak; burjuva sendikal anlayışlara, burjuva-feodal yaklaşımlara karşı kadınlarla birlikte mücadele etmek, başlangıçta üzerinde durulması gereken noktalardır.
Bağımsız kadın örgütünü yaratmak, kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelelerinde önemli bir araç yaratmaktır. Özgürlüğünü ve kurtuluşunu proletaryanın kurtuluşunda gören işçi ve emekçi kadın kitlelerinin böyle bir araca, kendi davalarına hizmet edecek bir araca sahip; çıkmamaları düşünülemez. Sorun, işçi ve emekçi kadın kitlelerinin bağımsız örgütlenmesini, proletaryanın güncel bir sorunu olarak ele almak, onların örgütlenmelerine fiili yardım ve katkılarda bulunmaktır. Elbette bu öncelikle, sınıf bilinçli işçi ve emekçilerin -kadın erkek- bizzat çalışmalarını, bu örgütlenmenin yaratılmasını güncel bir hedef olarak belirlemelerini gerekli kılar. Yalnız proletaryanın öncü partisinin çevresindeki kadınlara değil, tüm işçi, emekçi ve ev emekçisi kadınlara yönelmek; bunları kucaklayacak bir kitleselliği hedeflemek, proletarya ile birlikte kadınları da köleleştiren ekonomik ve toplumsal zincirlerinden kurtaracak mücadeleye onları kazanmak perspektifinin doğal sonucudur. Bağımsız kadın örgütlenmesi, bunun önemli bir kaldıracı olmalıdır. Çünkü “…kadınların ya tamamen özgür ve eşit haklı olmaları veya gelecekte de onların çoğunluğunun sınıfsal baskı ve aile eşitsizliği gibi iki yönlü bir esaret altında kalmaları söz konusudur…” (7). İşçi ve emekçi kadın kitleleri, sınıf bilinci ile donandıkça, kendi esaretlerine sessiz kalmayacaklar, bunu kırmak için mücadele yoluna gireceklerdir. Daha bugünden girmektedirler. Kürt kadınları ve Zonguldak kadınları, bunun ipuçlarını vermiştir.
İşçi ve emekçi kadın kitlelerinin bağımsız örgütlenmesi, onların sendika ve mesleki örgütlerinde örgütlenmelerini dışlamayacağı gibi -yineleyelim- buralardaki örgütlenme çalışmaları ve mücadeleleri ile sıkı bir etkileşimi gerekli kılar. Aynı şekilde, onların sınıfın öncü partisinde örgütlenmelerini de hızlandırır. Zira bağımsız kadın hareketi, proletaryanın demokrasi mücadelesi ile bağlantılı olduğu oranda, ezilen kadın kitlelerinin ekonomik ve toplumsal zincirlerinden kurtulmalarının bilinci ile mücadele saflarına katılmalarına hizmet eder. Bu şekilde işyeri, sendikalar ve meslek örgütlerinde, kitle ve gençlik örgütlerinin kadın bölüm veya büroları temelinde köklerini üretim alanları ve toplumsal yaşamın içinden yaratılacak organ ve örgütlenmelere dayandıracak bağımsız kadın örgütlenmesinin süreç içinde merkezileşmesi, devrim için potansiyel olan ezilen kadın kitlelerini, burjuvazinin karşısında örgütlü bir güç durumuna getirir, örgütlü gücün yenilmezliğini, mücadelelerinin içinde kavrayacak ezilen kadın kitleleri “sermayenin dayanağı ve karşı-devrimci propagandanın nesnesi ” olmaktan çıkıp, devrim ve sosyalizmin önemli bir gücü olma yoluna girecektir. Bu nedenle, onların mücadele içine çekilmesinin ilk adımı olan örgütlenme mücadeleleri, kendi kurtuluşlarının olduğu kadar, proletaryanın da güncel bir sorunudur.

Dipnotlar

(1) Klara Zelkin, Kadın Sorunu Üzerine, Inter Yyn.j.l 19-120.
(2) Evelyn Reed, Kadın Özgürlüğünün Sorunları, Yazın Yyn.,1985, l.Basun’dan ve Özgürlük Dünyası, Mart 1990, sayı ü’de İlhan S Durmaz,’ Kadının Kurtuluşu ve Feminizmin Açmazı başlıklı yazılardan yararlanıldı.
(3) Dipnot (1 )’de age., s.120
(4) Özgürlük Dünyası,Temmuz 1990, sayı 21, Ücretli İstihdam İçinde Kadının Durumu ve Sorunları’başhkh yazı; Güneş Gazetesi, 132.1991, s3, ‘Kadın İşçiye Kölelik Ücreti’ başlıklı yazı. ‘
(5) Genel Nüfus Say ımıflüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, 20.10.1985,TC Devlet İstatistik Enstitüsü, ‘Analiz Tabloları’.
(6) Klara Zelkin, Lenin’in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri,   Sorun Yyn.,Kasım 1979,2Baskı, s25.
(7) Dipnot (6)’da age., s.25.kk

Sendikalar ve Kadın

Özel mülkiyete, sömürüye dayalı sistem ve onun şekillendirdiği toplum yapısı işçileri emekçileri emeğine, ürettiği nesneye, kendilerine, birbirlerine karşı yabancılaştırdı. Ama kadını iki kez yabancılaştırdı. Kadını defalarca kuşattı.
Cins esasına göre işbölümünün ortaya çıkmasından bu yana, erkek cinsi ezilen sınıfın diğer bir cinsi, kadın üzerinde egemen oldu. Cinsler arası var olan yapay çelişkiyi maddileştirdi. Yaşamın bütünü içinde iki cinse ayrı ayrı roller yükledi.
Yüzyıllar boyunca kadın ve kadın sorunu, ezenler için de ezilenler için de hemen her fırsatta güncelliğini ve önemini korumuştur. Ezen sınıflar ezilen sınıfı kendi içinde bölerek, parçalayarak kendini korumak, geliştirmek, mutlak hâkimiyetini sürdürme politikaları üzerinde var olmuştur. Kadım köle olan toplumun erkeğinin de özgür olamayacağı gerçeği kadın sorununu ezilen sınıfın özgürlük mücadelesinin gelişimi ve zaferi açısından daha fazla önemini koruyor. Kadın sorununun: kapsamının genişliği göz önüne alındığından, bu yazıda sorunun yalnızca bir parçası olan işçi ve emekçi kadınların mesleki örgütleri sendikalarda ve sendikal yaşamda kadının durumuna değineceğiz.
Türkiye’de biçimi ve türü bazı faktörlere göre değişiklik gösterse de kadının ekonomik-siyasi-kültürel yaşamın her evresinde diğer cinsle eşit olmayan edilgen, ezilen ikincil cins olma konumu kadın işçilerin mesleki ve sınıf örgütleri sendikalarda da acımasızca sürüyor.
İşçi kadının, evde, işyerinde, sendikal yaşamdaki sorunlarının ağırlığı ve çeşitliliği karşısında mevcut sistemin sınırlan içinde elde edebileceği haklar için bile, sendikal alandaki duyarsızlık, ilgisizlik, kadının var olduğu tüm alanlardaki olumsuz konumundan bağımsız değildir.
Sendikalarda kadının örgütlenmesi, örgütlenmesi ile birlikte sınıf ve kendi özgül sorunlarını kavrama çözüm üretebilmesi için eğitimi ve sorunlarının çözümü için erkek işçi kardeşleriyle birlikte aktif çalışma, giderek de sendika yönetim kademelerinde söz sahibi olması sendikal yaşama damgasını vuran sınıf uzlaşmacı bürokratik sendikal anlayış ve politikalarla mümkün mü?
Türkiye’de 19 milyon 400 bin civarındaki faal nüfus içinden yalnızca 7 milyon 400 binini kadınların oluşturduğu, bu ücretli toplum nüfusun 2 milyonu TÜRK-İŞ’te olmak üzere 2 milyon 200 bininin sendikalarda örgütlü olduğu ve kadınlarında 250-300 bininin sendikalı: olduğu gerçekleri (bu sayısal veriler savaş nedeniyle sendikasız işçi sayısının artıracak bir biçimde işten yoğun çıkarmalarla değişmekte) göz önüne alındığında, sermayenin sendikalaşma ve sendikal çalışmanın önüne koyduğu engellerin yanı sıra, sendikaların niteliği hakkında da yeterli sayısal veriler ortaya çıkıyor. Türkiye’de en büyük işçi konfederasyonu olan TÜRK-İŞ’in 32 sendikasının bazı iş kollarında -Gıda, tekstil, bankacılık, büro hizmetleri vs de- kadın erkek işçi sayısı birbirine eşit ya da kadın ağırlıklı işçi çalıştığı halde, kadın üye sayısı bu denli düşüktür. Öyle ki Türkiye’de örgütlenebilecek ücretli çalışan 1,5 milyon kadın işçiden 300 bininin örgütlü olması, TÜRK-İŞ’in, bir bütün olarak sendikal mücadelede, işçi sınıfına yönelik diğer büyük günahları dikkate alınırsa, kadın işçilere yönelik örgütlenme çalışmasının niceliksel ve niteliksel geriliğinin fazla şaşılacak bir yanı da yoktur.
İşçi ve emekçi kadınların sınıf içindeki oram son yıllarda önemli bir artış göstermesine, bazı sektörlerde ucuz işgücü dolayısıyla özellikle tercih edilmesine karşın, sendikal örgütlerde kadın işçi oranının ne denli düşük olduğunu yukarıdaki rakamlar veriyor. Bugün işçi ve emekçi kadınlar sendikal alanda örgütsüz durumdadırlar demek abartma olmaz. Örgütlü olan az sayıdaki kadın işçi sendikalarına yabancı, TİS’den TİS’e genel işçi toplantıları için belki sendikalarına uğramışlardır. Ki bu tür toplantılar az sayıdaki sendikalarda yapılır. Hem sendikaların kadınları sendikal yaşama katma konusundaki duyarsızlıkları, hem de kadınların mevcut durumlarından ötürü, ekonomik çıkarları için bile, bu tür toplantılara katılan kadın sayısı parmakla sayılacak kadardır. Sendika Genel Kurullarında temsil olmamaları bir yana örgütlü kadın işçiler sendikaların kongrelerinde izleyici bile olamadılar. Genellikle grevden greve, grev önlüğü giyerek, kadınlar sendikal yaşama katılıyorlar.
İşçi kadının sendika dışında olmasının nedenini öncelikle kadınların mücadele isteksizliğinde, edilgenliğinde değil sınıf bilinci olmayan kadın ve erkekler için yadsınacak nedenler olmasa da- esas olarak mevcut sınıf uzlaşmacı sendikal bürokratizmin işçilerin emekçilerin, ezilen cinsin ve ezilen ulusun daha da ezilmesi üzerine oturttuğu anlayış ve politikalarda aramak gerekir. Kadınların son yıllarda eylemlere katılım oranları ve kararlılıkları bunun kanıtıdır: ‘89 Bahar eylemlerinde, tek tek grev ve direnişlerde, köylülerin tütün taban fiyatı direnişinde, ulusal baskıya karşı mücadele ve direnişlerde, son olarak da Zonguldak grevi, direniş ve yürüyüşünde, kadınlar taşıdıktan mücadele potansiyelini ortaya koydular. Yalnızca mücadele potansiyellerini ortaya sermekle kalmadılar. Sınıfın ve kadınların gerçek kurtuluşunun zorlu yoluna da adımlarını attılar.
Kadın işçilerin örgütsüzlüğü, örgütlü olan kesiminin de sendikal yaşama yalnızca aidatlarını ödeyerek katılmalarının nedeni, esas olarak mevcut sendikal anlayıştır. Ama^ mevcut sendikal anlayışın kadın işçiler üzerinde daha etkili olması, rastlantısal değildir.
Kadın, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren, sistemin, onu kuşatan, düşünen üreten, yaratıcı, karar veren, uygulayan bir birey olmasmı engelleyen, kadını insan olarak yok sayan ideolojinin toplumsal boyutlarda, yalnızca erkeklerde oluşturduğu egemen düşünce ve alışkanlıklarla kadını köleleştirmiyor. Kadınlarda da mevcut sistemin yarattığı kadına bakış açısı mevcut kadın psikolojisi olarak yansıyor. Sistemin egemen kadın ideolojisi kadında kendini yeniden üretiyor. Örneğin: İşyerinde işverenin, erkek işçilerin kuşatmasını yararak temsilci olabilen bir kadın işçiyi, evde yapılacak yemek, eve geç kalma hatta küfür, dayak telaşı toplantı içinde iken bile sarabiliyor. Aile yaşamındaki bireylerin gelişkinlik durumuna göre pratik olarak bu tür sorunları aşmış bile olsa, bu kez, toplantıdan geç çıkarsa toplumsal baskının bir ifadesi olarak yolda karşılaşabileceği sarkıntılık vs. ürkütebiliyor. Yine, toplumdaki kadına yönelik anlayışlardan kendini “arındırmış” kadın ve erkeğin birlikte yoğun çalıştığı bir evde, uzun zamandır yıkanmamış perdelerin yıkanmasının gerekliliği öncelikle kadının aklına gelir. Erkeğin aklına gelse de işine gelmez. Çünkü çocukluktan itibaren iki cinse de evin pisliğinin temizliğinin sorumlusu olarak kadın gösterilmiştir vs. Onun için de işçi kadınların sendikalarında örgütlenmeleri çalışması daha sabırlı daha inatçı ve programlı olmalıdır.
Kadınlar kendi kafalarında yer ettirilmiş olan mevcut kadın düşüncesini kırdıkça örgütlerini tanıyacak mücadele isteği duyacaklardır. Diğer taraftan sınıf bilinçli kadın ve erkek işçilerin sendikalarını kadın konusunda duyarlı hale gelmeleri için zorladıkça, sendikalar kadın işçilerine sahip çıktıkça, örgütlendikçe, kafalarındaki uysal, edilgen bu toplumun istediği kadın tipi daha çabuk yıkılacaktır. Onun için de kadınları örgütleme ve mücadeleye katma aşamasında kadınlar için sendikaları özel düzenlemeler yapmaya zorlamalıdır. Örneğin: eğitim saatlerini mesai saatleri içinde işverenden sendikanın ücretli izin olarak sağlaması gibi. Seminerler sonrası kadın işçilerin evlerine ulaşım sorunlarını çözümlemeleri gibi önlemler çoğaltılabilir.
Kadın işçilerin mesleki ve sınıf örgütleri sendikalarında örgütlenmeleri ve sendikal mücadelede etkin yerlerini alabilmeleri için sınıf bilinçli kadın ve erkek işçiler, sabırlı, özverili programlı, kesintisiz propaganda ve ajitasyon faaliyeti yürütmek zorundadırlar.
Kadın işçilerin işyeri sorunlarını ve kendi özgül taleplerini, somut olarak kadınları harekete geçirebilecek propaganda ve ajitasyonun işyerleri ve fabrikalarda düzenli yapılması kadınların sendikalarında örgütlenmeleri için zorunludur. Kadınların sendikal örgütlenmede etkisiz kalmaları sendikal mücadeleyi ve kadının hak eşitliği mücadelesini geciktiren önemli bir faktördür.
Sendikal bürokrasinin denemin-deki sendika-işyeri örgütlerinin ve sendika şubelerinin işçi kadınların sorunları ve sendikal sınırlar içinde bile olsa kazanacaktan haklar için mücadeleye çekilmeleri devrimci, demokrat, sınıf bilinçli tabandaki işçiler ve etkiledikleri kitlelerle mümkündür. Eşit işe eşit ücret, iş güvenliği, mesleki eğitim, kadın ve ana sağlığı, kreş ve emzirme odaları, servis sorunu, vardiya sorunu, vs. gibi işyeri sorunları sendikal mücadelenin sınırlan içindedir. Şimdiye dek hiçbir işkolunda sendikalar TİS’lerde kadınların talepleriyle ilgili bir uyuşmazlık tuttuktan görülmedi.
Sınıf bilinçli kadın işçiler, sendikalarında kadın eğitim gruptan, ya da kadın komisyonları oluşturmak, oluşturmakla kalmayıp çalışmalarını kalıcı biçimde sürdürmeleri için sendika yönetimlerini zorlamalıdırlar. Bazı sendikalarda kadın komisyonları olsa da cılız ve kadın işçileri, sorunlarını kucaklayan, onların sosyal kültürel durumlarını ve sınıf bilinçlerini geliştirmekten uzak durumdadır. En iyi olasılıkla 8 Mart’tan 8 Mart’a (küçük-burjuva dar kadro kadın dernekleri gibi) emekçi kadınlar gününü anma dönemlerinde işleyen komisyonlar olarak çalışıyorlar. Oysa kadın komisyonları, hem sınıfın sendikal mücadelesinin gelişimi hem de kadın işçilerin mücadelesinin kendi işyeri ve özgül sorunları için mücadelenin gelişimine hizmet eden, kadın işçilerin eğitimine, kendine olan güvenini kazanmasına, sosyal ve kültürel olarak kendilerini aşmalarına ve sendikal yönetim kademelerine hazırlanmalarına hizmet etmelidir. Onun için de kadın komisyonları, anlık örgütlenmenin ihtiyacına göre değil, örneğin: grev komitesi ya da TİS komitesi gibi değil, başlı başına bir ihtiyaç olduğu için kalıcı sürekli dinamik olarak işleyen komisyonlar olmalıdır.
Yine öncü, sınıf bilinçli kadın işçiler sendika yayın organlarında kadın işçilerin sorunlarına ve eğitimlerine ayrılmış yazılan yönetimlerden talep etmeli. Hatta kendileri o sayfaların hazırlanmasına katılmalılar.
Gerek genel sendikal eğitimlerde gerekse kadın komisyonlarının eğitimlerinde kadın sorununa gerekli önemin verilmesi demek yalnızca kadın işçilerin sendikal örgütlerde niceliksel oranlarının arttırılması ve eğitilmesi değildir. Bu, işin bir ve en önemli yanı. Sendika yönetimleri ve oluşturulan kadın komisyonları kadın işçilere verilecek eğitimi erkek işçilere de vermelidir. Ve kadın işçilerin sendikalara, sendikal mücadeleye katılması sorunu görevi, öncelikle kadınların işi gibi görünse de, başta sınıf bilinçli erkek işçiler, tek tek duyarlı demokrat sendikacılar ve tüm duyarlı işçi ve emekçilerini de görevi ve sorunudur.

Mücadelenin içinden iki portre:
Kürt Kadını ve Zonguldak grevindeki kadın:

Her yılın mart ayında “sosyalist” basın başta olmak üzere dergilerin, 8 Mart günü gazetelerin sayfa ve sütunlarında ‘Kadın’ üzerine yazılar patlama yapar. Bu durum bir yönüyle güzeldir: 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nün “benimsenmiş” olduğunu gösterir. Kadınların göz ardı edilemeyecek bir toplumsal güç olduğuna işaret eder. Aynı zamanda sosyalist kazanım ve değerlerin toplumda ses bulması yansısı olarak da kabul edilebilir. Öte yandan, yıllardır aynı eksen üzerinde kadının tarihsel gelişim içinde süregelen ikinci cins konumu’, ‘çifte baskı altında oluşu’ vs. yinelene gelen konular bu alandaki mücadele ve örgütlenme eksikliğinin de süre-geldiğini ifade eder. Yakın geçmişte toplumsal hareketlenme içinde önemli sıçramalara işaret eden iki alanda -ulusal mücadele ve sınıf mücadelesi- içinde kadınlar, bu yeknesaklığın perdesini yırtmanın yoluna ve yöntemine en güzel örneği ortaya koymuş bulunuyorlar.
Bunlardan birisi, K…tan’daki ulusal direnişle bütünleşmiş olan Kürt kadınlarının durumudur. Bundan bir yıl kadar önce Mardin ve Siirt’in hemen tüm ilçelerinde, özellikle Cizre ve Nusaybin’deki gösterilerde kadın, erkek, çocuk tüm halkın ‘intifada’sı basında ilk sayfadan yer aldığında, kadınların direngen bir gururla ve kimliklerini sahiplenişin kararlılığını yansıtan yüz ifadeleriyle bir zafer şenliğinde dans edercesine coşkulu görünüşleri, belleklerde silinmez bir iz bırakmışa. On yıllardır kimliklerini ve değerlerini unutturmak için uygulanan baskı ve asimilasyon politikasının, tüm bunları sineye çekmiş gibi görünen bir halkın örgütlenme ve mücadele ruhunu bilediği, izaha yer bırakmayacak biçimde kendisini ortaya koymuştu.
Baba otoritesine dayalı, ataerkil, erkek kültürünün baskın ve gelişkin olduğu geleneksel bir toplum olan Kürt toplumunda, adede ikinci derecede bir statüde olan kadın, ‘ailenin namusu’, ‘aşiretin namusu’ gibi değerlerin hassas objesidir. Bu ilişkiler ağı içinde 1930’lu yıllarda Ağrı’da Dersim’de kocalarının, babalarının, erkek kardeşlerinin yanında direnişlere katılmakla birlikte Kürt kadınlarının, geleneksel yapılan ve ilişkileri içindeki rollerinden sıyrılarak, direnişin bizzat tarafı ve önemli bir gücü haline gelmeleri, direnişin yükselmesine denk düşer. (1) K…tan’da cinsiyeti gözetilmeksizin baskının, şiddetin, katliamların hedefi olan kadın, bunlara karşı, eşi, oğlu, kardeşi de aynı sorunun sahibi olarak mücadele etmektedir. Mücadelenin biçimi koşullara göre, güvenlik güçlerine bilgi ve erzak vermemekten, sokak gösterisine, açlık grevinden, silahlı mücadeleye kadar çeşidi şekillerde olabiliyor. Belirgin yönü, devrimci bir mücadelenin içinde olduğunun bilinci ile davranmasıdır. Kendisini bu mücadelenin tarafı görmesidir. Bu önemlidir. Bunu kavradığı, yaşam deneyleriyle öğrendiği için ve kurtuluşun ışığının örgütlenme ve mücadele olduğunu gördüğü için, Nusaybin’de sokak gösterisindedir; dağlardaki mücadelededir; cezaevinde baskı görenler için açlık grevindedir. Yani, siyasal mücadelenin gerektirdiği her koşulda mücadelenin içindedir. Mücadelenin geldiği bugünkü aşamanın kolay yol almadığı, her adımında kan, işkence, ölüm, baskı ve şiddet olduğu sansürden geçebilen haberlerden bile kolayca anlaşılmaktadır. Hemen her gün radyoda, TV’de ‘ölü ele geçirilen teröristler’, bunlar arasında da zaman zaman ‘kadın teröristler’ nitelemesiyle sayılan bilânço bunun göstergesidir. Böyle sıcak bir mücadelenin içinde veya çok yakınındaki Kürt kadını, kurtuluşunun ilk adımının böyle bir mücadeleden geçtiğini kendi yaşantısından ve mücadelesinden öğrenmektedir.
Kadınların etkin olarak yer aldığı ve tarihsel bir deney kazandıklarını söyleyebileceğimiz diğer olay da Zonguldak grev ve yürüyüşüdür. Sonucu itibariyle Zonguldak işçileri ile birlikte tüm işçi sınıfımız ve emekçi insanların görece hayal kırıklığını da taşıyan bu deney -ki bu ücret taleplerinin gerisinde bir anlaşmanın olması ve yürüyüşün bitirilmesinin uyuşmazlıkta ve grevde olan diğer işçileri de etkilemesi yönüyledir- Zonguldaklı işçi eşi ve yakını, işletmelerde çalışan emekçi kadınların ve her kesimden çalışan Zonguldak halkının işçilerin mücadelesi ile bütünleşmesi ve ondan güç kazanmaları ile sınıf mücadelesinde yeni bir aşama olmuştur. Kadınlar, gerek grevin başlangıcından itibaren her gün kent içinde düzenlenen gösterilerde, gerekse Ankara’ya yürüyüş şuasında, belki de yaşamlarında ilk kez bir eyleme katıldıkları halde, gözü pek bir kararlılıkla yer almışlardır. Kendilerini erkek işçilerden hiçbir bakımdan ‘zayıf’ ve ‘eksik’ görmeksizin aynı sorumluluğu ve coşkuyu paylaşmışlardır. Hatta yürüyüşün 3. gününde Zonguldak’a dönmeleri istendiğinde, bunu büyük bir öfke ile reddetmişlerdir. Toplumun bütün değer yargılarını, İslami gelenek ve yerleşik sosyal ilişki biçimlerini, üzerinde bir an bile düşünmeksizin ayaklar altına almışlardır. Eylemin ihtiyaçlarının, mücadelenin biçiminin gerektirdiği tarzda, yadırgamaksızın ve doğallıkla davranmışlar; erkek işçilerle yan yana, kol kola yürümüşler, hep bir ağızdan slogan atmışlar, halay çekmişler; yemek, dinlenme barınma gibi yol boyu ortaya çıkan sorunları birlikte çözmüşlerdir. Zonguldak’ta kalan işçi eşi ve yakını kadınlar ise eylemcilerden haber almak için kadınların girmesi mümkün ve ‘vaki’ olmayan kahvehanelere girip oturmuş, bunda bir terslik görmemişlerdir.
Burada, bu somut deneylerden yola çıkarak altını çizmek gerekir ki, işçi ve emekçi kadın kitleleri, ekonomik, demokratik ,ve siyasi mücadelelerin içinde kendi kurtuluşlarının da olabilirliğinin ipuçlarını görebilir ve kavrayabilir. ‘80’li yılların başından beri işkenceye ve cezaevlerindeki baskılara karşı ön saflarda yer alan kadınlar, işçi hareketleri ve grevlerde, sendikal mücadelede erkekle yan yana aynı saflarda yer alan kadınlar, Kürt mücadelesinin her biçiminde yer alan kadınlar, ekonomik-demokratik ve siyasi mücadeleler içinde sosyal muhalefetin gelişimine koşut olarak hiç de erkekten geri kalmayan bir duyarlılık ve mücadele yoluna girmektedirler.
Kadın sorunu, her şeyden önce proleter kadının, emekçi kadının sorunudur. Çünkü hem gün boyu işinde kapitalist tarafından sömürülmekte, hem de evde çocuk bakımından, mutfağa, temizlik, çamaşıra kadar bir dizi ev işiyle uğraşmak zorunda kalmaktadır. Orta sınıf aydın kadınların gözünü boyayan “erkek egemenliğine karşı mücadele” tek basma işçi ve emekçi kadının uğruna mücadele edeceği, bir engel olarak görünmemekte, bu nedenle de onların ‘dayağa karşı kampanya’, ‘cinsel tacize karşı kampanya’ türünden mücadele çağrıları sınırlı bir aydın kesimin dışında ses bulmamakta, ve iz bırakmayan sansasyonel eylemler olarak kalmaktadır. Erkek egemenliğine karşı mücadele, işçi ve emekçi ve kadınların üzerindeki baskıyı, ev işleri ile işyeri arasında zincirlenmiş yazgısını değiştirmeye yetmemekle, ev işlerinin çok çok koca ile ‘paylaşılması’ onların toplumsal sömürülüşüne çözüm olamamaktadır. Oysa erkek egemenliği, burjuva sömürünün temel biçimlerinden biri olarak, onun varlığı ile sıkı bağlantısı göz önüne serildiğinde ancak, kadın için uğruna mücadele edilebilir bir nitelik kazanabilir. Bu nedenle, ezen ve ezilen ayrımını erkek ve kadın bağlamında gündeme getiren her türden feminist anlayış ve mücadele önerileri de mücadele hedefi olarak toplumsal sömürü mekanizması olan düzenin yerine toplumun yarısı olan erkekleri koyarak, objektif olarak düzenin değirmenine su taşımaktadır. İşçi ve emekçi kadın kitlelerinde ses bulmamakla birlikte, uyanış içindeki kadınlarda sahte kurtuluş hayalleri yaymaktadır.
Kadının ‘evi ile evli’ olmasının, işyerinde kapitaliste bağımlılığının uzantısı olarak çalıştığında da devam ediyor olması; onu eve bağlayan mutfak köleliği, ev işleri ve çocuk bakımı gibi sorunlar, düzenin sorunlarıdır. Sömürü azgınlaştıkça bunlar dün olduğundan daha zor ve yıpratıcı hale gelmekte, sadece bütün zamanını alarak kadını köleleştiriciliği ile kalmamakta, bugün artık, mutfakta pişirecek yemek olmaması çocuğu besleyecek besini alamamak, okul masraflarını karşılayamamak, ev kirasını verememek vs. ve bunların yaşamına yansıyan sonuçları kadını, tıpkı işçi ve emekçi erkeği olduğu gibi, yaşamsal bir sorunla baş başa bırakmaktadır. Kadın, mücadele alanlarına kendiliğinden çıkmaktadır. İşte burada, işçi ve emekçi kadın kitlelerine, sömürüye karşı mücadelenin, kendisini ev köleliğinden de kurtaracak koşullan, çocuk bakımı, mutfak, çamaşır vs. hizmetlerin toplumsal olarak yapılacağı koşullan yaratacak bir düzeni, sosyalizmi hedefleyecek bir mücadeleye kazanmak önemlidir. Kadını köleleştiren, sosyal ve toplumsal yaşamın gerisine iten bu yüklerin, kadının özel işi değil, toplumun genel olarak herkes için çözümlemesi gereken işler olarak ele alınması ve çözümlenmesi kadının özgürlüğünün ve erkek ile fiili eşitliğinin koşullarını yaratabilir. Bunun bilincini taşıyan ve olabilirliğini sınıf mücadelesi deneyleri içinde gören işçi ve emekçi kadınlar, bunun mücadelesini vermekten de geri durmayacaklardır.
Kitlesel olarak sessizliği kabul etmiş gibi görünen kadınların K…tan ve Zonguldak grev ve yürüyüşünde kitlesel olarak sergiledikleri örnek, henüz sosyalizm hedefinden uzak görünse bile bu yolda önemli bir güç ve potansiyel, güçlü bir mücadele ruhu taşıdıklarına kanıttır.
Vurgulanması gereken bir diğer nokta da, mücadele içindeki kadınların; geleneksek-dinsel ve toplumsal ilişki biçimi ve anlayışları bir çırpıda geride bırakarak, mücadelenin gereklerine ve ihtiyaçlarına denk düşen ilişki ve davranışlara doğallıkla girdikleri ve kendilerini mücadelenin dışında bir bağla bağlamadıklarıdır. Bunun kadın kitleleri için taşıdığı kavratıcı özellik her şeyin, bütün “teoriler”in üstündedir. Elbette burada teori düşmanlığı gibi bir amaç taşımıyoruz; vurgulamak istediğimiz, kitlelerin en büyük öğreticisinin mücadele olduğudur. Yani, kadının kendisini erkek ile fiilen eşit hissedebileceği, bunun mümkün olabilirliğini yaşayarak öğrenebileceği, diğer bütün tarihsel-toplumsal eşitsizliklerinin geri planda kalacağı alan sınıf mücadelesi ve siyasal mücadele alanıdır. Kadın kitleleri, bu mücadeleler içinde kendilerine güven kazanacaklar, mücadeleci bir kişilik kazanacaklar; sosyalizm hedefi ve bilinci ile donandıkları ölçüde kurtuluşları bizzat kendi davaları olacak, bunu kendi öz-deneyleri ile kavrayacak ve isteyeceklerdir.
Zonguldak ve Kürt kadınlarının öğrettiklerine kulak verelim.

Zonguldak Grev Komitesi’nden bir kadın
“İstek çok, engel de çok… Ama aşılması için çalışmak gerekir.”
Ö.D.- Kısa bir süre önce biten Ankara yürüyüşünüz ve daha öncesi, grevin başlangıcından itibaren, her gün yaşanan gösterilerin sizde bıraktığı duyguları, size neler katlığım anlatır mısınız?
B.U. – Sendikayı Önceden de biliyorduk, gidip geliyorduk, ama bu sefer çok farklı bir şey. Tabana inmeleri çok güzel bir şey, öyle aileler var ki, 7-8 çocukla, tek maaşla. İnsan öyle çok şey öğreniyor ki. Elbette ben de durumu çok iyi bir ailede yetişmedim. Bu gibi şeylerin farkındayım. Ama bu süre içinde çok insan tanıdım. Çok değişik şeyler öğrendim; ilişkiler bakımından. Bütün bunlar memnunluk verici. Benim de küçük çocuğum vardı. Anneme bırakarak çoğunlukla zor da olsa bütün toplantılara gittim, örneğin sabah 11.00’de toplanılacak. 9.00’da, 10.00’da kadınlar gelmeye, alanı doldurmaya başlıyordu. Bu gerçekten memnunluk verici.
Ö.D. – Sizi bu grev ve yürüyüşlere, sonra Ankara yürüyüşüne gitmeye iten nedenler neydi?
B.U. – Hak arama, sendikanın varlığım benimseme. Mesela burada 47 bayan arkadaşız, 5 kişi süreklilik kazandırdık. Diğer arkadaşlar da bizim kazandığımız haklardan yararlanacaklar ama, ben katıldığım için bildiğim, yaşadığım için vicdanım rahat İnsan yaşadıkça başka oluyor. Mesela bir Devrek, Mengen olayı, 7-8 saat sürekli yürümek, mesela bir Dorukhan Tüneli olayı, kenetlenip yürümek, bambaşka bir olay… Topluluk olarak, bir şeyin farkında olan bilinci insanlar olarak gitmek başka. Mesela ocakta çalışan arkadaşlar bu dereceye gelmişler. Mesela ev hanımları, Zonguldak’ta arabaların gelmeyeceği anlaşılınca, diyoruz, yaşlı olan bayanlar, küçük çocuğu olan hanımlara ‘bu işi göze alabilecekseniz gelin.’ Belki yüz kişinin içinde on kişi dönmüştür; onlar da hazırlıksız olduğu için… Arabayla gidileceğini düşündüğü İçin hazırlık yapmadığından. Çok değişik bir şey, özellikle bayanların olayın içinde var olması.
Ö.D. – Bu deneyle, bundan sonraki yaşantınızda nasıl ‘davranırsınız? Yani sizi değiştirdi mi?
B.U. – Tabii Öğrenmiş olduk. Elbette herhangi bir haksızlığa daha çok tepki gösterilebilir. Sendika da arkamızda olduğu sürece. Önceden de biliyorduk ama yaşamak bambaşka bir olay. En azından sendikanın birlikteliği çok güzel bir şey, işçi ile birlikteliği çok güzel, bunu da öğrendik.
Ö.D. – Grev komitesinde bayanların yer alması nasıl oldu?
B.U. – Grev komitesi zaten kendiliğinden oluştu. Nöbet yerlerinin yazımı, grev gözcülüğü vs, işlerde biz isteğini izle yer aldık. Biz de katılalım dedik. Bu defa bilincine vardılar, gerek gördüler, dolayısıyla, bayanlar da grev komitesine katılmış oldu. Zaten bir sınırlama olmadı. İsleyen gelip katılabilirdi. Ancak, kadınlardan komitede beş bayan yer aldı. Kimi gerek görmedi, kiminin beyi izin vermedi. Bazdan zevk için çalıştığını söyleyerek eylemlerde yer almadılar. Para almaya gelince bizden önce giderler ama ben onları da suçlamıyorum.
Ö.D. – Yürüyüşler arasında hükümete ve ‘papatyalar’a karşı da tavır aldınız. Bu nasıl oldu?
B.U. – Şöyle: Papatya olanlar genelde belli bir kesim. Gelip de burada bir madencinin eşini papatya kaydetmiyorlar. Seçkin bir tabakanın kurduğu bir şey. Onlara tepki kendiliğinden çıkan bir şey. Mesela çocuklarla gidiyoruz. ‘Annemiz cefada, papatyalar sefada’ deniyor. Yoksa planlanmış, programlanmış sloganlar değil. Anında üretiliyor. Mesela ‘Türkiye’nin sınırı Bolu dağı mı? Burası Türkiye, İsrail değil’ gibi sloganlar, nüfus cüzdanlarının gösterilmesi kendiliğinden, yaşanan olay esnasında oluşan bir hareket. Mesela akşam TV izleniyor. Orada söylenenlerden sonra ya da başkan görüşüyor, ortaya Çıkan duruma göre eylemler esnasında kendiliğinden söyleniyor.
Ö.D.- Katıldığınız grev ve yürüyüş, ücret talebiniz için aktif olarak mücadele etmek, bir çalışan kadın olarak geleceğe yöneliş bakışınızı nasıl etkiledi?
B.U. – Şimdi ben düşünüyorum. Santralde çalışırken, 6 saat çalışıyorduk. Süt saati olarak bize yarım saat süre tanınıyordu. 8 saat çalışanlara 1 saati altı saat çalışanlara yarım saat. Bir arkadaşın sendika vasıtasıyla bu işi araştırması sonucu biz o hakkı kazandık, süt saati bir saate çıkmıştı. Üstelik şimdi iki saate de çıktı. Bu tür sorunların gündeme getirilmesi düşünülebilir. Örneğin bir kreş konusu… Kreş açılması için en az 50 çocuğun bulunması şartı getiriliyor. Şu anda toplasak 10 tane çocuk çıkmayabilir. Sadece çalışan bayan olarak değil, burada çalışan beylerin de eşleri ev kadını. Ama eşleri başka yerlerde çalışan erkek arkadaşlarımız da var. Bunların çocukları da alınabilir. Veya eşi ev hanımıdır ama çok çocuğu vardır, yorucu oluyordur, bunların çocukları da alınabilir. Ama hazır ellerindeki işçiyi çıkarmaya bakıyorlar. Bu da bir yerde engel. İşçiyi çıkarmak için özendirici şeyler yapıyorlar. Bu da engelleyici oluyor.
Ö.D. – Kadınların bu grev ve yürüyüş sonrasında da kendi sorunlarından kopmaması, için neler yapılabilir? Bunun için sendikadan neler talep ediyorsunuz? Neler önerebilirisiniz?
B.U. – Bir kadın kolunun kurulması bence gündeme gelmeli. Biz örneğin bu grev ve yürüyüşlere kendi isteğimizle girmiş olduk. Grev komitesine filan da böyle. Hakikaten gerekliymiş…

Zonguldak Madencilerinin Eşleri: Türkiye’ye Demokrasi Dersi Verdik.
Ö.D.- Sizler grev kadını olarak grev esnasındaki yürüyüşlere kamdınız. Neden katıldınız, anlatır mısınız?
A.Ö.-F.Y,- Beylerimize yardımcı olmak için katıldık. Mutfaklarda haliyle biz beylerden çok acı çektik. Bir an evvel bu işi halledelim diye katıldık.
A.Ö.- İlk bu hanım geldi. Yürüyüşe gidelim dedi. Beyim, “hayır, olmaz” dedi. Be de ‘niye olmasın, sen de gideceksin, biz de gideceğiz’ dedim. Sendikanın önüne gittik. Toplantı yaptılar. Konuşmayı dinledik. Ondan soma Zonguldak’a kadar yürüdük.
ÖD.- Ne sloganlar attınız?
A.H. “En büyü eşek Cemil Çiçek” dedik. Daha bir sürü şey…
Ö.D. – Peki, bunu niye söylediniz?
A.H. – O işçilerimizin hakkını çok yanlış şey yaptı. Haklarımızı vermek istemediler. Biz hayat şartları altında beylerimizin maaşının iyi olmasını istedik. Biz de özgür yaşamak istedik.
Ö.D.- Daha önce hiç yürüyüşe, mitinge katıldınız mı?
A.Ö. -Hayır ilk defa katıldık.
Ö.D.- Peki eşlerinizin hakkının dışında kendiniz için bir şey istemediniz mi? Kadınlar olarak sizin sorunlarınız yok mu?
A.Ö.-F.V – Evlerde sıkıntı çekiyoruz. Yetmiyor maaşlarımız. Oraya buraya gidip topluma karışamıyoruz.
Ö.D.- Sizler yürüyüşlere katılınca, size erkekler engel çıkardı mı, nasıl davrandılar? ;
A.Ö. F.Y.- Onlar da “bize katılın, yardımcı olun” dediler. Bizim de hakkımız diyerek katıldık, memnun olduk. Devamlı her gün katıldık.
A.Ö – Ben Mengen’e kadar gittim. Karın doymayınca çalışılmıyor ki. Beylerimiz işlerini düşünemiyordu. Bunun için sokağa döküldük.
Ö.D.- Sonuçta bir şey kazandınız mı?
A.Ö. – Tam hakkımızı aldık sayılamayız. Ama Türkiye’ye bir demokrasi dersi verdik. Dünyaya kendimizi duyurduk. Haklı olduğumuzu savunduk. Bizim de yaşama hakkımız, bol yiyip, bol giyinme hakkımız var dedik. Çocuklarımız bile slogan söylemeye alıştı. Biz Türkiye’de özgürlük olsun istiyoruz. Daha iyi yaşamak istiyoruz.
Ö.D. – Peki, bu nasıl olacak? İktidar, yöneticiler, TTK’nın patronu olan devlet bu sese kulak veriyor, mu?
A.Ö.- Duymuyor, insanlıktan anlamıyor. Kendileri güzel yaşasınlar, eğlensinler. Ben dedim, kadın olarak bunlar bizim bağırdıklarımızı duymuyorlar dedim. Bunları aşağı indirmek lazım. Biz burada ne yiyoruz iki aydır? Biz aç kaldık, öyle ya, sizin çoluk çocuğunuz doyuyor da bizi niye düşünmüyorsunuz?
Ö.D.- B u yürüyüşlere, greve katılmanız iyi oldu mu?
F.Y.- Aslında tabii, düşününce iyi yaptık. Ama gene hakkımızı alamadık.
A.O.- Biz kendimizi Türkiye’ye duyuramadık ama bütün dünya duydu. Bizimkilerde Türk kalbi yok ki, yabancı kalbi var.
Ö.D.- Ama bakın, Türkiye siz grevdeyken Afrika’dan kömür ithal etmek İstedi. Oradaki liman işçileri Türkiye diye bir memleketin, Zonguldak diye bir kentindeki maden işçilerini desteklemek için göndere kömür yüklemeciler. Yani sizi desteklemek için onlar da grev yaptı. Burada ‘Türk kalbi’ mi yoksa ‘işçi kalbi’ mi sizden yana?
A.Ö.-F.Y.- İşçi kalbi…
F.Y.- Zaten o Özal elime geçse boğacağım… (Gülerek). Vallahi O’nu ananlarla dövüş ediyorum. Bu işçi düşmanı. Bu, açın halinden bir şey anlamıyor. Zonguldak’ı sınır dışı etti. Kendisi de Zonguldak’a giremez. Kendileri alıyor milyonlarca parayı… Beyimin aldığı 400 bin lira para. Bununla 4 tane çocuğu mu okula göndereceksin, 7 tane canın günde üç öğün yemeğini mi düşüneceksin? Kiralar çıktı o kadar liraya, hangisini düşüneceksin? İşçiler ilerleyince de pustu.
ÖD.- Sizden biraz korktu mu?
F.Y.- Korktu, korkmasa barikatları kurar mıydı o kadar?
A.Ö.- Bizim önümüze niye barikatı kuruyor? Versin hakkımızı, barikatı kurmasın! Vermiyor işte. Bizi uğraştırdı, sokağa döktü.
Ö.D.- Peki bundan sonra nasıl bir yönetim olsun istiyorsunuz?
F.Y.-A.Ö.- İşçiden yana birisi gelsin. İşçiyi savunan birisi gelsin. Bizim de bir yaşama hakkımız var. Bizim çocuklarımızı da düşünsün…

Mart 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑