İsmail Beşikçi yargılanıyor. Gerçekte yargılama hak ve yeteneğine sahip bile olamayanlar tarafından. Haklılığa dayanmayan, bu temelde hiç bir meşruiyete sahip olmayan ve nereden bakılırsa bakılsın meşru da olmayan bir yetkiye dayanılarak yargılanıyor. Bir meşruiyet var, fakat bu meşruiyet yalnızca mevcut yasalara dayanıyor. O yasalar da kamuoyu vicdanında mahkûm. Nereden bakılırsa bakılsın, mahkûm. Kamuoyu vicdanı bu yasaları ve onları uygulayanları mahkûm etmiş. Kamuoyunun yalnızca ilerici kesimleri tarafından değil, neredeyse en gericileri ve en emperyalist uzantıları tarafından bile mahkûm edilmiş. Böyleyken İsmail Beşikçi yargılanıyor. Yargılanmaya kalkılıyor.
Peki, İsmail Beşikçi yargılanıyor mu? Daha doğrusu, yargılanabiliyor mu?
Yargılanamadığını söylemek gerek. İsmail Beşikçi’yi yargılayabilmek için her şeyden önce haklı olmak gerek. Oysa sanık sandalyesine oturtulan İsmail Beşikçi haklı. Onu yargılayanlar ise, öznel niyetlerinden ve kendi kişiliklerinden bağımsız olarak, haksız. Bu yüzden yargılama enteresan bir şekilde gelişiyor. Sanık sandalyesindeyken yargılayan, İsmail Beşikçi’nin kendisi oluyor. Nesnel meşruiyete tamamen uygun bir durum!
Ve İsmail Beşikçi yargılıyor. Ama yalnızca kendisini yargılamaya çalışanları değil, -onları zaten her tavrıyla ve haklı olduğunu bilmekten ileri gelen bir cesaret ve ataklıkla yargılıyor- ama aynı zamanda herkesi, Kürt sorunu karşısında bilerek ya da bilmeyerek duyarsız kalan işçi, aydın, gazeteci, yazar., herkesi yargılıyor.
Türkiye’de sınıf bilinçli her işçinin bilmesi gereken bir gerçek var. İşçi ve devrimci olmak yetmiyor. Hatta devrimci işçi olmak ve hayatı devrim mücadelesinde geçmiş olmak da yetmiyor. Bir an gelir tarih, hayatı devrim mücadelesinde geçmiş birçok devrimci ve devrimci işçiyi, çok önemli bir konuda doğru bir tavır almamışsa bir kenara ve yalnız başına bırakabilir. Türkiye’de Kürt sorunu böyle konulardan biridir.
Her devrimci işçinin, devrimci bir işçi olmanın gereklerine uygun davranmasının dışında, bilmesi ve aşması gereken, gerçekle kavranması ve aşılması çok da kolay olmayan ve tarihten gelme birtakım gerici önyargılar vardır. Bu önyargıların en başında Kürt meselesi konusunda farkında olmadan benimsenmiş olanı gelir. Ve ilginç bir şekilde de doğaldır, bu ön yargılan yalnızca Türk kökenli olanlar değil, aynı ya da benzer biçimde Kürtler de benimsemiştir. Kürt burjuva ve toprak ağalarının -çok doğal sayılmaması gerekse de- bu önyargıları benimsemesi ve savunması anlaşılır bir şeydir de, Kürt işçi ve emekçilerinin günümüze kadar bu gerçeği bilince çıkaramaması da Türkiye’nin ve Türkiye’de yaşayan Türk ve Kürt kökenli halkların gerçeğidir.
Ancak her şeye rağmen bir vurguyu yine de yapmak gerekiyor. Kürt meselesinin ve Kürtlerin durumu Türkiye’de ve dünyada böylesine konuşuluyor ve tüm kamuoyunu meşgul edebiliyorken, işçi sınıfının gündemine giremiyor olması da ayrı bir garipliktir. Türkiye’nin bugün er, önemli konusu budur. Ama tüm bu önemine karşın bu konu hala işçi sınıfım, bir genel grev talebi kadar bile meşgul etmemektedir.
Ve bu sorun, eğer, devrimci ve komünist ihtilalci parti ve örgütler tarafından dile getirilmemişse, yalnızca bir durumda söz konusu edilir. Oda sarı ve faşist sendikalar tarafından; ulusal kurtuluş savaşı veren güçler devletin kolluk kuvvetlerine ve onların destekçilerine zarar ve zayiat verdirmişlerse, bu saldırının lanetlenmesi biçiminde olur, başka zamanlarda değil. Ve açıktır ki Türkiye ya da Türkiye’ye benzer özelliklere sahip herhangi bir ülkenin bu türden çok önemli bir sorununu kendisine sorun etmeyen, onun çözümü için fikir üretmeyen ve çözümü için mücadele etmeyen bir işçi sınıfı, içinde yaşadığı toplumun öncüsü olamaz, o toplumu kazanamaz, devrim için hazırlayamaz ve seferber edemez. Aynı şekilde böyle bir işçi sınıfı ezen ve ezilen ulusların halkları arasında güvene dayalı bir ilişkinin kurulup sürdürülmesini de sağlayamaz.
Kuşkusuz burada, namuslu aydınlara, devrimci ve komünistlere büyük görevler düşmektedir. Bu konunun işçi sınıfına kavrardın asın da ve onun bir sorunu olduğunun benimsetilmesinde en büyük görev onlara düşmektedir. Onlar bunu başarırlarsa işçi sınıfı bu konuyu kavrayacak ve devrimci bir görev olarak kabul edecektir. Yoksa işçi sınıfı burjuvazinin zavallı bir eklentisi olmaktan kurtulamayacaktır.
İşte namuslu bir aydın olarak İsmail Beşikçi’nin ve onun yıllardır verdiği mücadelenin anlamı buradadır. Bir Türk olarak, ezen ulusa mensup bir birey olarak İsmail Beşikçi, her şeyden önce kendisinin mensup olduğu ulusun önyargılarına karşı, kendi burjuvazisi ve onun etkisi altındaki güçler tarafından hain ve bölücü olarak suçlanmak pahasına mücadele etmiş ve bugüne gelmiştir.
Ve İsmail Beşikçi yargılıyor. Tutuklanmasına ve hakkında kovuşturma açılmasına yol açan, üyesi bulunduğu Türkiye Yazarlar Sendikası’na (TYS) gönderdiği mektup bir yargılamadır. Hem bu sendikanın şoven ya da şoven uzlaşmacısı mensuplarının bir yargılamasıdır, hem de bu tutumda olan herkesin! Yazarların ayrı bir yeri vardır, çünkü onlar, sözüm ona toplumun en aydınlanmış, en bilinçli kesimidir ve üstelik demokrat geçinirler. Daha doğrusu demokratlığı kimseye bırakmak istemezler. En iyi demokrat onlardır. Ama bu çok önemli konuda aldıkları tavır hâkim burjuvazinin tavrının uzantısından başka bir tavır değildir. İsmail Beşikçi’nin mektubunu, DGM Başsavcılığınca Hazırlık No: 1990/ 394, Esas No: 1990 / 312, İddia No: 1990 / 271 numaralarıyla hazırlanmış iddianameden aktarıyoruz: “Türk Devletinin Kürdistan ve Kürt ulusu üzerinde uyguladığı bu politika sömürgeci bir politikadır. Dünyada uygulanan kültür emperyalizmi çeşitlerinin en gericisi, en katliamcısıdır. Çünkü Kürdistan da uygulanan politika Kürt dilini ve kültürünü tamamen yok etmeyi, Kürt ve Kürdistan adlarını dillerden ve tarihlerden silmeyi amaçlamaktadır. Bu baskının boyutları konusunda 14 Mart 1978 tarihinde TYS Genel Sekreterliğine gönderilen ve Sekreterlik tarafından sonu-lan bazı soruların cevabını içeren mektupta Bilim Yazarı Olarak Karşılaşılan Güçlükler kısmında çeşitli örnekler verilmiştir. Yine rahatça bilinebileceği gibi TYS Kürdistan ve Kürt ulusu üzerinde uygulanan bu politikaya karşı hiç ses çıkarmamış, görmezlikten, duymazlıktan gelmiştir. Kürt dili ve kültürü üzerinde uygulanan ağır baskılara karşı olduğunu kamuoyuna duyulmamış, bu baskıları protesto etmemiştir. Kürtçe yayın yapan gazetelere, dergilere, yayınevlerine karşı devlet tarafından son derece ağır baskılar yürütülürken TYS susmuştur. … Kürt türküleri, Kürt oyunları, Kürt folklor ürünleri, her türlü teknikten yararlanılarak Türkçeleştirilmekle, sonra da bunlar “Doğulu” yani aslı Kürt olan sanatçılar tarafından icra ettirilmektedir. Böylece sömürgeci devlet her gün, her gece Doğu ile ilgilenmekte olduğunu göstermekte, hem de Kürt ulusunun bütün ulusal ve kültürel değerlerini yok etme eylemini sürdürmektedir. Bu bakımdan Kürt ulusuna karşı uygulanan Türk kültürü emperyalizmi, dünyada uygulanmış ve uygulanmakta olan kültür emperyalizmi biçimlerinin en gericisi, en katliamcısıdır… Kürt dili ve kültürünü yok etmek için girişilen katliamlar görmezlikten gelinmektedir. Kürtçe-Türkçe olarak yayınlanan dergilerin daha matbaadayken toplatılmalarına, dağıtımlarının engellenmesine karşı çıkılmamaktadır. Çünkü bunlar Kürt ulus sorunu ile Kürt dili ve kültürü ile ilgili yayınlardır. Bunun için, değil bu yayınların içeriklerinin benimsenmesi, bu yayınlara karşı yapılan antidemokratik, ırkçı ve sömürgeci baskıların protesto edilmesi, yani demokratik bir görevin yerine getirilmesi bile devleti rahatsız etmektedir. Bu yayınların içeriklerinin benimsenmesi ise, Kürt ulusuna karşı emperyalist içerikli, sömürgeci ve ırkçı bir politika uygulayan Türk devletini elbette rahatsız etmektedir. Kürt ulusunun anadilinin yasaklandığı, Kürt dili ve kültürüne karşı en ağır baskılar sürdürüldüğü, Kürt dili ve kültürünün geliştirilmesini hedef alan yayınlar, tamamen polis tedbirleri ile engellendiği halde, seferdeki Türk yazarları, bütün bunları da görmezlikten gelip, kültürden, kültürün ulusallaştırılmasından ve demokratikleştirilmesinden, ulusal demokratik kültürden söz edeceklerdir… Amaç Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesine, Kürt dili ve kültürünün tamamen yok edilmesine. Kurulusunun köleleştirilmesine katkı ise sendika bu olanağını MC hükümetlerine de sunabilirdi.. Türk Devleti Kürdistan’da ırkçı, sömürgeci ve emperyalist içerikli çok ağır bir politika uygulamaktadır. Türk Devleti’nin Kürdistan’da uyguladığı kültür emperyalizmi, emperyalist politikaların en gericisi, en katliamcısıdır. Çünkü Kürt ulusunun ulus özellikleri tümüyle yok edilmeye çalışılmakta, Kürt ve Kürdistan adları dillerden ve tarihlerden silinmek islenmektedir. Kürtler Türkleştikleri, Kürt benliklerini, Kürt özelliklerini inkâr ettikleri, “Türküm-mutluyum” diye haykırdıkları oranda kapitalist burjuvazi, siyaset adamı, sanatçı, düşünür vs olmaktadır.”
Bu düşünce ve savunularına karşılık mahkeme heyetinin söylediği şeylerde bile Beşikçi yargılayan durumundadır. İşte: “..denilerek” diye devam ediyor iddianame “Türkiye’de Türk halkından başka Kürt ulusu ve bunların yaşadığı yere Kürdistan adı verilerek yayın yoluyla milli duygulan yok etmek ve zayıflatmak maksadıyla propaganda yapıldığı yukarıda alıntı yapılan yazı içeriğinden anlaşılmıştır.” ( Aynı yerden)
Buyurun! İddia makamının söyleyebildiği ve söyledikleriyle de kendini mahkûm ettiği şey budur.
İsmail Beşikçi haklıdır ve bu yüzden kendisini yargılayanları yargılamaya devam edecek. Burjuvazinin paslı silahlan, kamuoyu vicdanında mahkûm olan görüşleri haksız kalmaya devam edecek.
DGM’de İsmail Beşikçi duruşması
Yaşamının 23, yılını yazdığı kitaplar nedeniyle hapiste geçiren yazar İsmail Beşikçi “Devletlerarası Sömürge-Kürdistan”, “Bilim-Resmi İdeoloji-Devlet ve Kürt Sorunu” adlı kitapları nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılandı. 19 Haziran günü yapılan duruşmayı izlemeye gelenlere polisin saldırması sonucu yirmiyi aşkın insan gözaltına alınırken, onlarca kişi de yaralandı.
Duruşmanın yapılacağı DGM binası önünde saatler öncesinden birikmeye başlayan izleyicileri, polis, bina önünde barikat oluşturarak durdurmaya çalıştı. Sayısı 500’ü aşan kalabalık, mahkeme önünde beklerken içeriye sadece gazeteci ve avukatlar alındı. Bunun üzerine içeriye alınmayan izleyiciler “Beşikçi Hocamız Yargılanamaz!”, “Beşikçi’ye Özgürlük!”, “Kürdistan Faşizme Mezar Olacak!” şeklinde sloganlar atarak Beşikçi’ye desteğini ifade etti.
Mahkeme, iddianamenin okunmasıyla başladı. İddianamede Beşikçi’nin yazdığı kitaplarda “…milli duygulan zayıflatıcı mahiyette bölücü propaganda ve ırk mülahazası yaptığı kanaatine varılmıştır. Kürtlerin ayrı bir ulus oldukları, ayrı dillerinin, kültürlerinin olduğu, Diyarbekir Cezaevi’nde kırkın üzerinde Kürt gencinin Kürt kimliklerini savundukları için katledildikleri, … Türkiye’de Kürdistan denen bir bölgenin var olduğu ve Kürdistan’ın, 1920’li yıllarda İngiliz ve Fransız emperyalistleriyle işbirliği yapan Kemalistlerin böl-yönet politikası uygulayarak parçaladıkları… Kürt ulusunun ulusal kurtuluşunun ve özgürlüğe kavuşmasının engellendiği… ifade etmek suçundan.” TCK’nın ilgili maddelerince yargılanmasına karar verildiği belirtildi.
Bunun üzerine avukatlardan Ercan Kanar söz isteyerek mahkemenin, duruşmanın aleniyetine gölge düşürecek şekilde tavır izlediği ve mahkemeyi izlemeye gelenlere karşı emniyet ve çevik kuvvetin saldırılarını kınayan bir konuşma yaptı. Avukatlardan Serhat Bucak da diğer avukatların temsilcisi olarak, bu şartlarda mahkemenin sağlıklı bir karar vermesinin mümkün olmadığını, bu tutumun adaletin özgürce yerine getirilmesini engellediğini belirtti. Serhat Bucak, mahkemeyi izlemeye gelenlerin can güvenliklerinin olmadığını, mahkemenin, emniyet güçlerini uyararak dışarıdaki insanların can güvenliğini sağlaması gerektiğini belirtti.
Dışarıdan slogan sesleri duyulurken avukat Serhat Bucak, duruşmaya on dakika ara verilmesini ve konunun tartışılmasını talep etti. Mahkeme heyeti, dışarıdaki olayların kendilerini ilgilendirmediği gerekçesiyle bu talebi reddetti. Bu kararın ardından. Çevik Kuvvet’e bağlı polisler dışarıdaki kitleye saldırarak dağıtmaya çalıştılar. Polisin coplu saldırısı sonucu 25 kişi göz altına alındı. 10 kişi yaralanırken gazetecilerin de makineleri kırılarak tartaklandılar. Gözaltına alınanların 13’ü tutuklandı. 10 dakikalık aradan sonra Serhat Bucak tüm avukatların ortak kararını açıklayarak şunları söyledi: “Sağlıklı bir savunmanın yapılabilmesi için gerekli olan koşulların bulunmaması gerekçesiyle, savunmanlar olarak duruşmadan çekiliyoruz. Müvekkillerimiz de savunma yapmayacaktır…”
İsmail Beşikçi de bu karara katıldığını belirtti ve söz alarak şunları söyledi: “… Burada da devletin terör politikası ile karşı karşıyayız. Devlet son olarak Çevrimli köyünde 27 Kürt vatandaşını öldürdü; ama bunu PKK’nın üzerine yıkıyor. Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz: Bu, devlet güçleri tarafından yapılmış bir cinayettir. Burada, MİT’in bir şubesi gibi çalışan Türk basınını şiddetle kınıyorum.” Bu sözler, izleyiciler ve avukatlar tarafından coşkuyla alkışlandı.
DR. İSMAİL BEŞİKÇİ’ye açık mektup
İstanbul’un çeşitli üniversitelerinden 100’ü askın öğrenci Sosyolog Dr. İsmail Beşikçi’nin yargılanmasını protesto etmek için bir basın duyurusu yaptılar.
Öğrenciler, yaptıkları açıklamada kimi aydınların İ. Beşikçi’yi aşırı derecede yücelttikleri, onu mitoslaştırdıkları ve bu yolla kendi geriliklerini örtbas etmeye, aydın ve demokrat olarak üzerlerine düşen görevlerden kaçmaya çalıştıkları vurgulanırken, bir kısım insanların da Beşikçi’yi salt düşünce özgürlüğü temelinde savunmaya çalıştıkları görüşünü ileri sürdüler. Her ila düşüncenin de Beşikçi’yi mücadelesinde yalnız bırakmak noktasında çakıştığını iddia eden öğrenciler, Beşikçi’nin şahsında savunulması gereken şeyin bir ulusun özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi olduğunu söylediler.
Öğrenciler daha sonra 109 imzalı “Açık Mektup”u okudular. “Mektup”la bilim yuvası olması gereken üniversitelerin resmi ideolojinin yeniden-üretildiği güdümlü kurumlar haline getirildiği, Kürt ve K…distan gerçeğini kabul etmeden demokrat olunamayacağı dile getirildi, insanların düşüncelerinden dolayı cezalandırılmasına ve toplumsal sorunlara ezilenlerin cephesinden bakanlar üzerindeki devlet terörüne karşı duyarsız kalmayacaklarını da vurgulayan “Mektup ” daha sonra imzaya açıldı.
Türkiye’de resmi ideoloji olan Kemalizm’in çizmiş olduğu çerçevede “bilim’ üreten ve bu yüzden de Güneş-dil teorisi, Türk Tarih Tezleri gibi bilim dışı, ırkçı-şoven nitelikte düşünceler üreten üniversitelerde uzun süre barındırılmanız mümkün olmadı. Kendine bilim adamı denilen Prof. ve Doç. patentli öğretim üyelerinin jurnalleri ile tutuklanıp 12 Mart cenderesinde yargılandınız.
Kürt ve K…distan gerçeğini savunduğunuz, Kemalizm’in ırkçı-şoven yanını deşifre ettiğiniz için üniversitelerden kovuldunuz. Yıllarca cezaevlerinde tutulup düşüncelerinize ambargo konulmak istendi. Fakat tüm bunlar sizi yıldırmadı. Siz yine Türkiye’de tabu olan ve yalan üzerine kurulu ideolojilerle hesaplaşmayı bıkmadan kararlı bir şekilde sürdürdünüz.
Tamamıyla Kürt ulusunun inkârı üzerine kurulan Kemalizm’in ırkçı-şoven ideolojisine karşı aldığınız köklü tavır nedeniyle Türk aydınlan tarafından dışlandınız ve aforoz edildiniz. Hatta Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı tarafından ajanlıkla suçlandınız.
Aydın ve Demokrat olmanın belli kıstasları vardır. Anti-Kemalist olmadan ve K…distan gerçeğini kabul etmeden aydın ve demokrat olunamaz. Bu gerçekleri kabul etmek ve savunmak günümüz şartlarında yıllarca cezaevlerinde yatmayı, düzenin her türlü zulüm ve baskısını göze almayı gerektiriyor. Şunu da çok iyi biliyoruz ki nesnel gerçekler ne kadar yadsınmaya çalışılırsa çalışılsın, görmemezlikten, duymazlıktan gelinirse gelinsin hiç bir şekilde gizlenemezler. Bugün Kürt ve K…distan gerçeği çok açık ve çarpıcı bir biçimde kendisini dayatıyor. Bütün insanları düşünme ve sorgulama sürecine itiyor. Resmi ideoloji ve çeşitli türevleri istediği kadar inkârcı ve anti-bilimsel yaklaşımlar savunursa savunsunlar, bu tür yaklaşımların savrulup yerle bir edileceğini bilmekteyiz.
Bilimin üretildiği ve öğretildiği kurumlar olması gereken üniversitede bizler, yıllarca bilimsel gerçeklerin kavgasını vermiş olan sizin, kitaplarınızdan, araştırmalarınızdan yoksun bırakıldık. Üniversitelerde çalışmalarınızı, araştırma ve incelemelerinizi dile getirdiğimizde engellendik. Eserlerinizin “birlik ve beraberliği” bozan bölücü nitelikte olduğunu söylüyorlar. Fakat biz gerçek bölücülerin 1639’da Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla K…distan’ı ikiye bölen, ardından Lozan Konferansıyla bu bölünmüşlüğü dörde çıkaran sömürgeci ve emperyalist devletler olduğunu biliyoruz. Gerçek bölücülerin kimler olduğunu öğrenmek ve öğretmek, bu bölücülerin çirkin emellerini ve çıkarlarını deşifre etmek ve bu doğrultuda kamuoyunu duyarlı kılmak için mücadele eden bütün insanların ve onurlu aydınların sonuna kadar desteklenmesi gerekliğini düşünüyoruz.
Üniversitelerde resmi ideolojiyi kanıtlamak için bilim yapıldığı, bilimin belirli kalıplar içine sokulduğu ve beyinlerin sizin deyiminizle “kötürümleştiği” bir ülkede yaşıyoruz. Sizi yalnızca gerçekleri ortaya koyduğunuz için yıllarca zindanlarda çürütmeye çalışan bir devletin vatandaşı olmaktan utanıyoruz.
Bizler resmi ideoloji ile çatıştığınız için sizi kovuşturan ve kovan, “bilimsel çalışma”ların doğruyu saptamak için değil, resmi ideolojiyi kanıtlamak için yapıldığı üniversitelerin öğrencileri olmaktan utanıyoruz.
Resmi ideolojinin çerçevesi içinde “bilim’ yapan ve bu çerçeveyi parçaladığınız için sizi ajanlıkla suçlayan “aydınlara” sahip olduğumuz için utanıyoruz.
Genel olarak düşüncelerinden dolayı insanların yüzlerce yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, işkencelere uğramalarına, sürgünlere gönderilmelerine, toplumsal sorun-tara ezilen ve sömürülenlerin cephesinden bakanlar üzerindeki devlet terörünün bütün biçimlerine karşı duyarsız kalmayacağımızı belirtmek işitiyoruz.
Mustafa Nihal Yükselir, Remzi Serttoprak, Mehmet Toktay, Abdullah Karademir, Mehmet Yüksüz, Yılmaz Keleş, Gonca Pozan, Sevilay Yılman, Ali Taylan, Haydar Ürüm, Gürel Özdemir, Mehmet Ayık, Erdoğan Gezer, Cengiz S. Umal, Cemil Kızıltürk, Ülker Karayel, Makbule Gürel, Kamil Kanat, M. Kani Kahraman, Selahattin Kınalı, Ethem Doğan, Mehmet Ahla, Ali Gündoğdu, Cevdet Albayrak, Nilgün Aka, Hüseyin Yıldız, Muzaffer Büyük, Hakan Zeren, Zehra Soydan, Zafer Öztürk, Abdulkerim Baran, Arif Can, Mahmut Bilmez, Serhat Yiğit, Necat Sunar, Eylem Tuna, Bahattin Güneş, Halife Kuşdoğan, Fatma Dündar, Canan Duran, Ayhan Kaya, Nevroz Öntaş, Selim Aksu, Dilek Candan, Fazlı Pak, Bayram A. Bilgin, Şenay Balan, Yücel Özdemir, Döne Erdoğan, Murtaza Kaya, Mesude Kılıç, Öznur Taralı, Zehra Yetiş, Şebnem Pekşirin, Mehmet Algür, Atilla Kabaoğlu, Ali Güldü, A. Ekber Yıldırım, Murat Demir, Arzu Yıldırım, Makbule Sürmeli, Şükran Sever, Murat Kalenal. Ali Gûcel, Ertuğrul Karataş, Orkide Gök, Nurten Eriş, Selcan Kesgeç, Osman Baş, Emine İbiş, Nabı Kımran, Mustafa Koçak, Kasım Arı Aziz Özkan, Filiz Bilgili, Hakkı Özcan, Leyla Özkan, Nalan Özçelek, Hüseyin Altıparmak, Server Maraş, Serdar Kandı, Selma Sürücü, Özlem Doğan, Elif Bedir, Filiz Gökalp, Mustafa Sengel, Reyhan Özel, Bahri Gülsen, İrfan Güler, Taylan Kırteke, Süleyman Yasak, Semra Kardeşoğlu, Alper Taş, Feyzan Nizam, Akmel Duyu, Aydın Şenol, Füsun Altıner, Mehmet Akyol, Gazi Kutsal, Sami Eyler, Ferda Başpınar, Ersoy Soydan, Ünal Koçak, Derviş Şantekin, Turgay Yılmaz, Serda Çalışkan, C. Haluk Hepkan, İzzet Aslantay, Çetin Elmas.
Temmuz 1990