İşçi kıyımlarına karşı mücadelede yeni bir adını ERDEMİR işçileri yiğitçe mücadele ediyor

Zonguldaklı madencilerin başlattığı, Zonguldak’ın Türkiye işçi sınıfının başkenti olması imajım Ereğlili demir-çelik işçileri sürdürüyor.
8 Mayıs’ta, ERDEMİR yönetimi tarafından girişilen, 620 işçinin işine son verilmesi kararı, işçileri ayağa kaldırdı. Ve Türk Metal’in bütün yatıştırma çabalarına karşın, kurulan işçi komitesi etrafında birleşen Erdemir işçisi, sokak gösterilerinden, yemek boykotuna kadar bir dizi eylemle işçi kıyımını protesto etti ve işten atılan arkadaşlarının işe alınması için direneceğini haykırdı. Dergimiz dizgiye girdiğinde, işçiler kararlılıklarını haykırmaya devam ediyordu. Bu yüzden de, olayların hangi doğrultuda gelişeceğini söylemek için henüz erken olmasına karşın, şu şimdiden söylenebilir ki; işçi sınıfımız işten atmalar karşısında boynu bükük, olup biteni kabul etmeyecektir. Ereğli işçilerinin militan çıkışının başka işyerlerinde de izleneceğini söylememek için bir neden yoktur. Bu nedenle ERDEMİR işçisinin başlattığı mücadele, başka işçiler için de yürünecek bir yol açmış olması bakımından da önemlidir.

Türk Metal ve işverenin taktikleri
Kuşkusuz ki; ERDEMİR’de yaşananların başka yerlerde yaşananlardan pek farkı yok: Sendika ağaları ve patron işbirliğinde bir tasfiye sahneye konuyor ve bu, adım adım uygulanıyor. Ancak bundan sonra, işçilerin mücadelesi ve kararlılığı karşısında, sorunun kamuoyunun gündemine girmesiyle birlikte, yönetim ve sendika ağaları “taktik ustalıklarını” sergiliyorlar.
Şöyle ki; işveren, daha 1987’den beri bir işçi kıyımı için fırsat kolluyordu, ama uygun an bulamıyor, ya da “işçi kıyımı” sopasını sallayarak işçileri sürekli “diken üstünde” tutmayı amaçlıyordu.
Gelişmelerden açıkça anlaşıldığı gibi, sendika ağaları ve işveren senaryoyu daha sözleşme görüşmeleri sürecinde hazırlayıp, karşılıklı bir anlaşmaya varmışlardı. Sözleşme görüşmeleri Nisan’da sonuçlanıp ta, Türk Metal Genel Başkanı M. Özbek, işçilere, bu “müjdeyi” verirken, laf arasında MESS’le yapılan grup sözleşmesine de değinerek, 85 bin işçi adına “iyi bir sözleşme yaptık, ama 5000 işçinin de çıkışı veriliyor” diye, daha önce Halit Narin ve yakınlarda Özal tarafından açıklanan “işçi atımına sendikaların yeşil ışık yaktığı” biçimindeki uzlaşmayı kendi üslubuyla ifade ediyordu. Ne var ki, Ereğlili işçiler, ücretlerinin bir anda 650 binden 1 milyon 500 bine çıkmasının verdiği rehavetle, bu laf arasındaki itirafı kendi üstlerine alınmıyorlardı. Marksist işçilerin uyarıları da bu ortamda pek etkili olmuyordu.
İşveren ise, bundan yararlanarak yeni önlemlere hemen başlıyor, işyerinde yeni baskılar gündeme getiriyordu. Bu önlemler açıkça hak ihlalleri biçiminde olduğu halde sendikacılar hiç aldırmadığı gibi, bunlara itiraz eden işçileri de yatıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Sözleşmeden hemen sonra patron şu önlemleri almıştı:
*) Servisler, iş bitiminden en geç 10 dakika içinde fabrikayı terk etmek zorundayken bu süre 30 dakikaya çıkarılarak işçiler tedirgin ediliyordu.
*) 1970’lerde TİS hakkı olarak elde edilen, iş bitiminden 30-45 dakika önce iş bırakılıp temizlik yapılması gerektiği halde, sözleşme sonrasında bu kaldırılarak, son dakikaya kadar çalışma zorunluluğu getirildi. Böylece işçinin temizlik ve banyo yapma olanağı fiilen ortadan kaldırılıyordu. (12 Eylülcüler bile TİS’le elde edilen bu hakka dokunamamıştı)
*) Günde iki kez uygulanan “çay molası” tümden kaldırılıyor ve işyerinde çay içmek yasaklanıyor.
*) Molalarda gazete okumak serbestken, sözleşmeden hemen sonra yayımlanan bir genelgeyle, işyerine gazete getirilmesi bile yasaklanıyor, gazete okuyanlara 3 yevmiyeyi kesmeye kadar varan cezalar uygulamaya girişiliyordu.
Bunlara, işveren temsilcilerinin işçilere karşı kaba davranışlarının, tehditlerinin artması da eklenince, işçilerin öfkesi artıyordu; ama sendikanın bu uygulamalar karşısında işverenle işbirliğinin sezilmesi ise yılgınlık, tedirginlik yaratıcı bir etken olarak kendini gösteriyordu.
Hak gaspları karşısındaki sessizlik, işverene daha ileri adımlar için cesaret veren bir dayanak oluyordu.
Bu arada işveren, “ERDEMİR’in sırtında kambur olan, çalışmayan, yılın büyük bir kısmında izin yaparak üretimi aksatan” işçilerden dem vuruyordu. Ve bunları “ayıklayacakları” propagandasına hız veriyordu. Böylece, çok az sayıdaki ve zaten çoğunluğu da “A personeli” olan bu unsurları hedeflemiş gibi gözükerek, işçilerin tepkisini engellemeyi amaçlıyordu.
Nitekim işten çıkarmalar gündeme gelip de, 620 kişi sokağa atıldığında, işveren bunun bir işten çıkarma olmadığı, zaten yılın büyük bir kısmını izinli geçiren, kendi işlerinde çalışanlar ve emekliliği gelen işçilerden ibaret bir çıkarma olduğu doğrultusunda propagandaya hız verdi. Oysa gerçek tam tersiydi. 300 kadar emekli edilen (onlar da kendi istekleriyle değil zorla emekli edildiler) işçiye bir kaç tane de sözünü ettiği türden daha çok “kendi işiyle uğraşan” işçiyi katmıştı, ama geri kalanlar işyerinde bugüne kadar mücadelede sivrilen, hakkını arayacak bilinç ve cesarete sahip işçilerdi. Yani, diğer işyerlerinde olduğu gibi, ERDEMİR işvereni de kılıcı doğrudan ileri işçilere, işçi sınıfı mücadelesi karşısında duyarlı işçilere sallamıştı. Öyle ki bunlardan bir çoğu da, 15-20 yılını ERDEMİR’e vermiş, işgüçlerini orada kaybetmiş işçilerdi. Emekliliğine 2 ay kalmış olanlar bile vardı aralarında. Kısacası atılanların büyük çoğunluğu, işgüçlerinden başka satacak bir şeyleri olmayan gerçek işçilerdir. Zaten, sık sık izin yapan, toprağı olanlar da işçi değil, “A personeli” içindeydi. Ama her zaman olduğu gibi patron sadece işin kendi işine gelen yanını propaganda ederek, sınıfı ve kamuoyunu yanıltmayı amaçlıyordu. Kısacası Türk Metal’in ağaları ve işveren ortak amaçlan için birleşip, ERDEMİR işçilerinin %10’unu bir anda sokağa attılar. Ancak onlar, ERDEMİR işçilerinin mücadeleci geleneğini unutuyorlardı ve çalışan işçilerin atılan arkadaşlarına sahip çıkmayacağını umuyorlardı. Ama gelişmeler öyle olmadı. ERDEMİR işçisi, sınıfın şanına yakışır bir tutum alarak atılan arkadaşlarına sahip çıkmakta kararsızlık göstermedi. Tersine işyerinden sokaklara taşarak tepkisini ortaya koydu.

Gün gün ERDEMİR işçilerinin mücadelesi
ERDEMİR işvereni, 8 Mayıs günü 620 işçinin (85’i A personeli) işine son verdiğini açıkladı.
Aynı gün atılan işçiler sendikaya başvurarak sorunlarına sahip çıkılmasını isterken, sendikanın soruna nasıl yaklaşacağının da bilincinde olarak, hemen bir işçi komitesi oluşturdular, işçi komitesi 25 işçiden oluşuyordu ve içlerinden 6’sını da icra (yürütme) komitesi olarak belirlediler. Sendikacılar ise, her zamanki gibi her şeyden habersiz gözükerek, gerekeni yapacakları üstüne sözler verdiler. İlk iki gün böyle geçtikten sonra eylemler başladı.
10 Mayıs: Komite, işten çıkarılan işçiler ve Türk Metal’in Ereğli Şubesi yöneticileri, sendikadan ERDEMİR’e kadar olan 2-3 kilometrelik yolu yürüyerek fabrika kapışma siyah çelenk bıraktılar. Ve işverenin tutumunu protesto ettiler.
11 Mayıs: İşten çıkarılan işçiler, sendikada toplanarak bir yürüyüşle fabrika kapısına kadar giderek işvereni protestolarını sürdürdüler.
12 Mayıs: İşten çıkarılan işçiler, bu sefer eşleri ve çocuklarıyla birlikte, SHP İlçe Kongresine ve DSP’nin düzenlediği mitinge katıldılar. Ama tamamen kendi taleplerini haykırarak. Kendi taleplerini içeren pankartlar taşıdılar. Sonraki gösteriler boyunca da haykırılacak olan bu sloganların bazıları şunlardı:
“Türkiye’de İşçi Kıyımına Son!”
“Şalter İnecek Bu İş Bitecek!”
“İşçinin Onuru Sermayeyi yenecek!”
“İşçiyiz Güçlüyüz Kazanacağız!”
“Turan Onur (İşletme Genel Müd.)  Dışarı İşçiler İçeri!”
“İşçi-Esnaf-Halk El ele Genel Greve!”
“İşçiler El ele Genel Greve!”
“ERDEMİR-Madenci omuz Omuza!”
“İş Ekmek özgürlük!”

13 Mayıs: İşten çıkarılan işçiler, aileleriyle birlikte Ana kapı önünde oturarak, gündüz vardiyasından çıkan işçilerle birleştiler ve 6000 kişilik bir kalabalıkla, fabrikadan sendikaya kadar olan 3 kilometrelik yolu slogan atarak yürüdüler. Bu ilk büyük yürüyüşte yol trafiğe kapatıldığı gibi, esnaf ve kent halkı da alkışlarla işçilere destek verdi.
14 Mayıs: İşten atılan işçiler ve aileleri kalabalık bir grup olarak sendikanın önünde toplanıp, sendikacıları da yanlarına alarak fabrikanın ana kapısına yürüdüler. Yine burada oturarak, gündüz vardiyasından çıkacak işçileri beklediler. Bu sefer işçiler de dağınık gruplar halinde gelmedi. Ünitelerin önünde toplanıp altılı kortejler yapan işçiler, fabrika sahasını sloganlar atarak aşıp ana kapıya geldiler ve oradaki arkadaşlarıyla birleşerek Genel Müdürlük binası etrafında turlar atarak 17.00 ve 17.30’da çıkan işçileri beklediler. Onlarla da birleşerek, 8000 kişilik bir kalabalıkla, yine trafiği kapatarak, sloganlar haykırarak, sendikaya kadar yürüdüler. Bu sefer esnaf, memur, işçi, öğrenci Ereğli halkı daha büyük bir coşkuyla işçi kitlesini alkışladı, kaldırımlarda onlara eşlik etti.
15 Mayıs: İşten çıkarılan işçilerden Savaş Piroğlu’nun 15 yaşındaki kızının intihar etmesi üzerine o gün bir cenaze töreni düzenlendi. Cenazeye, sendikanın bütün engelleme çabalarına karşın 2500’den fazla işçi katıldı.
Fabrika önünde toplanan işçiler, cenaze için hastaneye kadar yürüdüler ve oradan da 3 kilometre uzaklıktaki mezarlığa kadar elden ele taşınan cenaze bir protesto töreniyle defnedildi.
16 Mayıs: Sendikacılar Ankara’ya gitti. Ancak işçiler yine sendikada topladılar ve yeni bir gösteri için hazırlık yaparken, Ankara’dan telefonla arayan sendikacılar, “görüşmeler sürüyor, bugün, rica ediyoruz gösteri yapmayın” demeleri, sendikacılar ve Komite arasında sert tartışmalara yol açtı. Sonuçta, her gün yürüyüş ve gösteri yapılması konusunda karar alınarak, o gün yeni bir şey yapılmadan dağılındı.
17 Mayıs: İşten çıkarılan işçiler ve Komitenin zorlamasıyla, sendikacıların da katıldığı bir kalabalık, sendikadan fabrika’ya kadar yürüyerek, vardiyadan çıkacak işçileri beklemeye başladılar. Burada Komite Başkanı Bayram Döner, ses donanımlı bir arabadan bir konuşma yaparak, işten çıkarmalar ve bunların nedenleri, mücadelenin gerekliliği üstüne bir konuşma yaptı. Ve tüm ERDEMİR işçilerine seslenerek, hep birlikte mücadele etmeye çağırdı. Sloganlar haykırarak fabrika sahasını geçerek gelen işçiler dışarıdakilerle birleştiler ve karayolunu trafiğe kapatarak saat 18.00’e kadar oturma eylemi yaptılar. 18.00’de işten çıkan tevziat işçileriyle de birleşerek yine 3 kilometrelik yol boyunca sloganlar haykırarak yürüdüler. İzleyen Ereğli halkının alkışları arasında sendikaya geldiler. GMİS merkez ve şube yöneticileri de 100 kişilik bir kalabalıkla bu yürüyüşe katılarak destek verdiler.
Sendika önüne gelindiğinde, Türk Metal Şube Başkanı, “Ankara’daki temasları hakkında bilgi vereceğini” söyleyerek, Keçeciler ve G. Taner’le olan görüşmelerini anlattı: Keçeciler, “isçiler haklı” derken, G. Taner, “atılanlar kamburdu” diyerek “Genel Müdürü desteklediğini” söylemiş, vs. vs.
Daha sonra Söz alan Ş. Denizer ise, Ereğlili işçileri destekleyen bir konuşma yaptı.
Daha sonra söz alan Komite Başkanı Bayram Döner ise; Türk Metal’in Genel merkez yöneticilerinin işçilerin karşısında yer aldığını vurgulayarak, “Şube yöneticileri görüşmemizde bizim yanımızda olacaklarını söylediler, bu sözlerini tuttukları sürece biz de onlarla birlikte olacağız” dedikten sonra, işçilere hitaben, “işten atılanların geri alınması, muhtemel çıkışların önlenmesi için şalterin indirilmesi için hazır” olup olmadıklarını sordu. Ve işçiler hep bir ağızdan “hazırız, hazırız!” yanıtını vererek, “Şalter İnecek Bu İş bitecek” sloganlarıyla sık sık kesilen bu konuşmadan sonra dağılındı.
18-19 Mayıs: Sendikacılar, “şalter indirmek için temsilci ve delegelerle toplantılar yapılıp, işyerinde gerekli örgütlemeleri yapmak gerektiği” bahanesiyle gösterilere ara verilmesini istediler. Bu konuda yapılan tartışma sonunda bir değerlendirme yapmak ve hazırlanmak için toplanıp tartışılması kararına varıldı. Ne var ki; sendikacılar her konuda ayak sürüyorlardı ve bir engelleme taktiği izliyorlardı. Sonuçta, Pazartesi şalter indirmeye hazırlık olması için, gündüz ve 24.00-8.00 vardiyalarının 16.00-00.30 arasında fabrikada oturma eylemi yapması kararı alındı. Ve uygulamaya sokuldu. Eylem başladıktan 4 saat sonra işyerine giden Türk Metal Genel Merkez Genel Sekreteri Salih Kılıç ve şube yöneticileri, “eylemin amacı birliğin sağlanmasıdır, bu amaca ulaşılmıştır, siz de yorgunsunuz dağılıp evinize gidin” diyerek eylemi kırıyorlar. Ancak işçiler, sendikacılara rağmen altışarlık düzenli kortej yaparak, fabrikadan sendikaya kadar yürüyerek’, 00.30’da bitmesi gereken eyleme saat 20.00’de son verdiler.
20 Mayıs: İşten atılan işçiler, eşleri ve çocukları 11.00-15.30 arasında, yağmur altında fabrika önünde oturma eylemi yaptıktan sonra bir kortej oluşturarak G. Müdürlük etrafında protesto gösterisi yaptılar. Daha sonra Devrim Bulvarı yoluyla sendikaya kadar yürüdüler.
Aynı gün sendikacılar, işçi komitesinin bilgisi dışında Kaymakamlığa başvurarak, ertesi gün yapılacak gösteri için güzergâh tespiti isteyerek, gösterileri yasalar çerçevesine çekme girişiminde bulundular. Böyle bir izin için en az 48 saat önceden başvurunun gerekliliği yasanın açık hükmüyken, kaymakamlık, gösterileri yasal platforma çekmek için yasaları çiğnemeyi göze alarak hemen bir güzergâh tespiti yapıp sendikacılara verdi. Böylece, günlerdir yasalar akla bile gelmeden süren gösteriler yasal çerçeveye çekilmeye çalışılıyordu. Güzergâh ise, fabrikanın Bağlık kapısından başlayan şehirle ilgisiz bir güzergâhtı.
21 Mayıs: Bir yasal güzergah çizilerek gösteriler kontrol altına alınmaya çalışılırken, Komite, devrimciler, işten atılan işçiler ve işçi aileleri bir başka faaliyet yürütmüş, esnaf kuruluştan, kitle örgütleri ve esnaflarla doğrudan ilişki içine girerek, 16.00-20.00 arasında “kepenk kapatma” çağrısı yapmışlardı. Bu çağrı çok etkili oldu.
İşten atılan işçiler, eşleri, çocuk-lan ve kalabalık bir halk topluluğu düzenli bir kortej oluşturarak (sendikacılar ve polisin engelleme çabalarına karşın) sendikadan fabrikaya doğru yürüyerek, Bağlık kapısına vardılar.
En son işten çıkanları da aldıktan sonra yürüyüş başladı. Esnaf, istisnasız kepenk kapatarak yollara döküldü. Yürüyüş kolunda 10 bin kişi varken yollarda, işçileri coşkuyla destekleyen, alkışlayan, onlarla birlikte yürüyen 40 bin kişi vardı. Bu Ereğli’nin tarihinde gördüğü en büyük gösteriydi. Yürüyüşün asıl sloganı, “Şalter İnecek Bu İş Bitecek”ti. Yürüyüşü destekleyen halk da aynı sloganı haykırıyordu.
Verilen yasal güzergâh Ereğli Terminalinde sona eriyordu. Ama yürüyüşçüler ve halk burada durup dağılmadı. Sendikacıların itirazlarına karşın, Komite’nin çağrısına uyan kalabalık sendikaya kadar yürüdü. Kitlenin coşkusu karşısında geri adım atmak zorunda kalan Türk Metal Şube başkanı, gösteriye katılanlara “teşekkür” etmek zorunda kaldı. Ve sözü, Genel Merkez Genel Sekreteri S. Kılıç’a verdi.
Salih Kılıç “rol icabı” Özal’a çatıp, sendikanın işçi kıyımına yeşil ışık yakmadığı vb. konusunda konuştu. Ama yığınlann aklında bir şey vardı ve onu dinlemek yerine kendi isteklerini haykırıyorlardı: “Şalter İnecek Bu İş Bitecek! ” “Şalter İnecek Bu İş Bitecek!”…
Bu konuşmadan sonra bütün işçiler, “Bayram konuşsun, Bayram Konuşsun!..” diye slogan atmaya başladılar. Bu arada sendikacılar mikrofonu alarak oradan kaçtılar.
Mikrofonsuz olarak kalabalığa hitap eden Komite Başkanı Bayram Döner’in konuşması sık sık “Şalter İnecek Bu İş Bitecek!” sloganıyla kesildi. Konuşmasının sonunda kalabalığa “Şalteri indirmeye hazır mısınız?” diye soran B. Döner’e kalabalık hep bir ağızdan “Hazırız, hazırız!” yanıtını verdi.
Gösteri ve miting “Şalter İnecek Bu İş Bitecek!” sloganlarıyla dağıldı.
22 Mayıs: SHP İlçe örgütü, “Demir Çeliğin Satılmasına, İşçilerin Atılmasına Hayır” Mitingi düzenledi ve bu Miting’e E. İnönü de katıldı.
İşten çıkarılan işçiler ve aileleri de bu Miting’e katıldılar. Ancak SHP kalabalığına katılmak yerine, ayrı bir grup halinde yer alarak kendi sloganlarını haykırıp, istemlerini dile getirdiler.
Miting’den sonra işçiler, kendilerine katılan halkla birlikte sendikaya yöneldiler. Ama, sendikacılar ve delegelerinin, kadınların sendikaya girmesine engel olmaya çalışması işçilerle sendikacılar arasında tartışmaya yol açtı. Komitenin olaya müdahalesiyle sendika delegelerinin bazılar tartaklanıp dışarı çıkarıldı ve kadınlar sendikaya girdiler. Daha sonra kadınlar aralarında durumu tartışarak, sendikacıların bu tavrını protesto etmek için ertesi gün sendikaya gidip oturma kararı aldılar. Ve ertesi gün 20 kadar kadın saat 9.30’dan 15.00’e kadar sendika lokalinde oturdular.

ERDEMİR’de işçi fazlası var mı?
ERDEMİR işvereni, Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri, işçi kıyımının gerekçesi olarak işletmenin verimli çalışması için işçi çıkarılmasının zorunluluğundan söz ediyorlar ve kamuoyunda, diğer kuruluşlarda olduğu gibi ERDEMİR’de de işçi fazlası olduğu propagandasını yapıyorlar. Ama durum gerçekten böyle mi? Burada kısaca gerçeklere bir göz atalım.
ERDEMlR, Amerikan COO-PERS firması tarafından inşa edilerek 1965’te işletmeye açıldı. Bu firmanın raporlarına göre işletmenin rantabl çalışabilmesi için 1000 A personeli (idari ve teknik personel), 3500 B personeli (fiili çalışacak işçi) gerekiyor. Ve işletme bu rapora göre organize ediliyor ve ABD’li teknik personelin o yıllarda basında da çıkan engellemelerine karşın oldukça iyi bir işletme olarak üretimi sürdürüyor.
İşletmenin asıl üniteleri şunlar: 2000 ton/gün’lük bir yüksek fırın, bir çelikhane, bir sıcak bir soğuk haddehane, bir oksijen fabrikası, bir kok ve Sinter fabrikası ve bir kuvvet santrali var. Ne var ki, 1974’ten itibaren fabrika genişletilmeye başlanıyor ve tevziat müdürlüğü muvakkat işçi alarak, bir Japon firmasıyla birlikte yeni tesisler yapıyor.
Ek tesisler şunlar: 3500 ton/günlük ikinci bir yüksek fırın, eskisinden daha büyük bir çelikhane, bir soğuk bir sıcak haddehane, bir oksijen fabrikası, bir kok ve Sinter fabrikası, bir kuvvet santrali, taşıma ve depolama üniteleri. Yani fabrikaya eskisinden daha büyük bir fabrika ekleniyor. Ama işçi sayısı sadece 2000 artırılarak 5500’e çıkarılıyor. Aslında, teknik ölçüler çerçevesinde 7-8 bin işçi çalıştırılması gerekirken, aşırı çalıştırma ve fazla mesai yoluyla bu açık kapatılarak işçi sayısı teknik gerekliliğin altında tutulduğu halde, işçi kıyımına “fazla işçi” olduğu propagandasıyla gerekçe bulunmaya çalışılıyor.
Dahası ERDEMİR’de uzun yıllardır işçiler fazla mesaiye zorlanıyordu ki, bu bile bir işçi fazlalığı olmadığının en açık kanılıdır.
ERDEMİR’de bir fazlalık vardır, ama bu işçi fazlası değildir. İdari ve teknik personel şişirilerek işletmeye kambur haline getirilmiştir. Diğer kuruluşlar gibi ERDEMİR’de, burjuva gerici siyasi partilerin ya-kınlan bu siyasi çevrelerce doldurulmuş, bir iş yapmadan mevki ve yetki sahibi kılınmışlardır. Dinci, faşist, gerici partilerin yandaşları için idari kadrolar arpalık olarak kullanılmış, başlangıçta 1000 olarak belirlenen idari ve teknik personel sayısı bugün 3000’i aşmış olup, bunun en az yansı “hatır” için işe girmiş kişilerdir. Ne var ki işveren bu kamburu da işçinin üstüne yıkarak, işçi kıyımı ve kalan işçilerin daha çok çalışmasıyla telafi etme yolunu seçmiştir.
Bu konuda bir diğer iddia ise, ANAP’ın 1992 seçimleri için kendi yandaşlarına kadro açmak için işçi kıyımına yöneldiğidir ki, ANAP’ın politikaları göz önüne alındığında bunun da yabana atılır bir iddia olmadığı ortadadır.
İşletme açısından ise, “yüksek ücretli” işçiyi çıkarıp yerine asgari ya da düşük ücretten işçi almanın çok karlı bir uygulama olduğu düşünülürse, ANAP’ın siyasi çıkarlarıyla ERDEMİR ortaklarının ekonomik çıkarlarının tam bir uyuşma içinde olduğu daha iyi görülür. İşten çıkarılanların çok büyük çoğunluğunun 10-20 yıllık işçiler olduğu göz önüne alındığında işverenin bir zorunluluktan çok, daha çok kar ve genç iş gücünü gözettiği de anlaşılır.
Demek ki, ERDEMİR’de İşçi kıyımının nedeni ne “fazla işçi” Sorunudur ne de “tembel işçiler”dir. Asıl amaç, devrimci, demokrat, Marksist, ileri işçileri tasfiye etmek, bununla birlikte de ekonomik ve siyasi çıkarlar sağlamaktır.
Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki; ERDEMİR, Türkiye’nin en karlı sanayi işletmelerinden biri olup, hükümet tarafından yabancılara pazarlanmaya çalışmaktadır. Nitekim geçen yıl Japonlar, bu yıl ise Amerikalılar ERDEMİR’i almak için girişimlerde bulunmuşlar, bulunuyorlar. Japonların almaktan vazgeçtiklerinin nedeni olarak işverenin öne sürdüğü, “bir elinde tespih, bir eli cebinde personelli işyeri almayız” gerekçesi eğer doğruysa, bu sözlerin muhatabı işçiler olamaz. Çünkü bu tanımlamaya uygun tipler, sadece burjuva siyasi partilerin yandaşlarının doldurulduğu yönetim ve idari personel içindedir. Bu yüzden bu da işçi kıyımının bir geçerli bir gerekçesi olamaz. Kaldı ki, bir işletmeyi yabancılara satmak için oradaki işçileri açlığa, sefalete terk eden politikanın kendisi de işçi emekçi düşmanı bir politikadır, bu da kimse için inandırıcı olamaz.

Sendika’nın entrikaları ve Komitenin Mücadelesi
Türk Metal Sendikası’nın Genel Merkezi, TİS görüşmeleri sırasında, “yüksek ücret verilsin, işçi atılsın” biçimindeki anlaşmasına bağlı kalarak, işçi kıyımı karşısında açıkça ilgisiz tutum takınarak, işçi düşmanı yüzünü bir kez daha sergilemiştir. Gerçi işçilerle konuşurken, bol keseden mücadele lafı etmişlerdir, ama asıl mücadeleyi işçi direnişini kırmak için vermişlerdir.
Türk Metal’in hain politikasının işçilere dönük yüzünün uygulayıcısı ise; Türk Metal’in ERDEMİR Şubesi olmuştur. İşçilerin öfkesi karşısında “şalter indireceğiz” propagandası yapan, yürüyüşlerde kortejin önünde yer almayı ihmal etmeyen Türk Metal yöneticileri, işyerlerindeki delegeleri ve temsilcilerinin çoğu ile işçileri yıldırmak için işverenle aynı ağzı kullanmış, “şalter indirilirse direnişe katılanların da işten atılacağı” tehdidini yaymışlardır. “O arkadaşlar tazminatlarını aldı çıktı, ama biz direniş yaparsak, 17. maddeden, tazminatsız atılırız” propagandası ile işyerinde direniş eğilimini köreltmeye çalışmışlardır.
Bu propagandanın yanı sıra, işçi mücadelesini yasal çerçeveye çekmek, mücadele heyecanını yatıştırmak için “görüşmeler” taktiğini asıl biçim haline getirmeye çalışmışlardır.
Sendikayı yıllardır bir gazino, kahve gibi kullanarak, sendika lokalini okey oynanan bir salon haline getiren bu güruh, mücadelenin yükselmesi karşısında sendikayı işçilere açmak zorunda kalmışsa da ilk fırsatta eski işlevine dönüştürmüştür. 10 Mayıs’tan itibaren, gerçek bir işçi sendikası gibi, mücadelenin sorunlarının konuşulduğu bir yer haline getirilen sendika lokalini, 25 Mayıs’ta, işten çıkarılan işçilerin Zonguldak’a (GMİS’in düzenlediği bir konferansa katılmak için) gitmesinden yararlanan yöneticiler, işyerindeki temsilci ve delegelerine ücretli izin aldırarak, yeniden okey salonu haline getirmişlerdir. Ve işçilerin oraya gelmesini önlemek istercesine lokal ve sendikada yoz havayı egemen hale getirmişlerdir. Zonguldak’tan dönen işçilerin bu duruma tepkisini de “biz ne yapalım işçi arkadaşlar oynamak istiyor” gibi ancak bu türden adamlara yakışacak bir yüzsüzlükle karşılamaya çalışmışlardır.
Öyle görünmektedir ki, Türk Metal yöneticileri görünüş olarak bile işçi haklarını savunmaktan vazgeçmişlerdir ve açıkça işçi mücadelesi karşısında yer alacak bir pozisyona geçmişlerdir.
Komite ise; bugüne kadar ERDEMİR mücadelesi içinde yer alan işten çıkarılan, devrimci, demokrat,
Marksist işçilerden meydana gelmektedir, özellikle de Marksist işçilerin belirleyici bir konumda bulunması Komite’nin asıl güçlü yanıdır. Ama mücadelenin sadece işverene karşı değil de, daha çok da Türk Metal’in merkez ve şube yöneticilerine karşı olma zorunluluğu, “Şalter indirmek” gibi son hamleyi yapmakta güçlükler çıkarmaktadır. Ama öyle görünmektedir ki; asıl güçlük, sınıf içinde işçi kıyımına karşı sistemli bir ajitasyon yürütülmemesi, olası bir işçi kıyımına karışı önceden, gerekli örgütlenmeleri yapmamaktan kaynaklanmaktadır. Pek çok işyerinde işçi kıyımı yapılırken, ERDEMİR’in bunun dışında kalacağı, düşünülmese bile, bunun gereğinin zamanında yapılmamış olması önemli bir açmaz olarak görünmektedir. Lenin’in ünlü deyişiyle, “hırsızı suçüstü yakalamak kadar hiç bir şey insanları heyecanlandıramaz”. Bu yüzden de “şalteri indirmek” için en uygun gün 620 işçinin işine son verildiğinin bir bomba gibi patladığı gündü.
Bu yapılamadı, ama sonraki gelişmeler de, Ereğli işçisinin, işten atılan sınıf kardeşleri karşısında kayıtsız kalmadığını, tersine onlarla birlikte mücadele edeceğini göstermiştir.
Bugün bu mücadele biraz geriye itilmiş gibi görünse bile, henüz mücadele sona ermediği gibi yeni bir patlama ve fırsatların olanağını da taşımaktadır. Bu yüzden de, sürecin bu aşamasında daha ayrıntılı değerlendirmeler yapmak için henüz erkendir. Ama şu açıktır ki, ERDEMİR işçisi, işçi sınıfının mücadeleci geleneğini sürdürme kararlılığını göstermiştir. Yanlışlar ve zaaflar aşıldığı ölçüde o bu niteliğini daha açık bir biçimde gösterme yeteneğini ortaya koyacaktır. Bütün belirtiler bunu gösteriyor.

ERDEMİR’de mücadelenin kısa tarihi

ERDEMİR, 1965’te işletmeye açıldı. İnşaatı bir Amerikan firması olan COOPERS tarafından gerçekleştirildi.
Fabrikanın hisselerinin % 51’i TDÇ, Sümerbank gibi KİT’lerin,% 40’ıİş Bankası, ASO, Samsun Sanayi Odası’nın; % 9 ise, ERDEMİR ölüm Vakfınındır. Kuruluşundan itibaren işyerinde Türk Metal yetkili iken, 1960 sonlarından İtibaren Maden-İş’e geçiş eğilimi giderek güçlenir. Emniyet güçleri ve işletmenin tüm baskılarına karşın üretim durdurularak, referandum istenir. Ve referandum sonucu olarak Türk Metal’in yetkisi düşer, Maden-İş Sendikası yetkili sendika durumunagelir.
1971’de. “Ayşe” adlı yüksek fırın aşırı yükleme sonucu patlayınca, 12 Mart ortamında, işçilerden intikam almak isteyen idare ve polis, patlamayı işçilerin sabotajına bağlayarak ileri, mücadeleci işçileri tutuklar. Mahkeme beraatla sonuçlanırsa da ileri işçiler işten atılırlar. Bu baskı koşulları altında çok geri düzeyde imzalanan sözleşme işçiler tarafından tepkiyle karşılanır ve Ş. Özbayrak yönetiminde şube yönetimi ilk kongrede tasfiye edilir. TİS görüşmeleri çıkmaza girince 1973 başlarında 77 gün sürecek ilk grev patlak verir ve hükümet. 77. gününde grevi erteler. Maden-İş CHP’nin iktidara gelmesinden sonra sözleşmeyi imzalar. Ama sözleşmeye göre grev süresinde geçen süre çalışılmamış gün sayıldığı gibi, sendika da grev ödeneklerini sözleşme farklarından kesmeye kalkışınca; bu bardağı taşıran son damla olur. Ve işçiler toptan Maden-İş’ten istifa ederler. Çelik-İş ve Çağdaş Metal-İş Sendikası’na üye olurlar. Ortaya yetkisizlik durumu çıkınca, yeni bir referandum yapılır. İstifa zaten bir protesto eylemidir ve geçen süre içinde Maden-İş’in uzlaşma girişimleri de başarılı olunca, Maden-İş yeniden yetkili sendika durumuna geçer.
1975-77 Sözleşmesini, CHP ile dirsek temasında olan Maden-İş’in Şube başkanı Ş. Özbayrak, Genel merkezi dinlemeden imzalar. Maden-İş Genel Merkezi ise, Ş. Özbayrak ve yönetimini görevden alır. Ama Özbayrak CHP yönetimi ve hükümetle sıkı ilişki içindedir. Hükümet ve CHP’nin işçiler üstündeki etkinliğinden yararlanarak Dev Maden-İş adında yeni bir sendika kurar ve sahte üye fişleriyle yetki talebinde bulunarak, Maden-İş ‘in yetkisine itiraz eder. Böylece ERDİMİR’de 1977den 1980’in yedinci ayına kadar sürecek bir “yetkisizlik” dönemi başlar. 1980 Temmuz’unda Maden-İş nihayet yeniden yetkili olursa da, 12 Eylül darbesiyle ERDEMİR bir kez daha yetkisiz kalır.
1983’te sendikal faaliyet yeniden serbest bırakıldığında. ERDEMİR’de üç sendika yetki çekişmesine girer Dev Maden-İş’in devamı olan Çağdaş Maden-İş, Çelik-İş ve Otomobil-İş. % 10 Barajı nedeniyle Çağdaş Maden-İş, elindeki sahte üye fişleriyle Çelik-İş’e katılırsa da, işçinin çoğunluğu Otomobil-iş’i istediğinden “mükerrer üyelik” nedeniyle yetkisizlik durumu yeniden ortaya çıkar. Mahkemeler, yetki tartışmaları sürüp gider.
Otomobil-İş’in gönülsüz ve beceriksiz girişimleri karşısında işçiler tepki gösterir ve sendika Ereğli Şubesini Olağanüstü Kongreye zorlarlar. Genel Merkez, ileri işçileri tasfiyeyi amaçlarsa da işçilerin büyük çoğunluğunun desteği ile devrimci, demokrat ve Marksist işçilerin listesi kazanır. Otomobil-İs bundan sonra, rakip sendika ve işverenle uğraşacak yerde kendi şube yönetimiyle uğraşır ve kasıtlı denebilecek yanlışlarla yetki almayı başaramaz.
Bu durumdan yararlanan Çalışma Bakanlığı, işkolunun en büyük sendikası olan Türk Metal’in MKE sözleşmesini ERDEMİRe de teşmil ederek, hemen hiç üyesi olmayan Türk-Metal’i fiilen yetkili sendika durumuna getirir. Ancak, ileri işçilerin çoğunluğu, Marksist işçilerin çabalarına karşın, “faşist Türk Metal’de çalışılmaz” düşüncesiyle sendikaya sırt çevirince, Türk Metal. 1987-90 arasında rahat bir sendikacılık yapar. Ancak. ‘90’dan itibaren: işçilerin sendikal faaliyete katılmasıyla Türk Metal yöneticileri de diken üstünde oturmaya başlarlar. Nitekim. ‘90’ın 7. ayında yapılan delege seçimlerinin ilerici, devrimci işçilerin kazanacağını anlayan sendika yöneticileri, idare ile işbirliği içinde sandıkları kaçırarak “gizli sayım” yaparak, seçimi kendi adaylarının kazandığını ilan ederler. Buna kimse inanmasa da, Türk Metal bir seçim daha kazanmış olur. Sonraki gelişmelerin ne olduğunu ise yukarıda özetledik.

Haziran 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑