Kapitalizmin hizmetinde bir akım: Reformizm – Birinci Bölüm –

İşçi sınıfının bilimsel ideolojisi olarak Marksizm, Marksizm dışı akımlara karşı mücadele içinde doğmuş, bu mücadele içinde ideolojik ve siyasi olarak gelişip güçlenmiştir. Marksizm’in 150 yıllık tarihi içinde mücadele ettiği akımların başında reformizm gelir. 19. yüzyılın son çeyreğinde Marksizm ile işçi hareketinin birliği, anarşizmle birlikte reformizme karşı mücadele içinde gerçekleşti. Leninizm, doğumunu reformizmin özel bir türü olan legal Marksizm’e ve ekonomizme karşı mücadele içinde ilan etti; bayrağını Kautsky’nin taşıdığı 2. Enternasyonal reformizmine karşı mücadelede yetkinleşti ve uluslararası işçi hareketine tartışılmaz şekilde damgasını vurdu. Reformizm, başarıya ulaşabilmek için proletaryanın, mutlaka yenilgiye uğratması gereken düşmanlarının başında gelir. Lenin, bu akıma karşı mücadelenin yaşamsal önemini şu sözlerle vurgular: “1917-1920’de başarıya ulaşabildiysek, bunu, Kautskyciliğin alçaklığını, iğrençliğini ve ihanetini en sert bir dille suçlamamıza borçluyuz.”
Proletarya hareketinin reformizme karşı mücadelesinin genel içinde tuttuğu yer, koşullara göre değişmekle birlikte sürekli bir çizgi izlemiştir. İçinde bulunduğumuz dönem, reformizmin çeşitli biçimlerine karşı mücadeleye özel bir önem kazandırmaktadır. Kruşçevcilikle başlayan ve Gorbaçovlukla doruğa varan modern revizyonizm, reformizmin resmi merkezi sosyal demokrasiyle ve emperyalist kapitalizmle tam bir birleşme sağladı. Dünya çapında güçlenen bu revizyonist-reformist rüzgar, ülkemizde 12 Eylül’ün devrim saflarındaki etkisiyle şekillenen reformculuğu da arkasına alıp güçlendi. Bütün bun)ar, reformizme karşı mücadeleye teorik, siyasal ve pratik bakımdan büyük bir önem kazandırdı. Bu yazının boyutları içinde reformizmin ideolojik temeline, sınıfsal yapısına, tarihsel şekillenişine ve onun devrimci-demokrasi saflarındaki yansımalarına genel hatlarıyla değineceğiz.

Kavram Olarak Reformizm
Reformizm, ML literatürde, kapitalizmin temel yapısını ve kurumlarını esas olarak koruyarak yapılacak çeşitli düzeltme ve iyileştirmelerle toplumun refaha ve sosyal adalete kavuşturulabileceğini savunan burjuva ideolojisi ve politikası olarak tanımlanır. Marksizm’e göre, proletaryanın sömürüden ve siyasi kölelikten kurtuluşu bütün kapitalist sistemin siyasal üst yapısıyla birlikte devrimle ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Proletarya partisinin strateji ve taktiği de bu görüş ışığında şekillenir. Buna karşılık reformizm, kapitalist sistemi koruyarak yapılacak reformlarla işçilerin sömürüden kurtulabileceğini ve böylece bütün sınıfların uzlaşması ve kardeşliği üzerine şekillenen bir sistemin kurulabileceğini savunur; ideolojisi ve politikası sınıfları uzlaştırmaya, proletaryanın eylemini frenlemeye ve burjuva dünyaya hapsetmeye ve ücretli kölelik düzenini ilelebet yaşar kılmaya dayanır. Bu görüş ışığında şekillenen reformizm strateji ve taktik, işçi sınıfı ve emekçilere sürekli ‘itidal’ telkin eder. Burjuvaziye karşı ‘barışçı’dır. Bütün devrimci mücadele biçimlerinden veba görmüş gibi kaçar. Proletaryanın iradesini ortaya koyması, devrimci atılımı karşısında kendiliğindencidir. Üretici güçlerin, kendiliğinden gelişerek sosyalizme varacağı hayalini yayar.
Elbette ki reformizmin tek bir biçimi yoktur; çeşitli farklılıklar gösterir. Bu kapsam içindeki kimi akımlar sadece ‘sosyal adaletçi’dirler. Diğer bazdan ‘ulusal bir sosyalizm’den yanadırlar. Aralarında kendilerini Marksist sayanlar da yok değildir. Fakat bütün bu çeşitliliklere rağmen, şu temel noktalarda ortak bir kapsama girerler: Mevcut kapitalist sistemin, ücretli köleliğin ve burjuva devletin kutsanması ve reformlarla güzelleştirilmiş sosyal adalete dayalı bir kapitalizmin propagandası… Bu politikasıyla reformizm, kokuşmuş kapitalist düzenin çıplaklığını vaatler ve sahte güzelliklerle örtmeye çalışır.
Reformist parti ve akımlar, tekelci burjuvazinin doğrudan temsilcileri değillerdir. Ama bu durum, tekelci burjuvazinin, kitleleri aldatmak ve bunalım koşullarında düzenini korumak için, reformizmi tercih edeceği gerçeği ile çelişmez. Tekelci burjuvazinin kitleleri bastırmadaki araçlarından bir sopaysa, diğeri de havuçtur. Havuç politikasını çıkarları için gerekli gören burjuvazi için, sosyal-demokrat ya da ‘sosyalist’ adını taşıyan reformcu bir partinin hükümete getirilmesi kaçınmayacağı bir şeydir. Çeşitli zamanlarda sosyal-demokrat reformcu partilerin hükümet olmasının da gösterdiği gibi reformizmin, burjuvazinin işçi sınıfım ezmede kullandığı tercihli silahıdır. Reformizm, devrimci yangını söndürmek için burjuvazinin hizmetindedir. Bunun içindir ki, Marksizm’in büyük önderleri, reformizmin resmi temsilcileri sosyal-demokrat partileri “burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanları”, “kapitalist sınıfın işçi kâhyaları” vb. sıfatlarla nitelendirilmişlerdir.
Reformizm kavramı, revizyonizm ve oportünizm kavramlarıyla yakından ilişkilidir. Çünkü, revizyonist ve oportünist akımlar da şu ya da bu şekilde devrimci Marksist teoriyi reformizm yönünde bozmuşlar, Marksizm’i reformcu yönde revizyona ve tahrife uğratmışlardır. Bu bakımdan bir çok revizyonist partinin aynı zamanda reformist olarak nitelendirilmesi teorik olarak yanlış değildir.
İdeolojik ve siyasal olarak katıksız bir burjuva özellik taşıyan reformizmin felsefi temeli, metafizik idealizmdir. Marksist dünya görüşünün dayandığı felsefi temel olan diyalektik materyalizme göre niceliksel değişiklikleri ifade eden evrim ile niteliksel değişiklikleri ifade eden devrim kavramları doğal, toplumsal ve düşünsel gelişmenin biri olmadan diğeri olmayan iki yanını temsil ederler. Ne, bir evrime dayanmadan oluşan bir devrim mümkündür, ne de niteliksel bir değişmeye/devrime yol açmaksızın evrimin sürgit devam etmesi mümkündür.
Buna karşılık metafizik idealizm, hareketin, gelişmenin iki yanını birbirinden ayrı, birbirine karşıt kavramlar olarak görür. Evrimin olduğu yerde devrimin olmayacağını, tersi durumda da evrimden söz edilemeyeceğini iddia eder, devrimin evrimin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olduğu gerçeğini görmek istemez. İşte reformizm, evrimi mutlaklaştıran bu felsefi görüşe dayanır; evrimci ve gericidir.
Reformizmin kurucusu ‘şanını’ taşıyan Bernstein’den bugüne reformizm temel özelliğini, burjuvazinin işçi sınıfı içindeki yangın söndürücüleri özelliğini koruya-gelmiştir.

Reformizmin Sınıf Temeli
Reformizmin temel siyasi işlevi, sorunların mevcut düzen içinde çözülebileceği hayaliyle işçi ve emekçi kitleleri aldatmak, uyuşturmak ve kapitalist sisteme bağlamaktır. İzlediği politikasıyla reformizm, kapitalizmin bir çeşit payandasıdır; yığınların tepkilerini uysallaştıran bir paratoner işlevi görür. ‘Kutsal’ amacı tekelci burjuvaziye hizmet olan reformizm, sınıfsal karşılığını küçük burjuvazide bulur.
Reformizm, 2. Enternasyonal içindeki oportünist eğilimin sistemleşmesiyle ve revizyonist akıma dönüşmesiyle ortaya çıktı. Her siyasal olgunun bir sosyal temeli olduğuna göre, işçi hareketi içinde ortaya çıkan reformizmin sosyal temeli neydi?
Kapitalist üretim süreci, her gün mülkten tecrit ettiği sayısızca zanaatçıyı, küçük burjuvayı işçi sınıfı ordusuna katar. Maddi olarak işçileşen bu unsurlar, kafalarında içinden kopup geldikleri küçük burjuvazinin düşüncelerini, alışkanlık ve özlemlerini taşırlar; eski konumuna yükselmek bu unsurlarda tutku düzeyinde bir istek olarak belirir. İşçi hareketi içinde uç veren oportünizmin ve reformizmin kaynağını bulduğu tabakalardan biri bu unsurlardır. Fakat daha çok ve esas olarak, reformizm, sosyal temelini, kapitalist sömürünün bir bölümünden pay alarak yaşamını küçük burjuvazi seviyesine çıkaran zenginleşmiş bir işçi tabakasında/işçi aristokrasisinde ve sendika bürokrasisinde bulur. Bu tabaka işçi sınıfının küçük ve ayrıcalıklı bir parçasıdır; yaşam standardı işçilerden çok küçük burjuvaziye benzer. Buradan yola çıkan reformizm, giderek tüm küçük burjuvazinin temsilcisi konumuna yükselir.
Sosyalist devrim sürecindeki ileri kapitalist ülkelerde küçük burjuvazi tarafsızlaştırılıp tecrit edilmesi gereken ara bir sınıftır. Kapitalizmin çözüp dağıttığı, geniş bir kesimini proletarya saflarına, ücret köleliğine yollarken küçük bir azınlığını da burjuvalaştırdığı küçük burjuvazi, temel bir sınıf olma özelliği taşımaz. Kendi başına bağımsız bir ideolojisi ve politikası yoktur. Tekelci burjuvazi ve proletarya arasındaki çatışmada ancak taraflardan birine dayanarak politika yapabilir. Çoğu reformist olan küçük burjuva partiler, mülk sahibi özellikleriyle, siyaset sahnesinde tekelci burjuvaziye dayanırlar. Bu politikada, siyasi ve iktisadi kudretin tekelci burjuvazide olmasının rolü büyüktür. Ya da, reformist partiler, küçük burjuvazinin tekelci burjuvaziye yaslanarak politika yapan partileridir de diyebiliriz.
Reformcu sosyal-demokrat partiler, küçük burjuvaziden kaynaklanmakla birlikte küçük burjuvazinin öz çıkarlarını savunmazlar. Çünkü küçük burjuvazi, bir yönüyle emekçidir ve çıkarları kapitalizmle çatışma halindedir. 2. Enternasyonalin irili ufaklı bütün partileri küçük burjuva partilerdi ve aynı zamanda tekelci burjuvazinin hizmetindeydiler. Rusya’nın Menşevik ve Sosyalist-Devrimcileri, sınıflarına ihanet ederek burjuvaziyle birlikte proletaryaya karşı savaştılar.
Peki, bu durumda, tekelci burjuvazinin kendi öz partilerinin yanı sıra sosyal-demokrat, ‘sosyalist’ adı altındaki küçük burjuva partilere ihtiyaç duymaları ve hükümet etmelerinin nedeni nedir?
Tekelci burjuvazinin devlet biçimlerinden biri olan burjuva parlamenter demokrasisi, yığınlarda oluşan hoşnutsuzluk eğilimlerini 3-5 yılda bir yapılan seçimlerle parlamenter kanallarda eritmek üzerine kuruludur. Burjuvazi, düzen çerçevesindeki huylu-huysuz bütün muhalefet hareketlerini son tahlilde ehlileştirebileceği çocukları olarak görür. Tekelci burjuvazinin has partilerinin yıprandığı, yığınlardan tepki aldığı dönemlerde “değişik” programlara sahip, yığınlardan yana görünen sosyal-demokrasiyi hükümet ederek, yığınları reformizm aracılığı ile sisteme bağlamaya çalışır. Ve her zaman, reformizmi alternatiflerden biri olarak kabul eder. Böylece, sosyal-demokrasinin, sendikalar ve diğer yığın örgütlerindeki etkilerini de kendine bağlamış olur. Sosyal-demokrat partiler, kapitalizmin iyileştirilmesine yönelik reçeteler sunduğundan, kapitalizmi güçlendirirler ve tekelci burjuvazi de canına minnet bunu seve seve kabul eder. Ayrıca sosyal-demokrasinin varlığı, hükümet olması, geri yığınların zihninde ‘demokrasi’ bilincinin kökleşmesine neden olur.
Reformcu sosyal-demokrat partiler, burjuva düzeni korumak için yangın söndürmeye koşan itfaiye görevlileridir.
Gerçek anlamda burjuva demokrasisinin pek nadir görüldüğü emperyalizme bağımlı geri ülkelerde de sosyal-demokrasi, egemen sınıfların alternatiflerinden biridir. Fakat bu ülkelerde daha da önemli alternatif, cuntalardır. Bu ülkelerde, genellikle, sosyal-demokrasi, işçi sınıfı hareketi içinden ve sendika bürokrasisinden çıkmamış, daha çok egemen sınıfların da yardımı ile orta burjuvazinin politik sahneye çıkmasının sonucu olmuşlardır.
Devrimin anti-emperyalist demokratik aşamada olduğu ülkelerde, reformizm, ara sınıf konumundaki orta burjuvazinin hareketidir. İşlevi, emperyalist ülkelerdeki sosyal-demokrasi ile aynıdır.
Bu ülkelerdeki parlamento daha kaba ve askeri cunta ihtimaline hep açık bir yapıdadır. Oldukça uyduruk bu ‘demokrasi güldürüsünde’ sosyal-demokrasiye de (baş aktör değilse bile) bir rol vardır. Sosyal-demokrasi, bütün gayretiyle görüntüye demokrasi çeşnileri katmaya, oyunu sahici göstermeye çabalar. Ama her zaman cunta, genellikle, sosyal-demokrasiyi politik arenadan tecrit eder. Yeni bir demokrasi oyununa kadar dinlenme molası veren sosyal-demokrasi, bir umut ışığı gördüğünde tekrar kolları sıvar. Bu ülkelerde, öyle zamanlar olur ki, devrim ve karşı-devrim arasındaki çatışma, kesin çizgilerle belirlenir. Karşı-devrim safında olup ‘halkçı’ görünen sosyal-demokrasinin işi çok zorlaşır.
Reformizm, ara sınıflardan kaynaklanan bir akımdır. Temeli, ülkenin içinde bulunduğu devrim aşamasına göre küçük-burjuvazi ve orta-burjuvazi olarak farklılaşır.

Reformizmin Tarihsel Şekillenişi ve Evrimi
Marksist-Leninist literatürde kullanılan anlamıyla reformizmin kurucusu Bernstein’dir. Bernstein’le başlayan ve Gobaçov’a kadar uzanan bu tür reformizm, işçi hareketi içinde ortaya çıkan, işçi aristokrasisi ve küçük burjuvaziye dayanan, proletaryanın eylemini kapitalizm sınırlarına hapsetmeye çalışan bir akımdır. Fakat daha geniş bir çerçevede ele alındığında reformizmin çok daha başka türleri olduğu gibi tarihi de çok daha gerilere uzanır. Bu nedenle, Bernstein’le başlayan reformizmi ele almadan önce Marksizm öncesi dönemde ortaya çıkan çeşitli reformist çizgilere kısaca değinelim.

Marksizm öncesi dönemde reformizm
Reform kavramı, var olan koşullarda niteliksel olmayan iyileştirme ve düzeltmeleri ifade eder. Bu geniş anlamıyla reform fikrinin tarihi, sınıflar kadar eskidir. Sınıflara bölünmüş toplumlarda, sınıflardan biri egemen konumda iken, diğer sınıflar ezilen sınıflar kategorisindedir. Ezilen sınıf mensupları, çoğu zaman, kendilerini ezen sınıfın bir bütün olarak egemenliğine karşı çıkmadan kendi toplumsal sistemlerini alternatif çıkarmadan önce, kendilerini ezen sistemi tümüyle yargılamadan o sistemin bazı somut kötülüklerine saldırmışlardır. Ve giderek sistemi tümüyle karşılarına aldıklarında ise sınıfın bir kısım mensupları, eski sistemi değiştirmede yeterince cesur davranmamışlar, yeni ve eski sistemleri uzlaştırmaya çalışmışlardır. İşte reformizm, sistemin sonuç niteliğindeki kötülüklerine karşı çıkışı, eski kurumlan yıkmaktan çok tedricen dönüştürmeyi ifade eder.
1525’te, o Avrupa’yı temelinden sarsan Köylü Savaşının kahramanları, ’12 Maddelerinde’ sertlik kurumunun kaldırılmasını değil, üstlerindeki angaryanın ve sömürünün azaltılmasını talep ediyorlardı. Burjuvazi ekonomik hayata tümüyle egemen olduğu bir şuada, yine de aristokrasinin arpalıklardan yemlenmesine, feodal ayrıcalıklara ve kralın monarşisine bir dönem sessiz kalabiliyordu. İngiltere, kapitalizmle eski soyluluğun garip bir kaynaşması olan kraliçe tacını hala tepesinde taşır. Kısaca 16 ve 19. yüzyıllara yayılan Avrupa burjuvazisinin feodalizmle savaşında, burjuvazinin kendisi içinde de bir savaş yaşanıyordu. Bu savaş feodal kurum ve ayrıcalıklara karşı alınan tutumla ayrışan burjuvazinin reformcu ve devrimci kanatları arasında idi. Burjuvazinin feodalizmle girdiği en büyük savaş olan 1789 Fransız Devrimi, aynı zamanda burjuvazinin kendi içindeki en büyük savaşıydı. Gönç burjuvazinin temsilcileri, bütün feodal kurumların (dinin, monarşinin) tümüyle şiddetle ortadan kaldırılmasında yanaydılar. Robespierre’in önderlik ettiği bu kanat, sonradan da “uzlaşmaz devrimci” anlamında kullanılacak olan Jakobenler adıyla anılıyorlardı. Aristokrasiyle uzlaşan kendi iktisadi egemenliği ile monarşi arasında bir bağlaşma sağlayan kanat ise JirondenIerdi.
Kapitalizmin gelişmesiyle oluşan proletarya, Marks ve Engels’in şahsında bütünlüklü bir bilimsel dünya görüşüne kavuşmadan önce, kapitalizmin kötülüklerini eleştiren ama sorunun merkezine proletaryayı koymayan çeşitli teorilere sahipti. Sosyalizm düşüncesi, başında bir reformlar toplamı olarak ortaya çıktı. More’un Ütopyasından Rousseau’nun ‘Toplum Sözleşmesi’ne kadar uzanan ‘adalet duygusu’, gözlerini Ütopyadan çevirip ayağını maddi dünyaya bastığında, ifadesini “burjuvazinin idealleştirilmiş egemenliği”nde bulmaya mahkûmdu zaten. Fakat kapitalizmin eleştirisinden kapitalizmin ortadan kaldırılmasını savunmaya gidecek kadar devrimci ve cesur olan Owen, Saint-Simon ve Fourier gibi ütopik sosyalistlerin kendileri de son tahlilde “üç toplumsal reformcu” (Marks-Engels) idiler. Proletaryayı kurtarmak istiyorlardı ama bu işi proletarya dışında yapmak istiyorlardı. Çağırılarını bütün topluma yöneltiyorlar ve herkesi sosyalizme ‘ikna’ya çalışıyorlardı.
Fakat bu, o koşullar altında kaçınılamaz bir şeydi. “Eksik kapitalist üretim koşulları ve eksik sınıf koşulları, eksik teorilerle karşılandı.”(Ütop. Sos. ve Bil. Sos., s. 70) Bu devrimci projeler, ayrıntılandırıldıkları her durumda daha da kurgusallaştılar. Fakat yine de bu sosyalistler, o koşullar altında devrimci bir sezgiyle ortaya çıkardıklarıyla Marks’ın önceli olmaya hak kazandılar.
“Proletaryanın henüz hiç gelişmemiş olduğu ve kendi durumuyla ilgili olarak ancak hayali bir anlayışa sahip bulunduğu bir zamanda çizilen, geleceğin toplumuna ilişkin bu ütopik resimler, bu sınıfın iç güdüsüyle ulaştığı genel bir yeniden kuruluş özlemini yansıtmaktadır.” (Komünist Manifesto, s. 63)
Sonuçta Marks öncesi sosyalizm projeleri kapitalizmi ortadan kaldırmayı arzuluyor, ama bunun yöntemi ve dinamiği konusunda tıkanıyor ve böylelikle reformcu sosyalizm tasarıları olarak kalıyordu.
Marksizm, bu ütopik sosyalizmin aşılması üzerinde şekillenerek bilimsel ve maddi temeline kavuştu. Marks ve Engels, kendilerinden önceki sosyalizm taşanlarının bu devrimci yanlarını aldılar ve bütün kurgusal, reformcu yanlarını bilimsel bir projektör altında eleştiriye tabi tuttular. Bunu yaparlarken bir yandan da çağdaşlarının, Avrupa’nın verimli toprağında biten ve kimileri modem sosyalizme hayli yaklaşan teorileriyle uğraştılar. Rahatça denebilir ki, bilimsel sosyalizmin inşası, bir yönüyle, eksik koşulların çıkardığı sezgisel bir sosyalizm tasarısı olan ama olgunlaşmış kapitalizm koşullarında gerici bir mevzide konumlanan reformist (ve onun ters yüz ifadesi anarşist) teorilere karşı mücadele olarak şekillendi.
Marks ve Engels’in 1848 Devriminin öngününde Komünist Manifesto ile ilan ettikleri bilimsel sosyalizm öğretisi, 1889’da artık 2. Enternasyonal partilerinin hemen hepsi tarafından kabul edilir duruma gelmişti. Bu tarihe kadar Marks ve Engels çeşitli reformcu oportünist akımlarla Lasallecılıkla, Proudhon’un ve Bakunin’in anarşizmi ile, Dühring’le hesaplaşmışlar, Marksizm’i parlak bir şekilde inşa etmişlerdi. Artık Marksizm, uluslararası işçi hareketinde esas otorite idi. Bu, aynı zamanda ütopyacı fikirler sayfasının kapanması anlamındaydı. Ütopiklerin kendi koşullan içinde geliştirdikleri fikirleri onları devrimci yaparken, Marksizm’e karşı eski fikirleri diriltmeye çalışanlar artık gerici bir konumdadırlar.

Reformizmin Resmi Bayrağı: Sosyal-Demokrasi
İşçi sınıfı hareketi içinde Marksizm’den bir sapma olarak ortaya çakan reformizmin tarihi Bernstein ile başlar. Bernstein’in reformizmi, kapitalizmin görece bir istikrara kavuştuğu, işçi sınıfının küçük bir kesiminin zenginleşerek aristokratlaştığı ve uzunca bir dönem parlamenter ve diğer yasal mücadele biçimlerinin esas mücadele biçimi olduğu bir dönemde ortaya çıktı. Bernstein, Prusya Krallığının reformlarla tüm halkın devleti olacağını savunan, ‘eşit hak’ ve ‘tunç yasası’ ile reformcu bir sosyalizmi savunan Lasallecılığın devamıydı. Kendisi de 2. Enternasyonal içinde bir ‘Marksist’ olan Bernstein, reformcu fikirlerini ‘Marksizm’in yeniden gözden geçirilmesi’ adı altında sistemleştirmeye koyuldu. Bu durum, anlaşılır bir şeydi; çünkü Marksizm işçi hareketi içinde büyük bir saygınlığa sahipti ve “Marksizm’in bilimsel zaferi, onun düşmanlarını bile Marksist görünmek zorun’da bırakmaktaydı” (Lenin)
Böylece Bernstein, Marksizm’i bir kabuk olarak sırtında taşımakla birlikte, onun özünü boşaltıyor, diyalektiği Marksizm üzerinde bir ‘leke’ olarak görüyor, sınıf mücadelesini reddediyor ya da onu reformlar için mücadele derekesine düşürüyordu. Sosyalizm gibi uzak ve bilinmez bir gelecek üzerine teori kurmak yerine işçilerin yaşamını iyileştirecek reformlar için mücadele edilmelidir diyen Bernstein’e göre, “Sosyalizm hedefi hiç bir şey, hareket ise her şey”di. Devletin şiddete dayanan devrimle devrilmesi fikri yerine parlamentoda bir sandalye, burjuva kabinede bir bakanlık fikri-tabii işçiler lehine reformlar yapabilmek için! Bernstein, ‘Marksizm’i gözden geçirirken’ (revizyonizm kavramı da gözden geçirmek anlamına gelen ‘revizyon’ kelimesinden türetilmiştir), onun tüm temel tezlerini değiştiriyor ve reddediyor; Marksizm’i burjuvazi için zararsız bir ceset durumuna getirmeye çalışıyordu. Bu çabalan ile işçi sınıfının devrim partisini bir reformlar partisi yapmayı hedefliyordu.
II. Enternasyonal partileri, Bernstein’e tavır aldılar ama bu, son derece korkak, uzlaşma yollarını da içeren bir tavırdı. Bir çok temel noktada zaten Bernstein’le hemfikirdiler. Revizyonizm ve reformizmin Alman merkezi olan Bernstein’in ulusal sınırlara hapsolduğu söylenemez. İngiltere’de karı-koca Webb’lerin yönetimindeki Fabianlar sistemli reformcu bir perspektife sahiptiler. Fransız ‘sosyalisti’ Millerand burjuva kabineye kapağı atmıştı.
Gerçekte, Bernstein, II. Enternasyonalin çatlak duvarından düşen ilk taştı. O an Bernstein’e karşı duran ve oportünist kanatlarla uzlaşma çabaları (bölünmemek için!) yüzünden ‘merkezci’ olarak nitelendirilen Kautsky ve II. Enternasyonal partilerinin ezici bir çoğunluğu, Bernstein’in yolunda aynı reformizm çamuruna saplandılar. Görünüşte ‘revizyonizme karşı’ duran II. Enternasyonal’in resmi partileri, gerçekte Bernstein gibi tüm temel konularda Marksizm’i yadsıyor, tahrif ediyor, Marksizm’in en önemli tezlerini çekmecelere kilitliyor, kullanılmaz eşyalar gibi ardiyeye kaldırıyorlardı. Bunların elinde Marksizm burjuvazi için kabul edilebilir boş bir dogma haline gelmişti. Lenin’in de açıkladığı gibi:
” ( Egemen sınıflar – Ö.D.) ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları ‘teselli etmek’ ve onları aldatmak için adlarını bir hale ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir. Burjuvazi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün işte Marksizm’i ‘evcilleştirme’ biçimi üzerinde birleşiyorlar, öğretinin devrimci yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor. Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler, ön plana çıkarılıyor ve övülüyor. Bugün bütün sosyal-şovenler, -gülmeyin!- ‘Marksist’tirler.” (Devlet ve İhtilal, s. 17-18)
Uzun barışçıl yıllar boyunca biriken oportünizm, sosyal-şovenizm olarak kendini dışarıya vurdu; Kautsky ve bütün ünlü sosyal-demokratlar, burjuvazileriyle birlikte yağma savaşına koştular. Farklı ülkelerin oportünistleri, her biri kendi burjuvazilerinin hizmetinde savaş çığlıkları atarak birbirlerine de düşman oldular. Enternasyonal’in işlevini barış dönemiyle sınırlı gören Kautsky’ye karşı Rosa Luxemburg, Kaustky’nin ağzından işçilere şu çağrıyı yapıyordu: Barışta birleşin, savaşta birbirinizi boğazlayın! I. Emperyalist savaş, II. Enternasyonal’in de sonu oldu; emperyalizmin suçuna ortak olan II. Enternasyonal, emperyalist savaşın batağında boğuldu.
II. Enternasyonal’in çöküşü, Marksizm ile oportünizm-reformizm arasında kesin bir saflaşmanın da başlangıcı oldu. Rusya’da Lenin önderliğinde Bolşevikler, Almanya’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğindeki Sol Kanat ve diğer bir kaç küçük parti, çeşitli partilerden kanatlar sosyal-şovenizmi reddettiler, devrimci bayrağı yüksekte tuttular. Marks ve Engels zamanında ‘sosyal-demokrat’ adı altında örgütlenen komünist partiler, önderleri tarafından oportünizmin içine çekilmiş ve böylece o güne kadar Marksist partilerin onurla taşıdıkları sosyal-demokrat adı oportünizm tarafından lekelenmişti.Oportünizmce kirletilen ‘sosyal-demokrat’ adı terk edildi ve gerçek Marksist partiler nihai amaçlarına uygun olarak ‘Komünist’ adını aldılar.
Savaş daha devam ederken Lenin yeni bir enternasyonal kurmak gerektiği fikrindeydi. Zimmerwald Solu bu yönde atılan ilk adımdı. Fakat ilerleyen süreçte bir kaç küçük parti olarak savaşa giren Marksistler, savaş sona erdiğinde artık uluslararası komünist bir hareket durumundaydılar ve üstelik dünya işçileri, ilk defa sınıf kardeşlerinin iktidarda olduğu bir ülkeye kavuşmuşlardı. Lenin önderliğinde verilen mücadele ile II. Enternasyonal artıkları işçi hareketi içinde bir azınlık durumuna düştüler ve Leninizm’in II. Enternasyonal karşısındaki zaferi üzerinde 1919’da Komünist III. Enternasyonal doğdu.
II. Enternasyonale gelince; savaş içinde birbirini boğazlayan sosyal-şovenler, savaştan sonra bir araya gelip enternasyonallerini tekrardan diriltmeye çalıştılar. Uzun çabalar ve önemli kopmalardan sonra 1920 yılından bir araya gelen sosyal-demokrat partiler (Cenevre’de) II. Enternasyonalin devamı niteliğindeki Sosyalist İşçi Enternasyonali’ni kurdular. O tarihten başlayarak, Sosyalist Enternasyonal, sosyal-demokrat reformculuğun esas merkezlerinden biridir. Aralarından bir bölümü kendilerini ‘Marksist’ gören bu sosyal- demokratlar, tekelci burjuvaziye hizmet yarışındadırlar. Tekelci burjuvazinin ve devletinin yardımıyla kasalarını dolduran bu resmi sosyal-demokrat partiler, kitleleri reformizmin uyuşturucu etkisi altında tutmak için ‘sosyalizm’, ‘sosyal devlet’, ‘sınıfların kardeşliği’ temasıyla kitlelerin karşısına çıkıyorlar. Sosyal-demokrat çeşidi sendikalar, kitleleri sosyal-demokrasiye angaje etmenin araçlarıdır.
Bu partiler, 1950’lere kadar işçi sınıfının küçük bir bölümünü peşlerinde sürüklerlerken, modem revizyonizm olgusu ile birlikte, Sovyet revizyonizminin etkisi altındaki partilerin de reformcu bir platforma kaymaları bu partilerin yeniden güç kazanmasına yol açtı. Tekelci burjuvazi, ‘muhafazakâr’, ‘liberal’ alternatifleri etkisiz kaldığında sosyal-demokrasi silahı ile kitleleri kendine bağlamaya çalışıyor, onları hükümete ortak ediyor ya da doğrudan hükümet ediyor. Fakat sosyal-demokrat hükümetler de tekelci burjuvazinin dertlerine çare olamıyor, yaşadıkları gerçeklerle kitleler, sosyal-demokrat hükümetlerin politikalarına karşı da seslerini yükseltiyorlar.
Bugün ‘İskandinav sosyalizmi’ ya da başka adlar alanda sunulan sosyal-demokrasi, tekelci burjuvaziye kan sağlayan, kitleleri düzene bağlamaya çalışan ve Bernstein ve Kautsky mirası üzerinde yükselen uzlaştırıcı reformcu partilerdir. Reformlar aracılığıyla evrim ve proletarya devriminin kesin inkârı bu sosyal-demokrat ve ‘sosyalist’ partilerin çizgisinin özüdür. İlginç olan diğer bir nokta da bu partilerin hükümet olduktan dönemlerde reformlar bile yapmamalarıdır.
Özetle Bernstein ve Kautsky üzerinden günümüze uzanan ve esas ağırlığını Avrupa’da hissettiren II. Enternasyonal’in devamı niteliğindeki sosyal-demokrat ve ‘sosyalist’ partiler, reformizmin resmi ve esas merkezleridirler. Tümüyle tekelci burjuvazinin krizine çare olmaya çalışan bu partiler, tekelci burjuvazinin yardımla-n, devletin imkânlarıyla beslenmekte, kökleşmiş sendika bürokrasisi ile emekçileri kendi uyuşturucu, yatıştırıcı programlarına bağlamaya çalışmaktadırlar.

Reformizmin yeni merkezlerinin doğuşu: Kruşçev’den Gorbaçov’a
Lenin önderliğindeki Bolşevik parti’nin II. Enternasyonale karşı verdiği uzun soluklu ve güçlü mücadeleler sonucunda, II. Enternasyonal’in reformcu partileri, sosyalist hareketten tecrit oldular ve gelişen İÜ. Enternasyonal Marksist Avrupa partilerinin yanı sıra diğer kıtalardaki partileri de bağrında topladı, güçlü bir komünist merkez oldu. Lenin ve Stalin önderliğindeki III. Enternasyonal (Komintern), Leninizm’in hakimiyeti altında •dünya sosyalizminin yegane merkeziydi. Komintern, uluslararası sosyal-demokrasiyle olduğu gibi, Komintern’de ortaya çıkan çeşitli akımlara, Buharinciliğe, Troçkizme karşı mücadele etti ve onları sosyalist hareketin dışına attı.
Fakat II. Emperyalist savaştan sonra sosyalist hareket içinde beliren çeşitli oportünist akımlar, giderek sistemli reformist merkezler örgütlediler ve 1960’larda o güne kadarki sosyalist hareket içinde esas olarak egemenlik kazandılar.
Yugoslav ‘özyönetim’inin mimarı Tito, kendisinden sonraki reformist ve revizyonist akımların esin kaynağı oldu. Titoculuk Stalin’in şahsında sosyalizme karşı çıkıyor, kendi kapitalist ‘özyönetim’ sistemini sosyalizm olarak lanse ediyordu. Arkasından gelen diğer revizyonist akımlar, Tito önünde secdeye eğilerek feyiz aldılar.
50’li yıllar boyunca Avrupa’nın iki yakası özünde bir olan iki revizyonist akımın doğuşuna sahne oldu.
Batı Avrupa’da güçlü kitle partilerinin sistemleştirdi-ği ve sonradan kendilerine ‘Avrupa Komünizmi’ adını yakıştıran revizyonist akımın şekillenişinin ilk belirtileri, II. Emperyalist savaşın hemen sonrasında ortaya çıktı. Anti-faşist savaşta büyük prestij kazanan İtalya ve Fransa komünist partileri, sahip oldukları büyük prestiji, burjuva penilerle kurulan koalisyon hükümetleri kanalına akıttılar. Stalin’in ölümünden sonra hortlayan Kruşçev revizyonizmine yakın dururlarken, bir yandan da ‘çok merkezlilik’ adı altında ayrılıklarını ilan ettiler. Sonuçta ana gövdesini Togliatti-Berlinguer çizgisindeki İtalya, Thorez’in açtığı yolda Marchaise yönetimindeki Fransa ve lbarruri-Carillo yönetimindeki İspanya ‘komünist’ partilerinin oluşturduğu Avrupa komünizmi reformizmin sendikalarla bağlantılı merkezi haline geldi. Bulun burjuva partilerle ‘tarihsel uzlaşma’, ‘yapısal reformlarla ulaşılacak ‘yeni toplum’, ‘toplumsal barış’ ve ‘parlamenter yol’ bu partilerin reformcu temel iskeletiydi. Bugün adları diğer burjuva partileriyle birlikte anılan ‘Avrupa Komünisti’ bu partiler, Leninizm’e ve sınıf mücadelesi, devrim,ve proletarya diktatörlüğü teorilerine düşman, politikalarını sınıfların uzlaştırılması ve ‘çevre sorunları’ üzerine kuran, sosyal-demokrasiyle aralarında fark kalmamış reformcu partilerdir.
Kruşçevle başlayan ve evrimini Gorbaçov’la tamamlayan modern revizyonizm tarihte sosyalizme yöneltilen en büyük saldırıdır.
Sosyalizmin otuz yıllık dev başarılan üzerinde biçimsel bazı farklarla kapitalizmi ve revizyonizmi örgütleyen Kruşçev kliği, işe Stalin’e saldırmakla başladı. Stalin’in şahsında Leninizm’in temel ilke ve normlarını reddeden Kruşçev bunun yerine soyut bir barış, “barış içinde yarış’, ‘barışçıl-parlamenter geçiş’, ‘tüm halkın partisi/devleti’, ‘kapitalist olmayan kalkınma yolu’ gibi Bernstein ve Kautsky’den alınma revizyonist- reformist bir çizgi geliştirdi. Uluslararası planda giriştiği entrikalarla çeşitli komünist partileri kendisine bağlı revizyonist peykler haline getirdi. Enver Hoca ve AEP’in ML tavır alışına rağmen uluslararası komünist hareketin ezici bir bölümünü etkiledi.
Kruşçev’le başlayan bu saldırı, Brejnev, Andrdopov vb. revizyonistler üzerinden Gorbaçov’a kadar geldi. Gerçekte Gorbaçovculuk, Kruşçev revizyonizminin evriminin doğal ve kaçınılmaz sonucuydu. Kruşçev döneminde revizyonizm, kapitalist-emperyalizmle biçimsel farklarını koruyordu; sözde sosyalizmi savunuyordu. Fakat bu politikayı, süper bir emperyalist devlet olarak, ABD ile rekabet için kullanıyor, egemenlik alanlarını genişletmeye çalışıyordu. Gorbaçov döneminde, rekabet yerini emperyalist sistemle uzlaşmaya bıraktı. ABD’nin egemenliğini taktiksel kabul üzerine kurulu politika, kendini ‘perestroyka’ ve ‘glasnost’ şeklinde dışa vurdu. Böylece üzerindeki uygunsuz ‘sosyalist’ elbiseyi atan Gorbaçovculuk ekonomi, siyasal ve ideolojik yönlerden emperyalizmle tam bir birleşme sağladı. O güne kadar sosyalizmin yaptığı her şey ‘hata’ olarak görüldü; Kapitalizmin değerleri erdem olarak yüceltildi. Sonuçlan üzerinde hala duman tüten Gorbaçov reformları, Sovyetleri batı kapitalizmine benzetirken, dünya halklarına da kapitalizm çerçevesinde yapılacak reformlardan başka bir yol olmadığına inandırmak üzerine kuruludur.
Kapitalist-revizyonist dünyanın mimarlarınca oluşturulan renkli dünya tablosu, bir ayağını da Maocu “üç dünyacılık” üzerine basar. Emperyalizme ve feodalizme karşı mücadele içinde şekillenen Maoculuk, proletaryanın yerine köylülüğün önderliğini geçiren ve ulusal burjuvaziyi baş tacı eden bir çizginin sistemleşmiş sonucuna “üç dünyacılık”ta vardı. Burjuvazi, temel değiştirici dinamik kabul edildi, proletaryaya kendi burjuvazisinin yedeği olmak önerildi ve sayısını üçe çıkardıkları dünya gerçekte aynı tek dünyaydı: kapitalist dünya.
Yaklaşık olarak aynı dönemlerde sahneye çıkan Avrupa komünizmi, Kruşçevcilik, ‘barışcılık’, Maoculuk-Üç dünyacılık gibi akımlar, farklı koşullar altında ama aynı biçimlendirici etkenler altında şekillendiler. Bütün bu revizyonist akımların evrimi esas olarak Kruşçevciliğin belirlediği platformda gerçekleşti. Bütün bu akımların ortak hedef tahtasında Stalin vardı. Buna rağmen uzunca bir süre Marksist-Leninist yaftasını üzerlerinde taşımak zorunda kaldılar. Ortak ruhları, toplumsal devrim yerine reformlar, devrim partisi yerine reform partisi, bütün devrimci mücadele biçimlerinden kaçış proletarya diktatörlüğünün kategorik inkârı üzerinde yükseldi, muhalefette olanlar kapitalizmi reformlar yoluyla ‘sosyalleştirme’ uğraşı verirken, iktidar olan partiler, yine reformlarla ‘sosyalizmi liberalleştirme’ uğraşı verdiler. Revizyonist iktidarların reformları, sosyalizmi nicel ve nitel yönden geliştiren değil, revizyonizmi batı standardına uydurmaya yönelik reformlardı. Evrimin bugün gelinen noktasında, kendilerini yükümlülük altına sokan, rahatsız edici “Leninizm’, ‘komünizm’ elbisesinden tümüyle kurtuldular. Tümüyle ve tüm ahlaksızlığıyla batı kapitalizminin ‘şefkatli’ kollarına atıldılar. Kendi kapitalist pratiklerine ‘sosyalizm’ deyip sonra da emperyalist şarlatanlarla koro halinde sosyalizme lanetler yağdırdılar.

Günümüz dünyasında reformizmin durumu
Genel bir gözlemle, hemen bütün ülkelerde işçi sınıfının ve geniş küçük burjuva kesimlerin emperyalist ideolojinin, değişik görünüşlü reformist-revizyonist ideolojinin etkisi altında olduğu söylenebilir. Bu durumun temel nedenleri arasında, emperyalizmin sahip olduğu dev iletişim tekeliyle yaptığı anti-komünist propaganda ve çizdiği ‘hür dünya’ tablosu; ‘sosyalizm’ adı altında revizyonist diktatörlüklerin işçi ve emekçi yığınlar üzerindeki baskı ve sömürüsü ile birilikte sosyalizm karşıtı propagandaları; bununla ilişkili olarak bütün sosyalist ülkelerin kapitalizm yoluna girmeleri ve Batı kapitalizmi ile birleşmeleri; Marksist-Leninist zayıflığı ve bünyesinde taşıdığı zaaflar vb sayılabilir.
Günümüzde ‘sosyal-demokrat’, ‘sosyalist’ vb. adlar taşıyan reformizm, uluslararası gericiliğin açıkça görülebilen bir eklentisi haline gelmiştir. Uluslararası karşıdevrimin özel göreve haiz bu ajanları için, her şeye karşın parlak bir gelecek görünmüyor.
Bugün de reformizmin resmi san bayrağını elinde taşıyan reformizm, uluslararası gericiğin açıkça görülebilen bir eklentisi haline gelmiştir. Uluslararası karşı-devrimin özel göreve haiz bu ajanları için, her şeye karşı parlak bir gelecek görünmüyor.
Bugün de reformizmin resmi san bayrağını elinde taşıyan sosyal-demokrasi, reformizmin ana merkezi olmakla birlikte, her geçen gün güç kaybediyor ve yeni açmazlarla karşılaşıyor. Avrupa sosyal-demokrasisinin en güçlü kalesi Alman SPD, uzun yıllar elinde bulundurduğu hükümeti kaptırdı; İspanya ve Fransa’da da hükümette iken güneş görmüş kar gibi eridiler; öve öve bitirilemeyen İskandinav sosyalizmi de aynı açmazla karşı karşıya. Çizdikleri pembe tabloya rağmen, hükümete geldiklerinde kaçınılmaz ve gönüllü olarak tekelci burjuvazinin programını uyguladıklarından, emekçi yığınların muhalefetiyle karşılaştılar.
Geçmişteki politikaları, Sovyet emperyalizminin politikalarının propagandasıyla sınırlı olan revizyonist partiler, Sovyetlerin sosyalizm konusunda bütün iddialarından vazgeçmesiyle işlevlerini tümüyle yitirdiler ve politik yelpazede dolduracaktan ve üzerinde politika yapacaktan bir zemin kalmayınca hızla bir çözülme ve tasfiye sürecine girdiler. Euro-komünist partiler ise başlarına bela olan komünist adından kurtulmak ve daha ‘güler-yüzlü’ bir kimlikle sahnede bir yer kapmak telaşı içindeler. Hepsi de soyut düzeyde kalan ‘evrensel bir barış’, ‘toplumsal uzlaşma’, ‘çevre sorunları’ üzerine oturtmaya çalıştıkları politikalar, eskinin kötü anısı yüzünden itibar toplayamıyor.
Avrupa’da bir dönem gelişen bir akımdan söz edilebilir: Yeşiller Hareketi. Bu akım varlık nedenini nükleer savaş tehlikesi ve çevrenin korunması üzerine kurmuştur. Kapitalizmi hedeflemeden onun sisteminin sonucu olan ve gerçekten de önemli olan sorunlar temelinde geliştirilen bu politikalar, anti-kapitalist perspektif yerine hedef olarak çevre kirlenmesinin ve nükleer tehlikenin sebebi olarak görülen bilime ve teknolojiye saldırıyor. Kapitalizm karşıtı bir perspektiften yoksunluk, Yeşilleri giderek çok kanatlı ve örgütsüz kendiliğinden yığın hareketine dönüştürüyor. Savundukları görüşler, kapitalizm çerçevesinde kalan düzeltmecilikten ileri gitmediğinden, aynı şeyleri diğer burjuva partileri de savununca işlevleri azaldı ve giderek güçsüzleştiler.
Gorbaçov’un ‘yeni açılım’ olarak onore edilen re-formları, ancak sorunlarına yeni sorunlar yumaklan açıyor. Doğu Avrupa’daki revizyonist diktatörlükler, büyük çatırdamalarla birer birer devrilirken, SB’de işçiler, milliyetçi hareketler (ağrıttığından başka) Gorbaçov’ un başını çokça ağrıtacağa benziyor. Yugoslavya ve Çin’in akıbeti de bunlardan farklı değil
Emperyalist sistemin kriz ve açmazına paralel bir seyirle reformist cephede de devam ediyor. Parlak sözler, insanların mutluluğu üzerine çekilen tiratlar, işçi sınıfının karnını doyuramıyor ve doyuramaz. Emperyalistler, sahip oldukları avantajlara rağmen, emekçilerin yaşamlarını iyileştiremedikçe açmazdan kurtulamaz, işçi sınıfı ve emekçi sınıfların yaşam düzeyindeki gerilemeler ve insanlık değerlerine yabancılaşma anti-kapitalist mayalanmanın ve yükselişin objektif temeli olmaya devam ediyor.
Emperyalizme bağımlı nispeten geri ülkelerde, yerli gerici sınıfların açmazı daha büyüktür. Emperyalist ülkelerde işçilerin yaşamındaki görece iyiliğe bu ülkelerde rastlamak mümkün değil. Bu ülkelerde de egemen sınıflar, reformizme bir kriz zamanı alternatifi olarak bakmalarına rağmen, havuçtan daha sık ‘sopa’ politikası kullanıyorlar. Bu ülkelerde reformizm ilk kategoridekilerine kıyasla daha zayıftır.

Bazı sonuçlar ve reformizme karşı mücadelenin uluslararası görevleri

Yukarıda anlatılanları toparlarsak aşağıdaki bazı saptamaları yapabiliriz:
* Reformizm bütün tarihi boyunca, hangi ad altında ortaya çıkarsa çıksın, kapitalist-emperyalist sisteme payanda görevi görmüştür; kapitalizmin ‘demokrasi’ ya da açık şekillerdeki zulmüne suç ortaklığı yapmıştır. 1900’lü yıllarda ortaya çıkan Bernstein ve Kaustsky’nin başını çektiği reformizm, emperyalist yağma savaşında burjuvaziye hizmet sunmuş, sosyal-şovenizm politikasıyla etkisindeki yığınlara emperyalist çıkarlar için sınıf kardeşleriyle boğazlaşma çağrısı yapmıştır. 1920’lerden II. Emperyalist Savaşa uzanan dönemde, faşizmin yükselişine ve iktidar oluşuna yardım etmiş ve faşizme karşı güçlü bir direnişin örgütlenmesini engellemeye çalışmıştır. Ve bugün emperyalistlerin kurmaya çalıştıkları ‘yeni dünya düzeni’ senaryosunun gönüllü bir öğesi durumundadır.
* Günümüz koşullarında, reformizm, hükümet olduğu ülkelerde bile ‘liberal’, ‘muhafazakâr’ partilerin programından farklı bir program uygulama şansını kaybetmiştir. ‘Serbest piyasa ekonomisi’, bütün burjuva partilerinin ortak sloganı olmuştur. IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı ekonomik model, sosyal-demokrasinin de modelidir. Farklı bir alternatif olma özelliğini yitiren sosyal-demokrasi, işlevini kaybetmekte ve tekelci burjuvazi için sosyal-demokrat kimliği ile yeni bir alternatif olamamaktadır. Gorbaçov reformlarından beri sosyalizmi açıkça karşısına alan ve sosyal-demokrasi ile aynılaşan modern revizyonist ve ‘Avrupa Komünisti’ partiler için de durum aynıdır.
* 1950’lerin ortalarında başlayan ve ’90’lara gelindiğinde tüm sosyalist ülkeleri kapsayarak sonuçlanan ve ‘sosyalizm’ maskesinin de fırlatılıp atılmasına neden olan kapitalist restorasyon süreci, emperyalizme çeşitli olanaklar sunmuştur. Emperyalist ideologlar, onlarla birleşen eski revizyonistler için sosyalizm ‘eskinin kötü bir anısıdır’ ve’ tarihsel bir hatadır’! Böylece emperyalist ideoloji, kapitalizmin insanlık için en müreffeh ve özgürlükçü sistem olduğunu ve insanların özlemlerinin ancak tüketim toplumuyla gerçek olabileceğini yüksek perdeden tekrarlamaktadır. Revizyonistlerin kendi kapitalist pratiklerine ‘sosyalizm’ demeleri ve sosyalizm deyince geniş emekçi yığınlarının aklına revizyonizmin pratiğinin gelmesi, bu görüşlerin yayılmasının maddi zemini olmuş, bütün aydınlar kapitalizmin tarafına geçmiştir. Sonuç olarak, revizyonizm ve reformizm giderek önemsizleşirken emperyalist ideoloji güç kazanmıştır.
* Bütün bu olanaklara karşın emperyalist sistem, yapısından kaynaklanan sorun ve açmazları çözme şansına sahip değildir. Sosyalizmin geçici yenilgisi ve temelsiz propaganda, on milyonlarca işçinin, emekçinin ve ezilen halkların sorunlarına çare olamıyor, onları şurada ekonomik bir grev karşıtı gösteri, başka bir yerde ulusal hareket biçiminde gelişen eylemlere katılmaktan alıkoyamıyor. Geçmiş sayılarda verilerle ortaya konduğu gibi emperyalist sistem içinde yeni kriz öğeleri birikiyor. Büyüme hızı düşüyor, işsizlik çığ gibi büyüyor… Doğu Avrupa’nın işçileri, kapitalist dünyanın reklâmlardakine hiç benzemediğini şaşarak görüyorlar ve öfkeyle kapitalizmin uygulamalarına tavır alıyorlar. Dünyanın diğer birçok bölgesinde emperyalizme karşı ulusal hareketler ve yerli gerici diktatörlüklere karşı mücadeleler gelişiyor.
Dünya tablosundaki etkenler ve karşı-etkenler göz önüne alındığında proletaryanın bilinçli-örgütlü güçlerinin temel görevinin, Marksizm-Leninizm silahını kullanarak, proletarya içinde güçlü etkiye sahip emperyalist ideolojiye, reformizme ve revizyonizme karşı mücadele ve sınıfın öncü kesimlerini sosyalizme kazanma olduğu söylenebilir.
Reformizmin ve revizyonizmin emperyalist ideolojiye teslim olması, reformizm ve revizyonizm etkisizleşirken emperyalist ideolojinin etkilerinin artması, komünistlerin yürüttüğü ideolojik mücadelenin merkezine emperyalist ideolojiyi koymalarını zorunlu kılmaktadır. Reformizme karşı mücadele, emperyalist ideolojiye karşı mücadeleye bağlıdır. Güçlü uluslararası komünist hareketin ortaya çıkışı da bu mücadele ile mümkündür.
Reformizmin resmi merkezlerinin önemsizleşmesi, reformizme karşı mücadelenin önemini azaltmaz. Fakat dünya çapında esen emperyalist ve reformist rüzgârın devrimci saflarda yarattığı reformizm eğilimine karşı mücadeleyi özellikle önemli kılar. ‘Koşullardaki değişiklik’ üzerine kurulu reformist-revizyonist düşünceye karşı, her zaman yeniliğini koruyan Marksizm-Leninizm ideolojisini, Leninizm’in emperyalizm, devrim, proletarya diktatörlüğü öğretisini savunmak, yaşamın sunduğu verilerle temellendirmek ve yığınlara kavratmak Komünist hareketin önüne koyduğu temel bir görevdir. Yazının bu birinci bölümünü büyük Marksist-Leninist Enver Hoca’nın sözleriyle bitirelim:
“Eğer Marksist-Leninistler, emperyalizme ve her türden modern revizyonizme karşı acımasız mücadelede proleter enternasyonalist birliklerini sürekli güçlendirirlerse, Marksist-Leninist teoriyi, mevcut uluslararası koşullarla ve her ülkenin ulusal koşullarıyla uyum içinde sarsılmaz ve doğru bir biçimde uygularlarsa, yollarında karşılarına dikilecek tüm engelleri, hatta en zorlarım bile mutlaka aşacaklardır. Marksizm-Leninizm ve onun ölümsüz ilkelerinin doğru uygulanması, kaçınılmaz olarak dünya kapitalizminin yıkılmasına ve işçi sınıfının sosyalizmi inşa edeceği ve komünizme gideceği araç olan proletarya diktatörlüğünün zaferine yol açacaktır.” (Emperyalizm ve Devrim, sf.48)

(Devam edecek)

Haziran 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑